Ana Sayfa / KASTAMONU / İz Bırakanlarımız / Haddâdîzâde Şeyh Seyyid Ahmed Siyahî Kastamonî’nin Hayatı, Eğitimi, İrşad Faaliyetleri ve Menkıbeleri

Haddâdîzâde Şeyh Seyyid Ahmed Siyahî Kastamonî’nin Hayatı, Eğitimi, İrşad Faaliyetleri ve Menkıbeleri

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

HAYATI

İsmi, Doğumu, Ailesi, Vefatı

Haddâdîzâde Ahmed-i Siyâhî olarak şöhret bulan ve vakfiye kayıtlarında adını Ahmed Ziyaeddin olarak veren Ahmed Efendi hakkında derli toplu bilgiyi, dergâhın bağlılarından ve Mekteb-i Hukûk-ı Şâhâne mezunlarından M. Zühdi, Tahassür adlı eserinde vermektedir.1 Bu eser, onun hangi tarihte doğduğunu bildirmez ancak 95 sene hayat sürdüğünü haber verir.2

Ayak taşı kitâbesinde ise 100 sene ömür sürdüğü kayıtlıdır. 1291/1874 tarihinde vefat ettiğine göre, 1191/1777-78 veya 1196/1781-82 tarihinde doğmuş olmalıdır. Kastamonu’nun Kırkçeşme Mahallesi’nde sâkin Sa’diyye tarikati mensuplarından Haddâd (Demirci) Ahmed Baba adlı bir şahsın oğludur.3 Bu yüzden Haddâdîzâde (Demircioğlu) olarak da anılmıştır.

Ömrünün sonlarına doğru görme yeteneğini kaybeden Siyâhî’nin,4 Abdülaziz, Seyyid Hicâbî ve Sâdeddin adında üç oğlu dünyaya gelmiştir.5

1 Cemâziyelâhir 1291/16 Temmuz 1874 tarihinde vefat ettiğinde, dergâhın önünde daha önce kendisi için hazırlanan yere defnedilmiş, kabri üzerine herhangi bir türbe inşa edilmemiştir.6 Bu mekân günümüzde de bakımlı olup ziyaret edilmektedir.

1 M. Zühdi, Tahassür: Kastamonu Ecille-i Ulemâ ve Meşâyihinden Şeyh Ahmed Siyâhî Hazretleri’yle Mahdûm-ı Mekerremleri Şeyh Seyyid Efendi Hazretleri’nin Tercüme-i Hâlini Hâvîdir, İstanbul 1308. M. Zühdi’nin Ahmed-i Siyâhî’den irşad izni aldığına dair bk. Muzaffer Ertaş, Kemal Topçu, “Tehassür’ün Yazarı Merhum Mehmed Zühdü Efendi’nin Hayatı ve Bazı Menkıbeleri”, Tehassür, M. Zühdü (haz. Muzaffer Ertaş, Kemal Topçu), Kastamonu 1996, s. 6.
Ahmed-i Siyâhî hakkında akademik anlamda, iki adet yayınlanmış tebliğ metni bulunmaktadır. Bk. Necdet Yılmaz, “Kırkçeşme Nakşî-Hâlidî Dergâhı: Dergâh Kütüphanesi ve Eserleri”, II. Uluslararası Şeyh Şa’bân-ı Velî Sempozyumu Tebliğleri (4-6 Mayıs 2014, Kastamonu Üniversitesi, Kastamonu 2014, s. 321-329; Mehmed Serhat Yılmaz, Mustafa
Gezici, “Şeyh Ahmed Siyahî/Hâlidî Dergâhı Vakfiyesi ve Kütüphanesi”, II. Uluslararası Şeyh Şa’bân-ı Velî Sempozyumu Tebliğleri 4-6 Mayıs 2014, Kastamonu Üniversitesi, Kastamonu 2014, s. 291-301.
2 Mezar taşı şâhidesinde 100 sene ömür sürdüğü, 50 sene irşad vazifesini yürüttüğü, 1291 senesinde vefat ettiği yazılıdır.
3 M. Zühdi, Tahassür, s. 9.
4 M. Zühdi, Tahassür, s. 23.
5 M. Zühdi, Tahassür, s. 30.
6 M. Zühdi, Tahassür, s. 21.

Baş şâhide taşında şu ibareler yazılıdır:

Hüve’l-Hayyü’l-Bâkî

Mevlânâ Hâlid kuddise sırruhu’l-vâhid hazretlerinin hulefâ-i fihâmından kemâl-i edeb-i ilmiyye ve ameliyye ashâb-ı kirâmından eş-Şeyh el-Hâc Ahmed-i Siyâhî kuddise sırruhû teâlâ hazretlerinin rûh-i tayyibesine rızâen lillâhi’l-Fâtiha.

Ayak taşı kitâbesi:


Ömreş sene 100, irşâdeş sene 50, vefâteş sene 1291
Kutb-ı devrân-ı cihân Ahmed-i Siyâhî şânı kim
Zâhir ve bâtını kılmışdı Hak îman ile
İrciî emrini gûş eyleyicek âhir-kâr
Leyse fi’d-dâreyni gayrullah dedi pîrân ile
Hizmetinde Hak Resûl-i Ekrem’i hoşnud edip
Mazhar-ı afv u şefaat eyleye akran ile
Verdi aktâb makâmını nûr-ı çeşmi seyyide
Mâşiyen ikbâl edüp yüz sürdü yüz bin cân ile
Sen de tahrîr eyle târîh-i … hakkâ
Vuslat oldu Hakk’a dil câmı ve irfân ile.

