Ana Sayfa / Yazarlar / Gece Dağı Sarınca -öykü- / M. Nuri BİNGÖL

Gece Dağı Sarınca -öykü- / M. Nuri BİNGÖL

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Güneşin ufuktan el etek çekmesi beş saati buluyordu. Onlar hâla Fevzabad suyu ve tepesiyle tanınmış toprakları, bir set misali çepeçevre sarmış Hindukuş dağ silsilesinin herhangi bir noktasındaki vadi yamaçlarında dolanıp duruyorlar, belki de hep aynı noktaya geri dönüyorlardı.

“- Deden henüz bunamamıştı değil mi?”

Cemâleddin, Tiyov’un hem iğneleyen, hem de şüpheli sesini duyduğunda, onlardan iki adım önde ve zihnî bir gayretin içindeydi; Afganistan’a doğru yola çıkmadan önce, Andican şehrindeki fakir evlerine bir yolunu bulup uğradığında, dedesi Gökhan Beg’in anlattığı kulübenin yolunu bulmak için kafa çatlatıyordu; Murad Beg’in bir karakol vazifesini gören ikametgâhının yerini hafızasından çıkarmaya çalışmaktan epey yorulmuştu.

Patikanın çamuruyla, sivri taşlarıyla, tepelerden ilerledikleri daracık, zikzaklı patikaya inen sel sularıyla boğuşmaktan bitap düşmüşlerdi. Takip etmesi muhtemel kızıl müfrezelerin firarilere yapabileceklerini hesaplayamaması, onu zaten bunaltıyordu; bir de böylesi söylenmeler yok muydu?
En iyisi ses etmeden yürümeye devam etmek; ötelere akan zamanı ancak böylece gemleyebilirdi. En iyisi, o ya da bu şarta aldırmadan hedefe varma isteğinden vazgeçmemek, bıkıp bezmemekti, sabretmekti. Zira “ Zaferin sabretmekten geçtiği”ni iyi öğrenmişti.

“ Beş saatten beri dolanıyoruz dağlar arasında, bizi nereye götürmedesin Selimov?”

Kendi kendine verdiği “aldırmama” sözüne rağmen başını çevirip üçüncü gölgeye baktı.

Çernenkov’un sesiydi bu. Yüreğindeki keskinliği gözlerindeki ifâdeye aksettirerek bakışlarını yakalamaya çalıştı onun, gece karanlığında görülmeyeceğini bile bile kaşlarını çattı. Cemâleddin’in sert baş çevirişiyle söylenmesiyle onun hangi hissi beslediğini anlayarak sustu. İki kişilik kafileye son anda dahil olmuştu zaten. Şimdi kalkıp…

Cemâleddin, Yüzbaşı’nın zirvedeki karargâhına ulaşınca, Çavuş Tiyov’un sözüne sadık kalarak, oradakilerin hepsini tesirsiz hâle getirdiğini anladığında, yüreğindeki son tereddüt izinin de silindiğini hissetti. Silahının namlusu adamlara dönüktü ve elleri havaya kalkmış beş subayla üç erin, küllenmiş bakışları zeminde izler açmaktaydı. O sıkışık anın getirdiği zaruretlerin kucağında boy atmış planları gereği Cemâleddin’le buluşma vaktinin geldiğini kavrayınca , yüksek sesle haykırmıştı:

“- Cemâleddin! Burada mısın?”

Onu, “Selimov” diye çağırmadığına göre vaziyeti müsbet buluyordu demek ki… Yattığı yerden hemen doğruldu, karşılık vermeden silahını ateşe hazır tutup üzerlerine çevirerek, örtü ağıyla kapatılmış çukura inmeye koyuldu. Ayaklarının altından kayan taş ve toprak parçaları, az kalsın dengesini bozuverecek, belki de hayallerini suya düşürecekti.

Hisarçe’ye ateş kusan silah sesleriyle yer gök inliyordu hâla, o kadar temkinli olmalarına bir gerek yoktu . Çukurun tabanına varır varmaz, kemerinde asılı el bombalarından birini çıkarıp pimini çekmeye hazır tuttu, Çavuş’a – nihayet – cevap verdi:

“- Herşey yolunda mı çavuşum?”
“- Şimdilik
“ – Bunları bağlamaya bir gerek var mı ki bağlamakla yoruluyorsun.?”

