Ana Sayfa / Uncategorized / Gidenlerin Ardından… / Orhan SALCI

Gidenlerin Ardından… / Orhan SALCI

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

A R A L I K

Orhan SALCI

GİDENLERİN ARDINDAN…

(İşittik, icabet ettik Sayın Valimiz)

Üniversite yıllarımdan, adeta ruhuma işleyen bir hatıram var: Uludağ üniversitesinden misafireten dersimize gelen Prof. Bilal Murat ÖZGÜVEN, uzun süre kaldığı Avrupa (Hollanda) tecrübelerinden bahsederken arkadaşlarımızdan biri, (bize, özendirerek anlatılan) Avrupa da ki özgürlükleri sordu. Hocamız; “Çocuklar, bu anlatılanlara asla inanmayın. Orada iki sınıf insan vardır; birinci sınıf insan, elit, soylu, kültürlü, ülkeyi, sanatı, sanayi ticareti vs yöneten asil insanlardır ve bunlar asla özgür değillerdir. Çok katı kurallar altında yaşarlar ve bu kuralların dışına çıkma şansları yoktur.
İkinci hatta üçüncü sınıf insanlar, aslında insan yerine bile konmayan insanlardır. Bunlar özgürdür, kimse bunlara karışmaz, adeta sokakta yaşayan sokak hayvanları gibi görülürler ve o hayvanların özgürlüğü onlara da layık görülür.” Sokak hayvanlarının hürriyeti ve o masum hayvancıklarla aynı hürriyeti paylaşan insanlar, insancıklar…

Avrupa’da durumun bu olmasına rağmen, bizim (İstanbul) matbuatımız, medyamızın, (pek çok suç ortağıyla beraber) İstanbul’u Avrupa’ya; Anadolu’yu da İstanbul’a kıyaslayıp benzetme gayretinin (bu durum Bediüzzaman hz.lerinin teşhisidir) neticesi olarak insanımız ve maneviyatımız üzerine Avrupa’dan ve Rusya dan estirilen sert ve soğuk rüzgarlar, bin yıldır inşa ettiğimiz medeniyet iklimimizi değiştirdi, eski mahsulatımızı talan, yeni mahsulatımızı zehir-ziyan eyledi. İnsanı ve insanımızı eşrefi mahluk olarak kabul edip ona göre terbiye ve techiz eden kadim kültürümüzün insandan, toplumdan ve toplumsal hayattan çekilerek, Avrupalının insan yerine koymadığı sefihlerin kültürü bize altın tabaklarda ikram edildi ve “yedik”, “yuttuk”, sünnetledik adeta . Şimdi gidenlerin ardından ağıtlar yakıyoruz.

Tüm kalem ve kelam ehlinin üzerinde defalarca söz söylediği bu konuyu yeniden gündeme taşımamızın bir nedeni var: Geçtiğimiz aylarda Kastamonu Valimiz Sayın Erdoğan BEKTAŞ öncülüğünde bir proje başlatıldı; “Kastamonu Değerleri Eğitimi” projesi. Sayın Valimiz, değişik vesilelerle bu toprakları bize vatan yapan, bizi bin yıldır bu topraklarda yaşatan ahlaki değerleri, erdemleri vurguluyor. Bu değerlerin günümüz insanına hakim kılınması ve gelecek nesillere aktarılmasının zaruretine vurgu yapıyor.

Sayın Valimiz bizi biz yapan, bu toprakları bize yurt, bu yurdu bize cennet yapan değerlerin yaşatılması ve aktarılması adına herkesi ve her kesimi bu projeye destek vermeye davet ederken veciz bir ifade kullanıyorlar; “… bütün arkadaşlarımızın gönülden ilgisine ihtiyacımız var, gösterme ilgisine değil, gönülden ilgisine ihtiyacımız var…”

Osmanlı devletinin çöküş yıllarının en hayırlı ve köklü icraatlarından, etkisi bugün bile pek çok Osmanlı varisi devletin hukuk sistemini, ehli ilim ve irfanının düşünce sistemini ışıklandıran MECELLE’ de bir kural vardı; “def’i şer, celbi nef’a râcihtir.”

