Fatma Aydoğdu Ural / Yasemin GÜLEÇYÜZ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Fatma Aydoğdu Ural

Risâle-i Nur’dan Sözler kitabını Ankara’da Lâtin harfleriyle türlü zorluklar içinde basılmasında büyük emekleri geçen merhum Atıf Ural’ın kıymetli eşi.

Bizim Aile dergisinin Mart 1995 sayısında Kastamonu Nur Talebelerinden Saniye Çolakgil ile yaptığımız bir röportaj yayınlamıştık. Atıf Ural ile ilgili bölüm üzerine kendisinden bazı dokümanlar ve bir mektup gelmiş, bu şekilde tanışmıştık. Üstad Hazretlerinin Mustafa Sungur Ağabeye yazdırdığı Osmanlıca mektup da gönderdiği dokümanlardan biriydi. Atıf Ural ile hatıralarını büyük bir muhabbet ve hürmetle sık sık anlatan rahmetli babam bu mektubu Lâtin harflerine hemen çevirmiş ve derginin Ağustos 1995 sayısında yayınlamıştık.

Şefkat Kahramanları dizisine başladığımızda kendisiyle tekrar görüştük. Aşağıda okuyacağınız hatıralar kendisinin kaleme alıp gönderdiği bir çalışma. Değerli kızı Binnur ve damadı Mehmet Beye yardımları için teşekkür ediyoruz…

Hatıralarım…

1935 doğumluyum… Çocukluğumun bir kısmı Kastamonu’nun kazası Daday’da geçti. Üstad Hazretlerini de ilk orada duymuş ve çok hayret etmiştim. Büyüklerimiz aralarında konuşuyorlardı: “Kastamonu’da mübarek bir zat varmış, evinin kapısında bekleyen kişilere görüşmek istemediği için görünmeden çıkar gidermiş.”

Ben 10 yaşlarında iken babam Kastamonu’ya tayin oldu. Üstad Hazretleri ise 2 sene önce Denizli’ye nakledilmişti. Babam Üstad Hazretlerinden çok bahsederdi. Okulda iken Bediüzzaman Hazretleri babamlara ders verirmiş. “Öyle heybetli, öyle azametli duruşu vardı ki, hele hele gözlerine hiç bakamazdık” diye anlatırdı.

Üstad Hazretleri Kastamonu’da ekseri günler dağlara gidermiş. Bir ablamız anlatırdı: Dağa giderken o ablamızın okuduğu ilkokulun önünden geçermiş. Öğretmenleri “Çocuklar taş toplayın atın şu deliye!” diye Üstadı taşlattırırmış. Ablamız ise Üstadı kesinlikle taşlayamazmış. O ise “Taş atan elleriniz ekmek tutsun!” diye dualar edermiş. Seneler geçmiş o ablamız merak etmiş, Üstadın dua ettiği çocukları araştırmış. Hepsinin de ellerinin ekmek tuttuğunu hayırlı kişiler olduklarını öğrenmiş. O öğretmen ise emekli olduktan sonra delirmiş. Çarşılarda münasebetsiz davranışlarla herkese rezil olmuş.

Bediüzzaman Hazretleri yine bir gün dağa giderken bakmış 3-5 adam oturmuş içki içiyorlar. Önlerinden geçerken dönüp onlara selâm vermiş. İçlerinden biri, “Bu Bediüzzaman değil mi?” diye sormuş. Ötekiler de “Ta kendisi!” demişler. O adam “Yahu biz ne yapıyoruz, bu zat bize selâm verdi!” diyerek kadehini yere vurup kırmış. Ötekiler de kadehlerini atmışlar ve tövbe ederek bir daha içmemişler.

Üstadın kaldığı evin altında oturan Hacer Teyze de ona yardımcı olabilmek için Üstad Hazretlerine gidip çamaşırlarını istermiş. Üstad Hazretleri vermek istemezmiş, ama Hacer Teyze yalvararak, alır yıkarmış. Bu hatıralarını bize sevinerek anlatırdı.