Bu sırada Yüzbaşı Pavlov iri iri ayrılan azarlayıcı gözleriyle “Sen de mi? ” diyordu.
Onları sıkı sıkı bağladıktan sonra:
“ Ağızlarını bile tıkaçlamak gerekecekti ama, bu gürültü arasında, hem kim duyacak onları…” diye düşündü.

O sırada adım adım telsize yaklaşmaya çalışan nefere bir tekme salladıktan sonra da gürledi:

“- Bunu bir defa daha deneme sakın, bizi yapmayı istemediğimiz davranışlara itmeyin.”

Cemâleddin celâllenmeye başlayan gökteki bulutlara göz attıktan sonra er ve subaylara baktı. Somurtup duruyorlardı, kös kös bekleşiyorlardı.

“- O kadar ürkmenize gerek yok, rahat durursanız elbet. Sabrımızı zorlamayın dedikse, içinizi karartın, olmayacak vehimlere düşüp titreyin de demedik. Sizi bağladıktan sonra çekip gideceğiz. Sevinmeniz lazım, çünkü bizden kurtuluyorsunuz.”

Cemâleddin de gülümsedi, yüreğine nihayet bir parçacık serinlik gelmişti.

“- Sovyetlere bizsiz dönersiniz artık. Bahaneniz de hazır, çarpışmada vuruldular dersiniz, olur biter.”

Son subayın ellerini kabaca bağladıktan sonra alnındaki terleri sildi Tiyov, Cemâleddin’in rahat duruşuna bozulur gibi oldu:

“ – El bombasını bırak da çevreye göz kulak ol. Birilerince basılacak olursak, keklik gibi avlanırız.”

İç içe yumularak gelen bulutların üst üste yığılması, yağmurla birlikte gök gürültüsünü de hediye etti, etraf bir anlığına ışığa boğuldu.

Bu sırada Tiyov, son subayı bağlamanın getirdiği zevkle Cemâleddin’e baktı:

“- Sen de ağızlarını tıkaçla istersen.” dedi.

Karargâhı gözleriyle tarayan Cemâleddin, bir bez parçası göremeyince:

“- Biraz evvel gerek kalmadığını belirtin ya hani; pek haklısın. Bu gürültü altında kimseye ses duyuramazlar ki…”

“- Telsize ulaşabilirler ama; her ihtimali hesaplamak lazım.”

“- Bak, o doğru…”

Masaya dayadığı silahının dipçiğiyle telsizi imhadan sonra derin bir “oh “ çekti Tiyov:

“- Haydi gidelim buradan.” dedi.

“- Tam zamanıdır, ” demeyi geçirirken içinden, üst taraftan gelen gür bir ses durdurdu onları. Çernenkov’un içten pazarlıklı sesini ikisi de tanımıştı. İtiraz yüklü sert ifâde küçümser bir edaya da sahipti:

“- Gitmeden önce biraz jimnastik yapın hele, eller havaya…”

Silahının namlusu onlara çevriliydi ve Çernenkov hâkim bir noktadaydı. Aşağıdan bakıldığında, külrengi bulutların altında daha iri görünüyordu; dudaklarındaki müstehzi gülüş deişin cabasıydı. Daha da asabîleşen bakışlarını önce Tiyov’a çevirdi; elleri havadaydı onun, dik dik bakıp duruyordu. “Yapacak bir şey yok.” dercesine yüzü asılmıştı.

Duruma el koyması gerektiğini düşündü Cemâleddin, işlerin sarpa sarması goncalaşmaya duran ümitlerini yele verir ve asıl kaybeden de kendisi olurdu; Tiyov şöyle ya da böyle sıyrılmayı bilirdi, ne de olsa onlardandı.

Gözlerini Tiyov’un üzerinden koparıp Çernenkov’a yolladı; aklına âniden esiveren çıkış yoluna ilk elden sarılması -acaba- doğru bir hareket miydi? O dar anda muhakemesi zordu bunun. Sesine fazladan bir kaç perde daha atlatmak maksadıyla ciğerlerini sıkıştırdı:

“- Jimnastiği filan bırak da iyi dinle. Sen de katılmak zorundasın bize. Gemileri yaktık bir defa. Kaybedecek değerli bir varlığımız da yok üstelik. Boyun eğişimize bakıp da…”

Belli belirsiz gülümsedi Çernenkov, kızılyıldızlı kalpağın nizami duruşuna getirdi, üstünlüğünü belirtircesine de kasılmış, kaşlarını çatmıştı. Kendinden emin yüz ifâdesi donuklaştı önce, sonra da başı öne eğildi, düşündüğü veya öyle görünmek istediği çok belliydi.

