Gaye Sahibi Olmak

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.


Risale-i Nur Hizmet Mesleğinde


GAYE SAHİBİ OLMAK ESASI

Rıza-yı İlahîyi esas maksad yapıp gaye-i hayal sa­hibi ol­makla dava adamı vasfını kazanmak ve dünyayı ahirete vesile yapmak. İnsanın değeri bu gayeye bağlı­lığı derecesine göre olur. Fâni dünya hayatını gaye ya­pan insan, hakikatte değer kazana­maz.


A- Marifetullahı Kazanmak Gayesi:


1-
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

(*) وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ

Bu âyet-i uzmânın sırrıyla, insanın bu dünyaya gön­de­rilmesinin hikmeti ve gayesi Hâlık-ı Kâinatı tanımak ve Ona iman edip ibadet et­mektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zim­meti, mârifetullah ve iman-ı billâhtır ve iz’an ve yakîn ile vü­cudunu ve vahdetini tasdik etmek­tir.» (Şualar sh: 100)


2-
«Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört ha­vassı olan
“irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye” herbiri­nin bir gayetü’l-gayâtı var:

İradenin ibadetullahtır. Zihnin, mârifetullahtır. Hissin, mu­habbetullahtır. Lâtifenin, müşahedetul­lahtır. Takvâ denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazam­mun eder. Şeriat, şunları hem ten­miye, hem tehzip, hem bu gaye­tü’l-gayâta sevk eder.» (Hutbe-i Şamiye sh: 136)

3- «Hakikat ilmini, hakikî hikmeti ister­sen, Cenâb-ı Hakkın marifetini kazan. Çünkü, bütün hakaik-ı mev­cudat, ism-i Hakkın şuââtı ve esmâ­sının tezâhürâtı ve sıfâ­tının tecelliyâ­tıdırlar. Maddî ve mânevî, cevherî-arazî, herbir şeyin, herbir insa­nın ha­kikati, birer ismin nuruna dayanır ve hakikatine isti­nad ederler. Yoksa, hakikatsiz, ehemmiyetsiz bir suret­tir.» (Sözler sh: 473)

4- «Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce ne­ticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşe­riyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en par­lak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi se­vinç, o muhabbetullah için­deki lezzet-i ruhaniyedir.» (Mektubat sh: 222)

B-Ahireti Kazanmak Gayesi:

5- «Hayatın başına gelen ecel ise, şuhud derece­sinde kat’î iman etmişim ki, tagayyür etmiyor, mukad­derdir. Madem böyledir hak yolunda şehadetle öl­sem, çekinmek değil, iştiyakla bekliyorum. Bahusus ben ihtiyar oldum bir seneden fazla yaşa­mayı zor düşünüyorum. Zâhirî bir sene ömrü, şehadet vası­tasıyla kazanılan hadsiz bir ömr-ü bâkiye tebdil etmek, benim gibilerin en âli bir mak­sadı, bir gayesi olur.» (Mektubat sh: 424)

6- «Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksat yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan, o vakit hayvanâtın büyük bir ku­man­danı hük­münde ve şu dünyada Cenâb-ı Hakkın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun.» (Sözler sh: 24)

7- «Eğer insan enâniyetine istinad edip, hayat‑ı dün­yevi­yeyi gaye-i hayal ederek, derd-i maişet içinde, mu­vakkat bazı lezzetler için çalışsa, ga­yet dar bir daire içinde boğu­lur, gider. Ona ve­ri­len bütün cihazat ve âlât ve letâif, ondan şikâ­yet ederek haşirde onun aleyhinde şeha­det edeceklerdir ve dâvâcı olacaklardır. Eğer kendini mi­safir bilse, misafir olduğu Zât-ı Kerîmin izni dairesinde sermaye-i ömrünü sarf etse, öyle geniş bir daire içinde uzun bir hayat-ı ebediye için güzel çalışır ve teneffüs edip istirahat eder, sonra âlâ-yı illiyyîne kadar gidebilir.» (Sözler sh: 323)

8- «Kur’ân hakikî bir şakirdine Cennet-i ebediyeyi dahi gaye-i maksat yaptırmadığı halde, bu zâil, fâni dün­yayı ona gaye-i maksat hiç yapar mı?» (Lem’alar sh: 118)

9- «Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksat yapsa, za­hiren bir cennet içinde olsa da, mânen cehennemde­dir. Ve her kim hayat-ı bâkıyeye ciddî mütevec­cih ise, saadet-i dâreyne maz­hardır. » (Sözler sh: 39)