Yani şerri, şerliyi, suçu ve suçluyu insandan, toplumdan uzak tutmak, insana ve topluma güzel hasletler kazandırmaktan önceliklidir. Kaldı ki şerri def edemeden hayrı inşa ve ihya etmek kolay değildir. Çünkü, “ettahribü eshel”, “yani tahrip kolaydır. Bediüzzaman hz.lerinin ifadeleriyle, “bir kibrit, bir köyü yakar”. “ yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam bir günde tahrip eder.”

Kur’an da ve İslam kaynaklarında helâk olan kavimler anlatılırken, sadece sapkınlaşan insanların sapkınlıklarından değil, bazen da onlara ses çıkartmayan, kabullenen insanlardan da bahsedilir.

“El cezâ-u min cinsil amel”. Yani “ceza; amelin yani suçun cinsinden verilir” kaidesi de bu cümleye dahil edilirse şayet, bazen işlediklerimiz, bazen göz yumduklarımız, bazen hoş görüp alkış tuttuklarımızın cezası olarak hergün, dünya çapında ve ülkemizde Nuh Tufanında ölen insan kadar insan ölüyor, öldürülüyor.. Her gün, Karun’un batan serveti kadar servetler yere batar gibi elimizin altından kaybolup gidiyor, ya zulmen alınıyor, ya çalınıyor.

Hergün cehennem azabı gibi azaplar çekiyoruz günahlarımızın ve ıslahına çalışmadığımız günahkarlarımızın yüzünden. Firavun kadar Nemrut kadar korkulacak insanlarımız var. Lut (as)ın kavminin sapkınlığının kurbanı nesillerimiz var ve içimiz yanıyor cehennem alevleri gibi. “Helâk, helâket” tarif ve algısını, hayatı yaşanılmaz kılan tüm çarpıklıkları ve bunların insana-topluma verdiği acıyı, ızdırabı, çaresizliği..de içine alarak tanımlayabilirsek günümüz insanı helaketin kurbanı olmuştur bile.

“Kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin. Gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmiyorsa kalben buğz etsin. Ki bu da imanın en azıdır” manasındaki hadisi şerif, şerrin defi hususunda cihanşümul, herkesi her an, cephede nöbet tutan asker ciddiyetini kaybettirmeden vazife başında tutmak amaçlı bir ferman hükmünde beyandır, emirdir.

Mehmed Feyzi Efendi’den de nakledilen, bu hadisi şerifin veciz bir yorumuna bu satırlarda yer vermek gerekiyor.

Efendi hazretleri, zamanın hükmü gereği “eliyle ve diliyle düzeltsin” emrinden anlamamız gereken “el”in devlet eli, “dil”in ulema dili olduğunu; yoksa başka türlü bir kargaşa ortamına çanak tutma ihtimal ve vebalinden bahsederler. Ayrıca kötülüğü önlemek şahıslara bırakıldığı vakit devletin varlığının bir anlamı kalmaz. Kötülülerin elinin bireylere karşı her zaman daha kuvvetli olduğu açıktır. Zira kötünün, şerlinin, kötülüğünde, şerrinde ölçü ve sınır yoktur.

“Değerler eğitimi” iki kanatlı kuş gibi olmak zorundadır; uçmak, uçurulmak isteniyorsa. Kanatlardan biri edep, ahlak, fazilet, ilim, irfan, sanat, gibi hayatı yaşanılır kılan “celbi nef’”; yani insana, insanlığa hayır taşıyan değerlerin kazanılması ise, diğeri ve önceliklisi, “def’i şer”dir. Şerrin asgari ölçüsü, sınırı, tartısı terazisi nedir? Elbette ilkönce, yürürlükteki hukuk sistemidir, kanunlardır.

Kastamonu henüz sorunları aşılamaz boyutlara gelmiş bir şehir değil. Suçlusu da bilinir, işlenen suç çeşitleri de bilinir durumdadır ve olmalıdır. Suç üreten, suçlu üreten mahaller, mahalleler, haneler, insanlar -suç işleme nedenleri de dahil- biliniyor olmalıdır. Bilinmiyorsa şayet, konuşmak çok anlamlı değil.