TAHSİLİ

Ahmed-i Siyâhî, babası Haddâd Ahmed Baba başta olmak üzere ilk tâlim ve terbiyesine Kastamonu’da, Kasabalı Mustafa Efendi adında bir zâtın yanında başlamış, Amasyalı Uzun Ali Efendi’den ilim tahsilinde bulunmuş, Kastamonu ulemâsından ve aynı zamanda Nakşî meşâyihinden olan Nu’mâniyye Medresesi7 bânî ve müderrisi Numan Efendi’den İslâmî ilimler tahsilini tamamlamış, Üveysî büyüklerinden Buhârî Abdülaziz Efendi’den de istifade etmiştir. Bilâhare Amasya’ya giderek Hoca Payas’dan mantık, Hoca Mehmed-i Canikî’den tefsir

7 Medrese hakkında bilgi için bk. Metin Akis, “Kastamonu Vakfiyelerine Göre Kastamonu’da
Bulunan Medreseler”, III. Uluslararası Şeyh Şa’bân-ı Velî Sempozyumu: Kastamonu’da İlmî Hayat ve Kastamonu Âlimleri, 6-8 Mayıs 2016, Kastamonu, s. 307.

ilimlerini okumuş ve Nakşî meşâyihinden Şeyh Hicâbî Efendi’den de “ulûm-ı âliye ve ‘âliye”yi tekmil ederek icazet almıştır. Bundan sonra Çorum’a giderek Yusuf Bahri Efendi’den hadis ilimleri tahsilinde bulunmuş, “hadis hafızı” unvanını alacak kadar hadis ezberlemiştir. Bu arada Çorum’da “Ayaklı Kütüphane” lakabıyla tanınmış, Namazgâh Medresesi müderrisi Hoca Osman Efendi’den tefsir, meânî ve kelâm ilimlerini de okumuştur. Amasya ve Çorum’da geçen bu uzun tahsil sürecinden sonra memleketi Kastamonu’ya dönmüştür.8

Hadis ilminde yetkin bir noktada olan Yusuf Bahri Efendi’den “hadis hâfızı” lakabını alacak derecede hadis tahsilinde bulunması, Ahmed-i Siyâhî’nin bu ilme olan yatkınlığını göstermektedir. Bu durum ayrıca Yusuf Bahri Efendi’nin bu ilmi yaymak hususundaki gayretinin de bir göstergesidir. Yusuf Bahri Efendi, özellikle hadis ilminde derinleşmiş çok yönlü müdekkik, muhakkik ve velûd bir alim ve âriftir. Anadolu’da hadis ilminin gelişmesinde önemli katkısı olmuş, hem Halvetiyye hem de Nakşbendiyye tarikatlerinden hilâfetnâmesi olan bir şahsiyettir. Anadolu’nun çeşitli beldelerinden önde gelen alimlerden özellikle de hadis sahasında tahsilini gerçekleştirdikten sonra Mısır’a gidip Muhammed Murtazâ ez-Zebîdî’den (v. 1205/1791) okuyarak kendisinden hadis ilmine dair ve telif ettiği her şeyi rivayet hususunda icâzetnâme almıştır. Bu hocasından aynı zamanda Nakşî hilâfetnâmesi de alarak önce İstanbul’a, buradan da Çorum’a giderek Fevzi Paşa medresesinde tedris faaliyetlerinde bulunmuştur. 1244/1829 senesinde Çorum’da vefat ederek buraya defnedilmiştir.9

TEDRİS HAYATI (MÜDERRİSLİĞİ)

Ahmed-i Siyâhî Kastamonu’ya döndükten sonra öncelikle burada bulunan Namazgâh Medresesi’nde10 talebe okutmaya başlamıştır. İki sene sonra da Merdoğlu adlı bir şahsın evini bağışlamasından dolayı “Merdoğlu Medresesi”, “Hibetullah Medresesi” ve kendi adına izafeten “Hacı Ahmed Efendi Medresesi”

8 M. Zühdi, Tahassür, s. 9-11.
9 Hakkında bilgi için bk. Ethem Erkoç, Fahrü’l-Muhaddisin Yusuf Bahri Efendi, Çorum: 2003; Mehmet Eren, “Çorum’daki İlmî Hayata Önemli Katkısı Olan Bir Osmanlı Âlimi: Yûsuf Bahrî”, Uluslararası Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Çorum Sempozyumu (23-25 Kasım 2007), I-II, Çorum: Çorum Belediyesi Yayınları, 2008, I, 413-437; Ahmet Cahid Haksever, “Çorum’da Halvetîliğin Tarihî Süreci ve Yusuf Bahrî”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 9 [2008], sy. 22, ss. 103-136; Mehmet Eren, “Osmanlı Muhaddislerinden Yûsuf Bahrî’nin Çalışmaları”, İstem, Yıl: 7, sy. 13 ([2009], s. 157-180.
10 Medrese hakkında bilgi için bk. Akis, “Kastamonu Vakfiyelerine Göre Kastamonu’da Bulunan Medreseler”, s. 302.

