Ana Sayfa / Yazarlar / Fatiha, Rükû ve Sücud

Fatiha, Rükû ve Sücud

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“o rububiyetin, kendi cemâlini izhar ve kemâlâtını ilân ve kıymetli san’atlarını teşhir ve gizli hünerlerini göstermek gibi en mühim maksat ve gayeleri,” vardır. 

Cemali görmek , kemalatı ilan etmek, sanatları görüp teşhirini derketmek, hünerlerini müşahade etmek ancak namazın fiilleri ile isbat edilir. Kıyam Fatiha, rüku ve sücud.insan bunlarla bulur vücud. Bu yüzden fatiha çok önemli ve namazın efali çok önemli. Fatiha suresi inince şeytan şaşırmış, paniğe kapılmış. Nasıl inmiş bu büyük sure.

Yine sahih-i Müslim’de geçen ve Ebu Hureyre (r.a) ‘den nakledilen bir hadiste:

“Yüce Allah: Ben namazı, benimle kulum arasında ikiye ayırdım. Yarısı benim, diğer yarısı da kulumundur. Kulumun dilediği kendisine verilecektir. Kul, Âlemlerin Rabbı olan Allah’a hamdolsun, dediği zaman, Yüce Allah: Kulum bana hamd etti, der.

Rahman ve Rahîm’dir dediği zaman, Yüce Allah: Kulum bana sena etti der. Ceza gününün sahibi dediği zaman, kulum beni ta’zim etti der. Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz, dediği anda, Yüce Allah : İşte bu, ancak benimle kulum arasında bir husustur. Kulumun dilediği kendisine verilecektir, der. Kul: Bizlere doğru yolu göster. Kendilerine nimet verdiklerinin yolunu, gazabına uğrayanların ve sapık olanların yolunu değil, dediği zaman, Yüce Allah: Bu da ancak kuluma ait bir husustur, dilediği kendisine verilecektir, buyurmuştur.”

Fatiha suresinin nüzul sebebi: Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.) Hz. Hatice’ye (r.a):

— Ya Hatice, ben bir yerde yalnız kaldığım zaman bir ses duyuyorum. Vallahi bunun bir kötülük olmasından korkuyorum, dedi.

Bunun üzerine Hz. Hatice (r.a) :

— Allah korusun, Cenabı Hakkın sana bir kötülük yapacağını sanmam. Sen emaneti yerine getirir, akrabaya iyilik yapar ve sözü doğru söylersin, diye teselli etti. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) Hz. Hatice (r.a) ile Varaka gittiler, Hz. Peygamber s.a.v. ona:

— Tenhada kaldığım zaman, Yâ Muhammed, diye bir ses duyuyorum ve hemen korkup kaçıyorum, dedi. Varaka:

–Bir daha öyle yapma, ses geldiği zaman orada dur, ne söylediğini dinle, sonra gel bana haber ver, dedi. Hz. Peygamber eve döndü. Yalnız kalınca şöyle bir ses duydu:

–Ya Muhammed, kul bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdülillâhi… veleddâllîn, diye Fatiha’yı sonuna kadar okudu. Sonra Hz. Peygamber bu durumu Varaka’ya anlatınca, Varaka:

–Müjde yâ Muhammed, müjde! Ben şehadet ederim ki sen Meryem’in oğlu İsa’nın müjdelediği zatsın. Sen Musa’nın namusu gibi bir namus üzerindesin ve sen Allah tarafından gönderilmiş bir nebisin. Sen cihada memur olacaksın, dedi. İşte bazı kaynaklarda Fatiha suresinin nüzul sebebi böyle açıklanmaktadır.

Hz Ali (ra), ben fatihayı bütün ömrümce anlatsam bitiremem, demiş, ne kadar harika.

Rububiyetin temerküz ettiği – yoğunlaştığı ibadet namazdır. Çünkü bu kainatı ve dünyayı ihata eden sayılmaz fiillerin tamamının müşterek görüntüsü rububiyettir. Bu müşterek, ortak görüntü azamet ve haşmet ve onun parelelindeki sıfatlar ve fiillerle ifade edilir. Namaz azamet ve ulviyet ve haşmetin karşısında onların kime ait olduğunu ve onları nasıl kabul ve teslimiyet gerektiğini anlatan insanın namazdaki kutsi davranışlarıdır.

Başımızı kaldırdığımızda bütün aklî ve kalbî ve bedenî uzviyatımızı ihata eden bir büyük varlıklar kümesi ile karşılaşıyoruz. Bu azamet ve heybet görüntülerine karşı yapılacak ve alınacak tavrı Allah namaza yüklemiştir. Çünkü hiçbir varlık insandan başkası bu azamet karşısında tavır alamaz kuşlar bu büyüklük karşısında uçuşurlar, kendilerine verilen bu semavî azametli dünyada, ama onu Subhanerabbiyel azîm diye dile getiren ancak insandır, insanın yaratılış gayesi de budur, bu azamete ve heybete başını eğerek tutum sergilemek.

