Ezan Hakkında

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Vehbi KARAKAŞ

Ezanın Anlamı

 “Ezan” du­yur­mak, çağırmak demektir. Ezan, na­maz va­kit­le­ri­ni bil­di­ren ve Müslümanları cemaatle namaz kılmaya davet eden söz­ler­dir. Meş­ru­iye­ti ki­tap[1] ve sün­net[2] ile sa­bit­tir. Ezan, Al­lah’ın son­suz bü­yük­lü­ğü­nü, Hz. Mu­ham­med’in (s.a.v) O’nun el­çi­si ol­du­ğu­nu bildirmekte, tüm in­san­lı­ğı kâ­inat­ta en yük­sek ha­ki­kat olan ima­na, on­dan son­ra da na­ma­za da­vet etmektedir. Ezan, İslam’ın şeairinden yani olmazsa olmazlarındandır.[3] Ezan, Müslümanların özgürlüğünün sembolüdür. Ezan, okunduğu yerlerin İslam ülkesi olduğuna en büyük delil ve işarettir. Bayrak gibi. Ezan bayrağa der: Sen dalgalan ki ben rahat okunayım. Bayrak da ezana der: Sen okun ki ben rahat dalgalanayım. Bayrak ezansız, ezan bayraksız olmaz. Allah bu iki değerden vatanımızı ve dünyamızı mahrum eylemesin.

Ezan Na­sıl Or­ta­ya Çık­tı?

Na­maz, Mek­ke dö­ne­min­de farz kı­lın­dı­ğı hal­de, Hz. Pey­gam­ber’in Me­di­ne’ye ge­li­şi­ne ka­dar na­maz va­kit­le­ri­ni bil­dir­mek için bir yol dü­şü­nül­me­miş ve bel­ki de ce­ma­at­le kı­lın­ma­dı­ğı için bu­na ih­ti­yaç du­yul­ma­mış­tı[4]. Çün­kü o dö­nem­de Mek­ke’de Müs­lü­man­lar az­dı ve za­yıf­tı. Put­pe­rest­ler, ina­nan­la­ra ve İs­lâm­ca ya­şa­mak is­te­yen­le­re göz aç­tır­mı­yor, ner­dey­se ha­yat hak­kı ta­nı­mı­yor­lar­dı. Bu se­bep­ler­den do­la­yı o de­vir­de giz­li­lik esas­tı. Müs­lü­man­lar na­maz­la­rı­nı ten­ha yer­ler­de kı­lı­yor­lar­dı. Fa­kat Me­di­ne’de iş de­ğiş­ti. Müs­lü­man­lar bu­ra­da kuv­vet ka­zan­dı­lar. İnan­dık­la­rı gi­bi ya­şa­ma hür­ri­ye­ti­ni bul­du­lar. Hz. Pey­gam­ber Müs­lü­man­la­rı ce­ma­at na­maz­la­rı­na top­la­mak için bir ça­re dü­şün­dü. Bu hu­sus­ta as­ha­bı­nın, ar­ka­daş­la­rı­nın gö­rü­şü­ne baş­vur­du.

Ba­zı­la­rı na­maz va­kit­le­rin­de çan ça­lın­ma­sı­nı, ba­zı­la­rı bo­ru öt­tü­rül­me­si­ni, ba­zı­la­rı ateş ya­kıl­ma­sı­nı, ba­zı­la­rı da bay­rak asıl­ma­sı­nı tek­lif et­ti. Hz. Pey­gam­ber, bun­la­rın hiç­bi­ri­ne ra­zı ol­ma­dı.[5] Çün­kü çan Hı­ris­ti­yan­la­rın, bo­ru Ya­hu­di­le­rin, ateş de Me­cu­si­le­rin âde­ti ve sem­bo­lü idi. İs­lâm ise bun­la­rın hep­sin­den fark­lı idi. Hiç­bi­ri­ne ben­ze­me­me­liy­di.

