Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Ferâset, Liyâkat, Adâlet ya da İşi Ehline Vermek

Ferâset, Liyâkat, Adâlet ya da İşi Ehline Vermek

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

 

Rivayet odur ki; Sultan 1. Mahmûd döneminde Server Efendi isminde bir Defter Emini varmış. Server Efendi, tapu kayıtlarının muhafazasına önem verir ve herhangi bir suiistimale meydan vermemek için, defterlerin dışarı çıkarılmasına izin vermezmiş. Meydana gelen bir ihtilâf üzerine Sultan 1. Mahmûd (1730-1754), arazilerle ilgili defterleri istemiş. Ancak Server Efendi; “Fâtih Sultan Mehmed Hazretlerinin Kanunnamesine göre, Defterhaneden gece vakti defter çıkarılması, men’ edilmiştir. Sultanımız af buyursunlar. Defterleri çıkartamam.” şeklinde bir cevapla Padişah’ın bu isteğini reddetmiş. Server Efendi’nin cevabı kendisine ulaştığında, gazaba gelen Padişah, bu memurun idamını ferman buyurur. Sabah olduğunda huzura kabul edilen Sadrazam’ın, Server Efendi’nin davranışında haklı olduğunu Padişah’a arz etmesi üzerine Padişah, yeni bir ferman çıkararak idam kararının uygulanmamasını emretmiş ancak iş işten geçmiş ve Server Efendi idam edilmiştir. Yaptığından pişman olan Sultan 1. Mahmud, Defter Emini Server Efendi’nin na’şının Defterhane binasının bahçesine defnedilmesini emreder.

Daha sonraları Defterhane, önce Defter-i Hakânî Nezareti adını almış ve Cumhuriyet’ten sonra da Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü olmuştur. Server Efendi’nin kabrinin bulunduğu Sultanahmet’teki bina ise, Tapu ve Kadastro İstanbul Bölge Müdürlüğünün hizmet binası olarak kullanılmaktadır.

Liyakat, Ferasetle Anlaşılır

Yukarıdaki hâdiseden yola çıkarak diyebiliriz ki; gerek devlet, gerekse de özel her türlü kurum veya kuruluşun idaresinde adâletin sağlanabilmesi; feraset ve liyakatten geçiyor. Feraset, kamusta derhâl anlama ve zihin uyanıklığı olarak ifade edilmektedir. “Müminin ferasetinden sakının. Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar. (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 16)” hadisi, dikkatlerimizi ferasetin üzerine çekiyor. Peygamber Efendimizin (asm) sahabelerini çok iyi tanıdığını, hepsinin fıtratını ve liyakatini çok iyi tesbit ederek ona göre yönlendirdiğini ve vazifeler verdiğini, Asr-ı Saâdet’le ilgili eserlerde anlatılan rivayetlerden net bir şekilde anlayabiliyoruz.

Meselâ; ezan okuma vazifesinin Bilâl-i Habeşî Hazretlerine (ra) verilmesini bu konuya örnek olarak gösterebiliriz. Peygamber Efendimizin (asm) namaza davetin nasıl olacağı ile ilgili istişareler yaptığı günlerde, Abdullah bin Zeyd (ra), Hz. Ömer (ra) ve ashâbdan birkaç kişi, rüyalarında ezanın nasıl okunması gerektiğini görürler. Böyle birden fazla kişinin aynı rüyayı görmesi üzerine Peygamber Efendimiz (asm), memnuniyetini ifade etti. Ve ezanın bu şekliyle okunmasını istedi. Ancak Resûlüllah (asm), ezan okuma vazifesini rüyalarında görenlere değil, sesi gür olan Bilâl-i Habeşî’ye (ra) verdi. Bu durum, liyakatin ne derece önemli olduğunu gösteriyor. Ayrıca Peygamber Efendimizin (asm) ashabının özelliklerini ve yeteneklerini iyi bildiğinin de ispatıdır.

