Şanlıurfa- Birecik’te doğmaktan iftihar ediyorum, her insanın doğum yeriyle övündüğü gibi… 1961 yılının bir Mart sonunda doğduğumu der validem ama nüfusumda aynı yılın Ağustos’u yazar. İlkokula 6. Yaşımda Dumlupınar ilkokulunda başladım. İlk öğretmenimin diğer arkadaşlarıma okuma-yazma öğretmek için ter dökerken bana verilen epeyce ileri sınıflar için olan bir hikaye kitabını okuduğumu hatırlarım. Çünkü okuma yazmayı okula başladığım yılın yazında öğrenmiştim ve âma olan dükkan komşumuza spor-toto tahminlerini rahatlıkla okuyordum. Babamın terzi dükkanı vardı ve hayat pencerelerimden biri de orası olmuştur. Beşinci sınıfa geçtiğim yıl babamın iş ve işçi bulma kurumundan Almanya’ya işçi olarak gidenlerin içinde adı çıkmıştı. Üç yıl sonra da annemi ve kardeşlerimi yanına aldırırken ben okumayı seçtiğimden Türkiye’de kaldım. Bu belki de hakiki anlamda okur-yazar olmamın yolunu da göstermiş; maddi yalnızlığı kitapların dostluğuna yaslanmakla silmiş, manevi alemlere kanat açtırmıştı.”
Ortaokul ve Liseyi – o zamanlar her iki okul birdi- Birecik Lisesinde okudum. Okul üçüncülüğünü yarım puanla kaçırmıştım. Şimdi bile iftihar ettiğim hal 1977 yılında Tübitak Kimya yarışmasında bölge II. olan ekibin bir üyesi olmamdı.
Hedefimi Lise ikinci sınıfta iken seçmiştim. Edebiyat okuyacaktım. Bunda belki de aynı yılda bir “ulusal” gazetenin edebiyat ekinin yarışmasında üçüncü olup eserimin de orada yayımlanmasının büyük rolü olmuştur.
Psikolojik yanı ağır basan hikaye müsveddesi şimdi elimde değil. Kaybetmeden önce okuyunca hazince gülümsediğimi hatırlarım.
Daha sonra mezuniyetime kadar iki hikayem ve birkaç çala-kalem şiirim de yayımlanınca kararım daha da pekişti.
Hiç unutmam. Mezun olduğum yılda, 1978’de yaptığım Üniversite tercihlerinin yedi tanesi Edebiyat fakültesiydi. En başa –eşantiyon nevinden- birkaç fenle alakalı bölümden sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi’nin Türkoloji Bölümünü tercih etmiştim. Giriş İmtihanından sonra lise ikincisi olan arkadaşımla beraber Türkiye seyahatına çıktık. Önce Adana, sonra Ankara ve İzmir’den sonra İstanbul’a vardık. Sağ olsunlar, hemşehriler bizi iyi ağırladı. Rehberliklerinde o şehirleri dolaştık. Ankara’da arkadaşım Veteriner Fakültesine gitti yalnızbaşına, bense İstanbul’da Edebiyat Fakültesine… İkimiz de ziyaret ettiğimiz bu okulları kazandık.
İstanbul’da hem okuyor, hem de bir edebiyat dergisinin yazı işlerinde gönüllü olarak çalışıyordum. Fakülte 2 ve 3. sınıflarda ise dergiyi Ahmet Çetin isimli bir dostunla beraber, dergiyi çıkaran ekibin yazı işlerine bakmaya başladım. Bu sırada “ulusal” bir gazetede hikaye ve makaleler yayımlıyordum. Fakülte 4. Sınıfının son sömestrinde Hocam Mehmed Kaplan’la “Tarık Buğra’nın Romanları üzerine Bir Tahlil Denemesi” başlıklı tezini çalışırken şu ifadeler çekti dikkatimi.
“O devre ait bütün vesikalar apaçık olarak gösterir ki İstiklâl Savaşı’nın kazanılmasında milli istiklâl fikri kadar, dinin de büyük rolü olmuştur. Türk halkı bazı sathi aydınlara rağmen, bu gün de ŞEHADETLERİ DİNİN TEMELİ OLAN ezanın ebedi olarak inlemesini candan istemektedir. Şundan hiç şüphe etmemek lazımdır: Türkiye’de dini yıkan Türk milletini de yıkar. Dini anlayan ve yücelten, onu – Türk milletini ve devletini- ebediyete kadar yaşatır.”
Edebiyatın İçinden adlı eserindeki İstiklâl Marşı’nı tahlil eden makalesinde Rahmetlik Prof. Dr. Mehmet KAPLAN bu ifadeleri kullanırken, hem gönlündeki değerler silsilesini açığa vuruyor, hem de BAZI SATHİ AYDINLARA rağmen büyük bir gerçeğe parmak basıyordu.
Edebiyat Fakültesi son sınıfa kadar Kaplan Hoca ile meslek ve imtihanlar için derslerini dinlemek, edebi tahlil ve kıymetlendirmelerini okumak dışında bir ünsiyetim yoktu.
Okulu bitireceğim yıl, edebiyatımızda yer edinmiş, “kıymet-i harbiyesi” görülmüş herhangi bir romancıyı inceleme arzumu öğrenince, bir asistanıyla, bana Tarık BUĞRA’nın romanlarını tahlil edip etmek istemediğimi sordurtmuştu. Kabul edince, muhterem KAPLAN Hoca ile iki sömestr sürecek bir çalışma zemini bulmuştum. Bu sayede hem onun, hem de onun BUĞRA üzerindeki aydınlatıcı etkisini kavrama imkânına kavuştum.
Edebiyatta Avrupa’yı bilmemiz gerektiğini belirtmekle birlikte, edebiyatımızda asıl ve öz olarak kendi milletimizi, iç içe yaşadığımız halkın, memleketimizin, hatta yöremizin işlenmesi, zevk ettirilmesi gerektiğini ısrarla savunurdu.
- Cemaat Değil Cemaattan Yana Olmak - 19 Eylül 2024
- Müzeden Ayasofya-yı Kebir’e… - 12 Eylül 2024
- Romancı Olmak – Olmamak – Olamamak - 25 Ağustos 2024
- Vâizler Neden “Etkisiz Eleman”? - 22 Ağustos 2024
- Nur Üstad ve Abdülhamid Meselesi - 11 Ağustos 2024
- Bahardan Sonra Yaz (Öykü) - 5 Ağustos 2024
- Sahabe Bir Sıfat; Hataları İse Ferdidir. - 4 Ağustos 2024
- İsmail Tohumu Fidana, Ardından Ağaca Duracaktır. - 31 Temmuz 2024
- Bazı Dikkatler-2 - 30 Temmuz 2024
- Adem-i Îtimat Meselesi - 29 Temmuz 2024