Bu ka­rar­sız­lık dö­ne­min­de Müs­lü­man­lar bir sü­re “es-sa­lah es-sa­lah” (na­ma­za na­ma­za) ve­ya “es-sa­lâ­tu ca­mia” (na­maz in­san­la­rı top­la­yı­cı ve bir ara­ya ge­ti­ri­ci­dir) ve­ya “es-sa­lâ­tu câ­mi­atun li­ak­sa­miş­şükr” (na­maz pek çok gü­zel­lik­le­ri ve şü­kür çe­şit­le­ri­ni ken­di­sin­de top­lar) di­ye ba­ğı­rı­la­rak na­ma­za da­vet edil­di.[6]

Gö­rüş­ler bir nok­ta­da it­ti­fak et­me­miş­ti. Kâ­ina­tın Efen­di­si­nin sa­adet­li yüz­le­rin­de ne­şe­siz­lik oku­nu­yor­du. Bu yüz­den meş­ve­ret he­ye­tin­de bu­lu­nan­la­rı gam al­mış­tı. Hz. Ab­dul­lah b. Zeyd el-En­sâ­rî di­yor ki: “Ben de gam­lı ve ke­der­li yat­mış­tım. Uy­ku ile uya­nık­lık ara­sın­da ba­na bi­ri gel­di. Ye­şil el­bi­se­ler için­de olan bu zat, kıb­le­ye kar­şı dur­du ve:

Al­la­hu ek­ber Al­la­hu ek­ber

Al­la­hu ek­ber Al­la­hu ek­ber

Eş­he­dü en lâ ilâ­he il­lâl­lah

Eş­he­dü en lâ ilâ­he il­lâl­lah

Eş­he­dü en­ne Mu­ham­me­den Re­su­lul­lah

Eş­he­dü en­ne Mu­ham­me­den Re­su­lul­lah

Hay­ye ale’s-sa­lâh, Hay­ye ale’s-sa­lâh

Hay­ye ale’l fe­lâh, Hay­ye ale’l-fe­lâh

Al­la­hu ek­ber Al­la­hu ek­ber

Lâ ilaâhe il­lâl­lah[7]

di­ye­rek eza­nı ta­ma­mıy­la oku­du, son­ra bi­raz bek­le­yip eza­nın ke­li­me­le­ri­ni bir da­ha oku­yup so­nu­na ya­kın (hay­ye ale’l-fe­lah’tan son­ra) iki ke­re “Kad ka­me­ti’s-sa­lâ­tu” (na­maz baş­la­dı) de­di. Bu da ka­me­te işa­ret ol­du.

Ben he­men kal­kıp Re­su­lul­lah’a git­tim, rü­ya­yı arz et­tim. Bu­nun üze­ri­ne Re­su­lul­lah:

“Hak rü­ya­dır. Bi­lal’e an­lat. Ve öğ­ret. Onun sesi seninkin­den da­ha gü­zel ve gür­dür.” buyur­du­lar. Ben de onu Bi­lal’e an­lat­tım.[8] Hz. Bi­lal Me­di­ne için­de Neccaroğullarından bir ka­dı­na ait yük­sek­çe bir evin da­mına çık­tı. Sa­bah na­ma­zı için bugün­kü bilinen şek­liy­le ilk eza­nı oku­du.[9] Hz. Ömer (r.a.) bu se­si du­yar duy­maz ridası­nı bi­le üs­tü­ne al­ma­dan so­ka­ğa fır­la­dı. Hız­lı bir şe­kil­de Hz. Pey­gam­be­rin (s.a.v) huzu­ru­na var­dı ve:

-Ya Re­su­lal­lah! Se­ni pey­gam­ber ola­rak gönde­ren Ce­nâb-ı Hakk’a ye­min edi­yo­rum ki bu­nun gör­dü­ğü rü­ya­nın ay­nı­sı­nı ben de gördüm, şu ka­dar ki o ben­den ön­ce si­ze gelmiş, de­di. Hz. Pey­gam­ber (s.a.v) de: Allah’a hamd ol­sun, bu da böy­le­ce gerçekleşmiş ol­du, bu­yur­du.”

 O ge­ce sa­ha­be­den ye­di ki­şi­nin o rü­ya­yı aynen gör­müş ol­duk­la­rı da ri­vâ­yet edil­miş­tir. İş­te ezan bu şe­kil­de or­ta­ya çık­mış, Hz. Peygam­be­rin em­riy­le ke­sin­lik ka­zan­mış ve ih­ti­mal ki vah­ye ya­kın bu­lun­muş­tur.[10] Böyle­ce ezan hic­ri 1. (m. 622) ve­ya bir rivâ­ye­te gö­re 2. (m. 623) yıl­da meş­ru kılınmış,[11] o günden itibaren okunmaya başlamış, değişmeden günümüze kadar gelmiş ve kiyamete kadar böyle sürüp gidecektir.

 ŞİMDİ GELELİM ASIL MESELEYE:

EZAN ARAP­ÇA’DAN BAŞ­KA BİR DİL­LE OKUNA­Bİ­LİR Mİ?

