Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Seçme Yazılar / Fazileti nerede aramalı? / Kenan Demirtaş

Fazileti nerede aramalı? / Kenan Demirtaş

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Fazileti nerede aramalı?

Âlimler, fazilete her insanın sahip olabilme imkânının olduğuna ve fazileti insan yapısına yerleştirmenin birçok yönteminin olduğuna dikkat çekerler. Bunlardan birincisi fazilet alışkanlığını daha çocuk yaşta iken yerleştirmektir. Fazileti yerleştirmenin ikincisi yolu ise, fazilet sahibi olmayan kötü ahlaklı kimselerin, faziletli işi zorlanmayla da olsa tekrar tekrar yapması ve böylece o faziletli şeye ünsiyet ve alışkanlık kazanmasıdır. 

İnsan yaratılırken, onun yapısına çekirdeklere benzeyen sayısız özellikler konulmuştur. Bunlar arasında düşünce ve sevgi, bencillik ve fedakârlık, cimrilik ve cömertlik, korkaklık ve cesaret gibi çeşitli istidatlardan tutun; mimarlık, mühendislik, hattatlık ve ressamlık gibi istidatlara kadar uzayıp giden sınırsız özellikleri sayabiliriz. 

İnsanın güçlerine, duygularına ve latifelerine, hayvanlarda olduğu gibi bir sınır konulmadığından olsa gerek, çevrenin etkisiyle ve iradenin farklı kullanımıyla o sayısız çekirdek özellikler birbirinden çok farklı şekil ve tarzlarda gelişip serpilme özelliği göstermiş; neredeyse insan sayısınca farklı kişilik ortaya çıkmış; eksi sonsuzdan artı sonsuza kadar inişler çıkışlar yaşanmış ve yaşanmaktadır. 

Bu sebeple insanların bir kısmı medeniyet harikaları tesis etme gayreti içinde yanıp tutuşurken, diğer kısmı da o harikaları yakıp yıkma peşinde koşmuş. Bir kısmı melekler kadar masum ve yapıcı bir kişilik arz ederken, bir kısmı da kötülükte şeytanları bile korkutmuş. Bazı insanlar kurnazlıkta tilkileri geride bırakırken, bazıları da yararını ve zararını fark etmekten bile âciz kalmıştır. Yani bir yanda aşırı uç diyebileceğimiz ifratlar yaşanırken, diğer tarafta da başka aşırı bir uç olan tefritler ve peslikler görülmüştür. 

Ama en önemlisi bu “ifrat ve tefritlerin ortası”nda, semavî dinlerin irşatları sayesinde gayet parlak ve görkemli “fazilet” örnekleri de sergilenebilmiştir. 

Fazilet nedir? 

Fazilet kelimesinin türetildiği fazl kelimesi “artmak, fazlalaşmak, üstün olmak; artık, fazlalık, ihsan” anlamını taşıdığı ve fazlın ileri derecesine de, fazilet denildiği eski sözlüklerde açıklanır. Dil konusunda uzman olarak bilinen büyük âlim Râgıb el-İsfehânî’nin getirdiği tarifte de şöyle geçer: “Fazilet, insanın başkalarından üstün ve imtiyazlı olmasını sağlayan durum ve kişiyi mutluluğa götüren şeydir.” Râgıb’ın bu tarifi, İslam âlimlerinin faziletle ilgili açıklamalarından çıkan ve onları özetleyen bir tariftir diyebiliriz.

Çünkü, Farabî, İbn Miskeveyh ve Gazalî gibi, İslam felsefecilerinden ahlakçılara kadar bir çok önemli şahsiyetin görüşleri şu özet cümle içinde toplanabilir: “Peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salih kimselerin yolu olan ‘sırat-ı müstakim’ şecaat, iffet ve hikmetin karışımından çıkan adl ve adalettir.” Diğer bir deyişle, şecaat, iffet ve hikmetin karışımından çıkan adalettir. Yani Râgıb’ın da dediği gibi, insanı başkalarından üstün ve imtiyazlı olmasını sağlayan ve kişiyi mutluluğa götüren şeydir ki, Kur’an-ı Kerim’de buna sırat-ı müstakim (doğru yol veya orta yol) olarak işaret edilmiştir. 

