Ana Sayfa / Yazarlar / Gülün Adı

Gülün Adı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Gülün Adı

Gülün Adı Umberto Eco’nun romanı. Postmodern romanın en büyük örneklerinden. Porstmodern roman aşağılanan din ve kiliseye ve ortaçağ kültürüne karşı bir geri dönüş, ve modernize etmektir. Bizde Orhan Pamuk Benim Adım Kırmızı romanı ile postmodern roman örneği vermiş bizim de gerekli değer verilmeyen tarih, tasavvuf ve hat sanatını gündeme getirmiştir. İki roman arasında temaların işlenişinde  benzerlikler vardır. Yahya Kemal de bizde Eski Şiirin Rüzgarlarıyla isimli eseri ile erken postmodernizmimizi anlatmıştır. Onun şiiri de özellikle tarihi şahsiyetlere Osmanlının büyük hükümdarlarına ve savaşlarına, akıncılarımıza dönüştür, yeni bir bakış açısı ile.

Umberto Eco, Gülün Adı romanında anlatımı William ile Adso arasındaki konuşmalarla idare etmiş. Bildiğim kadarı ile böyle bir anlatım narrasyon tekniği başka bir romanda yok. Acaba bu tür yeni bir anlatım tekniği kullanmakla Eco ne yapmak istemiştir. Eco alışılagelmiş modern romanın kendini olayların ve sahnenin arkasına çekmiş, yorum dahi yapmayan nötür anlatıcı tarzını beğenmez. Okura Adso hitab eder, onlara bilgi vermenin gereğine inanır. Dört beş dizelik bir büyü gibi görünen garip şekillerden oluşmuş cümle gibi metni anlatırken okur ile bir ahdi var gibi konuşur.

“Gerçekten de büyüyü andıran dört beş dizelik bir diziydi, gözlerimin önündeki bilmece hakkında okura bir fikir verebilmek için yalnızca ilk işaretleri yazıyorum buraya “(Gülün Adı 194) Eco bu tarz bir anlatımla okuru anlatımın kadrosuna dahil etmiştir, bu tamamen yeni bir anlatımdır. Adına postmodernizm denmesinden daha çarpıcı olan böyle üçlü bir diyalogu kullanması anlatımı dar bir vadiden kurtarır.

William kadınlarla ilgili okuduğu bir kitaptan hareketle yoksul köylü kadınlarının bedensel günahlarıişlemeye  diğer kadınlardan daha yatkın olduğunu söyler. Fakat bu William’ın aceleye getirilmiş bir fikridir. Yoksul insanlar bütün dinlerde daha namuslu hareket ederler, zengin insanlar daha ileri boyutta cinsel zevklerini tatmin ederler. William papazların köylülerle ilişkilerinde bazı kızları zinaya sürüklediklerini söyler. Ama bunun nedenini vermez, nesnel değildir. Bu yorumlarının kilerciyi de altüst edeceğini söyler.(Gülün Adı 311)Bu ifşaatlarını da okurdan hareketle yapar.

Kitaplık romanın sırları tükenmez bir mekanıdır.  William ile Adso bir keresinde orda dolaşırken güzel buluşlar bulmuşlardır. Başlangıçta bu sırlı yerin esrarını çözmeği düşünürken yeni kitaplara rastlamışlardır. Bunu okurunda paylaşmasısını ister, “onlara itirafta bulunur”(Gülün Adı 366)

Estetik

Tabiatın güzelliklerini zaman zaman nazara verir romancı kahramanlarının görüşü ile. Severinus, bahçelerin Allah’ı anlattığını ifade eder. “Yazın ya da ilkbaharda herbiri kendi çiçekleriyle bezenmiş çeşit çeşit bitkileriyle bu bahçe Yaratıcı’ya daha güzel övgüler söyler.”(Gülün Adı 87) Severinus, sadec güzellikleri görmez bitkilerin bütün hallerini, mevsimler içindeki değişmelerini, hangi bitkinin hangi hastalığa iyi geldiğini de bilir. Romandaki bütün kahramanlar sanat ve meharetllerini Allah’tan bilirler. “Bir yandan Tanrı’nın lütfuna borçluyum bunu” (Gülün Adı 87) Daha sonra da kendinin hakkını da verir. “öte yandan üstadlarımın isteği üzerine layık olmaksızın öğrendiğim sanatıma borçluyum“(Gülün Adı 87) Eco herşeyi kendi başarısı olan modern toplumların insanlarını ironik olarak eleştirmiş olur.

Eco, gözlemlerden teorik estetiğe gider. Klisenin yazı salonuna bakarken ışığın güzellikdeki tesirini söyler. “Başka zamanlarda, başka yerlerde, birçok yazı salonu gördüm, ama hiçbirinde çevreyi aydınlatan fiziksel ışığın dökülüşünde odanın orantısının ayrılmaz bir niteliği olan ışığın somutlaştırdığı tinsel ilke, tüm güzelliklerin ve bilginin kaynağı olan charitas (aydınlık, berraklık, parlaklık) böylesine ışıl ışıl parlamıyordu. Çünkü güzelliği yaratan üç şeyin uyumudur, herşeyden önce  bütünlük, vahdet ya da yetkinlik, kemal. Bu yüzden yetkin olmayan şeylere çirkin deriz, sonra gerekli orantı ve uyum, son olarak da aydınlık ve ışık, gerçekden de rengi açık ve seçik olan nesnelere güzel deriz. Ve güzelin görünümü erinç sağladığı ve susuzluğumuzu erinç içinde iyi ya da güzel şeylerle gidermek aynı şey olduğu için de içimin de büyük bir avuntuyla dolduğunu hissettim ve böyle bir yerde çalışmanın ne denli hoş olacağını düşündüm.”(Gülün Adı 93)