 Fakihlerin kahir ekseriyetine göre, eza­nın Arap­ça’dan baş­ka bir dil­de oku­nması caiz değildir. Onun için­dir ki ezan, on dört asır içe­ri­sin­de dil­le­ri bir­bi­rin­den fark­lı bü­tün İslâm ül­ke­le­rin­de, Arap­ça’dan baş­ka bir dil­le okun­ma­mış­tır. Bi­ze gö­re de ezan Arap­ça’dan baş­ka bir dil­le oku­na­maz, oku­nan şey de ezan ol­maz. Bu­nun ne­den­le­ri­ni mad­de madde sı­ra­la­yalım:

1- Eza­nın söz­le­ri Arap­ça’dır. Ama Arap’ın söz­le­ri de­ğil­dir. Onun naz­mı ve laf­zı ya­ni dizili­şi ve söz­le­ri as­hap­tan Ab­dul­lah b. Zeyd’e, Hz. Ömer’e ve da­ha pek çok sahabeye (r. an­hüm) Al­lah ta­ra­fın­dan rüyada il­ham edil­miş; Hz. Pey­gam­be­rin onay ve tasdik­le­riy­le ke­sin­leş­miş, 1400 kü­sur se­ne­dir dil­le­ri fark­lı bü­tün İs­lâm ül­ke­le­rin­de değişme­den, tar­tı­şıl­ma­dan “Ezan-ı Muhamme­dî” ola­rak oku­na ­gel­miş­tir.

2- Ezan’ın, “Ezan-ı Mu­ham­me­dî” ola­rak adlan­dı­rıl­ma­sın­da da gü­zel bir esp­ri var­dır. Arap kal­kıp “Ezan-ı Ara­bî” ya­ni Arap Eza­nı deme­sin, Pa­kis­tan­lı kal­kıp “Ezan-ı Pa­kis­ta­nî” ya­ni Pa­kis­tan Eza­nı de­me­sin, Müs­lü­man Türk kal­kıp “Ezan-ı Tür­kî” ya­ni Türk Eza­nı deme­sin di­ye bü­tün Müs­lü­man­la­rın it­ti­fak etti­ği gü­zel bir isim bu­lun­muş, peygamberimiz Hz. Muhammed’e (sav) dayandırılarak “Ezan-I Mu­ham­me­dî” yani Muhammedî Ezan, diğer bir ifade ile Muhammed’in ezanı de­nil­miş­tir. Ezan-ı Muhammedî evrenseldir. Bütün Müslümanları içine alan bir ifadedir. Çünkü Hz. Muhammed (sav) bütün Müslümanların peygamberidir.

3- Düş­man is­ti­la­sın­da ka­lan Müs­lü­man toprak­la­rın­da ilk ya­pı­lan şey eza­nı yasaklamak olur. Çün­kü ezan bir pa­ro­la­dır, Müs­lü­man­la­rın hür­ri­yet ve bir­lik alâ­me­ti­dir.[12] İş­te bu se­bep­ten­dir ki, “Ezan oku­ma, İslâm dün­ya­sın­da fe­tih ve za­fer­le­rin vazgeçil­mez bir un­su­ru ol­muş­tur. Ni­te­kim Mek­ke’nin fet­hin­den be­ri ele ge­çi­ri­len her bel­de­de ya­pı­lan ilk uy­gu­la­ma­lar­dan bi­ri, fe­tih müj­de­si­ni her ta­ra­fa du­yur­mak için yük­sek bir yer­de ezan oku­mak ol­muş­tur. Bâ­kî’nin meş­hur Kâ­nû­nî Sul­tan Sü­ley­man mersiyesinde­ki:

“Al­dın he­zar büt­ge­de­yi mes­cid ey­le­din

 Naâkûs yer­le­rin­de okut­tun ezan­la­rı.”

 bey­ti bu uy­gu­la­ma­nın di­van şi­iri­ne ak­set­miş bir ifa­de­si­dir.[13]

4- Eza­nın gö­re­vi­ni yap­sın di­ye ön­ce­den çok tek­lif­ler gel­di. Çan ça­lın­sın, bo­ru öt­tü­rül­sün, ateş ya­kıl­sın de­nil­di[14]; ama bun­la­rın hiç­bi­ri hüsn-ü ka­bul gör­me­di. Çün­kü bun­la­rın hep­si be­şe­rî idi. İn­san­la­rın dü­şün­ce­si­nin ürü­nüy­dü. Ay­nı za­man­da bunlar, Hıristiyanlğa, Yahudiliğe ve Mecusiliğe davet gibi bir yanlışı çağ­rış­tı­rı­yor­du.

