Günahla İlgili Kur’an Kavramları

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Günahla İlgili Kur’an-ı Kerim’de Geçen Kavramlar

Kur’an günah olgusunu ifade etmek üzere on beş kadar kelime kullanmaktadır. Bunların arasında bir anlam yakınlığı olsa bile, her biri başka bir hataya, hatanın farklı bir boyutuna işaret eder. Ancak hepsinin ortak noktası; nefse, şeytana, karanlık ve kötü işlere yenik düşmeyi, sıkıntıyı ve ıstırabı, toplumsal huzursuzluk ve kaosu, çirkin ve bayağı davranışları, dengeyi bozmayı ve haddi aşmayı ifade etmeleridir.

Kur’an’ın ‘günah’ olayını anlatmak üzere kullandığı başlıca kelimeler şunlardır:
İsm, seyyie, münker, isyan, fahşâ, fısk, zenb, cürm, fücûr, vizr, şekâvet, rics, habis, zulm, şikak ve cünâh. Bunlardan bir kısmını çalışmamız boyunca müstakil madde olarak inceledik. Burada ayrı madde olarak almadığımız günah türlerini alfabetik sırayla kısaca açıklayalım:

Cünâh

Cünâh’ kelimesi Kur’an’da yirmi beş defa yer almaktadır. Ancak bu kelime ya ‘lâ cünâha’, veya ‘leyse cünâhun’ şeklinde geçmektedir. ‘Bir günah yoktur, bir sakınca yoktur veya mahzur yoktur, günah olmaz, günah işlenmiş olmaz’ gibi anlamlara gelen bu kelimenin Kur’an’da bu şekilde yer alması oldukça dikkat çekicidir. ‘Cünâh’ kelimesinin sözlükteki karşılığı ‘ism-hata’ sözcüğüdür. Anlatılacağı üzere ‘ism’ kelimesi de Kur’an’ın insanın hatalı davranışlarını nitelendirmek için kullandığı kelimelerden birisidir.

Allah’ın emrine karşı gelme, yasaklarını bilerek çiğneme, İslâm’ın ilkelerinden sapma, ihmal etme, sürçme ve karşı gelme gibi hatalı fiilleri tanımlamak için Türkçe’de ‘günah’ kelimesini kullanıyoruz. ‘Cünâh’ kelimesi bu hataların yalnızca bir kısmını, ‘ism’ sayılan çeşidini ve biraz da mahzurlu (sakıncalı) olan davranışları anlatmaktadır. Şu örneklerde olduğu gibi: “Şüphesiz Safâ ile Merve Allah’ın işaretlerindendir. Böylece kim Ev’i (Kâbe’yi) hacceder veya umre yaparsa, artık bu ikisini tavaf etmesinde kendisi için bir cünâh (günah-mahzur) yoktur…” (2/Bakara, 158) “Yeryüzünde adım attığınızda (yolculuğa veya savaş için çıktığınızda), kâfirlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir cünâh-mahzur yoktur (sizin için günah değildir)…” (4/Nisâ, 101)

Cürüm:

Lugattaki temel anlamı, kesmektir. Hurmayı veya ağacın meyvesini koparıp devşirmek c-r-m köküyle ifade edilir. C-r-m kökü, kesb (kazanma) anlamına da gelir.97 Ancak kötü ve çirkin kazanımlar ve ameller için kullanılır. Güzel ve takdir edilecek bir tarzda gerçekleşen elde edişler ve ameller için hiç kullanılmaz. Bununla ilişkili bir anlamı da günah ve cinayet işlemektir.98 Cürmün özünde haksızlık, iyiye güzele ters davranış yatar.99 Bu bağlamda mücrim, vahiyle ve ilâhî mesajla bağını ve ilgisini kesip koparan ve dini vecibelerden uzaklaştığından ötürü çirkin davranışları, amelleri, kısaca günahları işleyen kişidir. Bu kopuş ve menfi amel kapsamına kişinin takvadan ayrılması girer. Bir müslümanın, inkârcıların aleyhine bile olsa adaletten ve itidalden ayrılması bir cürümdür. Yine kâfirlerin, peygamberlere karşı çıkışları ve inkâr mücadeleleri icram kapsamındadır.100 Cürm öyle büyük ve tehlikeli bir kopuş ve kötü ameldir ki neticesi cehennem azabıyla cezalandırılmaktır.“…Onlara mutlaka ateş vardır.”101 âyetinde sanki “O kendisi için ateş kazanmıştır.” demek istemektedir. 96 Kılıç, s. 129-130. 97Ahmed B. Zekeriyya İbn Fâris, Mucemü Mekâyisi’l-Luğa, I Mısır 1969(crm md.) I, 445; Muhammed b. Ya’kub Feyrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-muhît, (crm md.) Beyrut 1996 s. 1405; Askerî, Ebû Hilal, Kitabu’l-Furûk, Trablus Lübnan, 1994 s. 256 98 İsfehani s. 192; Şihabuddin Mahmûd Âlûsî, Rûhu’l-Meânî Fî Tefsîri’l-Kur’ani’l-Azîm Ve’s-Seb’i’lMesânî, Beyrut 1997. VIII, 177. 99 Öztürk, s.58; Kılıç, s. 141. 100 Mâide, 2, 8; Hûd, 89. 101 Nahl, 62. 25 Cürme reva görülen cezalar son derece ağırdır. Mücrimlerin böylesine korkunç azap ve tehditlere maruz kalmaları şaşırtıcı değildir. Kur’an, en nefret ettiği kötülüklerin büyük bir kısmını mücrimlere izafe etmektedir. Bunlar Allah’a iftira (Hud, 35; Yunus, 17), haktan nefret, haksızlığa destek (Enfal, 8; Yunus,82) kibirlenmek suretiyle azmak (A’raf, 133; Yunus 75; Cas,ye, 31) servet ve refahla şımarmak (Hud,116) vardır.102 Kur’an-ı Kerim’de mücrim kelimesi, cehennemle cezalandırılmayı ve ebedî olarak cehennemde kalışı anlatan bir simgedir. Bir ayette, “Devenin iğne deliğinden geçmesi ne kadar muhal ise, onların da cennete girmesi o kadar muhaldir.103” buyrulmaktadır. Mücrim kelimesinin geçtiği ayetlere ve siyakına bakıldığında ekseriyetle kıyamet, âhiret, hesap ve cezalandırma gibi unsurlarla beraber zikredilmektedir. Diğer bir deyişle yargı ifadelerinde ve yargılama tablolarında geçmektedir. Âhiretle ve yargılamayla ilgili siyaklarda kâfirden ziyade mücrim kelimesi geçmekte denebilir. Bu durum mücrim kelimesinin kâfir kelimesiyle iç içeliğini gösterir. Hesaba çekme ifade eden yerlerde mücrim kelimesine, suçlu anlamı verilmesi daha uygundur. Bu halde olan kâfir, fasık veya zalim olmasının ötesinde yargılanıp suçlu hükmü giyen kişidir. Ancak geçtiği bütün yerlerde böyle bir bağlama sahip değildir. Bu takdir de ise, günahkâr şeklinde anlam verilmesi uygundur.