İnsandaki üç kuvvet 

Ahlak konusundaki görüşleri büyük ölçüde İslam âlimleri tarafından benimsenen İbn Miskeveyh, Tehzîbü’l-Ahlâk adlı kitabında, insanda yaşamını devam ettirebilmesi için üç kuvvetin bulunduğunu belirtir. Birincisi “nefs-i nâtıka” yani akıl gücü, ikincisi gazab gücü, üçüncüsü ise şehvet gücü. Bu güçlerin orta hallerinden de üç ana faziletin doğduğunu, ifrat ve tefritlerinden de ‘rezîlet’in, yani bütün kötülüklerin kaynaklandığını açıklar. Birinci kuvvetin orta halinden hikmet, ikinci kuvvet olan gazap gücünün orta halinden şecaat, üçüncüsünün orta halinden de iffet faziletleri meydana gelir. Bu üç faziletin birleşmesinden ise dördüncü bir fazilet doğar ki, o da adalettir, yani olgunluk ve ahlakî dengedir. İbn Miskeveyh bu ana faziletlerin altlarında bulunan diğer cüzî faziletlere de kitabında geniş yer vermiştir. 

Akıl gücünün orta halinden çıkan hikmet için Miskeveyh şu açıklamada bulunuyor: “Hikmet, ilahî işleri bilmektir. Ve bu bilginin de insana ait işlerde hayati önem taşıyan, yaptığı şeyi niçin yaptığını, terk ettiği şeyi de niçin terk ettiğini bilmesidir.” Yani yararı ve zararı birbirinden ayırt edip ona göre davranmasıdır. Bunun alt faziletlerinden bazıları ise, şunlardır: Zekâ, anlayış, akıllı davranma, zihin berraklığı ve hızlı öğrenme. 

İnsanın gazap gücünün orta halinden çıkan şecaat fazileti için de özetle, “tehlikeler ve zorluklar olsa bile hakta ve doğrulukta sebat etmektir” der. Şecaati korkusuzluk anlamında kullanmadığını, bilakis korkulacak yerde korkmanın bir fazilet olduğunu belirtir. Mesela kötü yola düşme tehlikesinden, cana ve mala gelecek zararlardan korkmak, korku duygusunu yerinde kullanmak demektir ki, ona göre bu bir fazilet sayılır. Şecaate bağlı alt faziletlerden birkaçı ise şunlardır: Alçak şeylere tenezzül etmeme, hakta sebat, sabır, ağırbaşlılık, ciddiyet. 

Şehvet gücünün orta halinden çıkan iffet ise Miskeveyh’e göre, şehvet gücünün hikmete ve İslamiyet’e uygun kullanılmasıdır. Yani, helal olana iştahı olup haramdan kaçınmasıdır. Bunun bazı alt faziletleri ise hayâ, cömertlik, hürriyet, kanaat, düzenlilik, vakar, veradır. 

Adalet fazileti ise Miskeveyh’e göre kişinin olgun ve dengeli halidir ki, faziletlerin toplamından çıkar. Böylece diğer bütün faziletler de o kişide toplanır. Miskeveyh bu bölümde büyük bir fazilet listesi verir. Mesela bunlar arasında şu faziletler yer almaktadır: Dostluk, ülfet, sıla-i rahim, yeterlilik, güzel ortaklık, sevdirme, kulluk, aldatmayı terk etme, şerri hayırlarla bertaraf etme, ince huyluluk, kötülüklerden kaçınma. 