Hacı Zehra Teyze (Kastamonu’da ona âşık Zehra derlerdi) bize sık sık gelir, Üstad Hazretlerini anlatırdı: “Mahşer günü Peygamberimiz (asm) sancağını açacak, Üstadımız Hazretleri de sancağını açacak, bütün Nurcular o sancağın altında olarak Peygamber sancağının altında toplanacak” derdi. Ben çok duygulanırdım.

Üstad Hazretleri Kastamonu’da iken, başına şapka giymiyor diye valiye şikâyet ediyorlar. Vali hemen Üstadı çağırtıyor. Üstadla yalnız kalınca, sarığı çıkarıp şapka giymesi gerektiğini söylüyor. Üstad öyle hiddetleniyor ki gözleri şimşekler çakarak işaret parmağını valiye doğru uzatarak “Mithat Mithat, bu sarık bu başla beraber çıkar” diyor boynunu göstererek. Vali öyle bir dehşete kapılıyor ki, “Alın götürün bu adamı!” diye bar bar bağırıyor.

Mehmet Feyzi Efendi de Üstad Hazretleri gibi Karadağ’a giderdi. Bazen yolda bir atın yularını tutan bir genç ve atın üzerinde başı sarılı mübarek bir zata rastlıyordum. Sonradan öğrendim ki, adı Mehmet Feyzi evliyadan çok mübarek biriymiş.

Kardeşimle birlikte nurlara yöneldik…

Kardeşim Mehmet Günay çok yaramaz bir çocuktu. Hemen hemen her gün babama şikâyet gelirdi. “Hakim Bey, bugün sizin çocuk bisiklet üzerinde ve bir kamyonun arkasından tutmuş gidiyordu” tarzında. Bir başka gün bisikletle dere kenarındaki parmaklıklara çarpıp dereye düşmüş. Bir gün de kapıyı çabuk açamadığımız için kapıyı öyle yumruklamış ki, kapının üzerindeki geyik boynuzu başına düşmüş, kanlar içinde hastaneye yetiştirdik. Annem (Hikmet Günay) çok dindar bir kadındı. Aşık Zehra Teyze sık sık annemi görmeye gelirdi. Bir gün annem Zehra Teyzeye, “Bu oğlumun hali ne olacak, bu çocuk nasıl uslanacak?” diye üzüntüsünü anlatmış. O da, “Sen onu Mehmet Feyzi Efendiye gönder, bak nasıl değişecek” demiş.

Hikmet Hanım

Kardeşim iki arkadaşı ile Mehmet Feyzi Hazretlerine gittiler ve bir daha ayrılamadılar. Risâle-i Nur, Arapça ve Farsça dersi aldılar. Günler geçti kardeşim bambaşka bir insan oldu. Evimizin üst katında tek bir oda vardı. Onun odası oldu. Başında sarığı ve cübbesiyle namazını orda kılar, o iki arkadaşı ile orda otururlardı. Mehmet Feyzi Efendiden aldığı Nur derslerini eve gelince bize tekrarlardı. Ondan işittiğim ilk ders Haşir Bahsi idi ve beni çok etkilemişti. Çünkü cahil olduğumdan öldükten sonra dirilişi bir türlü çözemiyordum. Her baharda ağaçların, nebatların canlandığını gördüğüm halde Haşire bir misal olduğu hiç aklıma gelmiyordu.

Kardeşim ve iki arkadaşı liseyi bitirdikten sonra iki sene Mehmet Feyzi Efendiden devamlı ders aldılar. Bu arada aklıma takılan meseleleri kardeşim vasıtasıyla Feyzi Efendiye sorduruyordum. Bir seferinde üç sual sormuştum. Kardeşim gittiğinde bakmış, başka yerlerden gelen zatlara ders yapıyor. Çünkü başka şehirlerden de ziyaretine gelen çok olurdu. Döndüğünde kardeşim, “Abla kapıyı açtığımda baktım ziyaretçileri var ve Mehmet Efendi onlara ders yapıyor. Hemen kapının yanına oturdum sualleri bir türlü soramıyordum, ama o ders arasında 1. ve 2. suallere cevap verdi ve bakisine yarın devam ederiz İnşallah” dediğini söyledi.