adını alacak olan bir medrese tesis ederek tedris faaliyetlerini burada sürdürmüştür. Ekmekçibaşı İbrahim Ağa başta olmak üzere pek çok hayır ehlinin katkılarıyla bu medrese içerisinde bir kütüphane teşkil etmiştir. Merdoğullarından bir başka şahsın katkılarıyla da yine medrese içerisine Olukbaşı denilen mevkiden bir su getirilmiştir. Mezkûr medresede kendisinden sonra oğlu Seyyid Ahmed-i Hicâbî, ardından da Ahmed Mahir Efendi tedris faaliyetlerini sürdürmüştür.11

HACCI ve TASAVVUFA İNTİSÂBI

Siyâhî’nin babası ve ilk hocası Haddad Ahmed Baba, Sa’diyye tarikati mensubu olan ehl-i tarik bir kimsedir. Hocalarının da çeşitli tarikatlerden hilâfetleri bulunan kimseler olduğu görülmektedir. Bunlar, Kastamonu’nun âlim ve âriflerinden olan Nakşî Numan Efendi, Üveysî Buharalı Abdülaziz Efendi, Amasya’da Nakşî meşâyihinden Şeyh Hicâbî -ki bu hocasının ismini oğluna verecektir-, Çorum’da hem Nakşî hem de Halvetî hilâfeti bulunan Yusuf Bahri Efendi’dir.

Ahmed-i Siyâhî, Çorum’da tahsil hayatını sürdürmekte iken zaman zaman bugün Çankırı’ya bağlı bir ilçe olan Çerkeş’e giderek Halvetî-Şâbânî meşâyihinden Pîr Mustafa Efendi’nin (v. 1229/1814)12 sohbetlerinde bulunmuş, kendisine intisab etmek arzusunu iletmiştir. O da; “Senin feyzine bâis olan zâtın ismi Hâlid olacak, onu ara!..” cevabını vermiştir. Bunun üzerine arayışa başlayan Siyâhî, Kastamonu’nun zenginlerinden Abdülbâkîzâde Hacı Numan Ağa adında bir dostunun maddî desteği ile Hicaz’a doğru yola çıkmıştır. Şam’a geldiğinde Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî ile görüşmüş, Çerkeşî Mustafa Efendi’nin kendisine işaret ettiği “Hâlid”i burada bularak intisab edip sohbetlerine katılmıştır. Hicaz’a beraberce gidip hac vazifesini edâ ettikten sonra Hâlid-i Bağdâdî’den 1242/1826 senesi başlarında 46 yaşlarında iken hilâfetnâme alarak memleketi Kastamonu’ya dönmüştür. Siyah destar sarındığı için Mevlânâ Hâlid kendisine “Siyâhî” lakabını
vermiştir.13

11 M. Zühdi, Tahassür, s. 14-16. 5 Şaban 1242/4 Mart 1827 tarihinde düzenlenen vakfiye için bk. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Defter nr. 632, s. 41, sıra 31. Medrese hakkında bilgi için bk. Akis, “Kastamonu Vakfiyelerine Göre Kastamonu’da Bulunan Medreseler”, s. 308-309.
12 Halvetî-Şâbânî kol içerisinden Çerkeşiyye adıyla bir şube tesis etmiş, II. Mahmud tarafından saygı görmüş bir zât olan Çerkeşî Mustafa Efendi’den sonra bu şube İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yaygınlık kazanmış, bu tarikate paşalar, şeyhülislâmlar ve âlimler intisab etmiştir. Bk. Nihat Azamat, “Çerkeşî Mustafa Efendi”, DİA, VIII, 272-275.
13 M. Zühdi, Tahassür, s. 11-13.

Ahmed-i Siyâhî’nin Mevlânâ Hâlid’in kendisine hilâfet ve icâzet verdiği son halifesi olduğunu, “En sonraki me’zûn-ı irşâdımız Kastamonulu Hacı Ahmed Efendi’dir.” dediğini kaydeden M. Zühdi bu görüşü Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin birçok halifesinin kitaplarında ve sözlerinde dile getirdiğini, Siyâhî Kastamonu’ya geldikten bir buçuk ay sonra da mürşidinin âhirete irtihal ettiğini kaydeder.14

Hâlid-i Bağdâdî’nin halifelerinden Muhammed b. Abdullah el-Hânî’nin torunu olan Abdülmecid el-Hânî’nin (v. 1318/1900), Nakşbendî meşâyihinin hâl tercümeleri ile Nakşbendî-Hâlidî kolu hakkında ayrıntılı bilgi verdiği el-Hadâikü’l-Verdiyye adlı eserinde15 Hâlid-i Bağdâdî’nin halifelerini sayarken Ahmed-i Siyâhî’den, “ulemânın en salihlerinden, sulehânın en bilginlerinden, mürşid-i kâmil eş-Şeyh Ahmed el-Kastamonî” diye bahseder.16