İfrat ve tefritin dengesizliği

İmam-ı Gazalî de İhyâ-u Ulûmi’d-Din kitabının üçüncü cildinde bu dört ana fazileti izah eder ve sonunda Miskeveyh gibi bütün rezilliklerin, kötü ahlakın ve zulümlerin bu güçlerin ifrat ve tefritlerinden çıktığını belirtirler: Mesela, akıl gücünün aşırılığa eğilim göstermesinden cerbeze doğar. Yani aldatma ve gerçekleri ters yüz etme. Tefritinden (geri halinden) de ebleh ve ahmaklık doğar. Orta halinden ise, hikmet çıkar. Gazap gücünün aşırılığa eğiliminden tehevvür çıkar. Din ve dünyasını mahvetmekten korkmaz. Tefritinden de cebanet çıkar. Yani, korkulmayacak şeyden dahi korkar. Ortası ise, şecaattir. Şehvet gücünün aşırılığa eğilim göstermesinden şereh doğar. Yani, helali haramı gözetmez, namusları, ırzları ve başkalarının haklarını ayaklar altına alır. Tefritinde ise cumudet vardır. Yani, helaline bile iştahası yoktur. 

Gazalî sonunda şöyle der: “Hülasa, iyi huyların anası ve aslı şu dört fazilettir. Onlar da, hikmet, şecaat, iffet ve adalettir. Diğer bütün iyi ahlak ve huylar bunların teferruatıdır. Şu dört hususta da olgunluk mertebesine yükselen, ancak ve ancak Resul-i Ekrem’dir (a.s.m.). Diğer insanlar buna yakınlık ve uzaklık bakımından farklılık arz ederler. Şu dört fazilette Peygamber Efendimize (a.s.m.) kim yaklaşırsa, o nispette Cenab-ı Allah’a yaklaşmış sayılır. Şu faziletleri kendinde toplayan her insan, yaratıklar arasında itaat edilen bir hükümdar olmayı ve insanların da onun etrafında toplanıp iş ve hareketlerinde onu örnek kabul etmelerini hak etmiş olur. Şu dört faziletten uzaklaşıp bunların zıtlarıyla nitelenmiş olan kimse de insanlıktan ve insan topluluğundan çıkarılmayı hak etmiş olur.” 

Gazalî iki aşırı taraf olan ifrat ve tefritin ortasını “kıldan ince ve kılıçtan keskin” olarak niteler ve bu orta yolu bulmanın da pek kolay olmadığını şu misal ile açıklar:

“Zatın biri, Peygamber Efendimizi (a.s.m.) rüyasında görür ve kendilerine şöyle sorar: ‘Ey Allah’ın Resulü, sen ‘Hud Suresi beni ihtiyarlattı’ buyurdun, bunun sebebi neydi ve niçin sizi ihtiyarlattı?’ Peygamber Efendimiz, ‘Emrolunduğun gibi dosdoğru ol‘ ayeti beni ihtiyarlattı’ buyurdu. Fakat insan tam manası ile doğru ve orta yolda gidemese de, orta yola yaklaşmaya gayret etmelidir ki, kurtuluş ancak güzel işlerle mümkündür. Güzel işler de güzel ahlaktan doğar. Herkes kendi sıfat ve ahlakını araştırsın ve sıralasın, sonra da kötü olanlarını teker teker düzeltmeye çalışsın.” 

Fazilet insanın yapısında olmalı 

Başta İbn Miskeveyh olmak üzere ahlak konusunu işleyen ilim adamları faziletin insanın karakteristik yapısına yerleşmiş olması gerektiğine, yoksa elinden her faziletli iş çıkan kimseye “faziletli insan” denilemeyeceğine dikkat çekerler. Yani birçok insanın elinden faziletli işler çıkar, ancak bunların bir kısmı faziletli insanlar olmayabilir. Mesela, bir çıkarı için fakirlere mal dağıtan adama cömert denilemediği gibi, kendisine zulmeden kimseyi korkusundan dolayı affedene de “affedici bir insan” denilemez. Bu faziletler insanın yapısında olmalı, doğal bir şekilde de insanın elinden çıkmalıdır. O zaman o kimselere faziletli kimseler denilebilir. 