Daha sonra kardeşim ve iki arkadaşı yüksek tahsil için Üstad Hazretlerine sormaya gitmişler. Üstad, “Ankara’daki abilerinize sorun!” demiş. Onlar da Ankara’daki abilere sormuşlar. Atıf Bey, “şimdiki aklım olsa idi öğretmenliği tercih ederdim” demiş. En sonunda İlahiyat’ta karar kıldılar ve İlahiyat’a kayıt oldular.

Ulucanlardaki dersanede kalıyorlardı ve Sözler’in ilk Lâtin alfabesiyle basılmasında çok emekleri vardır. Geceleri 1-2 saat uyuyup kalkıyorlarmış. Hizmet geri kalmasın diye başlarının altına kalın bir şey koyuyorlarmış. Sözler’in ilk baskısını Üstad Hazretlerine götürdüklerinde, Üstad çok sevinmiş ve dualar etmiş. Sözler’in ilk baskısında, “Neşreden Hukuk Fakültesi talebesi Atıf Ural” yazılıdır.

Kastamonulu şefkat kahramanları:

Asiye, Lütfiye, Ulviye, Aşık Zehra…

Kastamonu’da hanımlar cemaat hâlinde ders yapamazlardı. Risâlelerimiz gizli yerlerde saklanırdı. Beyler gayet gizli ders yapardı. Hatta bir gece bizde ders olmuştu. Ders bittikten sonra toplu olarak çıkmadılar, teker teker kapıdan çıkıp biri sağ tarafa biri sol tarafa giderek dağıldılar.

Annem ısrarla Üstad Hazretlerini ziyaret etmek istiyordu. Nihayet kardeşim dayanamadı onu götürdü. Kapıdaki talebesi, “Üstadımız kadın ziyaretçi kabul etmiyor, ama ben bir sorayım” demiş. Üstad Hazretleri “İçeri al!” buyurmuşlar. Annem içeri girer girmez gözyaşlarıyla Üstadın ellerine kapanmak istemiş. Üstad Hazretleri kolunun yenini vermiş. Annem sevinçle anlatırdı, “O arada Üstadın ellerini yemyeşil gördüm” diye. Üstad Hazretleri “Siz sefa geldiniz, hoş geldiniz” demiş, ziyaretin bittiğini işaret etmiş.

Üstad Hazretleri Kastamonu’da iken Asiye Annenin beyi hapishane müdürü imiş. Biz Kastamonu’ya geldiğimizde Asiye Anne Ankara’da idi. Bazen Kastamonu’ya ve diğer yerlere gidiyordu. Kastamonu’ya geldiği zaman bizde kalırdı. Annemi çok severdi ve bana, “Senin annen gibi misafir ağırlayan görmedim” derdi.

Hacı Zehra Teyze, Üstad Hazretleri nereye sürülse hemen gidip ziyaret edermiş. Bir defasında kaldığı hapishaneye gitmiş gardiyan içeri almamış. O da hapishanenin arka tarafına gidip kimseye görünmeden Üstadın kaldığı hücrenin önüne gelmiş. O anda Üstad Hazretleri dışarı bakıyormuş. Hemen, “Üstadım, nasılsınız bir ihtiyacınız var mı?” diye sormuş. Üstad, rutubetli ve soğuk hücrede kış günü çok üşümekteyken, “Bana odun bul getir!” demiş. Hacı Zehra Teyze hemen çarşıya koşup bir yük odun alarak Üstada ulaştırmış.

Kardeşim Mehmet Günay bir gün, “Abla, Nurlardan bazı kitapları yazıp Üstada götürüyorlar. Üstad Hazretleri çok memnun olup kitabın sonuna dua yazıyor. Sen de böyle bir şey yazsan” dedi. Ben de “Hakikat Nurları”nı bakarak yazdım. Kardeşim Üstad Hazretlerine götürdü. Üstad Hazretleri çok memnun olmuş, sonuna duâsını yazmış.

