Necip Fazıl otuz yaşına kadar, gökyüzünden habersiz yaşamış, Arvasi hazretlerini tanıdıktan sonra mazisini yargılar, kendisini suçlar:
Tam otuz yıl saatim çalışmış ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum
“Gökyüzünden haberi olmak” imajı, bütün insanlık tarihinin en önemli meselelerinden, insan zihninin çözmek istediği bir muamma. Çocuklar, uçurtma uçururken gökyüzünü seyrederler, sadece bir sanat alanıdır gökyüzü. Zihnen gelişmemiş insanlara da gökyüzü o çocuğun baktığı gibidir. Nazım da daha zayıf bir yorum yapar.
Gökyüzü belledik şu ürperen maviliği
İçimiz sıkıldıkça el açtığımız yere
Dua ederken el açmak, gökyüzünün gözünün, açılan elleri göreceği imajını ihtiva eder.
Bediüzzaman gökyüzü ile eserlerinde sürekli dialog halindedir, büyük sırların menbaıdır.
Ayetü’l Kübra’da “Kâinattan Hâlikını Soran Seyyah” bir roman kişisidir. Kerem Aslı’yı her gördüğünden sorar; nehirden, dağdan, Ağrı dağından… Niçe de bu kalıbı sapık bir yorumla kullanır. Arayış dinin, sanatın, felsefenin temel sorunlarından biri. Arayış sorunlarını en iyi çözümleyen, Bediüzzaman’dır.
“Arayış ve Bediüzzaman” tam bir semyozyum konusu. Hep beylik konulardan giden mensubin, bu konulara giremiyor, çünkü bunlar saklı Bedüzzaman.
Anlatamadık o büyük bahribîkeran adamı, anlatamadık.
Necip Fazıl anlaşılmamaktan şikayet eder.
Beni kimsecikler anlamaz zaten
…Sen öp seccadem
der.
Şefkat de görmemiştir
Hapiste hangi arkadaşına haber gönderirse kimse üç kuruş sigara parası bile vermez. Anamın şeyhi hapiste Sivas’da “Rüveyde cigara param bile yok“ anam bileziklerini satar gönderir. Sivas’ta Kırkıncı Hoca ile yatmış biri şeyh biri hoca. Anam elini kaldırdı mı onlar yetişirlerdi, bazan bana çıkışırdı. On iki eylülde sokakta kaldım, anam “ah benim şeyhim olaydı oğul, görürdün” dedi, senin arkadaşların bunlar, dedi.
Ayet ül Kübra’ın girişi gökyüzü ile başlar.
Semavat, kainat Halıkını bildiren en parlak sahife:
“tüsebbihülehüssemavatıvelardıve men fihinne ve in min şey’in illâ yüsebbihü bihamdihi ve lakin tatefkehün tesbihehüm innehü kâne halimen gafura”
Bu ayet-i muazzama gibi pek çok ayat-ı Kur’aniye, bu kainat H â l ı k ı n ı bildirmek cihetinde, her vakit ve herkesin en çok hayretle bakıp zevk ile mütalaa ettiği en parlak bir sahife-i tevhid olan semavatı en başka zikretmelerinden, en başka ona başlamak muvafıktır.
Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen herbir misafir gözünün açıp baktıkça görür ki:
Gayet keremkârane bir ziyafetgâh (1)
Ve gayet sanatkârane bir teşhirgâh (2)
Ve gayet haşmetkârane bir ordugâh (3) ve talimgâh(4)
Ve gayet hayretkarane ve şevkengizane bir seyrangâh (5) ve temaşagâh(6)
Ve gayet manidarane ve hikmetperverane bir mütalaagâh (7) olan
Bu güzel misafirhanenin sahibini ve bu kitab-ı kebirin müellifini ve bu muhteşem memleketin sultanını tanımak ve bilmek için şiddetli merak ederken, en başta göklerin nur yaldızı ile yazılan güzel yüzü görünür: “Bana bak aradığını sana bildireceğim.” der.
Yukarıdaki yedi şekil kainat tasarımı ve başlarındaki sıfatlar, bütün ilim ve sanat dallarını, dini, felsefeyi, mitolojiyi, astronomiyi içine alan bir genişlikte tasarlanmış ve ifade edilmiştir.