Yavuz Sultan Selim: 

Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân

diyor, aslanlar bile benim azametin ve kahrım karşısında titrerdi, der. Halifeliği İstanbul’a getirdiğinde o büyük azametli işi bir milleti bir ümmetin lideri yapan o ulvî vazifeyi alan bir şahıs olarak ümmetin karşısına çıkmak istemez, neden böyle yaptığı söylenince “Ya bana da bir gurur gelirse” der. Çünkü kainatın sahibinin azameti karşısında onun yaptığı ancak mahcubiyet getirir. Helal olsun Yavuz Sultan Selim Han sana! Ne milletmişiz yahu ümmeti Muhammed, bir faninin ölüm gününde ayağı kalkan ülkem, yazık değil mi sana, ama sen layıksın yerine bir şey koyamadın, zorla da olsa ayağı kalk deniyor:

Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya 

Yüz üstü çok süründün ayağı kalk Sakarya 

Üstad-ı sâni, kalkamadık ayağa, gel de bizi ayıpla, belki utanır da ayağa kalkarız. Üstad-ı azim “beş yüz senedir yattığınız yeter” diyor.

Ya Resulullah ashabının karşısına çıkınca o fahr-i kâinatın görüntüsü gözler önünde iken ashab ne yapıyorlardı. Ne sahne ama… Görmedik onları, ahirette eğer layık olursa o büyük görüntüyü ayağa fırlayarak başımız önde karşılarız inşallah. Bu arkadaşların arasında mı? Nabi’nin, bir saygısızın makber-i Nebî’ye karşı tutumundaki alaladelik ona:

Sakın terki edepten makam-ı Mustafadır bu 

Nazargâh-ı ilâhîdir kûy-ı mahbûb-ı Hüdâdır bu 

dedirtir. Kırkıncı Hoca bizdeki büyük insanların adı semaya altın harflerle yazılmalı, derdi.

Girişte Rububiyetin icraatı ve azameti karşısında hamdeden insan, daha sonra rükûda başını eğdiğinde o azamet ve haşmet fiiller kümesinin karşısında çaresizliğini ve kabulden azamete teslimiyetten başka bir tavrının olmadığını anlar, “Subhânerabbiye’l-azîm” der.

Ey büyük Alllahım ve Rabbim, bu koca kainatı ve birbiri içindeki âlemleri bana hizmet ettiren azametinin ve haşmetinin kusursuz görüntüsü karşısında ben bu âlemin emmuzeci olan küçük varlık.. ancak bana başımı sana ve azametine eğmek düşer, o eğmek arkasında azametin korkutucu ve kuşatıcı tesiri ile göz pınarlarım kan ağlamalı ama, nerde. 

Büyüklük, büyük sanat eserleri insanlara şaşkınlık vermiştir. Umulmayan, beklenmeyen veya olağanüstü bir olay, bir olgu karşısında şaşkın duruma gelmek, hayret etme.

Azameti ifade eden fiilleri sıralayan ulûhiyyetin fiillerinin sıralamacısı büyük  Üstad’ın bu azamet şerhine karşı ne yapılır yani .

Koca küre-i arzı bir bahçe, belki bir ağaç kolaylığında ve intizamında ve azametli baharı bir çiçek suhûletinde ve mîzanlı ziynetinde ve zemin sayfasında üçyüz bin haşir ve neşrin nümune ve misallerini gösteren üç yüz bin kitap hükmündeki nebatat ve hayvanat taifelerini onda yazar, beraber ve birbiri içinde şaşırmayarak, karışık iken karıştırmayarak, birbirine benzemekle beraber iltibassız, sehivsiz, hatasız, mükemmel, muntazam, mânidar yazan bir kalem-i kudret, bu azameti içinde hadsiz bir rahmet, nihayetsiz bir hikmetle işlediği gibi; koca kâinatı bir hanesi misillü insana musahhar ve müzeyyen ve tefriş etmek ve o insanı halife-i zemin ederek ve dağ ve gök ve yer tahammülünden çekindikleri emanet-i kübrâyı ona vermesi ve sair zîhatlara bir derece zabitlik mertebesiyle mükerrem etmesi ve hitâbât-ı Sübhâniyesine ve sohbetine müşerref eylemesiyle fevkalâde bir makam verdiği ve bütün semâvî fermanlarda ona saadet-i ebediyeyi ve beka-i uhreviyeyi kat’î vaad ve ahdetti…”

Azameti anlatan sayısız bahisleri buraya alsak metin nereye gider. İşte Subhânerabbiyel azîm, bütün bu tavırlara karşı başını eğmektir, hissedersek ne harika bir tutumdur, rüku. Bütün kainat emrine başını eğdiği bir ilâha karşı haydi sen de başını eğ, küçük canlı.