“- Diyelim ki kabul ettim .” şeklinde sesine kuvvet verdi; “ Ordunun bizi rahat bırakacağını sanmazsınız herhalde. Hem elimizden ne gelir ki?.. Bir anlatın hele, nereye gitmeyi düşündüğünüzü bir bileyim de; tabii öncesinde silahlarınızı yere atarak…”

Hem idarenin, hem de irâdenin kendisinde olduğunu, Tiyov’un baş işaretinden iyi anladı Cemâleddin, bir adım öne çıktı. İçindeki gerginliğin, sesine sirayet etmesine mâni olmalıydı.

“- Hemen cevaplayayım seni. Silahları atma mevzuuna da sonra geliriz. Hiç kimseye zarar vermeden çekip gideceğiz buradan. Tekrar Sovyetlere dönmek istemiyorum.”

“- Ya ardınızdan gelmezsem?..”

“- Onu da diyeyim sana, hep birlikte buracıkta ölürüz. Kaybedecek bir şeyimizin olmadığını söyledim demin. Gördüğün bu çukur, seninle birlikte on kişinin mezarı olur. Tercihini hemen yap da daha fazla vakit kaybettirme!”

Çernenkov’un idrâk kuvvesi, harıl harıl çalışıyordu ama bir karara da varamıyor, daha doğrusu hangi yönde daha az tehlike bulunduğunun hesabını yapamıyordu; Tiyov gibi arı duru bir yüreğe sahip olmaması da en büyük dilemmâsıydı.
“ Hem… Bu kadar süründüğüm yeter” diye düşündü belki de. Devamlı emir altında zincirli mi kalacaktı?

Yazar : Mehmet Nuri BİNGÖL

BİYOGRAFİ
1961’de Şanlıurfa/Birecik’te doğdu. İlkokul ve ortaokulu aynı ilçede okudu. 1982’de İstanbul Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Anadolu’nun çok yöresinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaptı.
Yazgı, Köprü, Bizim Külliye dergilerinde hikâye, deneme ve makaleleri yer aldı. Gap Gündemi, Tasvir, Yeni Nesil gazetelerinde yazıları yayımlandı. Birecik yıllıklarına alınmış şiirleri, yaptığı derlemeleri ve değişik site ve kitaplara alınmış makale, mülakat ve köşe yazıları bulunuyor.
Kitaplaşan iki eseri ve tefrika romanları Mehmet Nuri EMİNLER mahlasıyla yayımlanmıştır. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğine devam ediyor. Birecik’te temsilciliği açıldığı ilk günden beri Eğitim-Bir-Sen üyesi. Dört kızı ve üç torunu bulunuyor. Şanlıurfa/ Birecik’te ikâmet ediyor.

Tarık Buğra ile yaptığı mülakatın iktibas edildiği eserler:
Politika Dışı (Tarık Buğra)
Tarık Buğra’yla Söyleşiler (Mehmet Tekin)

Hikâyelerinin İktibas Edildiği Eserler:
Kedinâme (M. Nuri Yardım, 2019)
Dergizan Yıllığı (Ramazan Seydaoğlu, 2020)

İktibas edilen mahalli derlemeleri:
Cumhuriyetin 50. Yılında Birecik Yıllığı
Cumhuriyetin 70. Yılında Birecik Yıllığı

Tefrika Romanları:
Yokuşta ( 1986)
Yokuşta Tırmanış-1 (1984)
Yokuşta Tırmanış- 2 (1988)
Kafkasya’da Sarp Ufuklar (1981)

Kitapları:
Sürgündeki Çeçenya (1. Baskı: 1996; 2. Baskı: 2000) Gençlik Yayınevi
Nur Üstad (Biyografi- Deneme; 2002) Erguvan Yayınevi
Siyahtan Turkuaza (15 Temmuz) [Hikâyeler] 2021. KDY yayıncılık
Ver Elini Türkmeneli [Gönül Sayhası-1] (Roman) 2021, KDY Yayıncılık
Azada Yürüyüş [Gönül Sayhası-2] (Roman), 2021, KDY Yayıncılık, "Bir Başka Çeşme" (2022- KDY- Öyküler)

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Halil Gönenç Hoca ile Mülakât: Duâ, İbâdetin Beynidir

Halil Gönenç Hoca: Duâ, İbâdetin Beynidir Halil Gönenç, Mardin Savur’da doğdu. Özel Medrese Öğrenimi ile …

Kapat