Keremkarane, ikram etmeyi seven bir insan, en iyi biçimleri ve tadları kullanır; bu dünyada insana sunulan herşey ikram etmeyi seven bir ilah tarafından tasarlanmış. Ziyafetgah bahara bak, bütün çiçeklerle ziyafet yerini nasıl donatıyor; bakın kullarım sizin için evinizi süsledim. Meyve ağaçları ne kadar güzel çiçek açmışlar. Daha sonra meyve verecekler. Bütün meyveler ve çiçekler ve sebzeler ne kadar keremkarane hazırlanmış, işte bu dünya böyle keremkarane bir ziyafetgah…
Ziyafet genel bir telakki, ama ikinci sanakarane teşhirgah, daha özel bir sınıfa, teşhirden, dizilmekn, sergilemekten zevk alan sınıf için söylenmiş. Yeryüzü ne kadar güzel sanatsever bir ilah tarafından dizilmiş, yerleştirilmiş, her şey yerli yerinde. Daire-i imkanda daha güzel yoktur, sözünün gereği herşey yerine konmuş.
İbrahim Hakkı hazretleri:
Deme bu niçin böyle yerincedir o öyle
der. Yunus: “Her nereye baksam dopdolusun, seni nere koyam benden içeri” derken, yerli yerine konan şeylerdeki ilahi tanzimi anlatır. Tanzimden güzele gider. Kainat bir güzel sanatlar galerisi, onun için Kur’an ve sanat en çok bakmak ve görmeyi nazara verir. “fenzur ilâ âsâri” kalıbı bunu anlatır. Ama din, emir ve yasaklar kitabı gibi gösterir Kur’an’ı. Bu Kur’an bu eğitimle garip geldi garip gider. Kur’an’da bakmak, görmek ve düşünmek birkaç sanat tezi olur. Camide okulda, sanat fakültelerinde Kur’an yok, şerle doğru ucuca geldi, siyasi beyanlarla bu ülkede dini ve kültürel devrim yapılmaz, gel de anlat. Okyanusa bağır, balıklar dinlesin. Tehlikeli bir gayrimemnunlar silsilesi, Fransız ihtilali öncesine benziyor gibi. Bediüzzaman kitabı unutan Zübeyir Abi’ye “Gel bugün de kainat kitabını okuyalım” der.
Dünya haşmetkârane bir ordugâh ve talimgâh veya kainat/varlıklar ilahi ordunun üyeleri; her canlı gruplar halinde aynı kanunla terbiye ediliyor. Kuzular koyun olmak için talimde, çocuklar anne olmak baba olmak için talimde, yumurta tavuk olmak için talimde, öğrenci doktor olmak için talimde; talimde talimde.. Bir gariplik var mı halimde. Peygamberi mağarada gizleyen örümcek. Onun geldiğinden suspus oturan güvercin, ona selam veren dağlar ağaçlar, selamünaleyküm Ya Resullallah, seni kutluyor Allah, biz ne yapalım billah. İnsan talimde ahirete layık insan olmak için ama talimden kaçıp “hayatımı yaşıyorum” diyen, kaçaklar. “lüvhün laibün bakiyat üssalihat”
Hayretkerane, şevkengizane seyrangah ve temaşagah.
Bu çok özel bir sınıf için
Namaz hayret demek, çünkü insan bir anlamı, görüntüyü kaldıramıyorsa, zihni izahta tıkanıyorsa o zaman başını eğer, büyükler karşısında eğidiğimiz gibi, en büyük Allah olduğuna göre, o büyüklük karşısında kul ancak secde ile hayretini ve anlamasını ifade eder. En iyi anlama hayrettir. Anlaşılamayana hayret edilir, Arap, ayeti duyunca secdeye kapanır hayretinden, çünkü ordaki söyleyiş gücünü zihni istiab edememiş ve secdeye kapanmış. Bu yüzden insan Allah’ın azamet ve büyüklüğünü anlatmak için günde defalarca secdeye kapanıyor ve büyüklüğe karşı aczini ifade ediyor. Secdenin hayreti teskin vasıtası olduğuna göre insan secde eder. Ama seyrettiği âlemden kendinde hâsıl olan şaşkınlığı ancak başını secdeye koymakla gideren insan, çok özel insandır. Bu anlamı bilmeden yapılan secdeler, bilerek yapılan secdeler… Eazımın secdeleri ne kadar farklıdır.