 5- Hal­bu­ki ezan, be­şe­rin ürü­nü de­ğil­di. Buradan da an­la­şı­lı­yor ki ezan, ilâ­hî bir tercih­tir, ilâ­hî bir da­vet­tir, ilâ­hî bir teb­liğ­dir, ilâ­hî bir me­saj­dır. Me­sa­jı­nı in­san­lı­ğa duyurmak is­te­yen Al­lah, her­hal­de bu­nu dillerden bi­ri­ni se­çe­rek ya­pa­cak­tı. Ni­te­kim öy­le yap­mış, dil­ler­den Arap­ça’yı seç­miş, ezanı da Arap­ça il­ham ey­le­miş­tir. O, Fa­il-i Muh­tar’dır, di­le­di­ği­ni yap­mak­ta ser­best­tir. Kim­se­nin O’na ‘Ne­den Arap­ça’yı seç­tin?’ deme­ye hak­kı yok­tur.

 6- İs­lâm şe­ai­rin­de­ki ilâ­hî ve ne­be­vî ke­li­me­ler can­lı ve se­vap­lı bir ka­buk ve bir de­ri gi­bi­dir. Bir hay­va­nın de­ri­si ve­ya bir mey­ve­nin ka­bu­ğu so­yul­sa, az bir za­man son­ra o za­rif et ve o gü­zel mey­ve si­yah­la­nır, ko­kar. İş­te ge­rek ibadet­te ve ge­rek­se ezan­da ol­sun İs­lâ­m şeairindeki Arap­ça ifa­de­ler can­lı ve se­vap­lı bir de­ri ve bir ka­buk gi­bi­dir. On­lar so­yu­lur­sa, ge­çi­ci ola­rak ma­na­la­rı bir de­re­ce gö­rü­nür; fakat o mü­ba­rek ma­na­la­rın ruh­la­rı uçar, geriye du­ma­nı ka­lır. Üm­mî bir adam ya­ni Kur’an’ın ma­na­sı­nı bil­me­yen bi­ri Kur’an’dan ya­rım say­fa oku­sa o Kur’an oku­muş sa­yı­lır. Kur’an’ın ma­na­sı­nı bi­len bir âlim Kur’an’ın me­alin­den on say­fa da­hi oku­sa Kur’an okumuş sa­yıl­maz. Çün­kü Kur’an de­nil­di mi onun laf­zı ve naz­mı ak­la ge­lir. La­fız ve na­zım or­ta­dan kal­kar­sa Kur’an di­ye bir şey kal­maz. Ge­ri­ye ka­lan me­al ve ter­cü­me­dir. Kur’an’ın me­al ve ter­cü­me­si de Kur’an de­ğil­dir ki onun­la iba­det ya­pı­la­bil­sin. Ay­nen bu­nun gi­bi eza­nın Arap­ça söz­le­ri de ilâ­hî­dir. Türkçeleştiril­se ve Arap­ça eza­nın ye­ri­ne Türk­çe’si okun­sa, o, ezan sa­yıl­maz. Ezan evrenselliğini kaybetmiş olur. Oku­yan, sadece eza­nın Türk­çe’si­ni oku­muş olur. Türk­çe ezan da ori­ji­nal eza­nın ka­zan­dır­dı­ğı­nı ka­zan­dır­maz. Pa­ro­la ve şe­air ol­maz.

 7- İs­lâ­mi­yet’in me­se­le­le­rin­den bir kıs­mı “Taab­bü­dî”dir. Ya­ni Al­lah ve Pey­gam­beri ne koy­muş­larsa, na­sıl is­te­miş­ler­se öy­le ya­pı­lır. Yüz bin hik­met ve mas­la­hat on­la­rı değiştiremez. Me­se­la bi­ri, “Eza­nın hik­me­ti Müs­lü­man­la­rı na­ma­za ça­ğır­mak­tır. Şu hal­de bir tü­fek at­mak kâ­fi­dir.” der­se yan­lış söylemiş olur. Çün­kü eza­nın sa­de­ce bir hikme­ti yok­tur. O, pek çok hik­met­ler­den sade­ce bir hik­met ola­bi­lir. Eza­nın en önem­li hik­met­le­rin­den bi­ri, in­san­lık adı­na, o şe­hir aha­li­si adı­na, kâ­ina­tın ya­ra­tı­lı­şı­nın en bü­yük ne­ti­ce­si ve in­sa­noğ­lu­nun ya­ra­tı­lı­şı­nın en büyük ga­ye­si olan tev­hi­di ilân et­mek, Al­lah’ın Rab olu­şu­na kar­şı kul­lu­ğu iti­raf et­mek­tir.