Değerler eğitiminin ikinci kanadı, “celb-i nef’” yani, iyilik kazanmak, kazandırmak; devletten ziyade insan odaklı bir faaliyetler silsilesi olmuştur tarih boyunca. Sivil toplum örgütleri, gönüllü teşekküller… eskilerin “eşraf” dedikleri, toplumun önünde, güzel örnek, hüsnü misal insanlar.. bu tür insanları toplumun içinden bulup öne çıkartmak, önlerini ve yollarını açmak…la mümkün olabilir. Zaten insanımızın bozulma sürecinin en kolaylaştırıcı unsuru, şimdilerde “kanaat önderi” diye adlandırılan hayırlı insanların, büyüklerin, ataların, dedelerin, hocaların.. etkilerinin kırılması, seslerinin kısılması olmuştur. Merhum Akif’in;
“Sahipsiz vatanın batması haktır,
Sen sahip çıkarsan batmayacaktır.”

Sözü durumu özetler mahiyettedir kanaatimce. Sahipsiz bırakılan, hamisiz, rehbersiz kalan koskaca bir nesil, iki nesil; en sonunda yaşadığımız illetleri kustu yazık ki. Birileri “mahalle baskısı” vb, sinsi adlandırmalarla insanımızı sahipsiz, hayra davet edenleri ve çabalarını hainlik, zalimlik gibi lanse etmeye çalışsalar da “yol bu, başka çıkar yol yok.”

Hayırlıların konuşmasını, seslerinin duyulmasını istiyorsak, önce suçlunun ve dolayısıyla toplumun ıslahına çalışmalıyız. Bu çerçevede suçlunun ıslahı derken, tevbe etmesini sağlamak, namaza oruca başlatmak, ilim irfan sahibi yapmaktan bahsetmiyoruz. Suçlunun ıslahının ilk ve son adımı onu suçtan caydırmaktır. Suçluyu caydırmak, onun toplum üzerinde oluşturduğu korku ve baskıyı kırmak, haksız yolla devşirdiği itibarı elinden almak, özenti duyanların bakış açılarını daha güzel örnekler sunarak özentilerinin yönlerini değiştirmek.. kanunsuzların toplum nazarındaki itibarları kırılmalı, onlara karşı oluşturulmuş sanal korkulardan insanlar kurtarılabilmelidir.

Suçu sadece belli insanlara zimmetleyerek toplumdaki onca suçluyu temize çıkartmak hatasından da özellikle kaçınmak gerekiyor. Herkes, hayatın her anında ve alanında suç işlemek durumuyla karşı karşıyadır. Esnaf, tüccar, işveren, çalışan.. amir, memur, okumuş cahil. Madem herkes kanun önünde eşittir, kimsenin suç işleme hürriyeti, yanlış yapma hakkı, imtiyazı yoktur. Ancak her yer gibi Kastamonu muz da kanun hakimiyeti konusunda mutlaka incelenmeli. Kanunların “teğet geçtiği” alanlar tesbit edilmeli, kanun ağlarını yırtıp geçen kartallar! bilinmeli.

Son olarak, ecdattan bize miras kalan onca vakıf eserleri, vakıf mülkleri, camiler, medreseler, tekke ve türbeler, konaklar… bunların hepsi, asıl değerleri ne ise, nereden geliyorsa o değerlerle beraber yaşatılmalı. Çok asaletli insanların yaptırıp bir kültür ve medeniyet yaşattıkları konaklar; varoşlar haline dönüşürse kültür kalmaz, değer kalmaz ahlak kalmaz… su kaynağını kurutmak gibi işler yapılmamalı.. su kaynağından akmaya devam etmeli ve kaynak kirletilmemeli.


Dert hepimizin, derman elimizde. “Himmeti millet olan, tek başına millettir” artık tek başımıza da değiliz. Devletimiz el veriyor, elini tutacak eller bekliyor.

Tutmayalım mı?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Yiğitsen Gel! Ölümü Özlemek Var

Yiğitsen Gel! Ölümü Özlemek Var Yâ Rab! Ölüm gecelerine ‘şeb-i arûs’ (âşıkın mâşukuna kavuştuğu gece, …

Kapat