A R A L I K
Orhan SALCI |
GENE “SİS” GENE “SİSTE SÖYLENİŞ” (AKİF’İ ANLAMAYA DOĞRU)
Lise son sınıfta edebiyat dersindeyiz. Hocamız, (Sare Aktaş, kulakları çınlasın)Tevfik Fikret’in “Sis” ve Yahya Kemal’in “Siste Söyleniş” şiirlerini ve bu şiirler üzerinden iki şair ve mütefekkirimizi değerlendirmemizi istemişti. Nedense o gün bütün sınıf sükutu tercih etmiştik. Hocamız birazda öfkeli bir ses tonuyla “Orhan! kalk sen söyle” diye bana çıkışınca,
usulca yerimden kalkmış, şairler hakkındaki bilgi ve kanaaetlerimi kısaca özetledikten sonra ; “hocam iki şairimiz de Osmanlı’nın son ve sıkıntılı yıllarını yaşamış şair ve mütefekkirlerimizdendir. Biri devlete, idareye, devletin ve milletin taşıyıp sahiplendiği değerler yapısına olan düşmanlığından “sen bat ki ben kurtulayım”; diğeri, Osmanlı’ya, İstanbul’a, millete , tarihine ve tarihten getirdiği değerlerine olan sevgisinden “sen çık ki kurtulayım” demek istemişlerdir” diye kısa ama içimden gelerek, sesim titreyerek bir yorum yapmış, kalktığım sakinlikte yerime oturmuştum.
Son aylar bana yüz yıl önceki Osmanlı dönemini hatırlatıyor.
Tarih elbette tekerrürdür. İyisiyle, kötüsüyle, hayrı ve şerriyle tekerrür ede ede döner gider hayat ve tarih. Ibret almak ise; kötünün değil iyinin tekerrürüne çalışmak, vesile olmak, duacı olmak demek değil midir?
Fikren, hayalen o zamana gidip, hadisatı yaşamak, anlamak; tüm arka planıyla kimin ne görüp neye feryat ettiğini, neyi önerdiğini, ne görüp ne söylediğini anlamak istiyor yüreğim ve aklım. “Delil ve akıbet” der Bediüzzaman hazretleri. Kim ne diyor, ne iddia ediyorsa deliline ve o kişi yada fikriyatın akıbetine bakın, sağlamasını yapın der. Osmanlı aydınlanması diye tarif edilen kuşağın söylemlerine, eylemlerine, yazıp çizdiklerine; İttihat Terakkinin söylem ve eylemlerine, netice ve akıbetlerine bakmadan “ibret” mefhumunu hayata geçirmiş olamayız diye düşünüyorum. Mesele elbette sadece Tevfik Fikret ve Yahya Kemal değil. Onlar, fikri, ideolojik, kültürel, sosyolojik yapıların, arka planların üretiği birer meyveden ibaret insanlardır. O arka plan da ise, Islamı rededen, mandacılığı öneren, saltanatı savunup sultanı reddeden, ırkçılığı savunan, şeriatı savunan, ümmet fikrini savunan, bu fikirlerden devletine kurtuluş reçeteleri bulan ve sunan ideolojiler, fikirler ve insanlar vardı.
Kimi kalemi ve kelamıyla, kimi icraatlarıyla hepsi bonuştu. Gelip geçtiler. Hepsinin kendince delilleri, süslü lafları, mazeretleri vardı. Akıbet ise dağılmış, yokolmuş altı yüz yıllık bir imparatorluk, milyonlarca şehit ve gazi. Açlık, yokluk, perişanlıkla geçmiş onlarca yıl. Alemi İslamın doğrulamayan bükük beli, eğik başı, kırılmış ve tamir edilememiş onuru, izzeti, haysiyeti. Atılamayan sinelere sinmiş korku ve nefret. Ümitsizlik, çaresizlik…
Gene “sis” li günler yaşıyoruz, gene “siste söyleniş”lerimiz var.
Kimimiz, Tevfik Fikret’in, kimimiz Yahya Kemal’in izinden, gözünden sisler tahayyül ediyor, siste söyleniyoruz hal ve kal dilimizle yani eylem ve söylemlerimizle. Kimimiz lâl olmuşuz, sükutu tercih ediyoruz.
Fikretin gördüğü ilk sis Abdülhamit olmalıydı. O sis kalkınca rücu etmiş ve “Rücu”unu yazmıştı. İttihat Terakki başka bir sis olarak çöktü gönlüne ve hayatına çok geçmeden. Birinci dünya savaşını ve neticelerini göremediği için şanslı idi. Görse ne söyler, ne hissederdi bilinmez.
- Var mıyız? - 1 Eylül 2024
- Yetim Yeter - 15 Ağustos 2024
- Meta’nın Esiri mi Oluyoruz.. - 2 Ağustos 2024
- Nerde Çokluk… - 24 Temmuz 2024
- Kurban Kesmek mi, Kurban Olmak mı? - 16 Haziran 2024
- Türk’ün En Büyük Düşmanı - 9 Haziran 2024
- Maarif Modeli Üzerine - 29 Nisan 2024
- Kendini Gizle Dinini Değil.. - 24 Mart 2024
- Köy Hocası Deyip Geçmeyin - 10 Aralık 2023
- Boykot Silahtır - 1 Kasım 2023