 Eco bütün estetik kategorileri  özetlemiştir. Bir şeyin parçaları arasındaki birlik, diğer adlarıyla vahdet ve bütünlük. Parçalar arasında uyum varsa ona vahdet denir. Bütünlük denir. Eşit büyüklükteki cüzlerden yapılan güzellik genellikle geometrik güzelliktir. Ama homojen olmayan şeylerden yapılan güzellikler daha estetiktir, evrende canlılarda bütün eğri çizgilerle yapılan güzellikler vardır. Bütünlük ile yetkinliği aynı satırda saymıştır, ama ikisi farklı şeylerdir. Yetkinlik bir şeyin mükemmel olmasıdır, hatanın en aza indirgendiği güzeldir, yetkin olan. Diğer yetkinlik ise fonksiyonel olandır. Yani nesne ne işe yarıyorsa o işi yapacak mükemmellikte olmasıdır. Mesela arı ve koyun kendinden bekleneni en mükemmel şekilde verir. Çeviri dili daha sağlam olsaydı daha güzel cümleler kurulabilirdi. İtalyanca mukabillerini söyleseydi daha etkili olurdu. Güzellik ruhun etkilendiği şeydir, çevirmen ona ernç diyor, bir de susuzluğumuzu gidermek şeklinde anlatır estetik tatmini.  

Adso bazan hayvanları gözlemleyerek güzel şeyler düşünür. “Adımların beni çobanların öncülüğünde çok sayıda öküzün dışarı çıkmakta olduğu öküz ahırlarına  sürükledi. Onların eskide de  şimdi de dostluk ve iyilik simgesi olduklarını hemen anladım“(Gülün Adı 323) Yeri geldiğinde çirkin şeylerin yaratılmasından da güzel sonuçlar çıkarır. ”Tanrı’nın iyiliği  en korkunç hayvanlar  aracılığıyla bile kendini gösteriyordu”(Gülün Adı 325) “Ama bu kötü hayvanlar tıpkı köpekler, öküzler, koyunlar, kuzular ve vaşak gibi kendi değişik sesleriyle Yaratan’a ve onun bilgeliğine övgüzel dizerler.”(Gülün Adı 325)

Daha ileri gider yaratıkların arasındaki büyüklük ve dengeye hayranlık duyar. “Bu dünyanın en alçak gönüllü güzelliği bile ne büyük dedim ve tüm evrende öylesine süslü bir biçimde düzenlenmiş olan  nesnelerin yalnız biçimlerini, sayılarını ve düzenlerini değil, aynı zamanda doğanların  ölümleriyle belirlenen, ardarda sıralanış ve kesilişlerle akıp giden  çağların döngüsünü dikkatle izlemenin usun gözü için  ne hoş olduğunu söyledi kendi kendime. Yaradan’a ve bu dünyanın düzerine karşı tinsel bir sevecenlikle duygulandım, yaratıkların büyüklüğü ve dengeliliğine sevinçli bir saygınlıkla hayranlık  duydum.” (Gülün Adı 325)

Bizde de eksik olan düşünülmeyen evren ve din konusundaki yetersizlikleri gördüğü için Eco, kahramanı Adso’ya evrendeki güzellikler ve denge üzerinde monolog interior, iç konuşmalar yaptırır. Anlattıkları Hristiyan kadar bir Müslüman için de gerekli felsefi –dini yorumlardır. ”Allah’ın evindeki tüm güzelliklerin tadına vardığım bu renk renk taşların  büyüsü beni dışsal kaygılardan, dünyevi kaygılardan çekip aldığı ve derin düşünce, maddi olanı ruhsal olana dönüştürerek beni kutsal erdemlerin çeşitliliği üstüne düşünmeye ittiği zaman, kendimi deyim yerideyse  evrenin tuhaf bir bölgesinde  bulurum sanki; artık ne tümüyle yeryüzünün çamuru içinde ne de gökyüzünün arılığından tam anlamışla bağımsız bir bölgede. Bana öyle gelir ki Tanrı’nın lütfuyla deruni açımlama yoluyla, bu aşağı dünyadan o yüce dünyaya  geçerim.”(Gülün Adı 170)

Her varlığın kendi orantı kurallarına göre var ve ışık  olduğunu seyirle gözlemler. “Her yaratık dedi, ister gözle görülür, ister görünmez olsun ışıkların yaratıcısının varlığa dönüştürdüğü bir ışıktır. Bu fildişi, bu oniks, hatta çevremizi kuşatan şu taşda bir ışıktır, çünkü onların iyi ve güzel olduklarına, kendi orantı kurallarına göre var olduklarını, cins ve tür bakımından, tüm öteki cins ve türlerden ayrıldıklarını, kendi nicelikleriyle tanımladıklarını, kendi düzenlerine bağlı  kaldıklarını, ağırlıklarına uygun düşecek özel yerlerini aradıklarını  biliyorum.“(Gülün Adı 170)  

Kahraman Adso felsefenin, estetiğin, teolojinin büyük meselelerini teorik olarak değil, gözlemlere dayalı olarak anlatır. Tanrısal nedensellik materyalizmin herşeyin nedeni olarak maddeyi göstermesine karşılık, kitaplı dinler ve idealist  felsefe nin yaratılışı yorumlama tarzıdır. Eco Allah’ı “nedeni olmayan ilk neden” olarak ifade eder. Allah’ın nedensellik kuralının tek hakimi olduğunu bu kadar harika bir şekilde ifade etmesine parmak ısırmak lazım. Kur’an da bir sineğin kanadını bütün sebebler toplansa yapamaz şeklindeki ifadeleri mukabili, Hristiyan Eco kahramanı ile bir gübre ve böceğin bile tanrısal nedensellikten söz edebildiğini büyük bir derinlikle ortaya koyar. Her iki dinin de Allah’ı eşya ve olaylarda okuma tarzını vermesi dolayısıyla Eco ‘nun yaptığı takdire değer. Yaratılışın kutsal gücünü araştırır. “Baktığım maddeler doğaları gereği ne denli değerliyse, bunlar bana o denli açık olur ve yaratılışın kutsal gücü ne denli iyi aydınlanırsa – nedenin bütünlüğü içinde erişilmez yüceliğine, sonucun yüceliğiyle  erişmenin gerektiğine göre – tanrısal nedensellikten gübre veya bir böcek bile bana söz edebiliyorsa, altın ile elmas gibi  olağanüstü bir sonuç bu nedenselliği o denli iyi açıklar bana. Sonra bu taşlarda öylesine üstün şeyler algılayınca sevince boğulan ruhum ağlar, dünyasal  boş gururdan ya da zenginlik sevgisinden değil, nedeni olmayan ilk nedenin katıksız sevgisinden ötürü.”(Gülün Adı 170)

