Ana Sayfa / Yazarlar / Gurub etti güneş, Mevlânâ guruba doğru gitti / Prof.Dr. Himmet UÇ

Gurub etti güneş, Mevlânâ guruba doğru gitti / Prof.Dr. Himmet UÇ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Gurub etti güneş, Mevlânâ guruba doğru gitti

 Yıllar birbirini kovalamış Mevlana’nın soluk buğ day benzi  hafifçe sararmış , kısa ve düzgün sakalındaki kırçıl tellerin  sayısı artmıştı. Uzun ve zayıf vücudu  tevazu ve fanilik duygusu içinde  hafifçe öne eğilmişti.Geceli gündüzlü yazılan Mesnevi devamlı riyazet vücudunu yormuştuYalnız gözleri iri ela gözleri  asla parıltısını kaybetmemişti, ruhundaki asla sükun bulmayan coşkun  cezbeli alemin aynası olan bu gözler  , celal nurları saçıyor , onlara kimse dik katle bakamıyordu. Mesnevi’nin yazılması bitmişti, görevini tamamlamış insanların huzuru içinde  bu alemden ayrılmak ister gibi bir hali vardı. Dostları bunu hissediyorlardı. Son gazellerinde ise  mutlak varlığa bir an önce kavuşmanın heyecanı ve özlemi vardı. 1273 yılının sonbaharıydı  o günler, Konya’ da sık sık depremler oluyor, halk sokaklara dökülüyor, gecelerini çadırlarda geçiriyordu. Gene büyük bir deprem olmuş , yer yerinden oynamıştı. Mevlana o gün 

 

Korkmayınız yerin karnı acıktı , son günlerde yağlı bir lokma istiyor, inşallah muradına çabuk vasıl olur da  siz de üzüntüden kurtulursunuz..

 

Demişti. Bu depremden birkaç gün sonra da yorgun bedeni artık bir daha doğrulmamak üzere yatağadüştü. Devrin tanınmış doktorları ndan Nahcuvanlı tabib Ekmelüddin ve Gazanferi  hastanın başucundan ayrılmıyor , ilaç üstüne ilaç yapıyorlardı. Yeksek ateş nabzındaki intizamsızlık bir türlü giderilememişti, hastalık kırk güne varmıştı.

 

Konya üzüntü içerisindeydi , başta Selçuklu sultanı 3 Gıyasettin  Keyhüsrev olmak üzere vezirler, emirler bilginler ve halk ziyaretine koşuyor , O’nun mübarek yüzünü bir kere daha görmek istiyordu. Bir gün de yakın dostu Sadrettin Konevi gelmiş  acil şifalar dilemişti. Mevlana , Allah sizlere şifalar versin , aşık ile maşuk arasında bir kıl inceliğinde gömlekten başka bir şey kalmadı . Bunu da soyunup çıkarmamı  ve Hak vuslatına ulaşmamı  nurun nura kavuşmasını istemiyor musunuz?Dedi sonra da 

 

“ben bedenden soyundum , ohayalden soyundu .şimdi vuslat mertebelerinin burcunda salınmadayım. 

 

Sen ne bilirsin iç alemde nasıl bir padişahla düşüp kalkmadayım? Altın gibi sapsarı benzime bakma , demirden bir ayağım var benim .

 

Beni buraya getiren  o padişaha tamamiyle yüz tuttum . Beni yarattığından dolayı binlerce şükürler olsun ona ..

 

Diye başlayan gazelini okudu . Son gazelleriydi bunlar , ölümü Hak’ka vuslatı istiyor.

 

“gerçekten haberi olarak ölen aşıklar Hak’kın huzurunda şeker gibi erirler, tatlı tatlı ölürler, onlar.. diyordu.

 

Eşi Kerra Hatun bu hastalığa herkesten ziyade üzülenler arasındaydı . Keşke diyordu Mevlana’nın yüzlerce yıllık ömrü olsaydı da dünyayı hakikat ve mana incileri ile doldursaydı. Mevlana bu sözler üzerine ,

 

Niçin yüzlerce yıllık ömür?Bizi ne sandın , biz ne firavun ne de Nemrud’uz , bizsiz bu yalan dünyada huzur va karar nasıl olur? Biz başkalarına faydalı olalım diye bu dünya zindanında kaldık, yoksa kimin malını çalmışız ki burada mahbus kalalım.

 

Dedi sonra yatağının baş ucunda toplanan dostlarını şu sözleriyle teselli etti.