 8- İki çe­şit hak var­dır. Bi­ri şah­sî, özel hak, diğe­ri umû­mî, ge­nel hak­tır. Ge­nel hak­la­ra “Hu­ku­kul­lah” Al­lah’ın hak­la­rı da denilir. Bunların bir adı da “Şe­air-i İs­lâ­mi­ye” ya­ni “İs­lâ­mî sem­bol­ler”dir. Bu hak­la­ra bü­tün Müs­lü­man­lar or­tak­tır. İş­te o şe­air­den bi­ri Ezan-ı Mu­ham­me­dî’dir. Bü­tün Müslümanların rı­za­sı ol­ma­dan on­la­ra ilişmek, her­ke­sin hu­ku­ku­na veAl­lah’ın hakları­na te­ca­vüz sa­yı­lır.

İş­te bu se­bep­ler­den do­la­yı­dır ki, hiç­bir Müslü­man ve hiç­bir İs­lâm ül­ke­si eza­nı orijina­lin­den baş­ka bir dil­le oku­mak ve dinlemek is­te­me­miş, oku­yan­lar­dan ve okutan­lar­dan da as­la ra­zı ol­ma­mış­tır.

 9- Eza­nın ke­li­me­le­ri ve­ciz­dir, mu’ciz­dir, ilâhîdir. Me­se­la son cüm­le­si­ni ele ala­lım. Lâ ilaâhe il­lâl­lah‘ın her bir ke­li­me­sin­de bir La ila­he il­lal­lah var­dır. Ya­ni ma­na­sı var­dır. La ilahe il­lal­lah, Al­lah’tan baş­ka tan­rı yok de­mek­tir. “La ila­he”yi kal­dı­rın “il­lal­lah” de­yin, yine yal­nız Al­lah var de­mek­tir. “İl­la”yı kal­dı­rın “Al­lah” de­yin, yi­ne kâ­ina­tın mut­lak hâ­ki­mi akla ge­lir. “Al­lah” laf­za-i ce­la­li­nin ba­şın­dan eli­fi kal­dı­rın, “Lil­lah” yi­ne her şey Al­lah için­dir an­la­mı­na ge­lir. “Lil­lah”ta­ki bi­rin­ci la­mı kaldırın “le­hu” ka­lır. Yi­ne her şey Al­lah’ın­dır an­la­mı­na ge­lir. “Le­hu”da­ki la­mı kal­dı­rın, geriye “Hû” ka­lır. Her şey “O” de­yip in­le­mek­te, O’na ayna olup Onu gös­ter­mek­te, Al­lah’ın var­lı­ğı­nı ve bir­li­ği­ni ilân et­mek­te­dir. 

10- Şim­di bir de ge­lin Al­lah laf­za-i ce­la­li­nin ye­ri­ne ko­nu­lan “TAN­RI” ke­li­me­si­ni düşünelim. Ba­şın­dan T’yi kal­dı­rın ge­ri­ye ne ka­lı­yor? AN­RI. Ne an­la­ma ge­li­yor? Hiç. A harfi­ni kal­dı­rın ve ba­kın, ge­ri­ye hiç­bir şey kalma­dı­ğı­nı gö­re­cek­si­niz. Öy­ley­se ge­lin bu taş­la­rı ye­rin­den oy­nat­ma­ya­lım. Çün­kü bu taş­la­rı Al­lah diz­miş­ ve Allah dizdirmiştir.

11- “Tan­rı ulu­dur” sözü, hiç zevk vermiyor insana. San­ki Al­lah’ın bü­yük­lü­ğü Tür­ki­ye hudut­la­rıy­la sı­nır­lan­dı­rıl­mış gi­bi ge­li­yor ba­na. Hal­bu­ki be­nim inan­dı­ğım Al­lah’ın bü­yük­lü­ğü sı­nır­sız. Bu­nu da an­cak “Al­la­hu­ek­ber” sö­zü ifa­de et­mek­te­dir. Yu­suf İs­lâm da iş­te bu­nun için eza­nı ori­ji­nal di­liy­le oku­mak­ta­dır. Biz dine uyar­sak din, din olur. Biz de Allah’ın razı olduğu bir insan oluruz. Di­ni ken­di­mi­ze uydurur­sak din, din ol­mak­tan çı­kar. O da bizim gi­bi pe­ri­şan olur.