Fahşâ:

Fehûşe maddesinden iştikak etmiş olan fahişe ile beraber iki form daha görülür: fevâhiş fahşâ’…Esas anlamı bir şeyin haddi aşması iken, Kur’an’da ahlaki bir alana dâhil olarak en çirkin fiil ve sözlere isim olarak verilmiştir.126 Nitekim İsfehani’de [الفحش] ,[الفحشاء [ve [الفاحشة [sözcükleri “Fiil ve sözlerden en çirkinlerine denir.” şeklinde ifade etmiştir.127 Elmalının “haddi aşmış, çok çirkin edepsizlik” diye tanımladığı fahşa ve fahişe,128 (kötülük, ahlaksızlık) genellikle zina suçu hakkında kullanılır. Hatta çoğunlukla bir tür özel günahı (cinsi hayatla ilgili ) delâlete hasrolunmuştur. Bilhassa nesil ile ilgili kaideleri çiğnemek kast olunmuştur.“…Gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın!..” (En’âm 151) 129 Fahşanın hem zahirisi (görüneni, dışta olanı) vardır, hem batınisi( içte olanı, görünmeyeni). Allah, bunların ikisinden 121 Sâd, 28. 122 Muhammed B. Cerîr Taberî, Câmiu’l-Beyân An Te’vili Âyi’l-Kur’an, Beyrut 1995. XXIII, 181, XXX, 110-111. 123 Nuh, 27. 124 Abese, 42. 125 Izutsu, s. 219. 126 Kılıç, s. 154. 127 İsfehahi, s. 626. 128 Öztürk, s. 44. 129 Cedid, sfz; Kılıç, s. 154. 29 de insanın uzak durmasını istemektedir. Allah bunların ikisini de haram kılmış ve ikisi için de “yaklaşmayın” (En’am, 151; A’raf, 33) emrini vermiştir.130 İnsan beden ve ruhtan oluşan komleks bir varlıktır. İnsanın bedeninde gerçekleşen bir değişim ruhuna, ruhunda gerçekleşen bir değişim ise bedenine yansır. Bir kişinin bedenine yaptığı bir kötülük, o kişinin kendi kendisine saygı duymaması, kendinden utanmamasının neticesidir. Bu ise büyük bir değer olan insan için çok olumsuz bir gelişmedir. Fahşa kelimesi genellikle insanın kendi benliğine saygısını yitirmesi neticesinde ortaya çıkan durumların karşılığı olarak kullanılmıştır. Yani fahşa kendi kendinden utanmama, kendine saygı duymamayı ifade etmektedir.

Fısk:

Kur’an öncesi metinlerde, meyvenin filizlenmesi, kabuğundan çıkması, hayvanların, özellikle de farenin yuvasından çıkması anlamına gelir. Kur’an, bu kelimenin anlam çerçevesini genişleterek, insanların ve başka varlıkların emirden ve yoldan çıkması anlamında kullanmıştır. Fısk: Yoldan çıkma, doğru yoldan sapma, iyilik ve güzellikten çıkma, günaha batma, kötülüğe iyice dalma anlamlarına gelir. Büyük günahları işlemek veya küçük günahlarda devam etmek suretiyle Allah’a itaat etmekten çıkmaya fısk denir. Fısk işleyene, bu tür davranışları gerçekleştirene de fâsık denir. En yaygın olarak kabul edilen görüşe göre fısk, itaatten çıkma, dinin koyduğu sınırlardan dışarı çıkma anlamındadır. Bu kullanımıyla fısk, küfür teriminden daha geniş bir kullanım alanına sahiptir. Buna göre, her kâfir fâsıktır; ama her fâsık, kâfir değildir. Kur’an’daki kullanımından yola çıkarak fısk, vahiy tarafından temizliği ve iyiliği belirlenmiş şeylerden uzak kalmak veya dince çizilen güzel sınırlardan dışarı çıkmak şeklinde tanımlanabilir. Fısk, fıtratın dejenere olması ve yaratılıştan sapma olarak anlaşılabilir.