Ulviye Anne Kastamonu’da iken annemle sık sık görüşürlerdi. Risâlelerden bazı kısımları bize anlatırdı. Sonra Ankara’ya taşındılar. Hacı Lütfiye Teyze ise ev sahibimizdi. O da Üstad Hazretlerinden çok bahsederdi. O zaman Kastamonulu hanımlar yaz-kış başlarına, omuzlarını da örten büyük atkılar alırlardı. Hacı Lütfiye Teyze bazı Risâleleri atkısının altına saklayarak evine getirip gece uyumayıp yazar, ertesi gün Üstad Hazretlerine götürüp başka bir bölüm alırmış. Kapıda eve giren çıkan erkeklerin üstlerini aradıkları halde hanımları aramazlarmış.

Mehmet Feyzi Efendi’ye atılan iftira

Mehmet Feyzi Efendinin evlenmesini de büyük bir olay yapmışlardı. Mehmet Feyzi Efendi evleniyormuş diye Üstada söyledikleri zaman Üstad Hazretleri epey gülmüş. Sonradan anladık ki, Mehmet Feyzi Efendinin başına geleceklere gülmüş. Nurlara karşı olan ve hepimizin aleyhinde konuşan, hiç çekinmeden iftiralar atan başta bir doktor ve bir avukat Feyzi Efendinin evliliğini bir çıkmaza soktular, ellerinden gelen kötülüğü yaptılar. En nihayet, “Bu delidir evlenemez” dediler. Aşağı yukarı bir sene hatta daha fazla uzadı. Dedikodular bir türlü bitmiyordu. Sonunda Mehmet Feyzi Efendi Ankara’ya gitti. Aklı yerinde olduğuna dair bir rapor alıp geldi. Doktorlar aklı başında hatta üstün zekâlı olduğunu söylemişler.

Merhum eşim Atıf Ural ve Kardeşim Mehmet Günay

Atıf Bey (1933-1966) Erzincan’da iken bir gece derinden derine esrarengiz bir ses, “Atıııııııf Atıııııııf” diye sesleniyor. Annesi ve kız kardeşleri duyuyorlar ve çok ürperiyorlar, ama Atıf Bey duymuyor. Sonra yüksek tahsil için Ankara’ya gidiyor. Abisi Kemal Ural vasıtasıyla Nurları tanıyor. Kendisini öyle bir hizmete veriyor ki, “Benim dünyamda üç şey var: Üstad, Risâle-i Nur ve Nur Talebeleri” derdi.

Bir gece rüyamda bir sayfa üzerinde A ile başlayan bir isim gösterdiler. İki isim ve soyadı yazılı idi. Kimseyi göremedim, ama evleneceğim kişinin o olduğunu anladım. Uyandığım zaman sadece baş harfinin A olduğunu hatırlıyordum, gerisi hafızamdan silinmişti. Daha sonra kardeşimin kitapları arasında, “Risâle-i Nur Nedir?” başlıklı bir broşürde Atıf Doğan Ural yazılı idi. Evet rüyada gördüğüm isim bu idi. İsimlerinin baş harfi A olmayan talipleri reddediyordum. Asiye Anne Ankara’dan başka biri için geldiğinde (isminin baş harfi A değildi) annem durumu anlatıyor, “İsmi Atıf Doğan Ural olacak” diyor. Asiye Anne Ankara’ya gittiğinde Atıf Beyin ailesine durumu anlatıyor. Daha sonra Atıf Bey rüyasında beni bir camiyi süpürürken görüyor. Caminin ara penceresine konmuş bir cennet kuşu dile gelip, “Senin olmak istiyordum” diyor. O da “Haydi gel!” deyince kuş ellerine atlıyor.

Atıf Bey, Üstad Hazretlerine evlilik meselesini sormak için birkaç defa gidip geliyor. Son gidişinde Üstad Hazretleri, “Atıf’ın hizmeti bitti evlenebilir” diyor. Atıf Bey bana kendisi anlatmıştı, “Sana emrediyorum ancak o kızla evlenebilirsin” diyor ve ekliyor: “Mehmet Günay evlenemez, onun hizmeti henüz bitmedi” Halbuki biz kardeşimi İlahiyat Fakültesi ikinci senesinde iken nişanlamıştık, hatta resmî nikâh yapılmıştı. Üstad Hazretlerine sormayı bilememiştik. Atıf Beyle nikâhımız Ankara’da yapıldı. Kastamonu’ya dönüşümüzde baktık kız evi vazgeçmişler. Mahkeme ile boşandılar ve o zaman Üstad Hazretlerinin bir kerâmeti olduğunu anladık. Kardeşim, o tarihten 10 sene sonra evlendi.