 

– Bu dünyadan göçeceğim diye hiç üzülmeyiniz. Ne halde olursanız olunuz. Sizinle beraberim . Hazreti peygamberimizin “ Benim ölüm de dirim de sizin için hayırlıdır” buyurduğu sözünü  aynen tekrar ediyorum. Bunun manası benim dirim doğru yolu göstermek , ölümüm de yardım etmek içindir. Sonra da şu vasiyette bulundu,

 

–  Ben size gizlice açıkça Allah’tan korkmayı , az yemeyi , az uyumayı , az söylemeyi , günahlardan çekinmeyi , oruca ,namaza devam etmeyi , şehvetten kaçınmayı , sefihlerden uzaklaşmayı , olgun ve bilgin kişilerle birlikte olmayı vasiyet ederim. Şunu biliniz ki insanların en hayırlısı insanlara faydası olandır.

 

– İçlerinden birisi , -sizden sonra yerinizi kim alabilir, halifeniz kim olabilir, biz kime başvurabiliriz? Diye sormuştu. Mevlana yatağından hafifçe doğrulmuş ve 

 

– Çelebi Hüsamettin , dedi. Ya oğlunuz Sultan veled için ne buyuruyorsunuz ? – O hakikat pehlivanıdır, vaziyete muhtaç değildir. Cevabını verdi.

 

– Hastalık günden güne ilerliyor , Mevlana gün gün ölüme yaklaşıyordu. Sultan Veled ve Çelebi Hüsamettin yanından hiç ayrılmıyorlardı. Şuuru ve hafızası yerindeydi , atta bir ara elliiki dirhem borcu olduğunu hatırlamış  oğluna 

 

– Evde birkaç altın kırıntısı olacak  bunları al götür helalleş , dedi. Alıcı ise hakkı olmadığını söylüyor ve varsa helal ettiğini söylüyordu.Haber Mevlana ‘ya ulaştığında – Alemlerin Rabbine hamdolsun  bu korkunç beladan kurtuldum, dedi. 

 

– Celebi Hüsamettin –Namazınızı kim kıldırsın ? –Şeyh Sadrettin Konevi hepsinden evladır, buyurdular.

 

– Hazırlık tamamdı , günler yaklaşıyordu, düğün ve vuslat  günleri.

 

Sultan Veled yatağın başucunda babasının ateşler içinde  yanan ellerini soğuk sularla yıkıyor, yaşlı gözlerini göstermemek için bakışlarını başka yöne çeviriyordu. Kerre Hatun ,kızı Melike, diğer oğlu Emir Alim çelebi  yanı başındaydı. Çelebi Hüsamettin ile birlikte bütün aile günlerdir uyku yüzü görmemişlerdi.

 

Son gece , Mevlana yatağından doğruldu. Yüzünde ilahi bir neşe  tatlı bir mahzunluk vardı. Başucunda bekleyen oğlu Sultan  Veled’e 

 

Veled oğlum , ben iyiyim artık. Git yat, biraz dinlen . Dedi , Sultan Veled istemeyerek itaat etti, Mevlana arkasından kesik kesik son gazelini söylüyordu

 

Git başını yastığı koy,yat bırak beni şugeceleri dönüp dolaşan yanmış   yakılmış biçareyi 

 

Biz geceleri  ta sabahlara kadar sevda dalgaları arasında  bocalar dururuz.

 

İstersen gel bağışla bizi ,istersen git, cefa et bize .. 

 

Benden  kaç ta sen de belaya uğrama , selamet yoluna .

 

Gözyaşları dökerek gam bucağında sürünüyoruz.

 

Akan gözyaşlarımızın  yolunda  yüz yerde yüz değirmen kur.

 

Kuvvetli biri var  ki bizi çekip götürmede ,mermerden bir gönül var onda ,adamı alır götürür de kimse ona hesap bile soramaz …

 

Güzeller padişahına , aşıklara vefa vacip  değil; ey yüzü sararmış aşık , sen sabret , sen vefakar ol. 

 

Bir dert ki ölümden başka devası yok, artık ben nasıl olur da bu derde çare bul diyebilirim …

 

   Ertesi gün yine iyi görünüyordu, ama bu görünüşte sevgili Allah’ına bir an önce kavuşmanın heyecanı vardı.Artık ölümsüzlük fermanı yazılmış, Mevlana bu fermanı çok önce okumuştu.

 

Ben o padişah değilim  ki tahttan ineyim de tabuta bineyim , benim fermanımın yazısı ebediliktir.

 

Diyordu

 

O gün  17 Aralık 1237 Pazar günüydü . Mevsimkış olmasına rağmen parlak bir güneş ağır aheste , Konya’nın batısındaki Takkeli dağlara  doğru süzülüyordu. Yatağın başında  Sultan veled , sağında Hüsamettin Çelebi , Mevlana biri öz diğeri manevi oğluna yaslanmış  dudaklarında kelime-i şehadet vuslat anını bekliyordu.  Akşama doğru güneş  Takkeli  Dağlarında gurup ederken  beri yanda bir marifet ve irfan güneşi, durağı hazreti Peygamberi , nübüvvetin Kehkeşanlarından, bir zatı alişan kadr  can ve beka alemine kanat açıyordu.