12- Müs­lü­man, ırk­çı­lık da­va­sı gü­de­me­ye­ce­ği gi­bi, dil ırk­çı­lı­ğı­na da te­nez­zül et­me­me­li­dir. Hik­met ve ilim han­gi dil­le bi­zim eli­mi­ze tutuş­tu­ru­lur­sa onu alı­rız. İl­min ve hik­me­tin Müs­lü­ma­nı, gay­ri­müs­li­mi ol­maz. Yü­ce Al­lah me­sa­jı­nı Hz. Mu­ham­med’in eliy­le, elekt­ri­ği de Edi­son’un eliy­le in­san­lı­ğa ulaş­tır­mış­tır. Biz bun­la­rın hiç­bi­ri­ne sırt çe­vi­re­me­yiz.

13- Tan­rı ke­li­me­si­ne ta­kıl­ma­mın se­be­bi, bu ke­li­me­nin Al­lah laf­za-i ce­la­li­nin ye­ri­ne konulma­sı ve onun bir ter­cü­me­si ola­rak göste­ril­me­si­dir. Yok­sa Tan­rı di­yen der, ona biz ka­rış­ma­yız. Ama “Al­lah” laf­za-i ce­la­li­nin ye­ri­ne ko­nul­ma­sı­na da asla ra­zı ola­ma­yız.

14- Şu­nu da unut­ma­ya­lım: Bun­ca çabalamala­ra rağ­men “tan­rı” ke­li­me­si bir türlü mil­le­tin ağ­zı­na yakışmamış ve kalbine otur­ma­mış, “Al­lah” laf­za-i ce­la­li de bu milletin ağ­zın­dan düş­me­miş ve kalbinden çıkmamıştır. Me­se­la he­men he­men her­kes her kız­dık­ça ve sı­kış­tık­ça, “Al­lah Al­lah, Al­lah Al­lah” der du­rur; “Tan­rım Tan­rım, Tan­rım Tanrım” de­mez. Dep­re­me tu­tu­lan meyhaneci­ler ve eğlence âlemlerindekiler bile, “Al­lah Al­lah” di­ye­rek ka­çı­yor. Kah­ra­man Meh­met­çik de düş­ma­na kar­şı şah­lan­dı­ğın­da “Al­lah Al­lah” di­ye­rek hü­cu­ma geç­mi­yor mu? Al­lah inan­cı ve sev­da­sı -gü­nah­kâr da ol­sak- bu mil­le­tin ru­hu­na iş­le­miş­tir. Bı­ra­kın “Tan­rı” ke­li­me­si­ni Yü­ce Al­lah’ın isim­le­rin­den bi­ri­ni laf­za-i ce­la­lin ye­ri­ne koy­sa­nız, yi­ne laf­za-i cela­lin ye­ri­ni dol­du­ra­maz. Me­se­la sen, Al­lah’ı “Rah­man” is­miy­le ça­ğır­san, onu rah­met­le vas­fet­miş olur­sun, ama ka­hır­la vas­fet­miş olmaz­sın. “Alim” is­miy­le ça­ğır­san ilim sıfatıyla vas­fet­miş olur­sun, kud­ret­le vasfetmiş ol­maz­sın. Ama sen Al­lah’ı “Ya Allah” di­ye­rek Al­lah is­miy­le ça­ğı­rır­san bü­tün sı­fat­la­rıy­la onu vas­fet­miş, zikretmiş ve çağırmış olur­sun. Her alim, her kadir, her rahîm Allah değildir. Ama Allah hem alîmdir, hem kadîrdir, hem hakîmdir, hem rahmandır, hem rahimdir, vs. Ke­li­me-i Şe­ha­det öy­le bir ke­li­me­dir ki, o ke­li­me ile kâ­fir kü­für­den İslâm’a ge­çer. Kâ­fir “Şe­ha­det ede­rim ki Rahman’dan ya­hut Ra­hîm’den ya­hut Melik’ten ya­hut Kud­düs’ten baş­ka ilah yoktur.” de­se kü­für­den çı­ka­maz, İs­lâm’a da gi­rmiş olmaz. Fa­kat ne za­man ki “Ben şehadet ede­rim ki Al­lah’tan baş­ka ilah yoktur.” de­se iş­te o za­man kü­für­den kur­tu­lur, İs­lâm’a gi­rer.[15] Çünkü “Allah” lafzı, bütün esma-i hüsnayı içinde toplayan bir lafızdır. Hiçbir kelime onun yerini tutmaz, onun tercümesi olamaz.