Siyâhî, kaleme aldığı risâleyi tamamladıktan sonra devlet erkânından olduğu anlaşılan Râşid Efendi adında bir müridine gönderdiği mektubunun başında kendisinden Haddâdîzâde Müderris eş-Şeyh el-Hâc Ahmed Efendi el-Kastamonî diye bahseder ve bağlı bulunduğu tarikatleri ise şöyle aktarır: “en-Nakşbendî, el-Kâdirî, es-Sühreverdî, el-Kübrevî, el-Çeştî, el-Halvetî teberrüken.”17 Kendisini “teberrüken Halvetî” olarak nitelendirmesi daha önce Çerkeşî Mustafa Efendi’den feyz almasından olmalıdır. Çorum’daki hocası Yusuf Bahri Efendi’nin de hem Nakşî hem de Halvetî olmasının talebesi üzerinde bu yönlerden de etkisi olduğunu akla getirmektedir. Nakşbendîlik yanında diğer dört tarikat olan Kâdirîlik, Sühreverdîlik, Kübrevîlik ve Çeştîlik’in isimlerinin sayılması ise Nakşî-Müceddidî geleneğin bir devamı olarak Hâlid-i Bağdâdî’nin halifelerine verdiği beş tarikatin icâzetini göstermektedir.

İRŞAD FAALİYETLERİ ve DERGÂHI

Hâlidiyye, Nakşî-Müceddidîlik’i içerisinde, Hâlid-i Bağdâdî tarafından XIX. asırda tesis edilmiş bir koludur. Bağdâdî’nin, başta İstanbul ve Anadolu olmak üzere İslâm dünyasının pek çok bölgesine gönderdiği halifeleri vasıtasıyla bu kol

14 M. Zühdi, Tahassür, s. 14.
15 Abdülmecid el-Hânî ve eseri hakkında bilgi için bk. Osman Türer, “Hânî, Abdülmecîd b.
Muhammed”, DİA, XVI, 29-30.
16 Abdülmecid el-Hânî, el-Hadâikü’l-verdiyye fî hakâiki ecillâi’n-Nakşbendiyye, Dimeşk
1306/1886, s. 259; Abdülmecid el-Hânî, el-Kevâkibü’d-Dürriyye ale’l-Hadâiki’l-Verdiyye fîEcillâi’s-Sâdeti’n-Nakşibendiyye, thk. Muhammed Hâlid Harse, Dımaşk : Dârü’l-Beyrûtî, 1997/1417, s. 724.
17 Ahmed-i Siyâhî, Risâle-i Haddâdîzâde, 13b.

Nakşîlik’i yeniden güncelleyerek etkin bir noktaya taşımıştır. Ahmed-i Siyâhî de kimi kayıtlara göre Hâlid-i Bağdâdî’nin on halifesi olarak memleketi Kastamonu merkezli olarak bu şubenin anlayışını, halifeleri ve kimi devlet ricâlinden olan müridleri vasıtasıyla neşretmiştir.

Ahmed-i Siyâhî tesis edip tedris faaliyetlerinde bulunduğu medresenin kütüphanesinde her gün ikindi namazından sonra; geceleri de, sonradan dergâh olarak inşa edeceği yapının hemen yanında bulunan küçük oğlu Sâdeddin Efendi’nin evinde hafî ve cehrî zikirlerle birlikte Nakşbendîlik’in toplu zikir usulü olan Hatm-i Hâcegân yaptırmıştır. Bu durum 1257/1841-42 tarihine kadar devam etmiş, Sami Bekir Paşa’nın destekleriyle, imameti kendi uhdesinde olan vaktiyle Ahmed Dede Sultan’ın inşa ettiği Kırkçeşme Camii’ni genişletmiş ve kapısı üzerine iki oda ilave ederek burayı dergâh olarak kullanmaya başlamıştır. 1264/1847-48 tarihinde Safvetî Paşa’nın (v. 1280/1864) yardımıyla sonradan dergâh olarak inşa ettiği yeri alarak ailesiyle birlikte buraya taşınmıştır.18

1277/1860-61 tarihine kadar, başta yukarıda adı geçen ve her ikisi de Kastamonu valiliğinde bulunmuş olan iki paşa olmak üzere, dönemin önde gelen ulemâsı ve Kastamonu ahâlisinin pek çoğu kendisine intisab ederek tekmîl-i kemal etmiştir.19

Ahmed-i Siyâhî’nin Hâlid-i Bağdâdî’den hilâfet alarak Kastamonu’ya geldiğinde burada Halvetiyye (Şa’bâniyye kolu), Rifâiyye, Kâdiriyye, Sa’diyye ve Celvetiyye başta olmak üzere sâir bazı tarikatler de faaliyet göstermekte idi. Ancak her ne kadar Nakşî meşâyihinin olduğu anlaşılsa da bunların irşad faaliyetlerinde bulunduğu bir dergâhlarının bulunduğuna dair bilgiye sahip değiliz. Meclis-i Meşâyih kayıtlarından, 1303/1885-86 tarihinde Nakşbendî tarikatından Benli Sultan Zaviyesi postnişini Mehmed Şâni Efendi’nin vefatıyla yerine büyük oğlu Hafız Mehmed Şâdî Efendi’nin tayin edildiğine dair karara bakılırsa bu dergâhın