Fısk ve fâsık kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de toplam 54 yerde geçer. Kur’an, bazı yerlerde fıskı iman; fâsığı da mü’min karşıtı bir anlamda kullanmaktadır (bkz. 3/Âl-i İmran, 110; 32/Secde, 18). Bazı yerlerde ise dinin emirlerine itaatin karşıtı olarak geçer (bkz. 2/Bakara, 197; 24/Nur, 4; 49/Hucurât, 7, 11). Fısk ve çoğulu füsuk kelimesinin geçtiği 7 ayette müslümaların muhatap alındığı görülür. Bu ayetlerde büyük günahların işlenmesinin, dinin emir ve yasaklarına aykırı davranılmasının kastedildiği görülür. Hadislerde ve sahabe sözlerinde de sıkça geçen fısk ve fâsık kelimeleri genelde bu son anlamda kullanılmıştır. Yani genel kanı, fâsığın iman dairesi içinde olduğu merkezindedir. Yalnız, unutulmamalıdır ki fâsık olan mü’min, eksik imanlı, kâmil olmayan bir mü’mindir; böyle bir mü’mine dindar, müttakî, muhlis (ihlaslı) gibi sıfatlar verilemez. Fısk ile küfür arasında bir yakınlık vardır.

Alimler, fıskı daha çok “büyük günahları irtikâp etmek” olarak tarif etmişlerdir. Bazı âlimler ise, günahları küçük görmek ve onlarda ısrar etmek de fısktır derler. Genel olarak fıskın üç mertebesi vardır. Birincisi, günahı çirkin kabul etmekle beraber, yine de zaman zaman şeytanın vesvesesine veya nefsine uyup günah işlemektir. İradesi zayıf olan insanlarda bu hal tekerrür eder. İkincisi: Günah olduğunu kabul ve ikrar ettiği halde, sık sık aynı haramları işlemektir. İçki tiryakilerinde veya kumar düşkünlerinde bu hal görülür. Üçüncüsü: Haram olduğunu inkâr edip, ısrarla fısk olan davranışı yapmaktır. Fıskın birinci ve ikinci mertebelerinde bulunan müslümanın tevbe etmesi gerekir. Üçüncü mertebede bulunan insanın ise, müslüman olduğunu iddia ediyorsa, bu yaptığı fısk onu küfre düşürdüğünden tecdid-i iman etmesi ve İslam’a teslim olması şarttır.

Fıskı iki ana bölümde incelemek mümkündür. Birincisi, inançla ilgili fısk; ikincisi, dinî emir ve yasaklarda gevşeklik ve ihmal anlamında fısk.

Fücur:

Bir şeyi çok geniş bir biçimde yarmak, yarıp parçalamak demektir.116 “Fucûr”un dildeki temel anlamı bir şeyi genişçe yarmak ve yırtmaktır. Su bendinde büyük bir yarık ve delik açmak ve bu büyük delikten suyun sökün edip akması, f-c-r köküyle ifade edilir.117 Zamanla, bu temel anlam gelişmiş, şafak sökmesine fecr denilmiştir. Zira gecenin karanlığı, sabahın aydınlığıyla yırtılmıştır. Güneş ışıkları sökün etmeye etrafı, aydınlatmaya başlamıştır. Yine bu gelişme çerçevesinde “fecr” mastarı, kişinin haktan saparak günahlara dalması manasını kazanmıştır. İnsanın günahlara aşırı derecede dalması ve onda ısrarı, suyun aşırı ve çok bir şekilde yarılan yerden fışkırıp akmasına benzetilmiştir. Bundan dolayı fucûr (fâcir) kelimesiyle küçük günahlardan ziyade büyük günahları sıklıkla yapmak ve işleyen eden kişiler isimlendirilir.118

Fucûrun esas dinî manası, diyanet veya dindarlık perdesinin yırtılmasıdır119. Rağıb el-İsfehânî’nin bu kapsamlı tanımını açarsak, fucûr, fıtrat-ı selimin, günahlarla ifsat edilmesi, fıtrat atmosferinin işlenen cürümlerle yırtılması ve parçalanmasıdır. Yahut kişinin, tevhidden inkâr ve şirke meyletmesi, özellikle günahlara dalması ve bunlarda ısrar etmesidir.120 114 İsfehani, s. 867. 115 Öztürk, s. 50. 116 İsfehani, s. 625; Öztürk, s. 62. 117 İbn Fâris, Mekâyisü’l-lüğa, (fcr md.), IV; 475, İsmail B. Hammad Cevherî, Es-Sıhâh, Tâcü’lluğa Ve Sıhâhü’l-Arabiyye, (fcr md.), Beyrut 1990. II, 778; Askerî, s. 254. 118 Muhammed B. Mükerrem İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Beyrut 1990 (fcr md.); Askerî, 254; Halîl Ebû Ûde, Et-Tatavvuru’d-Delâlî Beyne Luğati’ş-Şi’ri Ve Luğati’l-Kur’an, Ürdün 1985, s. 317-318. 119 İsfehani s. 626. 120 Ebû Ude, s. 318. 28 Fucûr teriminin zıddı, takvâ ve birr kelimeleridir: “Biz hiç müttakîlerle, fâcirlere aynı muameleyi yapar mıyız? 121” Bu ayette geçen “füccâr” kelimesi, bu ve buna benzer ayetlerin siyaklarına bakıldığında anlaşılacağı üzere “kâfir” anlamındadır.122 Kur’an’da, Fucûr, fâcir ve füccâr kelimeleri devamlı surette, ya zıtlarıyla, ya da müteradifleriyle beraber geçmektedir. F-c-r kökü, bir ayette, “…fâciran keffâran123” şeklinde tekil, bir başka âyette ise, “…el-keferatü’l-fecera124 ” şeklinde çoğul kalıbında ve her ikisinde de küfür kelimesiyle beraber geçmektedir. Nitekim Izutsu, fâcir kavramının kâfir ile anlamdaş olduğunu hattâ bazı âyetlerde kâfir yerinde kullanıldığını belirtir.125 Hatalı davranmakta ısrar eden kişiler bu kavramla ifade edilmiştir. Kendilerine vermiş oldukları sözü tutmayan, sürekli aynı hatayı tekrar eden insanlar özlerine aykırı davranmış ve öz saygılarını kaybetmişlerdir. Dolayısıyla bu kimselerin iç dünyalarında bir parçalanma söz konusu olmuştur. Benlik saygısını kaybetmiş olan insanlar için kullanılabilecek ‘parçalanmışlık’ ifadesi fücur kelimesinin yerine kullanılabilir.