10- «Dünyada muvakkat zevkler, kerametler tam nefsini mağlûp etmeyen insanlara bir maksat olup, uh­revî ame­line bir sebep teşkil eder, ihlâsı kırılır. Çünkü amel-i uhrevî ile dünyevî maksatlar, zevkler aranılmaz aranılsa, sırr-ı ihlâsı bo­zar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 86)

C- Kemalât-ı Maneviye Kazanmak:

11- «Nübüvvet ise, gaye-i insaniyet ve va­zife-i be­şeri­yet, ahlâk-ı İlâhiye ile ve secâyâ-yı hasene ile tahal­lûk etmekle beraber, aczini bilip kudret-i İlâhiyeye iltica, zaafını gö­rüp kuvvet-i İlâhiyeye istinad, fakrını görüp rahmet-i İlâhiyeye iti­mad, ihtiyacını görüp gınâ-yı İlâhiyeden istimdad, ku­su­runu gö­rüp aff-ı İlâhîye istiğfar, naksını görüp kemâl-i İlâhîye tesbihhân olmaktır diye, ubudiyetkârâne hük­metmişler.» (Sözler sh: 540)

12- Kur’an’ın «Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru te­ca­vüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissi­yat-ı ul­viyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan et­mektir.» (Sözler sh: 408)

13- «Maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda din, ikinci dere­cede kalır, tebeî hükmüne geçer. Hakikî din­dar ise, “Bütün kâ­inatın en büyük gayesi ubudi­yet-i insaniyedir” diye, siya­sete, aşk-ı merak ile de­ğil, ikinci üçüncü merte­bede onu dine ve hakikate âlet et­meye —eğer müm­künse— çalışabilir. Yoksa, bâki el­mas­ları kırılacak âdi şişe­lere âlet yapar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 57)

14- «İbadetin ancak ihlâs ile ibadet olduğuna ve iba­detin mahzan vesile olmayıp maksud‑u biz­zat olduğuna ve iba­de­tin sevap ve ikab için yapılma­ması lüzumuna işa­rettir.» (İşarat-ül İ’caz sh: 99)

15- «Ey gafil, zannediyor musun ki, insandan bizzat istenen şey, yalnız dünyanın imareti; ve sanayiin ihtiraı; ve rızkı tahsil; ve saire gibi dünyaya ait şeylerdir. Halbuki, emr-i “kâf ve nûn” mabeyninde olan sahib-ül mülk, ins ve cinni kendisine ibadet etmek için yarattığına; ve insan ve hayvanın rızkını kendisi taahhüd ettiğine dair olan fermanına; hem de vücud ve kevn ve vaki’de olan herşey ve fıtrat-ı insaniye techizatının dahi tasdik ettiği olan şu âyetlerine bak:

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ

وَكَاَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لاَ تَحْمِلُ رِزْقَهَا اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْ …

(Mesnevi-i Nuriye, Tercüme A. Badıllı sh: 360)

C- Muhabbet ve Rıza-yı İlâhîyi kazanmak gayesi:

16- «Hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinadı, kuv­vete bedel “hakkı” kabul eder. Gayede menfaate be­del “fazilet ve rıza-i İlâhîyi” kabul eder.» (Sözler sh: 133)

17- «Kur’ân’ın tilmizi ise, yalnız liveçhil­lah ve rıza-yı İlâhî için ve fazilet için o derece nefsinin menfaatin­den tecerrüd eder ki, Cennet-i ebediyeyi dahi hakikî mak­sat ve gaye-i ibadet yapmaz. Nerede kaldı ki, bu dünya-yı zaile­nin fâni olan menafii onu, hakikî maksat ve gayesinden çevirsin.» (Nur’un İlk Kapısı sh: 93)

18- «Cennetin bütün letâif ve mehâsini ve lezâizi ve niamâtı bir cilve-i rahmeti olan bir Zâtın nazar-ı mu­hab­betini kendine celbe çalış­mak ne kadar mühim ve âli bir maksat olduğu bilbedâhe anlaşılır. Madem, nass-ı ke­lâmıyla, Onun muhabbetine, yalnız ittibâ-ı Sünnet-i Ahmediye (a.s.m.) ile mazhar olunur elbette ittibâ-ı Sünnet-i Ahmediye (a.s.m.) en büyük bir maksad-ı in­sanî ve en mü­him bir vazife-i beşeriye olduğu tahak­kuk eder.» (Lem’alar sh: 59)