İşte Rabbi âlâ, gel hayyaale’s-salâh ile günde kırk kere benim azametim karşısında başını eğ. Gelmemek, eğmemek ne mutsuzluktur, ne kadar kendine kötülüktür.

Bir de secdeye kapanırken telaffuz edilen ulvî kelimat var. Subhane rabbiyel a’lâ.Bütün bu büyüklük ve azamet karşısında rükû yetmez, bir de başını secdeye koymak gerekir.

Bütün yukardaki anlatımlar azamet haşmet ve heybet olduğu kadar ali, ulvi, yücedirler, onları gören göz, şaşkınlığından başını secdeye koyar, Allah’ı anlamak isteyen rükû ve sucud yapar, yoksa ne kul olduğu belli olur ne Allah’ın ilâh olduğu. Bu görüntüleri  hafızayı kübraya göndermeyen nasıl haşrin pazarında görünüp neyi amel olarak gösterecek. Ne hazin…

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

2 Yorumlar

  1. avatar

    “Kiminle konuştuğunuzu bilseydiniz, namazdan hiç ayrılmazdınız.” (Hadis-i Şerif, Tirmizî)
    GÖR
    “Namaz mü’minin mîrâcı,” mîraçta ihsân’ı gör
    İkâme eyleyip anda, Rahmet-i Rahmân’ı gör

    Kelâm eyle Rabb’in ile, Sûre-i Fâtihâ’da
    Tahiyyat’ta Nebî ile (sav), sohbet-i cânân’ı gör

    Allahüekber diyerek, huşû ile kıl edâ
    “Vele zikrullâhi ekber”, zikirde ikrâmı gör (1)

    Yönün kıble, kıblen Kâ’be, eyle bu yolda karâr
    Kalbin de yönelsin Hakk’a, kalpte Beytullah’ı gör

    Geceler vuslat vaktidir, âşıkânın bayramı
    Teheccüdle dur huzûra, huzurda dîdârı gör

    Leylâlar ki leylî olur, mecnunlara şevk vakti
    “Namaz hayırlı uykudan,” seherde bîdârı gör

    Hem gönülden, cân-ı dilden, Hakk rızasın kıl talep
    Ğayrıya meyl’etme sakın, kalbinde ihlâsı gör

    “İkra’!” hitâbını duy da, tilâvet eyle Kur’ân
    O, Rabb’inin kelâmıdır, Kelâm’da fermânı gör

    Arındır mâsivâdan, kibirden, hem küfürden
    Gönül Beyt-i Hüdâ’dır kim, gönlünde Sultân’ı gör

    Huzur’a durduğun anda, dökülür cürm ü günah
    Nedâmetle tevbe eyle, af ile ğufrânı gör

    “Verkeû” emrini işit, uy ilâhî fermana (2)
    Rukû eyle tâ’zîm ile, rukûda i’zâmı gör

    Kulun en yakın ânı ki, secdededir Rabb’ine
    “Sübhane Rabbiyel e’alâ”, secdede îkânı gör

    Selâm verip huzurda kal, olma Rabb’inden cüdâ
    Bil ki dâim Hakk seninle, ömründe ihsanı gör

    Sakın isyân eyleme kim, O Azîz’dir hem Hakîm
    Bu dünya bir imtihandır, dert içre dermânı gör

    Gönül sızlar, göz yaşarır, sanma ki îtirazdır
    Gözlerinden akan yaşta, Rahmet-i Rahmân’ı gör

    Gün gelir, gül de solar, bülbülün kıyameti
    Fânî, bu dünyada her şey, fenâda bekâyı gör
    Şevket Özsoy/Derûnî

    1.”vele zikrullahi ekber”:”Muhakkak ki Allah’ı anmak en büyük iştir.” (Ankebût, 45)
    2.”verkeû” :”Rukû edin.” (Bakara, 43)
    İhsan: Allah’ı görür gibi ibadet yapma. İyilik yapma. Verme.
    İkâme: Namazı yerli yerince, huşû ve hudû (saygı) ile kılma.
    İ’zâm: Büyük görmek, büyük bilmek.
    Îkân: Yakînen, şeksiz olarak bilme.
    Dîdar: Hakk’ı manen görme, kalben hissetme.
    Bîdar: Uyanık, uyumayan.

  2. avatar

    Şevket Özsoy bu hadisi nakletmenden ötürü ağladım, halime ağladım, ben nasıl bu hadisi görmemişim, muhtevası bu kadar zengin bir söz.. Ne diyeyim sağol, karihana tefekkürüne hayran olayım.

    Himmet

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Hasbîlerden / Hasbîlerle Ol

Hasbîlerle yoldaş ol, hesâbî değil Seni yolda bırakır, çün hasbî değil. Hesabî'nin hesabı, kendi kârıdır …

Kapat