 15- Bu­gün oku­nan ezan­lar o ka­dar lâ­hû­tî ve de­rû­nî­dir ki, he­le bir de gü­zel oku­yan­la­rın sesin­den din­len­di­ğin­de o ka­dar tat­lı olmakta­dır ki, o ezan­lar, in­san­la­rı kendilerinden al­mak­ta, cen­net­le­re götürmekte ve şa­ir­le­re il­ham kay­na­ğı olmakta­dır. İş­te İs­tik­lal Mar­şı şa­iri bir dörtlüğün­de eza­na şöy­le vur­gu ya­par:

 Ru­hu­mun sen­den İlâ­hî şu­dur an­cak eme­li

Değ­me­sin ma­be­di­min göğ­sü­ne nâ­mah­rem eli

Bu ezan­lar ki şe­ha­det­le­ri di­nin te­me­li

Ebe­di yur­du­mun üs­tün­de be­nim in­le­me­li

Ve iş­te Yah­ya Ke­mal. O da Akif’in temennileri­ne şu mıs­ra­la­rıy­la ka­tı­lır:

 Şu ko­pan fır­tı­na Türk or­du­su­dur Yâ Rab­bi

Se­nin uğ­run­da ölen or­du bu­dur Yâ Rab­bi

Gâ­lib et ezan­lar­la yük­sel­sin mü­eyyed nâmın

Gâ­lib et çün­kü bu son or­du­su­dur İs­lâm’ın…

 16- Bi­ri­si kal­kıp “İyi de ben bu me­sa­jı anlamı­yo­rum.” de­se, bu ge­çer­li ve ma­sum bir çı­kış ol­maz. Müs­lü­man­san, cid­di bir mazeretin de yok­sa an­la­ya­cak­sın kar­de­şim. Za­ten Müs­lü­man an­lar. Müs­lü­ma­nın anlamıyo­rum di­ye bir prob­le­mi ola­maz ve olma­ma­lı­dır. Neden?

 17- Şu sebepten: Dün­ye­vî is­tik­ba­li­ni ga­ran­ti et­mek için çok şey öğ­re­nen, hat­ta ba­zen de gün­de 50 ya­ban­cı ke­li­me ez­ber­le­yen insanların 15 ke­li­me­lik eza­nı bir ömür boyu öğ­ren­me­me­le­ri, 15 gün­de öğ­re­ni­le­cek Kur’an’ın 15 gün­de ez­ber­le­ne­bi­le­cek kı­sa sure­le­ri­ni bir ha­yat bo­yu ez­ber­le­me­me­le­ri ve iba­det ha­ya­tı­na uy­gu­la­ma­ma­la­rı, eğer zekânın az­lı­ğın­dan ve­ya to­ta­li­ter bas­kı­lar­dan kay­nak­lan­mı­yor­sa, işin için­de bir ka­sıt ve bir art ni­yet var de­mek­tir. Hiç­bir Müs­lü­ma­nın eza­na kar­şı, Kur’an su­re­le­ri­ni ori­ji­na­liy­le ezber­le­me­ye kar­şı, art ni­yet­li ola­ca­ğı­nı düşüne­mi­yo­rum ve bu­nun da o ka­dar zor bir iş ol­ma­dı­ğı­na ina­nı­yo­rum. Anlama, öğrenme ve söyleme imkân ve kabiliyetinden yoksun olanlar mazurdur. Allah böylelerinden zaten bir şey istememektedir.

 18- Mil­let Mec­li­sin­de bir ye­min tö­re­ni ya­pı­lır. Ora­ya mah­sus ye­mi­nin bir met­ni var­dır. O met­ni bi­ri de­ğiş­tir­me­ye kalk­sa ye­mi­ni ge­çer­li ol­ma­mak­ta, hat­ta ağır it­ha­ma ma­ruz kalmak­ta­dır. Gö­rü­lü­yor ki be­şer be­şe­rin koydu­ğu­nu de­ğiş­ti­re­mi­yor. De­ğiş­tir­se kıyamet­ler ko­pu­yor. Pe­ki şu in­sa­noğ­lu Allah’ın koy­du­ğu­nu ve Hz. Pey­gam­be­rin uygu­la­dı­ğı­nı, üm­me­tin baş ta­cı edip ka­bul etti­ği­ni de­ğiş­tir­me­ye na­sıl ce­sa­ret edebiliyor? 1400 se­ne­lik bu gü­zel­li­ği değiştirme­ye na­sıl yel­te­ne­bi­li­yor? İnsaf!