Habis:
Sözlük anlamı pis, pislik, temiz olmayan demektir ve Kur’an’da bazen günah işler hakkında kullanılmaktadır.
‘Habis’in zıddı ‘tayyib-güzel, hoş’ kelimesidir.
‘Habis’ kelimesi, yaratılış yönünden pis olan şeyler hakkında kullanıldığı gibi (7 A’raf/157), değersiz şey, günah, hata ve suç anlamında da kullanılmaktadır. (2 Bekara/267)
‘Habis’ bir yerde inkarcı, inat ve isyancı, günah işlemekten çekinmeyen, böylece nefsini günah pisliğine bulaştıran, ‘tayyib’ de Rabbine itaat ederek günahların pisliğinden kendini koruyandır. Kur’an, ‘habis’ ile ‘tayyib’ olanın kesinlikle birbirinden ayrı olduğunu söylüyor. (3 Âli İmran/179. 8 Enfal/37) İslâm, ‘habis’i ve ‘tayyib’i gösteren, öğreten ve birbirinden ayıran bir ilâhí düzendir.
‘Habis’le ‘tayyib’ hiç bir zaman aynı olamazlar. (5 Maide/100). Bazen ‘habis’in veya ‘habislerin-günahkârların’ sayıca çok oldukları için üstündür, öndedir ve her bakımdan güzeldir.

Küfre düşenler Allah’ın katında murdardırlar. Onlar birbirleri üzerine hakimiyet kurarlar, küfr işinde birbirlerine yardımcı olurlar, ama hepsi de Cehennem’e atılırlar. (8 Enfal/37)
‘Habis’in günah anlamında kullanıldığını şu âyet daha açık bir şekilde göstermektedir: “Lût’a da bir hüküm ve ilim verdik ve onu habis (çirkin-günah) iş yapmakta olan şehirden kurtardık….” (21 Enbiya/74) Bilindiği gibi Lût kavminin işlemiş oldugu günah, gerçekten bir pislik ve anormal bir ilişki olan homoseksüellikti.

Günahtan ve isyandan kaçıp, Allah’ın koyduğu ölçülere uygun yaşayan insanlardan meydana gelen bir toplum, tıpkı ürününü en güzel şekilde veren bir beldeye, ya da bir ağaca benzer. ‘Habis’ (günahkâr, suçlu, ya da günahlar sebebiyle murdar hale gelmiş) kimselerin yaşadığı toplum da, ürün vermeyen toprağa, yemiş yetiştirmeyen kötü ağaca benzer. (7 A’raf/58. 14 İbrahim/26)

Habis erkek ve kadınlar hem dünyada hem de ahirette birbirlerine yakışırlar, birbirlerine uygundurlar. Çünkü onlar, çirkin, murdar, zararlı, günahlardan kaçınmıyorlar, günah konusunda birbirlerine yardım ediyorlar, bazen de beraber işliyorlar. Bu habis kimselerin başında mü’minlere iftira atanlar vardır. (24 Nûr/26)

Hata:

Lügatlerin beyanına göre hata’, kasıtlı olarak kötü fiile yönelmektir. Bir kimse isteyerek ve dileyerek günah işlerse buna hatı’e denilir. Bu kökten gelen hatı’ kasıtlı günah işleyendir. Rubai mezid olan ahTa’a ise, kasıt ve amd olmaksızın hata yapmayı gösterir ki bu anlamda esabe’nin zıddıdır. Sami diller grubundan İbranice ve Süryanicede da aynı manayı bulmaktayız. Mesela İbranca’da hata kelimesi hata etmek, kusur işlemek, günah işlemek fikirlerini ifade ederken, Süryanca’daki hata sözcüğü günahkârı göstermektedir. 94 Bu sözcük çeşitli anlamlara gelen eşadlı bir sözcüktür. Hem kasıtlı hem de kasıtsız olarak yapılan suçlar kastedilebilmektedir. 95

