Ana Sayfa / Yazarlar / Fatiha Sûresi Meal Tefsiri

Fatiha Sûresi Meal Tefsiri

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yedi âyeti olan Fatiha, Mushaf’ta Kur’anın ilk sûresi olup, onun bir özeti gibidir. Bu sûre bir hazinedir, insanların ihtiyacı olan esaslara kâfi ve vâfidir. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurur: “O, her derde devadır.”

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

1-“Rahman – Rahîm Allah’ın adıyla.”

Hz. Nûh ve Hz. Süleyman’ın da beyan ettiği (bkz 11:41 ve 27:30) besmele, insanoğlu ile yaşıt rahmet kapısını açan bir anahtardır. Besmelede, zikredilmeyen fakat her besmele okuyanın başlayacağı işe göre “…okuyorum, başlıyorum, yapıyorum” gibi bir yüklem vardır. Çünkü besmeleden sonra gelen kısım, okunmaktadır. Keza, her hangi bir işi yapan kimse besmele çektiğinde “Allahın adıyla şu işime başlarım” demiş olur. 

Allah” lafza-i celâli, hak mabud olan Allah için kullanılır, “ilah” ise ilah olduğu iddia edilen batıl mabutlar için de kullanılabilir. O, ilah kabul edildiği için Allah değil, Allah olduğu için ma’bud’dur.

Rahman ve Rahîm, rahmet kökünden gelen iki isim olup, “ziyadesiyle rahmet eden” manasını ifade ederler. “Rahman”, sadece Allah’a ait bir sıfattır. Rahmet, birisine acıyıp ona ikram etmektir. Rahim kelimesi de aynı kökten gelir. Rahman ismi, Rahîmden daha ziyade bir rahmeti ifade eder. Her varlık rahmetin içindedir. Fakat Rahîm’in rahmeti, ancak hidayeti irade ederek çalışanları yaratılış amaçlarına götürür.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ

2-“Her türlü hamd, Rabbü’l-âlemin Allah’a mahsustur.” 

Hamd, nimete veya mutlak manada güzel sıfatlara mukabil senada bulunmaktır. Hamd akıllı ve canlı varlıklara edilir. Şükür ise, nimete söz, amel veya itikatla mukabelede bulunmaktır. Buna göre hamd şükürden daha kapsamlıdır. Fatiha sûresinin başındaki hamd kelimesinin elif-lamlı olarak “el-hamd” şeklinde gelmesi ezelden ebede kadar her türlü hamdi içine alır. Hamd Zât-ı İlâhiyyeyi nitelemekten ibarettir. Çünkü her türlü hamd, ancak O’na mahsustur.  Allah şöyle buyurur: “Size gelen her nimet Allah’tandır.” (Nahl, 53) Kur’an’da hamd Allah’a nisbet edilmiş olarak kırk üç yerde geçmektedir. Mahşerde Livâü’l-Hamd, (hamd sancağı) altında toplananlar, Allah’a hamd etmelerinin mükâfatını alacak ve cennette ebedî yaşayacaklardır.

Rab, asıl olarak “terbiye” anlamında masdardır. Terbiye ise bir şeyi kademeli olarak kemâline ulaştırmaktır. Allah hakkında kullanıldığında, “ziyadesiyle terbiye eden” anlamı taşır. On beş âyette hamd Rab kelimesine veya Allah’a râci zamire izafe olmuştur. 

Âlem, “kendisiyle başkasının bilindiği, ona alâmet olan şey” demektir. Her bir âlem, yüce sanatkârı olan Allaha alâmettir, O’nu bildirir ve tanıttırır. Bu da, kâinatta Allah’tan başka mevcut olan her şey demektir. “Âlem” kelimesinin çoğul gelmesi, âlem unvanı altında yer alan çeşitli cinsleri içine alması içindir. Kur’an’da “âlemin” terimi, hem maddi hem de manevî anlamdaki bütün varlık kategorilerini gösterir. Her bir yıldız, tek başına bir âlem olarak değerlendirilebilir. Hatta her bir insan da müstakil bir âlemdir. Büyük bir insan hükmünde olan âlem Allahı tanıttığı gibi, küçük bir âlem hükmünde olan insan da Allahı tanıttırır. Rabbü’l-âlemin sıfatı Kur’ân-ı Kerim’in evrenselliğine işarettir.