18 M. Zühdi, Tahassür, s. 17. Musa Safvetî Paşa Şam, Cezâyir-i Bahr-i Sefîd, Kastamonu ve Ankara valiliği ile Ticaret Nâzırlığı görevlerinde bulunmuş bir devlet adamıdır. Şam valiliği sırasında tanışıp görüştüğü Hâlid-i Bağdâdî’nin halifesi Muhammed b. Abdullah el-Hânî’yi (v. 1278/1862) İstanbul’a davet ederek evinde misafir etmiş, Sultan Abdülmecid ile tanıştırıp çeşitli devlet adamları ile görüşmesine vesile olmuştur. İstanbul Sirkeci’de kendi adına inşâ ettirdiği yapıyı Hâlidiyye dergâhı olarak vakfetmiştir. (Bk. Nuri Seçgin, “Eminönü/Hocapaşa
Safvetî Tekkesi”, Sanat Tarihi Yıllığı, sy. 25 (2016), s. 149-186.) Siyâhî’nin oğlu ve halifesi Seyyid Ahmed-i Hicâbî de vaktiyle bu dergâhta dört sene ikâmet etmiştir.
19 M. Zühdi, Tahassür, s. 17-19.

önceden de Nakşî merkezi olarak hizmet verdiği varsayılabilir.20 Nakşbendîlik’in burada temsil edilmesi daha çok Ahmed-i Siyâhî ile olmuştur. Diğer tarikatlerin usûl ve erkânına alışmış olan Kastamonu ahâlisi için bu yeni yolun bazı
uygulamaları tepki ile karşılanmıştır.21 Siyâhî’nin bu taarruza karşı geliştirdiği tavır ve uygulama dikkat çekicidir. Hâlid-i Bağdâdî’nin bu gibi durumlar için insanlar Hâlidî usûlünün icrasına tamamıyla alışıncaya kadar Hatm-i Hâcegân’dan sonra yöre ahâlisinin hangi tarikate intisabı fazla ise onun usûlünden bir miktar icra olunmasına dair emri olduğunu ve buna binâen Cuma geceleri icra edilen zikri, cehrî (sesli) ve kuûdî (oturarak) olarak da yaptırmıştır. Sonraları cehrî zikri terk ederek yalnız Hatm-i Hâcegân’dan sonra kalpleri şevke getirmek gayesiyle na’tler ve kasideler okuttuğu, bu uygulamanın kendisinden sonra da tarîkatin bir kaidesi mesabesinde görülerek icra edilmeye devam edildiği kayıtlardan anlaşılmaktadır.22

Tahassür yazarı M. Zühdi’nin belirttiğine göre, Ahmed-i Siyâhî’nin birtakım taarruzlara mâruz kaldığı bu ilk dönemlerinde Hâlid-i Bağdâdî’nin halifelerinden Abdülfettah el-Akrî23 Bağdat’tan İstanbul’a giderken Kastamonu’ya uğrayıp Siyâhî’yi ziyaret eder. Bu ziyaret Hâlidîlik’in Kastamonu’da hızlı bir şekilde yayılmasına vesile olur. Kastamonu ulemâsının icâzet silsilelerinin kendisine çıktığı Keskinzâde Ahmed Erib Efendi, Abdülfettah el-Akrî’ye intisab etme talebinde bulunur. Akrî; “Şeyh Siyâhî burada iken bizim inâbe vermekliğimiz muvafık-ı edeb olamaz.” diyerek onun irşadını Siyâhî’ye havale eder.24

1277/1861 tarihinde Maliye Nâzırı olan Safvetî Paşa’nın arzı ve Sultan Abdülmecid Han’ın iradesiyle Ahmed Dede Sultan Camii karşısına dergâh yapılmıştır. Bu sıralarda Eyalet Mutasarrıfı olan Ramiz Paşa’nın dergâhın

20 İstanbul Müftülüğü Meşihat Defteri, nr. 1762, s. 172/164, mazbata nr. 38. Kastamonu’da
Karanlık Evliyâ yanında bulunan küçük bir mescidde Nakşî usûlünün uygulandığı ve Nakşîliği Kastamonu’ya ilk defa Benli Sultan’ın getirdiğine dair bk. Ahmet Yaşar Zengin, Kastamonu
Velileri, İstanbul: Çetin Matbaacılık, 2003, s. 61.
21 M. Zühdi, Tahassür, s. 14.
22 M. Zühdi, Tahassür, s. 29-30.
23 Hakkında bilgi için bk. Dündar Alikılıç, “Üsküdar’ın Manevî Mimarlarından Bir Mutasavvıf:
Abdülfettâh-ı Akrî”, Üsküdar Sempozyumu II (12-13 Mart 2004), İstanbul, 2005, II, 588-590.
24 M. Zühdi, Tahassür, s. 18.

yapımına büyük katkısı olmuş, gelip gidenlerin yemek masrafları onun tarafından karşılanmıştır.25

Siyâhî’nin halifeleri şu şahıslardır:

1. Büyük oğlu Abdülaziz,
2. Ortanca oğlu Seyyid Ahmed-i Hicâbî,
3. Benli Sultan Şeyhi Şânî Efendi,
4. Sinop Müftüsü Hafız Ali Lütfi,
5. Göl nahiyesinde medfun Şeyh Ahmed Sultan Tekkesi Şeyhi Hacı
Muhammed Hulusi,
6. Namazgâh Medresesi müderrisi Hacı Mustafa,
7. İnebolu’nun Abana nahiyesinden Şeyh Ahmed Efendi,
8. Reîsü’l-kurrâ Hafız Hasan Efendi,
9. Ma’rufîzâde Hafız Ömer Efendi.26