Kullanılış formlarından hatı’, dini yaşayışta hedefi şaşıran bilerek ve isteyerek yanlışı seçen, kötü bir yola düşen ve kısaca haramı işleyeni gösterir. Böyle bir günah Allah’a olduğu kadar insanlara karşı yapılan haksız davranışı da gösterir. (12/97) Ayrıca kelime nesille alakalı kılınarak bu yoldaki en kötü davranışa -zina- işaret eder. (12/29)Hatı’e deyimi ise, hata, itaatsizlik, tecziye edilebilir günah, kasdi suç işleme, hatta küfür anlamlarına 89 Kılıç, s. 126-127. 90 Öztürk, s.46. 91 Kılıç, s. 126-127. 92 Şuara, 14. 93 Muhammed,19; Feth, 2. 94 Kılıç, s. 128. 95 İsfehani, s.288 24 gelebilirken, ekseriye günahkâr olan, ama bazen iyilik etmesine rağmen çoğunlukla haris olan kimse için kullanılır.96 İnsanlar zaman zaman bilmeden ya da bilerek hata yapabilmektedirler. Yapılan hataların kişide meydana getirdiği sarsıntılar eğer, hayatı bir üst basamağa taşıyabilmişse eğer o zaman o hata bir zarar olmaktan çıkabilir. Yani bazen deneyimlerimizin doğruluğunu yaşanılan anda kestiremeyiz. Yaşandıktan sonra o deneyimin hata olup olmadığını kavrayabiliriz. Bunu ise yaşandıktan sonra olaylara gösterdiğimiz tepkiler belirler. Deneyimlerimiz sonucunda daha sağlıklı ve güçlü bir başlangıç yapabiliyorsak, bakış açımız gelişmiş, vizyonumuz açımlanmışsa o deneyim hatalı değildir. Yukarıda saydığımız olumlu gelişmelerin aksi gerçekleşiyorsa hata yapılmış demektir. Hata farkındalık kazandırmayan eylemlerimizdir.

İsm:
Kişiyi sevaptan alıkoyan, geri bıraktıran ve yapılmasıyla hayr’dan uzaklaştıran ameldir. (Müfredât, s: 10) Bu ameli işleyen sonunda ceza kazanır. Günah kavramının karşılığıdır.
Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: “Birr, kalbinin (nefsinin) kendisiyle tatmin olduğu şey, ‘ism’ ise, göğsünü sıkan (seni huzursuz eden) şeydir.” (Müslim, Birr/5, Hadis no: 2553, 4/1980. Buharí, A. b. Hanbel, nak. Müfredat, s:10, Ş. İsl. Ans. 3/197)
Kur’an, haram etleri yemeyi, içki içmeyi, kumar oynamayı, adam öldürmeyi, düşmanlık yapmak üzere yardımlaşmayı, başkalarının malını haram yoldan yemeği, iftira atmayı, Allah’a şirk koşmayı, Allah’tan gelen vahy’e değil de kendi hevasına uymayı ve benzeri hataları ‘ism’ diye nitelendirmekte ve haram saymaktadır.

Kur’an, ‘ism’in açığını da gizlisini de mü’minlere haram sayıyor. (6 En’am/120) ‘İsm’ diye nitelenen günahların büyüklerinden sakınmak Allah (cc) katında daha hayırlı ve daha süreklidir. (42 Şura/36-37)

Kur’an mü’minlere ‘…Birr (her türlü iyilik) ve takva (Allah’tan hakkıyla sakınma) hususunda yardımlaşın, ism (günah) ve haddi aşma (düşmanlık) hususunda yardımlaşmayın…” (5 Maide/2) diye emretmektedir. Şüphesiz ‘ism’ mü’mini hayr’dan, takvadan ve Allah (cc) rızasından uzaklaştırır, onu sıkıntıya ve cezaya yaklaştırır. (Maddeler için bak: Birr, Hayr, Takva)

Lemem
Lemem ‘Lemem’ kelimesinin aslı olan ‘lemme’ fiili; toplamak, biriktirmek, bir şeyi ısrarlı ve devamlı olmamak şartıyla yapmak ve düzeltmek mânâsına gelir. Dağınık olan saçı düzeltme eylemi bu fiille ifâde edilir. Aynı kökten gelen ‘elemme’, az miktarda, hafif tesir ve bir şeyin yanında az bir zaman durma demektir. Mesela, ‘elemme bi’t-taâmi-az bir şey yedi’, ‘elemme bi’l emr-bir işde fazla derinleşmedi’, ‘elemme’l ğulâm-çocuk ergenlik çağına yaklaştı’, ‘elemme bi’l mekân-o bir yerde birazcık durdu’ anlamlarına gelir. Dolaysıyla bu sözcük, bir kişinin bir işi yapmamakla birlikte yapacak noktaya kadar gelmesini ifade eder. Ferrâí isimli tefsirci bedevilerden şöyle bir cümle duydum diyor: “Darabe mâ lememe’l katlu-öyle vurdu ki az kalsın ölecekti ” yani o kişi bu eylemi az kalsın yapacaktı. Bir başka seferinde ise: “elemme yef’alu -neredeyse yapacaktı-” şeklinde dediklerini işittim diye anlatıyor (İbn Ziyâd el-Ferrâî, Meâni’l Kur’an, 3/100). ‘Elemme’, aynı zamanda günaha yaklaşmak, günah işlere yakın olmak demektir. Bu anlamdan hareketle küçük günahlara, ya da kişinin yapmaya niyet ettiği fakat yapmadığı hatalara ‘lemem’ adı verilir. Râğıb el-İsfehânî ‘lemem’i günah işlemeye yakın olmak şeklinde açıklıyor ve bununla küçük günahların tanımlandığını ilâve ediyor (Müfredât, s. 686).