Tanrısal nedensellik, bilimin neden üretmesi değildir, bilim  nesnelerin nedensellikleri üzerinde durmaz, oluşturulmuş varlıkların yaratılış ve varoluş seyrini anlatır.felsefenin  materyalist kısmı da nedenselliği maddeye verir, ama idealist felsefe ve dinler Tanrısal nedenlere dayandırırlar. Her varlık yeryüzünde bir misyonu ve fonksiyonu olan varlıktır. Bütün varlık içinde bölüşülmüş bir görevlendirme vardır, bilim bu amal taksimine gerekçe bulamaz. Güneşin hayatın kaynağı olmasının nedeni Tanrısal nedenlerdir, her varlık insan hayatına bir yönden hizmet eder. Onların biyolojik, zoolojik varlık gerekçeleri olayların seyridir. Ama onları hayattaki yerlerine misyonu ve fonksiyonu olarak koymak ilahi bir neden ve tercihten ileri gelir. Koyunun insan hayatına lazım olması koyunun seçimi değil, onun dışında insanı bilen bir tercihin yapımı ve şekillendirmesidir. Eco’nun Tanrısal nedensellik dediği işte budur. Hristiyanlık ve Müslümanlık farketmez, bu  Allah’a inanan herkesin kabul etmesi gereken bir gözlemci tanrıbilimdir.

Materyalizmin maddeyi ilahlaştırması karşısında madde Tanrı’nın tecellisidir, Adso böyle düşünür. “Her Şeye Gücü Yeten’le iletişim kurmamızı  sağlayan yolların en kestirmesidir bu. Tanrının tecelli ettiği madde”(Gülün Adı 171) Madde üzerinde düşünüp orda Allah’ın tecellisini görmek  bizim dini düşüncemizinin de temel bakış açısıdır maddeye. Eco bilimsel bir evren yorumu eserinde sunar.     

Tanrısal kitap

Adso dini tefekkürü günlük hayatın ayrıntısı ile bağlantılı anlatır. Katili bulmak için araştırma yaparlarken sadece katilin mekanlarından ve olaylardan okunması değil bütün evreni bir kitap ve yazı olarak yorumlar. “Omnis mundi  creature quasi liber et scriptura –dünyanın tüm yaratıkları kitap ve yazı gibi.(Gülün Adı 12 9) Buradan hareketle katilin bulunmasının da mekânlardan bir kitap gibi okunmasını söylemiş olur.

  Tasarım

 Yaratılışın yaratmadan önce bir tasarım safhası olduğunu söyler Adso.”Tanrı da dünyayı böyle bilir; çünkü onu yaratmadan önce dışardan bakıyormuşçasına zihninde tasarladı, dünyanın kuralını bilmiyoruz, çünkü onun içinde yaşıyoruz, onu yaratılmış olarak bulduk. Demek ki insan dışardan bakarak nesneleri tanıyabilir. Sanat yaratılanları tanıyabilir, çünkü sanatçının işlemlerini  aklımızdan geçirebiliriz, doğanın yaratılarını tanıyamayız ama, çünkü onlar bizim zihnimizin ürünü değildir”(Gülün Adı 253)

Sanat eseri ile ilahi sanatların farkını anlatır, sanat eserleri insanların yaptıklarıdır, teknikleri, nasıl yapıldıkları anlaşılır, ama Allah’ın yarattığı ilahi sanatların yaratılış süreçlerini, kanunlarını, tasarımlarını, inceliklerini  bilemeyiz. Eco ilahi sanatı kabul etmeyen modern sanat eleştirmenleri gibi düşünmez. Birini biri için inkar etmez, ikisinin de kendine göre kanunları olduğunu belirtir. Büyük bir adamdır Eco bu bir gerçek. İşte bu postmodernizm demek. Modern sanatın ve ilahi sanatın süreçlerini iyi bilir ikisini birbirine düşman etmez, ikisinin de haklı yönlerini anlatır.

Evrenin tasarımı tek tek değil hep birliktedir. Evren yaratılmadan önce Allah’ın zihninde tasarlanmış, onda sonra varlık yaratılmıştır. Buna islam felsefesi  tasarım safhasına imamı Mübin, yapım safhasına da kitabı Mübin der. Eco bilerek bilmeyerek iki dinin yaratılış hakkındaki fikirlerini uzlaştırır. Baklava yapılırken yapan onu birkaç kere gözden geçirir tadına bakar, sonra en ideali bulduğunda yapar. Her şey en ideal ve yerli yerindedir. Sanki yaratan önce insanın midesinin  ve gözünün dili  ile bakmış, ondan sonra yaratmıştır.

Nesneler

Nesneler edebiyat ve sanat felsefesi ve romanın değişmez unsurlarıdır. Ama Eco nesneler konusunda kitaplı dinlerin nesnelerin isimlendirilmesi konusundaki fikirlerini benimser. Kur’an’daki ifade edilişiyle burada ifade edilen mahiyet ve keyfiyet olarak aynıdır. “Tanrı Adem’e iyilik ve kötülük ağacından meyve yememesini söylemişti. Bu kutsal yasaydı, ama sonra ona nesnelere ad koyma yetkisi vermiş, hatta onu yüreklendirmiş  ve yeryüzündeki uyruğunu bu konuda özgür bırakmıştı. Gerçekten de günümüzde bazı kimseler “nomina sunt konsequentia rerum”(Adlar nesnelerin sonucudur) diyorlarsa Yaratılış kitabı bu konuda çok açıktır. Tanrı onlara ne ad vereceğini görmek için tüm hayvanları Adem’in yanına getirdi ve Adem her canlı yaratığı nasıl çağırdıysa onun adı o oldu.