“Kırkçeşme Dergâhı”, “Kırkçeşme Hâlidî Dergâhı” ve “Ahmed Dede Sultan Dergâhı” olarak kayıtlara geçen bu irfan merkezinde Ahmed-i Siyâhî vefat ettikten sonra dergâhının postnişînliğine oğlu Seyyid Ahmed-i Hicâbî (v. 1306/1889) geçmiştir.27

Ahmed-i Siyâhî’nin kendisinden sonra dergâhın postnişînliğini üstlenecek olanlarla alakalı benzerine pek rastlanmayan bir usûl getirdiğini ve bunu da düzenlediği vakıf şartları arasına koyduğunu görüyoruz. Babadan oğula geçen bu şeyhlik yöntemini özellikle oğulları arasında büyüklük-küçüklük ilişkisi kurmadan liyâkat usulünü benimsemiş olması dikkat çekicidir. Buna göre gerek vakfın

25 M. Zühdi, Tahassür, s. 19. Dergâha aylık 150 kuruş taâmiyye verildiğine dair bir belge için bk.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İ.MVL, 223/7549.
26 M. Zühdi, Tahassür, s. 30-31; M. Ziyaeddin Demircioğlu, Kastamonu Evliyaları, Kastamonu: Doğrusöz Matbaası, 1957, s. 87-88. Tahassür kitabının müellifi M. Zühdi’nin de irşad izni olan bağlılarından olduğunu daha önce kaydetmiştik. Muhtemelen kitabında kendi ismini zikretmeyi uygun görmemiştir.
27 Hakkında geniş bilgi için bk. M. Zühdi, Tahassür, s. 32-109; Ziya Demircioğlu, Kastamonu Valileri, Kastamonu: Doğrusöz Matbaası, 1973, s. 32-33; Ali Birinci, “Ahmet Mahir Efendi’nin Hayatı ve Eserleri”, Tarihin Alacakaranlığında: Meşâhir-i Meçhuleden Birkaç Zat-2, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2010, s. 74-97. Vefat ettiği tarih için bk. Aynı eser, s. 73-77.

mütevellîliğini gerekse dergâhın şeyhliğini hayatta olduğu müddetçe kendisi yürütecektir. Vefat ettiğinde ilim ve amelde salah ve Nakşbendiyye-i Hâlidiyye tarîkatinde feyze nail olmuş Kastamonu ulemâ ve meşâyihi, oğullarını yaşlarına bakmadan imtihan edecek, hangisini daha layık görürlerse onu tercih ederek görevi tevcih edeceklerdir. Layık görülen bu oğlu vakfın mütevellîliğini ve dergâhın şeyhliğini üstlenecek aynı zamanda tayin edilmiş evde de o oturacaktır. Onun vefatı ardından aynı şartlarda, imtihanla yeniden bir seçim yapılacak ve bu hâl nesilden nesle bu şekilde devam edecektir. Şayet erkek ve kız çocuklarından torunları devam etmez ve nesli inkıraza uğrarsa ya da bunlar içerisinde ehliyetli bir kimse bulunmaz ise bu kez de Nakşbendiyye-i Hâlidî tarikati üzere ilim ve amelde üstün, irşada ehil bir kişi, yine ulemâ ve meşâyih meclisinin kararıyla seçilip atanacaktır. O da vakfın şartlarını devam ettirecektir.

Seyyid Ahmed-i Hicâbî, kendisinden sonra irşad vazifesini yürütecek kimsenin tayini hususunda zorlanmıştır. Zira kendi oğlu Necmeddin Efendi 1300/1887-88
tarihinde, kendisinden önce vefat etmiş ve on yaşında Ahmed Nizâmeddin adında bir torunu kalmıştır.28 Vakfiye şartına göre aileden ehil olan birinin imtihanla görevlendirilmesi gereğinden dolayı bir ara torunu Ahmed Nizameddin’in münasip yaş ve duruma gelinceye kadar halifesi Ahmed Mahir Efendi’nin irşad vazifesini sürdürmesini istediyse de29 bu zâtın mürşidinden tedris faaliyetleri için izin istemesi ve vakfın şartının da aileden ehil olan birisine verilmesi gereğinden dolayı vefat etmesiyle boşalan postnişînliği kardeşi Sadeddin Efendi’nin ümmî olması gerekçesiyle Siyâhî’nin oğlu Abdülaziz Efendi’den torunu ve Hicâbî’nin yeğeni Ârif Efendi’ye vasiyet etmiş, o da bu vazifeyi bir müddet devam ettirmiştir.30 Ancak dışarıdan görevlendirmenin vakıf şartına aykırı olduğu gerekçesiyle meşihat ve mütevellîlik görevlerinin, yapılacak imtihanda ehliyetini ispat ederse Ahmed-i Hicâbî’nin kardeşi Sadeddin Efendi’ye tevcih edilmesi gerektiği İstanbul’da toplanan Meclis-i Meşâyih kararından anlaşılmaktadır.31 1306/1889 senesinden 1310/1892’ye kadar üç yıl Ârif Efendi’nin irşad vazifesini