Lemem’in tanımı konusunda müfessirler arasında görüş birliği yoktur. Ancak onların çoğuna göre ‘lemem’ küçük günahlardır (Beydavî, 3/441; Muh. İbn Kesîr, 3/402; Ebu’s Suûd, 5/648; Tabatabâî, el-Mizan, 19/45; Elmalılı, 7/318; Fî-Zılâli’l Kur’an, 6/3412). Bazıları, bir kişinin büyük günahı işleyecek noktaya gelmesine rağmen bir cürüm işlememesi, ya da günahta son safhayı gerçekleştirmemesi şeklinde açıklarlar. Bazıları onu, az bir zaman günah işledikten sonra terketme diye anladılar. Bazıları ise, günah işlemeyi düşünüp, onu yapmak isteyen kişinin bu hatayı fiilen yapmaması diye tanımlamışlardır (Mevdûdi, Tefhimu’l Kur’an, 6/30).

Münker

Münker, şeriatın çirkin sayıp haram kıldığı ve uzak durulmasını istediği her şey. Ma’rûf kelimesinin zıddıdır.
Münker ne şeriatte, ne adette, ne de örf ve gelenekte tanımayan, yeri olmayan demektir. Zira şeriatte ve geleneklerde taranmayan davranışlar hoş karşılanmaz, öfke uyandırır, red ve inkâr edilir. Hakkı olmayan şeyi istemek, başkalarının haklarını çiğnemek, onların hukukuna tecavüz etmek demektir. Adaletin zıddıdır. Yani zulümdür.

“münker”, m’arûfun karşıtıdır. “Ne-ke-ra” fiil kökünden gelir. Bu fiil, tanımamak, tanımamazlığa gitmek manalarını ifade eder.[386] Kur’ân’da türevleriyle birlikte 37 âyette zikredilir. Bunların dokuzunda m’arûfla beraber kullanılmıştır.

Câhiliye döneminde bu kelimenin lügat manasına uygun olarak yani tanımamak manasında kullanıldığını el-A’şâ’nın şu beyitinde görmekteyiz:

“O (Suâd), saçlarımın beyazlığı ve dökülmesi dışında, hadiselerin getirdiği şeylerden, bilmediği bir durum olmadığı halde beni tanımadı.”[387] Görüdüğü gibi burada “münker” tanımama anlamında kullanılmıştır.

Beydâvî’ye göre ‘ma’rûf, inanç, iman, itaat ve baş eğme, ‘münker’ ise, küfür ve baş kaldırma yani me’asî demektir.[388] Bu tarifde de bir tanımazlık söz konusudur. Zira iman etmemek, Allah’ın hükmünü tanımamak, O’na karşı gelmek demektir.

Bir başka tanıma göre ‘münker’, İslam’ın ve Sünnet’in kötü gördüğü ve yasakladığı şeylerdir. Aslında kötü görülen ve yasaklanan şeylerin kötülüğünü akli selim, sağduyu sahibi insanlar da anlayabilirler.[389]

Kur’ân bu iki kavram üzerinde önemle durmuştur. Zira İslâm cemiyetinin bekası ve huzurlu olması toplumun iyiliği emretmesi ve kötülükten insanları kaçındırmasıyla mümkün olabilmektedir. Nitekim Kur’ân “Sizler insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar ve Allah’a inanırsınız…”[390] buyurmaktadır.

Bu ayet bize, her ferdin gücü nisbetinde, toplumu bozacak, onu mutsuz edecek her türlü davranıştan insanları men etmeye çalışmasının gerekli olduğunu bildirmektedir.[391]

Hz. Peygamber de bu konu üzerinde durmuş ve toplumun huzuru için “emr-i bi’l-ma’rûf ve’n-nehyi ani’l-münker” prensibinin mutlaka uygulanması gerekliliğine dikkat çekmiştir. Şöyle der:

“Allah’a yemin olsun ki, siz ya iyiliği emredersiniz, ya da Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman dua edersiniz, fakat duanız kabul edilmez.”[392]

Netice olarak “ma’rûf ve “münker” kavramlarının Kur’ân’la kazandığı anlamların câhiliye döneminde bilinmediğini söyleyebiliriz.

Rics
Sözlükte “pis olmak; çirkin bir fiil işlemek” anlamlarındaki reces (recâset) masdarından türemiş bir isim olan rics kelimesi “pis olan şey, pislik” demektir. Bu mânadan hareketle başta küfür olmak üzere kötü fiillere rics denildiği gibi bu fiillerin doğurduğu lânet, azap vb. için de aynı kelime kullanılır (Lisânü’l-Arab, “rcs” md.). Râgıb el-İsfahânî doğası itibariyle akıl açısından, din açısından ve bunların hepsi bakımından olmak üzere dört türlü ricsten söz edilebileceğini belirtir. Bunlar için sırasıyla şu örnekler verilebilir: Bizâtihi pis olan nesne, Allah’a ortak koşmak, içki, murdar hayvan eti (meyte) (el-Müfredât, “rcs” md.; krş. Kāmus Tercümesi, II, 929).

Rics kelimesi Kur’an’da dokuz âyette geçmekte (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “rcs” md.) ve bağlamlarına göre bunların şu mânalara geldiği anlaşılmaktadır: Allah’ın yarattığı selim fıtrat çizgisi üzerinde yine O’nun lutfettiği aklı kullanmayıp küfür veya şirk bataklığına saplananlar, içi kararmış inatçı münafıklar, onur kırıcı itham ve iftira eylemi, domuz eti, içki, kumar, dikili putlar ve gaybdan haber alma amacıyla falcılık yapma. Rics ayrıca başta Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’i olmak üzere birçok hadis mecmuasında yer alan hadislerde sözlük anlamlarıyla, özellikle maddî ve mânevî kirliliği ifade etmek üzere kullanılmıştır (Wensinck, el-MuǾcem, “rics” md.).