Kuşkusuz ilk insanoğlu kendi Ademce dilinde her nesneye her hayvana yapısına uygun bir ad verecek ölçüde zekiyse de kendi görüşüne o hayvanın yapısına en uygun düşecek adıtasarlamakta bir tür egemenlik hakkını kullanıyordu gene de”(Gülün Adı 403)   

Adso klisede gördüğü nesnelerin göz kamaştırıcı  güzelliği karşısında hayranlık çığlığı atar. Başrahip onun şaşkın hayranlığını görünce bunların dindarlığının ve Allah’a bağlılılığının sonucu olduğunu anlatır. Allah’a bağlılıkları her fırsatta gündeme gelir. İnsanı karartan kendini beğenmişlikve herşeyi kendinden bilmekten uzaktırlar.” Bu gördüğünüz zenginlikler dedi bana ve üstadıma dönerek ve daha sonra görecekleriniz yüzlerce yıllık dindarlığın ve Tanrı’ya bağlılığın  kalıtımı, bu manastırın gücünün ve kutsallığının tanığıdır. Prensler ve yeryüzü hükümdarları  mühürlerini büyüklerin simgesi olan altın ve diğer taşları, bu sunağa ve ona sunulmuş nesnelere özveriyle bağışladılar. Tanrı’yı ve onun yeri olan bu manastırı yüceltmek için onların eritilmesini istediler. O Herşeye Gücü Yetenin gücünü ve erkini unutamayız. Çünkü kutsal cömertliği gizlemenin değil tersine ortaya koymanın yararlı ve uygun olduğunu inanıyoruz”(Gülün Adı 169) Klisenin güzelliklerini göstermek ile göstermemek konusunda iki görüş vardır, biri göstermeden yana diğeri ise mütevazi göstermekten yanadır. Bunu Eco Ortaçağ Felsefesinde Güzellik ve Sanat kitabında anlatır. Kendisi gösterilmesinden yanadır, burada izah edildiği gibi.  

Kitap ve Kitaplar

Eserde bir kainat kitabı bir de diğer kitaplar hakkında yorumlar yoğundur. Bütün evren bir kitaptır “Tanrı’nın parmağıyla yazılmış bir kitap olan tüm dünya, öyle bir kitap ki orada herşey bize Yaratıcı’nın uçsuz bucaksız iyiliğinden söz eder, orada her yaratık yaşam ve ölümün betimlenmesi aynasıdır, sıradan bir gül bile yeryüzündeki yolumuzu aydınlatan bir parıltıya dönüşür. Tüm dünya bana  günahkar da olsa ve yazgılıysa yaratılışın büyük kitabının her şeye karşın bir bölümü, evrenin söylediği ilahinin bir dizesi. Tıpkı bir lir gibi bir ses uygunluğu ve uyum mucizesi olarak düzenlenmiş  evreni bir arada tutan Tanrı’nın büyük tecellisinin  bir parçasından başka şey olamazdı.”(Gülün Adı 320)

Romanda kitaplar esrarlı nesneler gibi anlatılarlar kimi zaman. Manastır’ın insanlarının kitaplarla ilgileri anlatılır. “Biz burada kitaplar arasında kitaplarla birlikte, kitaplara göre yaşayan  insanlar arasında ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Bu nedenle onların kitaplar üstüne söyledikleri sözler de önemlidir.“(Gülün Adı 135) Bu fikre romanın bir  şahsı olan Benno katılır. “Bizler kitaplar için yaşıyoruz. Kargaşa ve yozlaşmanın egemen olduğu bir dünyada hoş bir görev bu. Belki de o zaman o gün ne olduğunu anlarsınız.”(Gülün Adı 135) Kitaplar hakkında genel yorumlar yapılır. “Kitaplar inanmak için değil, araştırmak için yazılır. Bir kitap karşısında onun ne dediğini değil, ne demek istediğini sormalıyız kendi kendimize, kutsal kitapların  sözünü ettikleri gibi  bir tek boynuzlunun sağtöresel ya da alegorik ya da analojik bir gerçeği var. Ama tıpkı erdenliğin soylu ir erdem olduğu düşüncesinin gerçek olarak kalması gibi bir gerçktir o. Sözcükler yalan söylese de üst gerçekler dile getirilebilir. Ama üzülme gerçek varlıklardan değilse bile olası varlıklardan  söz eden kitaplarda var onlar”(Gülün Adı 361)

Anlatım

Anlatıcı Adso bazan şimdiki zaman ve ona ek olarak da gelecek zamanı kullanır. “Hava şimdiden kararmış kar yağmaya başlamıştı, hafif küçük lapalar halinde bir kar, sanırım hemen hemen bütün gece sürecekti, çünkü ertesi sabah tüm ova, daha sonra anlatacağım gibi apak bir örtüyle örtülecekti. “(Gülün Adı 114) Olayların cereyan ettiği zaman ile yazım zamanı içiçe bir şekildedir.

Openin and cllosing 

Romanın açılış ve kapanışları adeta kuzey ve güney kutupları gibi  romanın diğer bütün bahislerinin hakim noktasındadır. Birçok ünlü romanın açılışları/opening daha sonraki olayların çekirdek vakası durumundadır. Büyük Umutlar romanında romanın açılışı bir mezarlıkta oturan Pip ile onu gören bir kürek  mahkumunun onu yakalaması ve ondan bir eğe ile birlikte biraz yiyecek getirmesini istemesidir. Bütün roman bu çekirdek vakadan doğar. Gülün Adı bir romandır tıpkı gül gibi hakkında çok şey söylenen ama net bir şey söylenmeyen bir şeydir. Eco gülün batı kültüründeki yerini iyi biliyordu, birçok eksersizden sonra Gülün Adı ismini vermiş, o müphemin, sembolün derinliklerindeki anlamı biliyor bu derinliği ancak gül adı ile yansıyacağını ortaya koyuyor bu ismi vermekle eserine. 