Yine Ebû Zer-i Gıfarî (ra) hakkında, Peygamber Efendimizin (asm) söylediği; “O, yalnız yürür, yalnız ölür ve yalnız haşr olur” hadisi de bir manada fıtrat teşhisidir. Ebû Zer-i Gıfarî’nin (ra) fıtratını teşhis eden Resûlüllah (asm), ona fıtratına uygun olarak muamele etmiştir. Meselâ ona idarecilik vazifesi vermemiş ancak Mekke’nin fethi sırasında Gıfar kabilesinin sancakdârlığı vazifesini vermiştir. Ya da onu fıtratı sebebiyle eleştirmemiştir.

Resûlüllah (asm), kimi zaman da 18 yaşındaki bir sahabeye İslâm ordusuna kumandanlık vazifesi verir. Peygamber Efendimiz (asm), vefat etmeden kısa bir müddet önce Doğu Roma ile savaşmak için bir ordu hazırlanması talimatını verir. Bu ordunun kumandanlığına da 18 yaşındaki Üsâme bin Zeyd’i (ra) tayin eder. Ashâb-ı Kirâm’ın önde gelenlerinin de içinde olduğu bir ordunun başına böyle genç bir sahabenin tayin edilmesi, Peygamber Efendimizden (asm) idarecilik noktasında alacağımız en mühim derslerden biridir. Bu durumu tanımlamamız gerekse, ferasetle fark edilen liyakatin neticesidir diyebiliriz. Bilgilerin körü körüne ezberlenmesi neticesinde elde edilen malumatın derecesine göre, idarecilerin belirlendiği günümüzle, asr-ı saâdetin farkı da bu tarz hâdiselerde ortaya çıkmaktadır.

Ebû Hureyre (ra), Ashâb-ı Kirâm içinde en çok hadîs rivâyet eden sahâbedir. Onun dinleme, anlama ve hıfzetme kâbiliyetini fark eden Peygamber Efendimiz (asm), onu yanından ayırmamıştır. Hıfzetme kabiliyetinin manevî cephesini de Ebû Hureyre (ra) şöyle anlatmaktadır: “Bir gün Resûlüllah’ın (asm) meclislerinin birinde bulunmuştum. Buyurdular ki; ‘İçinizden kim cübbesini yere serer de, ben sözümü bitirdikten sonra toplarsa benden duyduğunu bir daha unutmaz.’ Bunun üzerine ben üzerimdeki hırkayı yere serdim. Peygamber Efendimiz (asm) sözünü bitirince onu topladım. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki; o andan sonra Resûlüllah’tan (asm) duyduğum hiçbir sözü unutmadım. (Buharî, İlim, 42)” Ebû Hureyre’nin (ra) kedileri çok sevdiği herkesçe malûmdur. Hatta lakabı olan ‘Ebû Hureyre’, kediciklerin babası manasına gelmektedir. Peygamber Efendimiz (asm), onu bu hâlinden dolayı kınamamış, hatta hoşuna giden bir hâl olduğunu ifade etmiştir. Başkaları kınarken ya da istihza ederken Peygamberimizin (asm) sahiplenmesi, desteklemesi ve olduğu gibi kabul etmesi, bu durumda da karşımıza çıkmaktadır. Bu sâyede bu kabiliyet gizli kalmamış ve Ebû Hureyre’den (ra) günümüze 5374 Hadîs-i Şerîf nakledilmiştir.