19- Eza­nın as­lı­na ve ori­ji­na­li­ne kar­şı çı­kan­lar gay­ri­müs­lim ol­salar, hiç ya­dır­ga­mam. Ama Müs­lü­man ol­du­ğu­nu söy­le­yen­le­r, eza­nın aslına kar­şı çık­arlarsa buna yanarım. Cat Ste­ven Müs­lü­man ol­du. Hz. Pey­gam­be­rin hem di­ni­ne, hem de di­li­ne tes­lim ol­du. ‘Neden ezan İn­gi­liz­ce de­ğil de Arap­ça, ne­den Kur’an Arap­ça, ne­den pey­gam­ber Arap­lar dan?’ di­ye­rek hâ­şâ Al­lah’ı yar­gı­la­ma­ya kalkma­dı. Al­lah’ı sor­gu­la­mak ve yar­gı­la­mak gi­bi bir yan­lı­şa ve say­gı­sız­lı­ğa düş­me­di.[16]

Bu vatanın çocuklarını Allah, bu yanlışa düşmekten korusun, doğruları görmeye, anlamaya muvaffak eylesin.

Dipnotlar

[1] Bkz. Maide, 5/58; Cuma, 62/9

[2] Nesaî, Ezan, 4; İn Mace, Ezan, 1

[3] Bkz. Naim, Ahmet, Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i SArîh Tercemesi, Ank. 1983, II, 550

[4] İlmihahal, Divantaş, I, 266

[5] Berki, Ali Himmet, Keskioğlu, Osman, Hz. Muhammed ve Hayatı, 177

[6] Bkz. Buhari, Ezan, 1; Müslim, Salat, 1; Ebu Davud, Salat, 27; Tirmizî, Salat, 25; İbn Mace, Ezan, 1; Nesaî, Ezan, 1; İlmihal, Divantaş, I, 266

[7] Ezanın Kur’an alfabesiyle olan şekli de aşağıdaki gibidir. Bir farkla: Hayyelelfelah’dan sonra sabah ezanında “namaz uykudan hayırlıdır anlamına gelen “essalatü hayrun minennevm” ilavesi vardır.

اَللَهُ اَكْبَرُ- اَللَهُ اَكْبَرُ

اَللَهُ اَكْبَرُ- اَللَهُ اَكْبَرُ

اَشْهَدُ اَنْ لَا اِلَاهَ اِلَّا اللهُ – اَشْهَدُ اَنْ لَا اِلَاهَ اِلَّا اللهُ

اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمّدًا رَسُولُ اللهِ – اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمّدًا رَسُولُ اللهِ

حَىَّ عَلَى الصَّلَاةِ – حَىَّ عَلَى الصَّلَاةِ

حَىَّ عَلَى الْفَلَاحِ – حَىَّ عَلَى الْفَلَاحِ

(اَلصَّلَاةُ خَيْرٌ مِنَ النَّوْمِ) – (اَلصَّلَاةُ خَيْرٌ مِنَ النَّوْمِ) *

اَللَهُ اَكْبَرُ- اَللَهُ اَكْبَرُ

لَا اِلَاهَ اِلَّا اللهُ

[8] Zihni, a.g.e., 221-222

[9] İlmihal, Divantaş, I, 266

[10] Zihni, a.g.e., 223

[11] TDVİA, Ezan md. XII, 36

[13] TDVİA, XII, 43

[14] Zihni, a.g.e., 221

[15] El-Fahru’r-Razî, et- Tefsîrü’l-Kebîr, I, 164

[16] Ezan ve namaz hakkında daha geniş ve sağlıklı bilgi için bkz. Karakaş, Vehbi, Niçin Namaz, 169-195, Siyer Yayınları, İstanbul-2018; ayrıca “ALLAH VE NAMAZ NASIL ANLATILIR” “NAMAZA NASIL BAŞLANIR” adlı kitaplarımıza bakmanız ricasıyla selam, sevgi ve saygılar.

cevaplar.org

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Şâvur (Şâver)

ŞÂVUR/ŞÂVER (d.?/?-ö.960/1553) Divan şairi. Asıl adı bilinmeyen şair Kastamonuludur. II. Bayezid, Yavuz ve Kanunî Sultan Süleyman …

Kapat