Gülün Adı nasıl bir romandır klasik roman tariflerinin şumülüne giren bir roman olduğunu söylemek son derece güç bir romandır, bir kutsal kitaptır. Kutsal kitap sadece indirilen kitap anlamına gelmez, dinler tarihinde çok mukaddes kitaplar vardır, bunlar büyük mukaddes kitapların doğrultusunda yazılmış kitaplardır. Gülün Adi roman biçiminde bir din felsefesidir. Tahminimce Eco dinin klasik tarifleri ve klasik mensuplarını denetlemiş ortaya bir evren ve insan ve nesne yorumları  meydana getirmiştir. Din de evren ve insan ve olaylar yorumundan başka bir şey değildir. Hristiyanlığın ihtilaflı meselelerine akılla çatışan konularına girmeden bir insanın evreni ilahi bir perspektiften nasıl yorumlayacağının örneklerini verir Eco. Gülün adında çok da isim vermeden bir Hristiyanlık felsefesi yapar. İlim adamlığına estetik dersleri ile başlayan Eco güzel çirkin bütünlüğü içinde bir din felsefesi kitabı yazmıştır. Her güzel şey çirkin öğeler taşır, çirkin ile uzlaşmadan ondan katkı almadan bir güzel yoktur. İnsan çok güzel bir canlıdır ama içindeki çirkinlikler zahirindeki güzellikleri besler. Gülün Adı’nın çirkin yanları da vardır, ama düz bir güzellik değil engebeli bir güzelliktir, kavak değildir ama söğüttür. Bütün meyveli ağaçlar eğridir, düz ağaçlar meyvesizdir mesela kavak gibi. Evrende güzellik düz çizgilerden pek az ama eğri çizgilerden oluşur, Allah eğri çizgileri kullanır.

Gülün Adı uygulamalı estetik kitabıdır. Hem tanrısal hem ilmi hem seküler estetik örneklerini verir. Gülün Adı klasik anlamda postmodern romandır. Bence hiç de öğle değil, bu roman postmodern din romanıdır. Burada modernizmin eleştirisi yok, ama Ortaçağın daha zengin olduğunu ortaya koyan bir romandır. Romancı ortaçağ sonrası sanatçılarının veya toplumsal kuramcılarının ortaçağa zulmettiklerini görür, onun hiç de öyle olmadığını ortaya koyar.

Gülün Adı felsefi bir romandır, Adso üstadı olan, William’ın filozof ötesi bir insan olduğun usöyler çünkü o felsefe yaparken filozoflardan farklı bir yol izler. Bu romanın ne olduğu konusunda daha başka perspektiflerden de bakılabilir.

Romanın girişi mukaddes kitapların girişine benzer. “Başlangıçta söz vardı ve Söz Tanrı katındaydı ve Söz Tanrı’ydı. Başlangaçta Tanrı katındaydı Söz ve Tanrı’ya bağlı her inançlı rahibin görevi  hiç değişmeyen, yadsınamaz  gerçekliği doğrulanabilecek  biricik olguyu tekdüze bir şarkı söylercesine  alçakgönüllülükle yinelemek olmalıdır.”(Gülün Adı 23)

Roman yüzyılımızda yazılmış, Adso kahramanlarını tanıtma  modern romanın tekniklerini adeta alaya alır. “Aşağıdaki sayfalarda kişilerin betimlemesine girmek istemiyorum, bir yüz anlatımının ya da bir el kol deviniminin sessiz ama açık anlatımlı bir dilin belirtisi gibi göründüğü zamanlar dışında çünkü Boethius’un dediği gibi  hiçbir şey güz geldiğinde  kır çiç ekleri gibi kuruyup değişen dış görünüşten daha geçici değildir. Hem bugün başrahip Abbone’nin sert bakışlı gözleri  ve solgun yanakları olduğunu söylemenin ne anlamı var, o ve çeresindekiler çoktan toprak olmuş, bedenleri ölümcül toprağın griliğine bürünmüş  yalnız ruhları Tanrı’nın lütfuyla  hiçbir zaman sönmeyecek  bir ışıkla parlerken? Ama William’ı bir kez olsun betimlemek isterim, çünkü kendine özgü çizgileri beni etkiledi.”(Gülün Adı 27) Portre çizmek  modern romanın eleştirisiz bir tarzı, birçok romancı bunu yapar. Emma’nın fiziği, Oliver’in fiziği çizilmiştir. Hatta karektoroglar yüz hatları ve vücut ile davranışlar arasında bağlar kurarlar. Adso arka planda yazar modernizmin kuramalarını eleştirir. Ölmüş bir kişinin portre çizimini mantıklı bulmaz. Ama William konusunda farklı düşünür, belki de o yaşadığındandır.

Anlatıcı

Adso yazarın hem maskesi hem de anlatıcıdır. Tanıtma bilgileri verir, romanın  kişileri çok kalabalık değil aktif anlatım içinde yer alanlar Adso ile William’dır. Adso Williamı hem tanıtır hem anlatır. “Rahip William’ın dış görünüşü o sıralarda en dalgın gözlemcinin bile  dikkatini çekecek gibiydi. Boyu normal bir adamın boyundan uzundu, öyle inceydi ki daha da uzun görünüyordu. Gözleri keskin ve içe işleyiciydi, ince ve hafif gagamsı burnu  yüzüne tetikte bir adam anlatımı veriyordu (ileride sözünü edeceğim durgunluk anları dışında) çenesi güçlü bir isteği açığa vuruyordu. Hibernia ve Northumbria arasında doğmuş olanlarda sık sık görüldüğü türden çillerle kaplı uzun yüzü ara sıra kararsızlık ve şaşkınlık anlamını taşısa da. Zamanla güvensizlik gibi görünen şeyin yalnızca merak olduğunun bilincine vardım, ama başlangıçta daha çok doymak bilmez ruhun bir tutkusu sandığım bu erdeme ilişkin olarak çok az şey biliyorum. Atılcı ruhun böyle bir tutkuya kapılmaması yalnızca  kanımca en başından bildiği gerçekle beslenmesi gerektiğine inanıyordum. (Gülün Adı 28)