Arapça’da aşağılanmayı hak etmiş kişileri veya tiksinti uyandıran durumları nitelemek için kullanılan rics kelimesinin âyet ve hadislerde bazı nesnelere, davranışlara ve insan tiplerine nisbet edilmesinin sebebi, yetkin vasıflarla donatılıp üstün konumda tutulan insanın bazı durumlarda bu mertebesini korumaması ve bir âyette işaret edildiği gibi (et-Tîn 95/5) kendisini “aşağıların aşağısı”na indirmesidir. Bu sebeple ricsin yer aldığı âyet ve hadisler, söz konusu kötü nitelik ve davranışları insan psikolojisi açısından iğrenç telakki edilecek biçimde tasvir ederek onurunu koruyan kişilerin bunlardan sakınması gerektiği mesajını vermektedir.

Seyyie:

Kökü sa’e olan kelimenin Kur’an-ı Kerimde en fazla kullanılan formu seyyi’ genel anlamıyla kötü, şer, fena, menfur; seyyi’e ( ç.seyyi’at)kötü fiil itaatsizlik fiili kusur, tecziyesi gereken bir günah manalarına gelmektedir. Kur’an’daki yer ve mevkiine göreyse ukubet, ceza (13/6; 16/34; 27/46; 40/9; 45/33); küfür (2/81) şirk (10/103;29/4; küçük günahlar 3/193) gibi anlamlara gelir. Şu hususu hemen belirtelim ki seyyie genel kullanılışıyla bu sonuncu anlamı gösterir.104 Seyyie’nin Kur’an-ı Kerim’in günah esprisini ifade eden en geniş çerçeveli kavram olduğu söylenilebilir. Seyyie (çoğulu; seyyiat), su, sua, sev’e,(çoğulu; sev’at), musi’ (seyyie işleyen) gibi isim şekillerinin hepsi aynı anlamdadır. Seyyienin kökü olan sev’ veya su’, türevleriyle birlikte yaklaşık 160 yerde kullanılmaktadır.105 102 Öztürk, s.59. 103 A’raf, 40. 104 Kılıç, s.139-134. 105 Öztürk, s. 38. 26

Dünyevi, uhrevi, psikolojik, bedensel, dış dünyaya ait, malda ve şanda çıkan zarar ve sevdiklerinin kaybedilmesi gibi insanı kederlendiren şeylerin tümüne sû’ denir. Seva’(kötülük) şeklinde çirkin olan her şey bununla ifade edilmektedir ve bundan dolayı husn sözcüğünün karşıtı olarak görülmüştür.106 Seyyie ve hasene dinin tespitleriyle sınırlı değildir. Ama onlar, insanın sübjektif tespitleriyle de sınırlandırılamaz. Kur’an bu iki kavramın mutlak ve rölatif yanları olduğunu bize gösteriyor. Vahyin ve aklın çirkin ve güzel gösterdikleri mutlak kutuptakiler, insanın tespitlerine bırakılanlar ise rölatif kutuptakilerdir. Rölatif kutupta yer alan seyyie ve hasene sürekli değişir. Zamana ve mekâna göre yeni tanımlar ve boyutlar kazanır. Kur’an bu rölatif çirkini karşılamak için de maruf deyimini kullanır.107 Seyyieler büyük günahları içine almakla beraber her türlü günahı içine alacak bir özelliğe sahiptir. Fakat bazı ayet-i kerimelerde, ‘seyyieler’ küçük günahlar olarak da sunulmaktadır

Şikak:
‘Şikak’ sözlükte, bütünden ayrılıp muhalefete geçmek, bütüne ters düşmektir.
Tevhid, bir bütündür. İnkârcılık, şirk koşma ve nifak Tevhid’in bütünlügünü bozduğu gibi, Tevhid’in ahengine uymayan davranışlar da o bütünlüğü bozar. Tevhid’e inanan bir mü’min, öncelikli olarak Allah’ın birliğini tasdik eder. Sonra da bu inancın etrafında içiçe daireler halinde olan Tevhid’in diğer unsurlarını kabul eder. İnkâr etmek, bu birliği bozar, isyan ederek günaha dalmak bu birliğin ahengine ters düşmek olur.
‘Şıkak’, yani Tevhid’in ilkelerine ters düşmek insana zorluk ve sıkıntı verir. Bu sıkıntıya -Türkçe’de de kulanılan- meşakkat denilir.