19- «Bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir.» (Lem’alar sh: 160)

20- «Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye ba­kar. Ubudiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı Haktır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olma­mak, hem kasten istenilmemek şar­tıyla, dünyaya ait fay­dalar ve kendi ken­dine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münâfi ol­maz. Belki zayıflar için müşevvik ve mürec­cih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz’ü olsa, o ubudiyeti kısmen iptal eder.» (Lem’alar sh: 131)

21- «Rıza-yı İlâhî kâfidir. Eğer o yâr ise, her­şey yârdır. Eğer o yâr değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez. İnsanların takdiri, istihsanı, eğer böyle işte, böyle amel-i uhrevîde illet ise, o ameli iptal eder. Eğer müreccih ise, o ameldeki ihlâsı kı­rar. Eğer müşev­vik ise saffetine izale eder. Eğer sırf alâmet-i mak­buliyet olarak, istemeye­rek, Cenab-ı Hak ihsan etse, o amelin ve il­min insanlarda hüsn-ü tesîri namına kabul etmek gü­zeldir ki, وَاجْعَلْ لِى لِسَانَ صِدْقٍ فِى اْلاۤخِرِينَ buna işarettir. Said» (Barla Lâhikası sh: 78)

D- Gaye-i hayal sahibi olmak:

22- «Gaye-i hayal olmazsa enaniyet kuv­vet­leşir

Bir gaye-i hayal olmazsa, yahut nisyan basarsa, ya tenâsi edilse elbette zihinler enelere dönerler, etrafında gezerler.

Ene kuvvetleşiyor, bazan sinirleniyor. Delinmez, tâ “nahnü” olsun. Enesini sevenler başkalarını sevmezler.» (Sözler sh: 708)

23- «Bu musibet zamanında ihlâsı kaçırdığınız­dan ve rıza-yı İlâhîyi münhasıran gaye-i maksat yapmadığınız­dan, ehl-i hakkın bu zillet ve mağlûbiyetine sebebiyet verdiniz.» (Lem’alar sh: 156)

24- «Müttefekun aleyh olan makasıd-ı âliyeye nazar et­mektir. Çünkü, Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, Kur’ân’ımız bir… Zaruriyat-ı diniyede umumumuz müt­tefik… Zaruriyat-ı dini­yeden başka olan teferruat veya tarz-ı telâkki veya tarik-i tefeh­hümdeki tefavüt, bu ittihad ve vahdeti sarsamaz, râcih de gelemez. El-hubbu fillah düstur tutulsa, aşk-ı hakikat harekâtımızda hâ­kim olsa —ki zaman dahi pek çok yardım ediyor— o ih­tilâfat sahih bir mecrâya sevk edilebilir.

Esefâ, gaye-i hayalden tenâsi veya nisyan olmakla, ezhan ene’lere dönüp etrafında gezer­ler. İşte gaye-i ha­yal, maksad-ı âli bütün vuzu­huyla meydana atılmıştır.» (Sünuhat Tuluat İşarat sh: 83)

25- «Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek ba­şıyla küçük bir millettir.» (Hutbe-i Şamiye sh: 59)

26- «İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmeti ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine ba­kar.» (İşarat-ül İ’caz sh: 75)

27- «Maksadın büyümesiyle himmet de büyür. Ve hamiyet-i İslâmiyenin galeyanı ile ahlâk da tekemmül ve teâlî eder.» (Divan-ı Harbî Örfî sh: 52)

28- «İnsanın kıymet ve mahiyeti, himmeti nispe­tin­dedir. Himmetin derecesi ise, maksat ve iştigal ettiği şeyin nispetindedir. Hem de insan teveccüh ve kastet­tiği şeyde, güya fena fi’l-maksat oluyor.» (Muhakemat sh: 127)

29- «Herkes “Nefsî, nefsî” demekle ve milletin men­faatini dü­şünmemekle, menfaat-i şahsiyesini dü­şünmekle, bin adam, bir adam hükmüne sukut eder.