اَلرَّحْمٰـنِ الرَّحٖيمِ

3-“O, Rahman-ı Rahîm’dir.”

Rahmân ve rahîm sıfatları, Allah’ın kâinatı şenlendiren geniş rahmetini ilan eder. Zira “Rahman”, rahmeti büyük, Rahim kelimesi ise, rahmeti devamlı anlamındadır. Buna göre “errahmanirrahim” “rahmeti büyük, ihsanı kesintisiz” demektir.

مَالِكِ يَوْمِ الدّٖينِ

4-“Din gününün mâlikidir.” 

Mâlik, mülk kelimesinden gelir, “sahip olunan şeylerde tasarrufta bulunan” demektir. Din, yapılan bir işin, kendi cinsinden karşılığı demektir. “Din günü”, amellerin karşılığının verileceği ahiretteki hesap günüdür. Âyetteki “din” ifadesi Türkçede kullandığımız manayı da ifade edebilir. Bu durumda “din günü” ifadesi “dinin karşılığının verildiği gün” anlamına gelir. “Din gününün mâliki” ifadesi, o günde emir verme yetkisinin sadece Allah’ta olmasını anlatır. Yani, dünyada görünüşte mülke mâlik olanlar, halka hükmedenler vardır. Ama o gün kimsenin ne mülkü kalacaktır, ne de saltanatı. Kendini malik zannedenler, her şeyin gerçek ve mutlak sahibinin Allah olduğunu o gün anlayacaktır. Kuran’da geçen isim, sıfat, fiil, zarf gibi kelime türleriyle ulûhiyyete yönelik olarak yapılan her niteleme aslında bir hamd ve bir övgü sayılır.

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعٖينُ 

5-“Ancak Sana ibadet ederiz ve sadece Sen’den istiane ederiz.”

İbadet, Allaha kul olmak, emrettiklerini yapıp yasaklarından kaçmaktır. İbadet, itaat ve boyun eğmenin en son derecesidir, onun içindir ki bu kelime Allah’a itaatin dışında kullanılmamıştır. İstiane, yardım istemektir. Âyette istenilen yardım, yardımın her türlüsünü içine alır. İstiane, Kuran’da kulluk tavrı belirten önemli kavramlardan birisidir. Kul, sadece Allah’tan yardım isteyerek acizliğini ve muhtaç olduğunu itiraf edip itaat ve ibadeti ancak O’nun yardımıyla yapabildiği bilincine erer. Bir davranışın Kur’an’ın öğrettiği şekilde tam bir “istiâne” olabilmesi için, istekte bulunduğu konuda kulun irâdî ve fiilî çabasının aktif olması lazımdır.

“Ancak Sana ibadet ederiz ve sadece Sen’den istiane ederiz.” derken, burada geçen her iki çoğul zamir, Fatihayı okuyan kimse ve onunla beraber olan meleklerdir, keza cemaat namazında bulunan diğer kimseler de bu çoğul zamire dâhildir. Hatta bütün tevhid ehli ve bütün kâinat böyle demektedir. “Ancak” kaydıyla denilmesi, tevhid merkezli bir hayat sürmeye, Allah’tan başka hiç bir varlığı mabud kabul etmemeye, O’ndan başkasına itaat etmemeye işarettir. Allah’tan istiânede bulunmak ve gerektiği durumlarda sabır göstermek, takva ehli olmanın başta gelen şartlarındandır.

Başkalarından yardım istememiz âyete muhalif değildir, çünkü sebepler dünyasında yaşamaktayız. Neticede bu yardımı yaratanın da Allah olduğu bilinmektedir. Bize düşen, sebeplere müracaat etmek, ama sonuçları Allahtan bilmektir. Sözgelimi, hasta olduğumuzda doktora gitmek ve verdiği ilaçları kullanmak tevhide aykırı olmaz. Ancak “doktor beni iyileştirdi” ve “şu ilaçlar olmasa ben şimdiye ölmüştüm” gibi sözler söylemek doğru değildir.

اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ

6-“Bizi sırat-ı müstakime hidayet et.”