28 M. Zühdi, Tahassür, s. 82.
29 M. Zühdi, Tahassür, s. 108-109.
30 M. Zühdi, Tahassür, s. 75, 82. Ayrıca bk. Demircioğlu, Kastamonu Evliyaları, s. 96.
31 İstanbul Müftülüğü, Meclis-i Meşâyih Defterleri, nr. 1770, s. 215 (13 Şaban 1309/13 Mart 1892); İstanbul Müftülüğü, Meclis-i Meşâyih Defterleri, nr. 1771, s. 83 (4 Cemâziyelâhir 1310/24 Aralık 1892); İstanbul Müftülüğü, Meclis-i Meşâyih Defterleri, nr. 1772, s. 35 (26 Zilhicce 1311/31 Mayıs 1894); İstanbul Müftülüğü, Meclis-i Meşâyih Defterleri, nr. 1772, s.173 (6 Zilhicce 1311/10 Haziran 1894).

sürdürdüğünü, bu tarihten itibaren de Meclis-i Meşâyih kararıyla Sadeddin Efendi’nin postnişîn olduğunu görüyoruz.

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde bulunan bir şahsiyet kaydına göre 23 Eylül 1334/23 Eylül 1918 tarihinde Sadeddin Efendi’nin şeyhliği döneminde vakfedilen 47 bin kuruşun yok olmasından dolayı adı geçenin azledilmesine karar verilmiştir32 ki Sadeddin Efendi’nin 1918’li yıllara kadar bu vazifeyi sürdürdüğü anlaşılmaktadır.

Siyâhî’nin halifelerinden Şânî Efendi, mürşidi Siyâhî tarafından Benli Sultan Dergâhı’na postnişîn olarak görevlendirilmiştir. Şânî’nin vefatından sonra da Seyyid Ahmed-i Hicâbî’nin halifesi ve Şânî Efendi’nin oğlu Hafız Mehmed Şâdî Efendi bu vazifeyi üstlenmiştir. M. Zühdi’nin verdiği bilgiye göre Şeyh Şânî, Benli Sultan Dergâhını yeniden inşa edercesine hizmet etmiş, birtakım insanların zimmetine geçirmiş oldukları vakıflarını meydana çıkarmıştır.33 Meclis-i Meşâyih kayıtlarından anlaşıldığına göre 1909 tarihinde zaviyenin şeyhi Mehmed Şâdî Efendi’nin yaşlılığı sebebiyle görevini bıraktığı için büyük oğlu Hafız Mehmed Nureddin Efendi’ye berat verilmesi kararlaştırılmıştır.34

KERAMET ve MENKIBELERİ

Halk arasında yaygın olarak anlatılan, Siyâhî’yi de ömür boyu etkileyen bir menkıbe şöyledir:

Ahmed-i Siyâhî, Yusuf Bahri Efendi’den okumak için yaya olarak Çorum’a yola koyulur. Yolda halsiz ve bitkin bir vaziyette iken arkasından bir atlı gelir ve Siyâhî’ye; “Yolculuk nereye?” diye sorar. “Çorum’a” deyince, “Atla terkime.” diyerek onu da alıp Çorum’a götürür. Siyâhî o gece bir handa yatar, ertesi gün Yusuf Bahri Efendi’nin huzuruna varır. O esnada Hoca Efendi; “Gel, Ahmed, gel yanıma.” deyince, Ahmed-i Siyâhî çok şaşırır. “Bu zâtı tanıdın mı?” diye soran

32 Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Şahsiyet Kaydı, 204/116/938.
33 Bk. M. Zühdi, Tahassür, s. 55; Demircioğlu, Kastamonu Evliyaları, s. 72-73. Hafız Mehmed Şâdî Efendi’nin atanmasına dair bk. İstanbul Müftülüğü Meşihat Defterleri, nr. 1762, s. 172/164, mazbata nr. 38 (19Zilhicce 1303/18 Eylül 1886).
34 İstanbul Müftülüğü Meclis-i Meşâyih Defterleri, nr. 1777, s. 34 (20 Zilkâde 1327/3 Aralık
1909).

Hocası’na; “Hayır, yeni görüyorum.” deyince, “Evlâdım, bu zât seni Çorum’a getiren Hızır’dır.” der.35

Halk tarafından Siyâhî’nin dualarının kabul olduğuna inanıldığı için yeni doğan çocuklarını ona getirdikleri ve onun da okuyarak bazıları hakkında, ne şekilde hitap ederse sonunda bu çocukların onun söylediği gibi olduklarına dair menkıbeler halk arasında yaygınlık kazanmıştır.

Bunlardan birisi şöyledir:

Kendisine getirilen bir çocuğa Siyâhî, “Sinop Müftüsü” diye hitap eder. Sağlığında nezaretinde seyr ü sülûkünü de tamamlayarak hilâfete layık gördüğü bu zât Hafız Ali Lütfi Efendi’dir ve mürşidinin vefatından sonra Sinop’a müftü olur. Uzun süre de bu görevini sürdürür.36

Bir diğeri ise şu şekildedir:

Dergâhın kıdemli derviş ve hizmetlilerinden biri olan Hacı Numan Ağa isimli bir zâta; “Cenâb-ı Hak sana bir oğul ihsan eder. İsmini Hâlid koy. İnşaallah Nasrullah Câmi-i Şerîfi’ne imam olur, kırk sene hatimle namaz kılar.” der. Bu müjdeden bir sene sonra Numan Ağa’nın bir oğlu dünyaya gelir. Bu zât, bilâhare Kastamonu’nun reîsü’l-kurrâsı olur ve adı geçen caminin imamlığını yapar. Teravih namazlarını da hatimle kıldırır. Halk arasında da zühd ve verâsıyla bilinir.37