Bu âlemin ilmen, sanaten, dinen, tasarımsal, estetik güzelliği yerindeliğini gören insan onu ifade için secdeye kapanır, ama hayretkarane, yani şaşkınca; bu Bediüzzaman’ın secdesi. Ya şevkengizane nasıl, yani âlemi seyir ve temaşadan şevke gelmek. Bu, eazımın hali, bilmiyorum, bana yabancı da.. Hayret ve şevkinden kendinden geçen büyük veliler, mutasavvıflar… Seyir ve temaşa bunlar için verilmişken insanlar başka yerlerde kullanırlar. Bütün görsel sanatlar seyir ve temaşayı kullanır. Hatta tiyatronun bizdeki ilk adı temaşadır. Tiyatro binasının ilk adı temaşahane veya sahne-i temaşa.
Ve gayet manidarane ve hikmetperverane bir mütalaagâh
Yedinci mana daha derin ve özelin de özeli olan bir mana. Allah eşyaya, olaylara, varlıklara anlamlar yüklemiş, insan da bu anlamları çözmekle sorumlu. İlimler yanında sanat da anlamları çözüyor. Allah hikmeti seviyor yani hikmetperver, yani eşyanın ve insanın ve varlııkların yaratılışında dünyevi ve uhrevi manaları çıkaranları yani hikmet âşıklarını seviyor. Sofiler, ilim adamları, mutasavvıflar bütün bu anlamlar üzerinde durmuşlar. Ama sahibi onları hikmet yüklü yapmazsa nasıl insanlar, hikmet çıkarabilir. Çok manalı ve hikmetli bir kainatı insan mütalaa ediyor, mütalaa ve yorum, insanın ve kulların ve sanatçıların görevi. Aslında gerçek anlamı ile bir Müslüman ciddi bir sanatçıdır, mütalaa, seyir ve temaşa onun işidir, ama bunları bilmek gerekir.
Necip Fazıl, Yunus Emre ve Mansur ile ilgili iki şiir yayınlamış .
Kaç mevsim bekleyim daha kapında,
Ayağımda zincir, boynumda kement?
Beni de, piştiğin bela kabında,
O kadar kaynat ki, buhara bezet!
Bekletme Yunusum, bozuldu bağlar,
Düşüyor yapraklar, geçiyor çağlar;
Veriyor, ayrılık dolu semalar,
İçime bayıltan, acı bir lezzet.
Rüzgara bir koku ver ki, hırkandan;
Geleyim, izine doğru arkandan;
Bırakmam, tutmuşum artık yakandan,
Medet ey dervişim, Yunusum medet!
Necip Fazıl Kısakürek
Bu şiir şairin arayış dönemindedir, bir yeni dünya keşfetmek ister, Yunus Emre’ye olan hayranlığı bunu gösterir.
Mansur şiiri de yine şarin arayış vadisini gösterir. Mansur aşkından hayatını kaybetmiş büyük bir veli. Bütün bunlardan sonra şair Arvasi hazretlerini bulur; arayan, bulur.
MANSUR
Mercan mercan, uçuk dudağında kan,
İnci inci, soluk şakağında ter.
Ne baş yedi, ne kan içti bu meydan!
Bu meydan aşıktan canını ister.
Tatlıydı akrebin sana kıskacı,
Acıya acıda buldun ilacı;
Diyordun, geldikçe üstüste acı:
Bir azap isterim bundan da beter.
Sana taş attılar, sen gülümsedin,
Dervişin bir çiçek attı, inledin,
Bağrımı delmeye taş yetmez dedin,
Halden anlayanın bir gülü yeter !..
İki şiirin de ortak yanı pişmek için çile aramaktır. O da beş buçuk sene hapis yatmış ve büyük çileler çekmiştir.
Onun bir harika sözü ile bitirelim.
Anladım işi! Sanat Allah’ı aramakmış
Marifet bu gerisi çelik çomakmış
- Çanakkale Şehitlerine - 18 Mart 2023
- 12 Mart Erzurum’un Düşman İşgalinden Kurtuluşu ve İstiklâl Marşı - 11 Mart 2023
- Mustafa Kavurmacı ile İlgili Bir Hatıra - 20 Kasım 2022
- Zafer Ayı Ağustos - 28 Ağustos 2022
- Kırkıncı Hoca, Hikmet Parıltıları - 22 Temmuz 2022
- Orhan Pamuk Maceram - 28 Ocak 2022
- Bir Yayıncıdan Rica - 3 Kasım 2021
- Resim ve Heykel Sanatı ve Denizli - 25 Ekim 2021
- Türkiye’nin Romanı Olarak Gün Doğmadan.. - 20 Ekim 2021
- Henri Troyat ve Lev Tolstoy Biyografisi - 9 Eylül 2021
Essiz bir deneme bediuzzmani anlamak bu herhalde