Sırât, “anayol; doğru ve apaçık yol”, müstakīm ise “dengeli ve dosdoğru” anlamındadır. İstikamet kelimesi genellikle düz bir çizgi gibi doğru olan yol hakkında kullanılır, bundan dolayı hak ve hakikat yoluna sırât-ı müstakîm denilir. Âyetin bu kısmı, istenen yardımı beyan eder. Sanki Allah “Size nasıl yardım edeyim?” demiş, cevap olarak da “Bizi sırat-ı müstakime hidayet et.” denilmiştir. Hidayet, yol göstermektir. Allahın hidayeti, başlıca şu şekillerde görülür:

1-İnsana akıl, zahirî ve batınî duyular gibi kendi maslahatlarını takip edebileceği yetenekler vermek.

2-Hak ile bâtılı, salâh ile fesadı birbirinden ayıran deliller ortaya koymak.

3-İrsal-i rusul ve inzal-i kütüp, yani peygamberler göndermek ve kitaplar indirmek. 

4- Vahiy, ilham ve sadık rüyalarla insanların kalplerine sırları açmak ve eşyayı gerçekte olduğu gibi onlara göstermek. 

صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ “Nimet verdiklerinin yoluna…”

Bu ifade; sırât-ı müstakîm’in açıklamasıdır. İlahi nimete mazhar kılınan istikamet ehli bu seçkin kimseler, başka bir sûrede şöyle nazara verilir: “İşte onlar, Allah’ın nimetlendirdiği nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisa, 69)

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ

7- “Gadap edilenlerin yoluna değil, dalalette olanların yoluna da değil.”

Gadap, “lânet etmek, rahmetinden uzaklaştırmak, azap etmek, yoksulluğa, zillete ve helâke mâruz bırakmak” gibi anlamlara gelir. O’nun gadabı beşerî anlamda bir gadap olmayıp yaratana veya yaratılmışlara karşı suç işleyenleri cezalandırmaktan ibarettir. Keza, Allah’ın zatî bir niteliği olmayıp yaratılmışların tutumlarıyla ilgilidir. Nitekim esmâ-i hüsnâ içinde “gazap edici” anlamında bir isim yer almadığı gibi âyet ve hadislerde de geçmez. Hâlbuki gazabın karşıt anlamlılarından sayılan “rahmet”, diğer türevleri bir yana “rahmân” ve “rahîm” şeklinde birçok âyette ve esmâ-i hüsnâ içinde yer alarak ulûhiyyetin temel özelliği mahiyetinde zikredilmektedir.

Dalâlet, kasten veya hata ile doğru yoldan az veya çok ayrılmak, azmak ve sapmaktır. Dalaletin çok türleri vardır. En aşağısı ile en yukarısı arasındaki fark çok ziyadedir. Hz. Peygamber, “Gadap edilenler Yahudiler ve dalalette olanlar Hristiyanlardır” buyurur. Bu açıklamayı misal kabilinden anlamak gerekir. Yoksa gadap edilenler sadece Yahudiler ve dalalette olanlar da sadece Hristiyanlar değildir. Amelde problemi olan kimse fasıktır, Allahın gadabına maruz kalır. Cenab-ı Hak, kasten öldüren kimse hakkında “Allah ona gadab etmiştir.” demiştir. (Nisa, 93) Aklını kullanmayan kimse ise cahildir, dalalettedir, Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Artık haktan sonrası dalalet değil de nedir? “ (Yunus 32) 

Fatiha sonunda söylediğimiz “Âmin” ifadesi, “Allah’ım, kabul et” anlamına gelir. Âlimlerin ittifak ettiği üzere, “Âmin” ifadesi Kur’an’dan değildir. Lakin sûreyi onunla bitirmek sünnettir.

Yazar : Zafer KARLI

Zafer Karlı Özgeçmiş

1965 Trabzon OF doğumludur. İlk ve ortaokulu OF’ta okumuş olup imam hatip mezunudur. Risale-i Nurlar ile iştigal ediyor ve şerh mahiyetinde yazılar yazmaktadır.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Sekine Duası Dinle (Video)

Sekine duası hakkında bilgi için tıklayınız  Okuyan: İshak Daniş Hocaefendi https://youtu.be/ujsW1dMmWpU Okuyan: İhsan Atasoy Hocaefendi …

Kapat