Toplum değerlerinin aşınmaya yüz tuttuğu bir dönemde ilmi eserlere ve okumaya olan ihtiyacımız artıyor. Bu meyanda gençlerimizin kökleriyle irtibatının kurulabilmesi için Risale-i Nur gibi içtimai – imani – İslami ve kelami eserler büyük önem taşıyor.
Bu hakikat; “Risale” gibi birleştirici eserlere ihtiyacımızın çok açık olduğunu gösteriyor. Ama asıl meselemiz, onu Kur’an ve Hadis istikametinde, hazretin yazdığı kelimelere kendi ilmî zaviyemizden bakarak, onun bunun indî tevillerine kulak asmadan, bir külliyat bütünlüğü içinde anlamak ve anladığımızı da eğip bükmeden, “çağdaş yorum” gibi “laflarla” reforme etmeden yaşamaktır.
Yani Nur Üstad’ı doğru takip etmektir. O, Erek Dağı’ndaki münzevî yaşayışındayken eski talebelerine şöyle öğüt vermiştir:
“Korkmayınız, ders verdiğim imanî ve Kur’anî yoldan arkamdan geliniz. Ebedi saadet ve selamete erişeceğinizi tekeffül edebilirim. Yalnız ahde vefa gerek. Bu yakînî kanaatım, hususi bir İnayet-i Rabbaniye’ye binaendir.”
Milletçe okumadığımız bir gerçek. Böyle bir toplumda medeniyet ve kültür birikimimizi aktarabilmek için başka çarelere de başvurma ihtiyacımız var. Bunun için de modern iletişim imkânlarının yeterince kullandığımıza inanmıyorum.
Resul-ü Kibriya Efendimiz aleyhisselatü veselam’ın beyanı ne muhteşemdir: “Düşmanın silahıyla silahlanınız.” (Evkamekal) Bunlardan biri de sinemadır. Kitap neşridir…
Hakkını vererek yapılacak filmlerin büyük inkişaflara, fütuhatlara yol açacağına inanıyorum. Kısaca, oyunu kaidesine göre oynayacaksınız. Ne yaparsanız yapın, hakkını vereceksiniz.
Yapılan gazetecilikleri her grubun kendine dair haberleri vermek üzere çıkardığı bültenler olarak görmekteyim. İşin bir de politik yanı var elbet. Taraftarı olduğu görüşü onun bunun kalbine ilka etme meşgalesinden fırsat bulunup da hakiki gazetecilik yapılamıyor ki…
Gazetecilik alanında grup taassubu olduğuna katılıyorum. Bakıyorsun, bir grubun gazetesi diğerinin, öteki de öbürünün aleyhine yayınlar yapıyor. Oysa yan yana yaşamak zorunda olduğumuz şu dünyada birbirimize karşı daha iltimaslı olmamız gerekiyor. Kendi aramızdaki meselelerin temelinde taassup kaynaklı çekişmeler yatıyor.
Taassup Arapça menşeli bir kelime. “A’sab”dan müştak ve “asabiyet” mefhumu ile de çok alâkalı. “Grup, cemaat taassubu”nun ırkçılık ve unsuriyetçilikten farkı yok.
Bazıları, belki de tıpkı “milliyet” mefhumu gibi bunun da “müsbet” ve “menfi”sinin bulunabileceği diyecektir, öyle düşünecek veya öyle düşünmek işine gelecektir!.. Hâlbuki Risale’de (Mektubat, 540) “menfi ve müsbet” olarak ayrılan husus “milliyet”tir; “milliyetçilik” değildir. Eğer o “bazıları”nın suyunun suyu nevinden tefsirleri doğruysa, müspet ya da menfi özelliğe sahip mefhum “cemaat ve grup”tur; “cemaatçilik ya da grupçuluk” değildir.
Üstad’ın eserlerinde geçen “cemaat” mefhumu “cemaat-ı İslamiye”, yani İslamî cemaat; yani İslam müntesibi mü’minlerin hepsi bir tek cemaattir, “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” mefhumundan da anlaşılabilir bu.
Bu büyük daireye “hizmet” için değişik “içtihadi” değerlere sarılmış, metod farklılıkları olan “grupların” varlık realitesi, tıpkı Hucurat Suresi’nin 13. Ayet- i Kerime’sindeki “kavim” târifi gibidir. Kavmiyet bir realitedir ve meşrûdur, ama “kavmiyetçilik, ırkçılık” memnûdur, yasaktır; bir “Cebbetü-l cahiliyye”dir.
Bundan şunu anlamaktayız: Aynı hedefe doğru koşan farklı cemaatler esasında tek bir büyük cemaatin unsurlarıdır. Bu anlamda farklı cemaatlerin olmasında bir mahzur yoktur, belki bunda Allah’ın rahmeti de söz konusudur Fakat “cemaatçilik” mefhumu için aynı şeyi söyleyemiyoruz.
Bediüzzaman Hazretleri Münazarat’da, Lemaat’da “hizip”lerin tek çatı altında toplanmasının “atalete”, meseleler karşısındaki vurdumduymazlığa itebileceğini der, İfadenin siyam ve sıbakına bakar ve fili târif eden körlerin hamakatine düşmezsek, oradaki “hizip” mefhumunun “ehl-i hak” olan “amelî mezhepler” mânasına geldiğini görürüz.
Mesele, 20. Lem’a’da daha da vuzuha kavuşur. “Ehl-i hak” mezheplerin alt birimleri olan diğer mesleklere kadar iner. “Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarikat! Bu müthiş maraz-ı ihtilafa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz.” Takdir edersiniz ki bahsedilen bu “ayıp”, dinî ve imanî kıymetlere karşı işlenen “inhisarcılık, batıl hüküm verme, hakikati tersyüz etme” gibi, -Üstad’ın tâbiriyle- “cinayât-ı azime” değil, ferdî günah ve amel eksiklikleridir.
Bireysel gıybetin helalleşme imkânı kolayken, cemaat ve toplumsal gıybetin helalleşme imkânı o kadar kolay olmuyor şüphesi çok insanı kaygıya atıyor. Gıybet mevzuu çok hassas ve incedir. İlmihali mütearifelerle kimseyi sıkmak istemem ama ıybetin en çirkin olanının fıtrî uzuv eksikliği olduğu, ferdiliği
- Cemaat Değil Cemaattan Yana Olmak - 19 Eylül 2024
- Müzeden Ayasofya-yı Kebir’e… - 12 Eylül 2024
- Romancı Olmak – Olmamak – Olamamak - 25 Ağustos 2024
- Vâizler Neden “Etkisiz Eleman”? - 22 Ağustos 2024
- Nur Üstad ve Abdülhamid Meselesi - 11 Ağustos 2024
- Bahardan Sonra Yaz (Öykü) - 5 Ağustos 2024
- Sahabe Bir Sıfat; Hataları İse Ferdidir. - 4 Ağustos 2024
- İsmail Tohumu Fidana, Ardından Ağaca Duracaktır. - 31 Temmuz 2024
- Bazı Dikkatler-2 - 30 Temmuz 2024
- Adem-i Îtimat Meselesi - 29 Temmuz 2024