Kur’an’ı inkâr edenler uzak bir ‘şikak’ içindedirler. Bu da bir anlamda suçların en büyüğü, sapıklığın ta kendisidir. (41 Fussilet/52) Küfre sapanlar, Allah’ın gönderdiği Din’den ayrılarak ona muhalefet ederler. Hatta O’na karşı boş bir gurura düşerler. (38 Sad/2) Küfrederek, ya da inkârcılığa düşerek zalim olanlar Hakk’ın uzağına düşmüş, Tevhid bütünlüğünden uzaklaşmış kimselerdir. (22 Hacc/53) Kur’an, aile birliğini parçalamaya da ‘şikak’ demektedir. (4 Nisa/35)

Vizr:
‘Vizr’in aslı ‘vezr’dir ki bunun sözlük anlamı, sığınılan dağ geçidi veya oyuk demektir. ‘Vizr’ günah, borç, yük ve bazen de sorumluluk anlamına gelmektedir.
Aynı kökten gelen ‘vezir’, işi yüklenen demektir ki yöneticinin sorumluluğunu paylaşan kimselere de vezir denmektedir. Nitekim Hz. Musa (as) duasında Hz. Harun’un kendisine ‘vezir-yardımcı’ olarak verilmesini istemişti. (20 Tâhâ/29-32)

Kur’an, suçun şahsiliği gibi evrensel bir prensibi ‘vizr’ kelimesiyle ifade ediyor:
“….Her nefis kendi aleyhine yaptığını kazanır. Hiç kimse bir başkasının ‘vizr’ini (yükünü-günahını) yüklenmez…” (6 En’am/164, ayrıca bak. 17 İsra/15. 35 Fatır/18. 39 Zümer/7. 53 Necm/38)

İslâm’a göre herkes kendi yaptığından sorumludur. Hiç kimse bir başkasının işlediği suçtan dolayı ceza çekemez. Fıkıhta denir ki ‘Ukubâtta niyabet caiz olmaz’, yani bir kimsenin cezasını vekâleten, onun yerine bir başkası çekmez Bu bakımdan İslâm, Hırıstiyanlıktaki ilk günah olayını, ya da günahın babadan oğula geçmesi inancını reddetmektedir.
Fakat nasıl ki iyi bir çığır açmak, sevap işlemesine sebep olmak insana sevap kazandırırsa; günaha sebep olmak, günahın işlenmesine zemin hazırlamak, kötü (münker) bir gelenek başlatmak, kişiyi günah kazandırdığı gibi, o günahı işleyenlerin günahlarında bir eksilme olmadan ona ilave bir ‘vizr’ kazandırır. (Bakınız: Bid’at)
Kötü bir çığır açmanın ‘vizr’ini yüklenmek kötü olduğu gibi, bir takım insanları cahillikleri sebebiyle doğru yoldan saptırıp inkâra ya da günaha sürüklemek te büyük bir vebâldir, ağır bir vizr (yük)dir.

Zenb:
Sözlükte kuyruk anlamına gelen ‘zeneb’ kelimesinden türemiştir.
Hoş olmayan sonuçlar doğuran bütün fiiller hakkında kullanılır ki, meydana getirdiği sonuca göre değerlendirilen işler demektir. Buna göre kişinin yaptığı iş sonuç itibariyle ona vebal yüklüyorsa, ceza almasına sebep oluyorsa o işi ‘zenb’tir.
Kur’an’da tekil ve çoğul olarak sık sık günah, kulların işlediği suç ve vebâl karşılığı olarak geçmektedir.
‘Zenb’in çoğulu ‘zünûb’tur.

Allah (cc) ‘zenb’leri (günahları) bağışlayandır. Zaten O’ndan başka günahları kim bağışlayabilir? (27 Şuara/14. 40 Ðafir/3. 39 Zümer/53. 17 İsra/17)
Allah (cc) Hz. Peygamberin geçmiş ve gelecek ‘zenb’lerini (hatalarını) bağışladığı gibi O’nun, mü’minlerin de bağışlanmaları için dua etmesini istiyor. (48 Fetih/2. 47 Muhammed/19) İnkârcı olarak, ya da tevbe etmeden ölenlere öldükten sonraki dirilişte, haşr zamanı zenb’lerini (günahlarını) itiraf edecekler. (67 Mülk/11)

Kur’an, Allah’ın, bütün kullarının zenb’leri için yeterli olduğunu, hepsini olduğu gibi bildiğini (17 İsra/17. 25 Furkan/58), ceza verdiği insanları veya toplulukları yalnızca onlara ait zenb yüzünden cezalandırdığını haber veriyor. (3 Âli İmran/11. 6 En’am/6. 8 Enfal/52, 54. 40 Gafir/21) Bu âyetlerde dikkat çeken bir nokta da; kâfirlerinin inkârcılığının ‘zenb’ olarak nitelendirilmesidir.

Allah (cc)ı seven mü’minler Peygamber’e tabi olurlar. Böylece Allah da onları sever ve onların ‘zenb’lerini bağışlar. (3 Âli İmran/31) Mü’minler sürekli olarak zenb’lerinin bağışlanması için dua ederler (3 Âli İmran/13,147, 192) bir ‘fahişe-çirkin iş’ yaptıkları ya da suç işleyerek nefislerine zulmettikleri zaman, bu ‘zenb’lerinden dolayı Allah’tan bağışlanma dilerler. (3 Âli İmran/135).

Bunlardan başka günah konusuyla bağlantılı başka kavramlar da vardır. Mesela; kebair, sagair, ma’siyet, tevbe, ismet vd.

İnşaallah başka bir yazıda bu gibi kavramlardan da söz edeceğiz

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Hisbe, İhtisab – Hisbe Teşkilâtı ve Muhtesib

Hisbe ( الحسبة ) Arapça’da “hesap etmek, saymak; yeterli olmak” anlamlarındaki hasb (hisâb) kökünden türeyen ihtisâb …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Hükümet-i Hazıra ve Reis-i Cumhura / Muhammed Numan ÖZEL

BEDIÜZZAMAN SAID NURSI’NIN 1. MECLISE HITABESINDEN GÜNÜMÜZE Âlem-i İslam'a asırlarca sancaktarlık yapmış olan bir ülkenin …

Kapat