Diğer bir misal de şöyledir:

Daha sonra ilim ve irfanı yanında siyâsî kişiliği ile de tanınacak olan Ballık Efendizâde Ahmed Mahir Efendi’nin küçüklüğünde benzersiz bir fâzıl kişi olacağına işaret edip terbiyesini de oğlu Seyyid Ahmed-i Hicâbî’ye havale etmiştir.38

35 Erkoç, Yusuf Bahri Efendi, s. 25-26. Bu menkıbenin farklı versiyonu ve başka menkıbeler için bk. Muzaffer Ertaş, Kemal Topçu, “Sunuş”, s. 2-5 (M. Zühdü, Tehassür: Ahmed Siyahi (k.s) ve
Oğlu Seyyid Ahmed Hicabi (k.s.) Hazretleri, (hz. Muzaffer Ertaş, Kemal Topçu), Kastamonu 1996 içinde).
36 M. Zühdi, Tahassür, s. 24.
37 M. Zühdi, Tahassür, s. 24-25.
38 M. Zühdi, Tahassür, s. 25. Bu ve başka menkıbeler için bk. Demircioğlu, Kastamonu Evliyaları, s. 88-92.

ESERİ

Siyâhî, Nakşî-Hâlidî usûl ve âdâbına dair Risâle-i Haddâdîzâde adında küçük bir eser kaleme almıştır. M. Zühdi’nin verdiği bilgiye göre bu risâle o zamanlar vakfettiği kütüphanede bulunmakta olup okuyanlar faydalanmaktadır. M. Zühdi’nin ileride basımının düşünüldüğünü söylediği eser,39 bugün Kastamonu Yazma Eserler Kütüphanesi’nde yer almaktadır.40

Risâle zikrin dışında ve zikirde müridin uyması gereken usûl ve âdâb ile başlar. Devamlı abdestli olmak, abdestten sonra iki rekât namaz kılmak, sabahları güneş doğuncaya kadarki vakti zikir ile ihyâ etmek, güneş doğunca işrak namazı kılmak, kuşluk vaktinde duhâ namazı kılmak, akşam namazının sünnetinden sonra evvâbîn namazı kılmak, yatmadan önce iki rekât namaz kılmak, gecenin bir yarısından sonra teheccüd namazı kılmak vb. zikir dışındaki âdâb cümlesindendir.
Kezâ beş vakit namazın cemaatle kılınması, ikindi ile akşam namazı arasında yaptığı işlerin muhasebesinin yapılması gibi hususlar da buna dahildir.

Bundan sonra çarşı ve pazarda, namazlardan önce, namazlardan sonra ve sâir durumlarda okunması gereken dualar ve salavât-ı şerîfelere yer verilir.

Müridin mürşidi huzurunda ve gıyabında onunla ilgili takınması gereken edepler anlatılır. Ardından sûfîlerin yolları hakkında ileri geri sözler söyleyenlerin yaklaşımları ve bunların yanlışlıkları ele alınır.

Ahmed-i Siyâhî’nin oğlu Seyyid Ahmed-i Hicâbî’ye verdiği bir icâzetnâme/vasiyetnâmenin Arapça aslı ile Türkçe tercümesine M. Zühdi eserinde yer verir.41 Bu icâzetnâme/vasiyetnâme oğlunun şahsında müridân ve tâlibîne yazılmış önemli nasihatleri barındıran bir küçük risâle mesabesindedir.

39 M. Zühdi, Tahassür, s. 23.
40 Ahmed-i Siyâhî, Risâle-i Haddâdîzâde, Kastamonu Halk Kütüphanesi, Hâlidiyye Koleksiyonu, nr. 394.
41 Arapça metni M. Zühdi’nin Tahassür adlı eserinin 91-97, Türkçe tercümesi ise 40-50. sayfaları arasında yer almaktadır. Ayrıca bu icâzetnâme/vasiyetnâmenin bir tahlili için bk. Ercan Çelebi, “Seyyid Ahmet Hicabi Hazretlerinin (K.S) (1826-1889) İcâzetnâmesine Göre:
Yetişmesi ve Almış Olduğu Eğitim”, II. Uluslararası Şeyh Şa’bân-ı Velî Sempozyumu Tebliğleri (4-6 Mayıs 2014), Kastamonu: Kastamonu Üniversitesi, 2014, s. 389-396.

Bu yazı, Dr. Necdet YILMAZ‘ın, “Hâlid-i Bağdâdî’nin Son Halifesi Kastamonulu Ahmed-i Siyâhî” adlı makalesinden alınmıştır. 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Seyyid Hasan Efendi

Müftü es-Seyyid Hasan Efendi 1083/1673 yılında Kastamonu Müftüsü olarak görev yapan es-Seyyid Hasan Efendi, aynı …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Tenâsüh (reenkarnasyon) Hakkında…

‘TENASÜH’ (reenkarnasyon) dinimizde ve gerçekteki yeri nedir?.. "Bir asıldan tev'em olarak neşet eden eski Roma …

Kapat