Eco. Modern çağda bir dindar insan demeyelim bir insanın nasıl yaşaması lazım geldiğini Adso özellikle William’ın portresinin bazı yanlarını çizerek anlatır. Modern çağ tabiatı kendiliğinden çalışan harici bir iradenin denetiminde olmayan bir makine gibi gördü, bu gibi gördü, halbuki o eleştirilen ortaçağ kainatı bir birlik içinde bir hedefe doğru çalışan ilahi bir tasarımın yaptırdığı canlı olarak gördü. Modern çağın işine gelmedi bu kainatı bir tasarımın ortaya koyduğuna. Eco Klise babalarının ve İncil’in metinlerinden insanın tabiatla ilişkilerini adı ne olursa olsun mukaddes bir kitabın konuşan nesnelerine dayadı, kavgasız o Avrupa insanının tabiata daha anlamlı bakmasını istiyordu. Adso anlatırken Wiillam’ı öyle anlatır en büyük özelliği bitkilere bakmasındaki derinliktir. Bütün büyük insanlar gibi alışkanlıkları sadedir, bu alışkanlıkların sade olması bir kitap olacak derinlikte bir bahistir. Sonra bitkilerle varlıklarla arkadaştır. Daha sonra İslâm’daki Tevhid felsefesince bütün birbirinden farklı nesneleri bir arada bir maksada göre istihdamı anlatır. Allah’ın Hristiyan veya Müslüman varlıkta ancak böyle okur. “Birlikte olduğumuz süre içinde çok düzenli bir yaşama olanağı bulamadık, manastırda da geceyi uyanık geçiriyor, gündüzleri bitkin düşüyorduk, ayinlere de düzenli olarak katılmıyorduk. Ama yolculuğumuz sırasında çok seyrek olarak akşam duasından sonra  uyanık kaldı, alışkanlıkları da sadeydi. kimi zaman manastırda yaptığı gibi  bütün günü zebze bahçesinde dolaşıp bitkileri, sanki kuvars ya da zümrütmüşler gibi inceleyecek geçirirdi. Onun hazine mahzeninde dolaşırken zümrüt ve kuvars kakma bir mücevher kutusuna, tıpkı bir alıç dizisine bakar gibi  baktığını da gördüm.

Benim tarikatımda  vakit geçirmenin bambaşka bir yolunu öğretmişlerdi bana, bunu ona söyledim. Evrenin güzelliğinin yalnızca çeşitliliğin  birliğinden değil birliğin çeşitliliğinden de kaynaklandığı yanıtını verdi bana “(Gülün Adı 29) Son cümle tanrısal estetik ile seküler estetiğin birlikteliğini ortaya koyan bir gözlemdir. Alemde herşey bir şey bir şey de herşeydir. Kelam felsefsinde böyledir. William bunu anlatır. Bir papatyada eşit kısımların bir arada olmasından gözüllik doğar, evrende de farklı nesneler farklı yerdedir ama onlarda da bir birlik vardır. Birlik de çeşitlidir, bir çiçeğin farklı cüzlerinin çeşitliliği de vardır, her varlığın birliğininçeşitliliği de vardır.Din sadece belli bazı eylemlerin tekrarı değil tabiata bakmak sanatıdır. Çünkü tabiat bir insanın okuması gereken kitaptır. William ve Adso bu konuda aynı düşünürler. Allah da Kur’an mukaddes kitabında bakmayı örgütler ve sürekli “fenzur” der, yani bak.

Willliam’ın bir diğer özelliği kitaplarla uğraşmaktır. ”Manastırda geçirdiğimiz dönem sırasında ellerini hep kitapların tozu, daha yeni yapılmış minyatürlerin yaldızı ya da Severinus’un hastahanesinde  dokunduğu sarımsı maddeler bulaşmış olarak gördüm”(Gülün Adı 29)

İdeal bir insanın ve bir din adamının bakışının özneleri tabiatı anlamlı okumak, tanrısal okumak,ondan felsefi-dini yorumlar çıkarmak, kitaplarla ilgilenmek. İşte bunlar Eco’nun modernizme tepkisi hatta Hristiyan öğretisinin şekilcilikte kalan tutumuna karşı postmodern yorumlar. Mevlana için “peygamber değil ama, kitabı var” denmiş. Eco da peygamber değil ama kitabı var diyebilirim.

Eco’nun romanında yapılan yenilikler, roman sanatına getirdiği yenilikler sempozyumlarla sorgulanacak bir bahis. Flaubert, Mauppasant, özellikle Henry James’in roman anlayışlarına çatmadan yeni bir anlatım tanıtım ve daha birçok yenilikler getirir Gülün Adı romanı. Materyalist felsefenin romana yansımasıdır, bu ismi geçen şahısarın romanları. Ama Eco evreni sadece ruhsuz bir madde yığını gibi gören insanı rüya bile görmeyen bir şekilde ifade eden bu romanlara ideal bir örnekle cevap vermiş olur. Ilımlı uygulamalı bir eleştiri yapar.