 

Ya Rab bu ne bekleyiş , bu ne özlem , bu ne taklı ölümdü.

 

Rabbine şöyle sesleniyordu

 

Canı sen aldıktan sonra ölmek şeker kadar tatlı , seninle olduktan sonra ölüm , tatlı candan daha tatlı . Akşamezanıyla birlikte Konya’da bir feryad koptu, Mevlana fena durağından beka alemine geçmişti. 

 

Bir feryad dalga dalga sardı şehri . Günlerden beri için için ağlayan şehir , şimdi hıçkırıklarla boşanıyordu. Uzun kış gecesi uykusuz geçti , cenaze ertesi gün kaldırılacaktı. Son hizmetler yerine getirildi.Mevlana’nın medresesinden gelen  hafızların yanık sesleri , hıçkırıklara karışıyor , gecenin bitimi ile yeni  bir sabah başlıyordu.

 

Sabahın erken saatlerinde  minarelerden yüksele n sala sesleri  şehri bir daha sarsıyordu. Mevlananın yakın dostlarından İmam İhtiyareddin , cenazeyi teneşire çıkardı,kendi eliyle yıkıyor, teneşirden dökülen suları dervişler, bir damla bile yere düşürmeden topluyorlardı. Cenaze kefenlendi , tabuta kondu, medresenin avlusundan dışarı çıkardıkları zaman kıyamet işte bu anda koptu. Konya tarih boyunca böyle çeşitli , böyle renkli bir kalabalığa  sahne olmamıştı, sultanlar , emirler , bilginler, halk , imamlar, papazlar, siyahlar , hiristiyanlar, Yahudiler, beyazlar , her sınıf insan , her dilden her mezhepten insan  ırklar, sınıflar ve dinler akın akın burada , medresenin önüne gelmişlerdi. Rubaisindeki 

 

Gelsin varlık namına ne varsa gelsin 

 

Kafiri putperesti mecusisi gelsin 

 

Mısraı  bugün için söylenmişti. Bugun için bir düğüne davet edilmişlerdi.

 

Tabut omuzlar üzerinde yükseldiği zaman  bir vaveyla koptu, halk hücum etmiş tabuta el sürebilmek için birbirlerini çiğnemişlerdi. Sıkışıklık son dereceyi bulmuştu , tabutu taşıyanlar oldukları yerlerde kalmışlar ,bir adam olsun ilerlememişlerdi. Buna bir çare bulmak lazımdı, ama nasıl? Halktan ileri gelen birkaç kişi kalabalığa bağırdı. 

 

– Müslüman olmayanlar çekilsin 

 

– Mümkün değil  kimse yerinden kımıldamıyor, üstelik kalabalık gittikçe büyüyordu, Müslümanlardan bir gurup ileride  cenazeyi bekleyen başvezir Sahip Ata Fahrettin  Ali ile Emir Süleyman Pervane’ye  şikayette bulundular.

 

– Mevlana Müslümanların şeyhidir. İseviler , Museviler  diğer dinlerden  olanların aramızda ne işi ne ? Bunlar ne yüzle cenazeye geliyorlar? Çekilip gitsinler , biz de rahat rahat görevimizi yapalım . Bunu işiten papazlar ,hahamlar atıldılar.

 

– Hayır bu din padişahı bizim reisimiz sayılır , biz Musa’nın ve bütün peygamberlerin hakikatını onun açık sözlerinden anladık. Okuduğumuz peygamberlerin hareket ve kişiliğini onda gördük, siz Müslümanlar nasıl Mevlana’yı nasıl devrinin Muhammed’i olarak tanıyorsanız, biz de onu zamanın Musa’sı , İsa’sı olarak biliyoruz,siz nasıl onun muhabbi iseniz , biz de onun muhibbi ve müridiyiz ,o yetmişiki millet sırrını bizden işitir, bu buperde ile yüzlerce ses çıkaran bir neyiz, demedi mi söyleyiniz demedi mi  ?

 

– Bir başka papaz ağlayarak 

 

– Mevlana insanlığa insanlar üzerine inayet ışıkları  saçan bir güneştir, güneşi bütün dünya sever, bütün alem onun nuruyla aydınlanır. Siz güneşi nasıl olur  da bizden mahrum edebilirsiniz?

 

– Bir Musevi 

 

– Mevlana ekmek gibidir, herkes için ihtiyaçtır, siz hiç ekmekten kaçan bir aç gördünüz mü ?