Kardeşim vefatına yakın İstanbul’da yapılacak sempozyuma Risâle-i Nur hakkında bir yazı hazırlıyordu. Ankara’dan Kastamonu’ya giderken yolda kötü bir kaza geçiriyorlar. Arabası takla atarak yoldan çıkıp ters olarak arkın içine düşüyor ve vefat ediyor. Daha sonra eşi anlatmıştı, bütün eşyaları çamur içinde kaldığı halde, o yazıyı hazırlamak için yanına aldığı Risâleye bir damla çamur bulaşmamış.

Atıf Beyin vefatından sonra Asiye anne bize geldiğinde hâlinde bir tedirginlik vardı. Bir şey söyleyecek, ama bir türlü söyleyemiyordu. Nihayet yanıma geldi, “Ah yavrum ben senin yüzüne bakamıyorum. Bu işe biz sebep olduk, bize kırgın mısın?” dedi. Ben, “Nasıl, aklınıza nasıl böyle bir şey gelebilir? Eğer Atıf Bey 6 yıl sonra ölecek deselerdi bile, ben yine onunla evlenirdim” deyince, Asiye Anne çok sevindi. “Ah kızım, Allah senden razı olsun beni ferahlandırdın” dedi.

Bismihi Sübhanehu

Aziz sıddık hemşiremiz Hikmet Hanım,

Üstadımıza gönderdiğiniz mektuplarınızı, Kastamonu hanımlarından nurları okumak ve dinlemekle hizmet eden hanımların ve her gece nur toplantılarımızda Risale-i Nur’u okuyan ve Dersane-i Nuriye’de dersi alan Nur Talebeleri erkeklerin listesi ile Kerimeniz Fatıma hemşiremizin yazdığı Hakikat Nurları kitabını ve parlak manzumesini Üstadımıza arz ettik.

Üstadımız, kendileri Hakikat Nurlarının nihayetine sizlere duâsını yazdı. Kitabı yakında göndereceğiz. Üstadımız Atıfla görüştüğü zaman evlenmesini tebrik etti. İnşâallah, daima hizmet-i imaniyede devam eder.

Mehmed’e ve diğer Kastamonulu arkadaşlarına Üstadımız gayet ehemmiyetle bakmakta ve onlara duâ etmektedir.

Kastamonulu hanımların isimlerinden bazılarına uzun senelerden beri aynı isimde olanlara duâ ediyordu. Şimdi umumen onlara duâ edecek.

Üstadımız diyor: Her bir risale benim bir mektubumdur. Risâleleri okuyan benimle görüşmüş olur.

Mehmed Fevzi’ye zaten eskiden beri en başta duâ ettiği gibi, refikasına da duâ ediyor…

Üstadımızın selâm ve duâsını isimlerini yazdıklarımıza tebliğ edersiniz.

Bizler de selâm eder, hizmet-i nuriyede muvaffakiyetler dileriz.

Elbaki Hüvel Baki

Kardeşleriniz nâmına M. Sungur

Üstadımız, Fatıma’nın yazdığı Hakikat Nurları’na bir müddet baktı ve çok kıymettar gördü. Fatıma’yı küçük bir Asiye hükmünde kabul etti. Siz tashih edersiniz. Üstadımız vakit bulamadığı için tashih edemedi.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Hasan Yeğin Ağabey Vefat Etti Hasan Yeğin (rha) Kimdir?

Bediüzzaman’ı Ziyaret Etmiş Risale-i Nur Talebelerinden Kastamonulu Hasan Yeğin Vefat Etti  Üstad Bediüzzaman Said Nursi …

Önceki yazıyı okuyun:
ARMUT DİBİNE DÜŞER / Yunus MÜREBBİ

K Ü R S Ü Yunus MÜREBBİ ARMUT DİBİNE DÜŞER Efendim, Eskilerin bir sözü vardır; …

Kapat