Eleştiriler

Romanın yazım dönemi modern çağ ama geçtiği yıllar ortaçağdır. O günden günümüze eğitim eleştirileri yapar, bugünü mü o günü mü anlatır? “Gençler artık   hiçbir şey öğrenmek istemiyorlar, bilim geriliyor, tüm dünya tepetaklak olmuş, körler körleri yönetiyor ve onları uçuruma sürüklüyorlar, kuşlar daha uçmayı öğrenmeden   yuvadan ayrılıyor, eşekler çalışıyor öküzler oynuyor. Meryem artık düşünsel yaşamı sevmiyor, Marta artık etkin yaşamdan Lucretius kadınsı olmuş. Herşey çığırından çııkmış. O günlerde Tanrı’ya şükür üstadımdan öğrenme isteğini ve yollar engebeli de olsa varolan doğru yol duygusunu öğrendim.”(Gülün Adı 28)

Temalar/Dua

Dua romanın kahramanlarının hayatında hayati öneme sahip bir eylemdir. Manastırda papazlar günde birkaç kere dua ederler. William, hayatın düşünülmesi gereken biricik şeyinin ölüm olduğunu söyler ve dua etmek ister. “Çok düşünüyorsun oğlum, dedi bana dönerek, ustan kötü örnek olmasın sana. Düşünülmesi gereken biricik şey yaşamımın sonunda bilincine vardım  bunun ölümdür. Mors est quies  viatoris finiş est omnis  laboris“ (Yolcunun dinlenmesidir öllüm) şimdi bırakın dua edeyim.

Duanın hastalıklardaki tesirini anlatır. “Bak bir hastalığı kökünden iyileştirecek ilaçları yapan çok yetenekli hekimler tanıdım. Bunlar merhem ya da  ilaçlarını  basit insanlara kutsal sözler söyleyerek ve duayı andıran cümleler okuyarak veriyorlardı. Bu duaların iyileştirme gücü olduğundan deği, saf kimselerin iyiliğin dualardan geldiğine inanarak  ilaçları içip merhemleri sürmeleri  böylece ilacın etkin gücüne pek de aldırmaksızın iyileştirleri için, Hem sonra kutsal sözlere duyulan güvenin  uyandırdığı ruh, ilacın bedensel etkinliğine daha hazır olurdu.”(Gülün Adı 110) Dua ile ilaç kullanmanın bu birlikteliğinin sıhhatı getirdiği bütün  dinlerde aynıdır. Eco hiçbir modern endişe ile toplumun telakkilerini değiştirmek istemez. Sadece onlara ayna olur.

Dua’yı ihmal etmezler” Tanrı korusun geç oldu günbatımı duası başlamıştır. Hoşcakalın” (Gülün Adı 113) Yemek bitince rahipler akşam duası için koro yerine yöneldiler”(Gülün Adı 118) Özellikle kış günleri geceyarısı duası gecenin koyu karanlığında  tüm tabiat uykudayken yapılır, çünkü rahip karanlıkta kalkıp  gece boyunca gün doğuşunu bekleyerek ve alacakarınlığı dindarlıkla ışıtarak yakarmak zorundadır. Bu nedenle töre yerinde olarak  uyandırı ıların  geceyi kardeşleri gibi döşeklerine yatmayıp  geçen zamanı ölçmelerine izin verecek sayıda mezmurları  uyumlu bir biçimde söyleyerek geçirmelerini öngürür”(Gülün Adı 123)

Tan Sökümü duası sırasında –Ermişlerin mucizevi ışığı olan Tanrı- ve Günün pırıl pırıl ışığı doğdu işte – söyleyeceğimiz sırada karanlığı bastıracak olan tan daha sökmemişti.”(Gülün Adı 125)

Şahıslar

Peygamberler tarihinden şahıs kadrosunda çok kimse yok. Lut’tan bahseder. Wiilliam” lut Tanrı’nın  gönderdiği melekler hakkında  bile kötü düşünceler  besleyen  yurttaşlarından  daha az günahkardı. “(Gülün Adı 178)

Bir isyan Dolcino “Dolcino başkaldırıyı, beylerin yok edilmesini simgeliyordu.. Dağlarda Dolcino’yla birlikte savaşta ölen yoldaşlarımızın etlerini yemek zorunda kalmadan önce, yiyip tüketemeyeceğimiz denli çok sayıda yoldaşımız, Robello dağının yamaçlarında çetin yaşam koşullarına dayanamayarak ölüp kurda kuşa yem olmadan önce “(Gülün Adı 313)

Dolcino sapma bir adam ama insanları kendine bağlamış. Kilerci anlatır” Dolcino’nun vaazlarına inandım, benim gibi birçokları da inandılar”(Gülün Adı 313)

Dolcino’nun tutumunun ve başkaldırısının eleştirisi yapılır. ”Dolcino ve onun gibilerin bilgisizce deilikleri Tanrısal düzende hiçbir zaman bunalıma yol açmaz. O şiddeti savunur, ve kendisi de şiddet yoluyla ölür, ardından hiçbir iz bırakmaz, tıpkı bir şenliğin tükenmesi gibi tükenir gider. Şenlik sırasında yer yüzünde kısa bir süre için  dünyanın tepe taklak bir görünümünün belirmesi de önemli değildir.” (Gülün Adı 535)

Katil

Klisedede esrarengiz ölümleri araştırır William, ama ondan başka araştıran da Bernardo’dur. William anlatır. “Dikkati omalıyız, gizemli katile karşı uyanık davranacak olan Bernardo’ya karşı biz de uyanık olmalıyız. Belki de iyi olur. Katille uğraşan bir Bernardo tartışmalara katılmak için daha az vakit bulur. Katili ortaya çıkarmakla uğraşan bir Bernardo, benim yetkim için bir çıbanbaşı olacaktır. Bunu unutmayın “(Gülün Adı 245)

Adelmo

Minyatürcü (Gülün Adı 245)

Venantius

Çevirmen (Gülün Adı 245)

Berrengar

Kütüphaneci yardımcısı (Gülün Adı 245)

Deccal

Kitaplı dinlerde bir deccal vardır. Hakkında realite ütopya karışığı çok yorumlar yapılır.  Başrahip Joachim anlatır”  iki deccalin ortaya  çıkacağı, insanlık tarihinin altıncı dönemine ulaştık biz, gizemli Deccal ve Gerçek deccal. Bu şimdi altıncı dönemde oluyor. Bonifacio gizemli Deccaldı. Denizden gelen hayvandı Bonifacio, yedi başla ejderdir, başları ölümcül suçları on boynuzlu, On Emir’in çiğnenmesini temsil ediyordu. Çevresindeki kardinaller, çekirgeler, gövdesiyle Zebaniydi. Ama hayvanın numarası Yunan harfleriyle okunduğunda  Bedendictiydi.