Peygamber Efendimizin (asm) amcaoğlu Abdullah bin Abbâs (ra) anlatıyor: “Resûlüllah (asm) ihtiyaç için çıkmıştı. Onun için abdest suyu hazırlayıp çıkışa koydum. Peygamber Efendimiz (asm) dışarı çıkınca; ‘Bu suyu kim koydu?’ diye sordu. ‘İbn-i Abbâs’ dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (asm); ‘Allah’ım! Onu dinde fakih kıl’ diye dua etti. (Buharî, Vudû, 2/256)” Başka bir rivayette ise, Peygamber Efendimizin (asm) İbn-i Abbâs’ı (ra) göğsüne bastırdığı ve; “Allah’ım! Ona Kitâb’ı (Kur’ân’ı) öğret (Buharî, Fedâil, 13/320)” şeklinde duâ ettiği nakledilmiştir. Burada da Resûlüllah’ın (asm) bir kabiliyet keşfiyle karşılaşıyoruz. 619 senesinde dünyaya gelen ve Peygamber Efendimizin (asm) amcaoğlu olan İbn-i Abbâs’ın (ra) teyzesi Meymûne (ra), Peygamber Efendimizin (asm) hanımlarındandır. Bu sebeple daha küçük yaşta Peygamberimizin (asm) yanında bulunmuş ve çokça hadis dinlemiştir. 1660 hadisle, en çok hadis rivayet eden beşinci sahabedir. Peygamber Efendimizin (asm) etrafında bulunan başka çocukları değil de İbn-i Abbâs’ı (ra) tercih ederek, fakih olması için dua etmesi, liyakat sahibi birinin ferasetle fark edilmesine en güzel örneklerden biridir. İbn-i Abbâs (ra), ileriki yıllarda çok büyük bir fıkıh âlimi olmuş, ‘Tercümân’ül-Kur’ân’ ünvânını almıştır.

“(Peygamber Efendimizin İbn-i Abbâs’a) Duâsı öyle makbûl olmuş ki, İbn-i Abbâs (ra), ‘Tercümânü’l-Kur’ân’ ünvân-ı zîşânını ve ‘Hibrü’l-Ümme’ yani allâme-i ümmet rütbe-i âliyesini kazanmış. Hatta çok genç iken, Hazret-i Ömer (ra) onu ulemâ ve kudemâ-yı Sahâbe meclisine alıyordu. (Zülfikâr, 275)”

Zülfikâr mecmuasında geçen bu izahat da gösteriyor ki; idarecilerin ya da yetki sahiplerinin ferasetli olması, liyakatli ve yetenekli olanların keşfini sağlıyor. Bu da insanlara adâletle muamele edilmesine vesile oluyor.

“İş ehil olmayana verilince kıyameti bekle (Buhârî)”

Cenâb-ı Hakk, her insana doğuştan bazı yetenekler ve kabiliyetler vermiştir. Ta ki insan, hem bu dünyası hem de ahireti için hayırlı işler yapabilsin. Kişilerin hem manevî durumları hem de ilimle beslenen kabiliyetleri, onların ehliyetlerinden haber veriyor bizlere. Bir vazife ya da bir makam, bir kişiye verileceği zaman işte bu ehliyete bakılması gerekiyor. Aksi hâlde iş ehline verilmemiş demektir. Buhârî’de geçen “İş ehil olmayana verilince kıyameti bekle” Hadîs-i Şerîf’i, meselenin önemini anlamamız için yeter sanırım. Buradan sadece, ‘İş ehil olana verilmeyince kıyamet kopacaktır’ manasını çıkarmak, hadiste ifade edilmeye çalışılan hakikatin sadece bir yönünü anlamak demektir. Asıl anlamamız gereken, belki de vazife ve makam bir kişiye verilirken ehliyete bakılmamasının ne kadar büyük bir problem olduğudur.

Liyakat yani yetenek sahiplerinin ferasetle yani zihin uyanıklığı ile fark edilerek hak ettikleri mevkilerde onlara vazifeler verilmesi, günümüzdeki birçok sorunun çözülmesini sağlayacaktır. Böylece beyin göçü, torpil, rüşvet, rant, iltimas vb. birçok terim de gündemimizden kalkacaktır.

Arif Emre GÜNDÜZ

İrfan Mektebi Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ey İman Edenler! Gelin İman Edelim!

Ders Notları Ey İman Edenler! Gelin İman Edelim! “Ben ilim şehriyim; Ali ise kapısıdır.” (el- …

Kapat