 

– Kim ne diyebilirdi , bu sözlere , kuşluğa doğru tabut güçlükle yola süzüldü…

 

Cenazenin önünden  hafızlar , müezzinler yürüyor, yüksek sesle kuranı kerim tilavet ediyorlardı, onların da önünde neyzenler, kudümzenler vardı. Kortej ana caddeye  çıktığı zaman ,ortalık yeniden karıştı , atlı muhafızlar halkı sopalarla dağıtmak zorunda kaldılar. Ama kim dinler , halk dövülmeye ezilmeye çoktan razıydı, yeter ki Mevlana’nın tabutuna bir kerecik el sürebilsin. 

 

Mevlana Konya kalesinin doğusunda  ve şehrin dışında bulunan gül bahçesine defnedilecekti. Daha önce buraya Sultan  ül Ülema babası , oğlu Alaaddin Çelebi , can dostu Selahattin Zerkubi gömülmüş , sultan tarafından hediye edilen has bahçe  Mevlana’nın ifadesiyle “erenler bahçesi “ olmuştu. Medreseden buraya yayan onbeş dakikada gelinebilirdi, şimdiyse cenaze saatlerdir yoldaydı , kortej bir türlü ilerleyemiyordu, bir birini çiğneyen kalabalık yüzünden hem yol alınamıyor  he m de eller üzerinde tabutu kimse bırakmak istemiyordu. Bu yüzden tabut birkaç kere kırılmış , güçlükle tamir edilebilmişti, neyse ikindiye doğru tabut musalla taşı üzerine konulabildi. Cenaze namazı kılınacaktı , namazı kıldıracak Konevi üzüntüsünden bitkindi, gözyaşlarını içine akıtıyor, duduklarından dualar dökülüyordu. Muarrif namazı kıldırması vesafların önüne geçmesi için Konevi’ye 

 

-Buyurunuz 

 

Dediği zaman birkaç adım attı, sendeledi sonra olduğu yere yığıldı .Bayılmıştı Durumu gören Kadı siraceddin hemen ilerlemiş , safın önüne geçmiş 

 

-Er kişi niyetine 

 

Diyerek namaza durmuştu, o anda binlerce dil ,tekbir getirdi , sanki dağ taş kıyamdaydı o an . 

 

Namazdan sonra tabut tekrar omuzlar üzerine yükseldi , sevgili babası Baladdin Veled’in mezarı başına getirildi.  Baba sevgili oğlunu aguşuna  basabilmek ,kendisinden daha balada bir irfan yıldızını ayakta bekliyor gibiydi , yahut gönüller onu böyle tasavvur ediyordu. Akşam güneş batarken Mevlana  toprağa verilmiştir, mezara konan bir bedendi, ama o gönüllerde batmayan bir güneş gibi yerini almıştı. 

 

Konya sessizlik içindeydi,içine kapanmıştı.Ertesi gün saraydan bir emir çıkmıştı,kırk gün matem vardı, bu kırk gün içinde devrin adetlerine göre  sultanlar ve emirler ata binmeyecekler , kırk gün fakir fukara saray mutfağından yemek yiyecekti.  Mevlana’nın medresesinde hücresi sırlanmıştı. Yalnız ne var ki Mevlana’nın çok sevdiği bir kedisi vardı. Mevlana onu sever okşar, o da onun yanından  ayrılmazdı. Mevlana’nın vefatından sonra yemez içmez oldu, eriyip gidiyordu, bir hafta sonra onu hücresinin eşiğinde ölü buldular. Mevlana’nın kızı Melike Hatun  kediyi kefenleyerek babasının mezarı civarına gömdür. 

 

Şöyle buyurmuşlar

 

Eğer mezarımı ziyarete gelirsen , üstümdeki toprak yığınını rakseder görürsün . Eykardeşim meclisime defsiz gelme . Çünkü Hüda meclisinde gamlı olmak yaraşmaz , ağzım sevgilinin ebedi sarhoşluğunun şarkısını terennüm etmektedir. 

 

Bu hayat tıpkı Bediüzzaman’ın hayatı gibidir. Mevlana bu topraklarda anlaşılmış denemez, milletin manevi bataryalarını bitirenler onu da anlaşılmaz yaptılar, Bediüzzaman daanlaşılmış mıdır. Onu daracık bir taassubun hücresine gömmek isteyenler dışarıya nasıl bir görüntü veriyorsa,  bu yüzden zaten bahaneye bakan kamu oyu , ileri geri konuşmaktadır. Sen aynayı nasıl inşa edersen görünen sensin , bakanlar değil.şair Şeyh Vasfi

 

Oğlum ayineye benzer dünya

 

Ne yaparsan o olur çehre nüma 

 

Demiş. 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
ASDER ve Çilekeş Askerler / Vehbi KARA

ASDER ve Çilekeş Askerler Eğer bu memlekette güzel şeyler oluyorsa bunda ASDER yani Adaleti Savunanlar …

Kapat