15 Benedic deccalin ta kendisiydi, topraktan çıkan hayvan. Ardılı olan kimsenin erdemi pırıl pırıl  parlasın diye,  Tanrı onun gibi bir kötülük ve eşitsizlik canavarının kilisesini yönetmesine izin verdi.”(Gülün Adı 82)

William Bacon’un Deccal’dan bahsettiğini söyler. “Açık seçik bir biçimde Deccal’den söz eden, dünyanın yozlaşmasında ve bilimin gerilemesinde onun belirtilerini sezen”(Gülün Adı 83)

Deccal’den herkes sözeder.jorge kör adam da “Deccal’in yolu ağır ve çetindir. Onu beklemediğimiz zaman gelir, havarinin öne sürdüğü hesabın yanlış olduğundan değil, onun ustalığını anlamadığımızdan”(Gülün Adı 105)

Gelmesi tartışılır” Deccal’ı neredeyse gelir, bin yıl doldu bekliyoruz onu. Bin yıl dolalı üç yüz yıl geçti, ama gelmedi. Deccal bin yıl dolunca gelmez, bin yıl dolunca doğruların egemenliği başlar, sonra doğruları şaşırtmak için Deccal gelir, sonra da son savaş olacak..”(Gülün Adı 186) William ise onun gelmesini uzak görür. (Gülün Adı 187)Bazan da yakın olduğunu söyler.

“Elimizde o kadar çok gerçek var ki günün birinde biri çıkar da  düşlerimizden bile bir gerçek çıkarmaya kalkarsa Deccal’in  günü  gerçekten yakın demektir. “(Gülün Adı 495)

Tıpkı bizde ki gibi Deccal konusu zaman zaman farklı değerlendirmelerde kullanılır. Ama kötülüğün başı bazan da iyiliğe teşvik eden tavrı ile bütün kitaplı dinlerde Deccal vardır.Ama net bir portresi yoktur.

Bacon

Bacon Deccal’in gelmesine hazırlanmayı salık verir. “kendimizi onun gelişine hazırlamamızın bir tek yolu olduğunu öğretti, doğanın gizlerini öğrenmek, bilimden insan türünün gelişmesi için yararlanmak”(Gülün Adı 83) Bacon bilgi elde etmenin yolunun dil bilmekten geçtiğini  söyler(Gülün Adı 195)

Bacon yeni bilimin de klişe tarafından yönetilmesini ister. “Yeni bilim yeni doğal büyü. Ancak Bacon ‘a göre bu girişim klişe tarafından yönetilmeliydi, ama ben bunu onun zamanında  din adamları topluluğunun bilim adamları topluluğuyla özdeşleştirilmesinden ötürü söylediğine inanıyorum. Bugün durum değişti, manastır ve katedrallerin dışında hatta üniversitelerin bile dışında bilim adamları yetişiyor. Örneğin bu ülkede, yüzyılımızın en büyük bir filozofu bir rahip değil , laik biriydi.“(Gülün Adı 238)Eco ilmin dinin kısmen de olsa denetiminde olmasını söylemek ister, çünkü dinin bütün kontrölünden çıkmış olan ilmin insanlığa çok faydalı olmadığı,  yüzyılların gerçeği, insanlara yeni dünyalar açacağına muhteris devlet adamlarının dünyayı kan gölüne çevirmesine neden olmuştur.

Bacon, William’ın etkilendiği ve her fırsatta ondan aldıklarını anlattığı bir insandır.

Romanın şahıslarından biri Aristo’dur.

Venantius ,Aristo’dan bahseder.” Aristo’nu kendisinin espirilerden ve sözcük oyunlarından, gerçeği daha iyi ortaya koıyma araçları olarak söz ettiğini bu nedenle de gülmenin gerçeğin bir aracı olabilirse kötü bir şey olmaması gerektiğini öne sürdü. “Gülün Adı 134)jorge de bunlardan Aristo Poetika kitabında bahsettiğini anlatır. “Jorge anımsadığı kadarıyla Aristo’nun bunlardan Poetika adlı kitabında ve benzetimlerle ilgili olarak söz ettiğini söyledi. Burada tedirgin edici iki şey söz konusuydu, çünkü önce belki de bir takdiri ilahiyle, öylesine uzun zaman Hristiyanlarca bilinmeyen  Poetika kitabı bize Araplar aracılığıyla ulaşmıştı.” Gülün Adı 134)

Benno da Aristo’nun poetikasından bahseder. “Aristo’nun Poetica’nın ikinci kitabını özellikle gülmeye ayırdığını, ve böylesine büyük bir filozof bütün bir kitabı gülmeye ayırmışsa, gülmenin önemli bir şey olduğunu söyledi“(Gülün Adı 135)

Venantius ve Jorge kitap üzerinde düşünürler, münakaşa ederler. Venantius.”bildiğince Aristo’nun gülmekten iyi bir şey  gerçeğin bir aracı diye söz etmiş olduğunu söyledi. O zaman jorge ona “Raslantı sonucu Aristo’nun  Aristo’nun o kitabını okuyup okumadığını sordu küçümseyerek Venentius da “ o kitabı henüz hiç kimsenin okumuş olamayacağını çünkü kitabın bulunmadığını, belki de yitip gittiğini söyledi Gerçekten de hiç kimse Poetika’ın ikinci kitabını okumuş olamazdı.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Hakkıyla Tevekkül Etseydiniz…

“Eğer siz Allah’a karşı hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabah yuvalarından aç çıkan ve akşam karınları doymuş …

Kapat