مَنْ كَانَ هِمَّتُهُ نَفْسُهُ فَلَيْسَ مِنَ اْلاِنْسَانِ ِلاَنَّهُ مَدَنِىٌّ بِالطَّبْعِ

Yani, kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan de­ğil.» (Hutbe-i Şamiye sh: 59)

E- Kur’ana ve imana hâlisen hizmet gayesini ta­şımak:

30- «Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en büyük, en mühim maksatları, o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’ân’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i hakikiyesi­nin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimi, hakaik-i imaniyeye hizmet olduğunu telâkkile­ridir.» (Barla Lâhikası sh: 21)

31- «Hakaik-i imaniye, herşeyden evvel bu za­manda en birinci maksat olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dör­düncü derecede kalmak ve Risale-i Nur’la on­lara hizmet etmek en birinci vazife ve medâr-ı merak ve maksud-u bizzat olmak lâzım.» (Kastamonu Lâhikası sh: 117)

32- «Bu ikinci nefs-i emmârede şuursuz kör hissi­yat bulun­duğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve din­lemiyor ki on­larla ıslah olsun ve kusurunu anla­sın. Yalnız tokatlar ve elemlerle nefret edip, veya tam bir fedailiğe her hissini maksadına feda etsin. Ve Risale-i Nur’un er­kânları gibi, herşeyini, enaniye­tini bıraksın.» (Kastamonu Lâhikası sh: 233)

33- «Küçük Ali, Risale-i Nur hizmetini dün­yada her­şeye tercihan hayatının en büyük mak­sadı yapması ve se­beb-i ihtilâfa karşı kuvvetli muka­vemeti bulundu­ğunu bu dört mek­tubunuz bana bil­dirdi.

Aynı sistemde, meselede alâkadar kahraman Tâhirî ve kah­raman Rüştü’nün dahi aynı hakikatte ve aynı ah­lâkta bulundukla­rını hiç şüphe etmiyoruz.» (Kastamonu Lâhikası sh: 242)

34- «Bu zamanda Risale-i Nur’da, nokta-i istinad ola­rak avam-ı mü’minînin en ziyade muhtaç oldukları ve Nurda bulduk­ları öyle bir hakikattir ki hiçbir şeye âlet ol­mayacak ve hiçbir garaz ve maksat, içine girme­ye­cek ve hiçbir şüphe ve vesveseye meydan vermeyecek ve hiçbir düşman ona bahane bulup çürütmeyecek ve yalnız hak ve hakikat için ona çalışanlar buluna­cak, dünya maksat­ları ona karışmayacak, tâ ki, uzakta olan ehl-i iman, o hakikate ve sâdık nâşirlerine tam itimad edip imanlarını, zındık­ların ve dinsizlerin, din aleyhindeki dehşetli feylesofların itirazla­rından ve inkârlarından kurtarsınlar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 214)

35- «Risale-i Nur hiçbir şeye âlet olamadı­ğını ve rıza-yı İlâhiyeden başka hiçbir mak­sada vesile olama­dığını ve doğrudan doğruya her­şeyden evvel iman haki­katlerini ders ver­mek ve biçare zayıfların ve şüpheye düşenlerin imanlarını kurtarmak olduğunu, elbette sizin gibi nurun has şakirdleri biliyorlar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 272)

36- «Uzun seneler ihtiyarım haricinde olarak hizmet-i imaniyemi maddî ve mânevî kemalât ve terakkiyatıma ve azaptan ve Cehennemden kurtulmama ve hattâ sa­adet-i ebediyeme vesile yapmaklığıma, yahut herhangi bir mak­sada âlet yapmaklığıma mânevî gayet kuvvetli mâ­nialar beni men ediyordu. Bu derunî hisler ve il­hamlar beni hayretler içinde bırakıyordu. Herkesin hoş­landığı mânevî makamatı ve uh­revî saadetleri a’mâl-i saliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih olmak hem meşru hakkı olduğu, hem de hiç kimseye hiçbir zararı bulun­ma­dığı halde ben ruhen ve kalben men ediliyor­dum. Rıza-yı İlâhîden başka fıtrî vazife-i ilmi­yenin sevkiyle, yalnız ve yalnız imana hizmet hu­susu bana gösterildi.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 79)

37- «Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki:

Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim va­zife-i hayati­yesini onun neşir ve hizmeti bilsin.» (Mektubat sh: 344)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Manevî Hayata Hizmetleri

Üstad Said Nursi’nin Manevi Hayata hizmetleri   Bedîüzzaman Hazretleri hayatını ‘eski Said’ ve ‘yeni Said’ …

Önceki yazıyı okuyun:
“KONUŞ” EY AYŞE İÇİMİZ FERAHLASIN, NASIL “SUS” EY AYŞE İÇİMİZ FERAHLASIN OLDU!

“KONUŞ” EY AYŞE İÇİMİZ FERAHLASIN, NASIL “SUS” EY AYŞE İÇİMİZ FERAHLASIN OLDU! /Levent BİLGİ Bundan …

Kapat