Fazilet konusunda dikkat çekilen diğer bir husus da, insanın yapısı faziletli davranmaya müsait olmalı, yeri ve zamanı gelince faziletli davranabilmelidir. Örneğin, fakir bir insan muhtaçlara verecek bir şey bulamadığı için cömertlik faziletini gösteremeyebilir. Ancak eline mal geçer geçmez bunu gösterebiliyorsa, o kimseye de “fazilet sahibi insan” denilir. 

Ayrıca âlimler, güzel işlere de mecazi olarak faziletli işler denildiğine dikkat çekerler. Yani, insanlardan çıkan güzel işlere faziletli işler denilmesi, sırf mecazidir. Namazın fazileti, orucun fazileti, çalışmanın fazileti gibi. 

Hem âlimler, fazilete her insanın sahip olabilme imkânının olduğuna ve fazileti insan yapısına yerleştirmenin birçok yönteminin olduğuna dikkat çekerler. Bunlar arasında şu iki yöntem üzerinde ise kitaplarında oldukça geniş yer verirler. Birincisi, fazilet alışkanlığını daha çocuk yaşta iken yerleştirmek. Zira çocuk beyaz sayfa gibidir, üzerine fazilet de, faziletin zıttı olan rezilet de yazılabilir. Fazileti yerleştirmenin ikincisi yolu ise, fazilet sahibi olmayan kötü ahlaklı kimselerin, faziletli işi zorlanmayla da olsa tekrar tekrar yapması ve böylece o faziletli şeye ünsiyet ve alışkanlık kazanmasıdır. Tekrarlar sonucunda faziletli davranışlar insanda doğal hale gelebilir 

İnsanlığın hedefi 

İslam âlimlerine, başta İslamiyet olmak üzere bütün semavî dinler Allah rızasına sonuç verecek olan fazilete ulaşmayı insanlığın bir hedefi olarak göstermiştir. Din dışı diğer bazı öğretiler ise bencilliği esas aldıklarından, çıkarları hedef olarak göstermiş ve orta yol olan faziletten sapmışlar, ya ifrat ya da tefrite düşmüşlerdir.

Bediüzzaman Said Nursî, insanlık âlemindeki fazileti kısaca şöyle özetliyor: 

“Semavî dinlere itaat etmeyen felsefe akımları, cehennem ağacı olan zakkum suretini alıp, şirk ve dalalet karanlıklarını etrafına dağıtır. Hatta, akıl gücü dalında dehriyyun, maddiyyun, tabiiyyun meyvelerini beşer aklının eline vermiş. Ve gazap kuvveti dalında Nemrutları, Firavunları, Şeddadları beşerin başına atmış. Ve hayvanî şehvet gücü dalında ise, tanrıçaları, putları ve tanrılık dava edenleri semere vermiş, yetiştirmiş. Peygamberlik zinciri ise, kulluk görevleriyle cennetteki tuba ağacının mübarek dalları gibi yerkürenin bağında her yere yayılmış. Akıl gücü dalında peygamber, evliya ve sıddık meyvelerini yetiştirmiş. Gazap gücü dalında âdil hâkimleri, melek gibi padişah meyvelerini vermiş. Şehvet gücü dalında huy güzelliği, masum davranış güzelliği ve cömertlik ve ikramseverlik meyvelerini yetiştirmiş ve böylece insanoğlunun nasıl şu kâinatın en mükemmel bir meyvesi olduğunu göstermiştir.”


Moraldunyasi

 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Önceki yazıyı okuyun:
Osmanlı Sosyal Hayatında Kitapların Yeri ve Önemine Dâir..

OSMANLI SOSYAL HAYATINDA KİTAPLARIN YERİNE VE ÖNEMİNE DAİR* Kur’ân-ı Kerîm’in “oku” emriyle başlaması, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hadis-i …

Kapat