Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Haddini bilmeyen bir kısım ulemanın zihinsel arka planı / N. Kağan Çetin

Haddini bilmeyen bir kısım ulemanın zihinsel arka planı

 
“Ben müşahede ettim ki, marifetullahın şahitleri, bürhanları üç çeşittir:
Bir kısmı su gibidir. Görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkit parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez.
İkinci kısım, hava gibidir. Hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur.

Haddini bilmeyen bir kısım ulemanın zihinsel arka planı / N. Kağan Çetin

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Haddini bilmeyen bir kısım ulemanın zihinsel arka planı

 
“Ben müşahede ettim ki, marifetullahın şahitleri, bürhanları üç çeşittir:
Bir kısmı su gibidir. Görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkit parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez.
İkinci kısım, hava gibidir. Hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur. Ona karşı sen, yüzün, ağzın, ruhunla o rahmet nesîmine karşı teveccüh et, kendini mukabil tut. Tenkit elini uzatma, tutamazsın. Ruhunla teneffüs et. Tereddüt eliyle baksan, tenkitle el atsan, o yürür, gider. Senin elini mesken ittihaz etmez, ona razı olmaz.
Üçüncü kısım ise, nur gibidir. Görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyleyse, sen kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle. Belki kendi kendine gelir. Çünkü nur, elle tutulmaz, parmaklarla avlanmaz. Belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır. Eğer haris ve maddî elini uzatsan ve maddî mizanlarla tartsan, sönmese de gizlenir. Çünkü öyle nur, maddîde hapse razı olmadığı gibi, kayda giremez, kesîfi kendine mâlik ve seyyid kabul etmez.”
Bediüzzaman
 
Bir fikre davet, cumhur-u ulemanın kabulune vabestedir.
 
Bir alim, aklına gelen olur olmaz her fikri hemen ilan edemez. O fikri Kur’an, Sünnet, İcma-i Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha kriterleri ile test eder. Konunun uzmanları ile görüş alışverişi yapar. Günümüzde bir kısım ulema, bu aşamalardan geçmemiş fikirlerini ilan ettikleri için yoruyorlar, yoruluyorlar…
 
Lübbü bulamayan, kışır ile meşgul olur. Hakikatı tanımayan hayalâta sapar. Sırat-ı müstakîmi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Muvazenesiz ve mizansız olan, çok aldanır, aldatır.
 
İslâm’a ve Müslümanlara destek vermek; öyle uluorta konforlu televizyon ekranlarından Bediüzzaman ve Mevlana hakkında ileri geri konuşmakla olmaz. İslâm’a ve Müslümanlara destek; takva, ilim, yaşayış ve hâl ile olur. Müsbet hareket etmekle olur. Kavl-i leyyin, hal-i leyyin, kalb-i leyyin, tavr-ı leyyin ve insafla olur.
 
Bazı mevzuların münakaşa suretinde bahsi caiz değildir.
 
 
İnsan, bilmediği ve eli yetişmediği şeye düşmandır.
 
Evet, nice alimler, Bediüzzaman’ın gördüğü, bildiği pek çok mevzuyu bilmiyor, görmüyor. Ya ilim veya hâl itibarıyla noksanlıkları var. O yüzden kendi anlamadıkları, anlayamadıkları konuları reddediyorlar.
 
Evet, hakikat-i mutlaka, mukayyed enzâr ile ihâta edilmez. Kur’ân gibi bir nazar-ı küllî lâzım ki, ihâta etsin. Kur’ân’dan başka, çendan Kur’ân’dan da ders alıyorlar, fakat hakikat-i külliyenin, cüz’î zihniyle, yalnız bir iki tarafını tamamen görür, onunla meşgul olur, onda hapsolur, ya ifrat veya tefrit ile hakâikın muvâzenesini ihlâl edip, tenâsübünü izâle eder.
 
Her şey senin malûmatına münhasır değildir. Öyle hakikatler var ki, o hakikati ehli biliyor. Ehil olmayan bilemiyor. Kendi bilemeyince, başkalarının da bilemeyeceğini sanıyor.
 
Bir kısım ilim sahipleri Sarf, Nahiv, Emsile ve Bina’da bir yere kadar geliyor. Bir yerden sonra ihtiyaç duyulacak bazı ilimlerden habersiz olduğu için yolda kalıyor. Manevî kalbe, ruha ve diğer manevî latifelere vâkıf olamadığı için, kudsiyete intikal edemiyor. Zahire takılıp kalıyor. Kur’an’ın mânâ tabakalarından bir ömür habersiz yaşıyor.
 
Kur’an ilimleri denince ilk başta, Kelam, Hadis, Fıkıh, Tefsir, Usul-i Tefsir, Lügat, İştikak, Mania, Beyan, Belagat, Kıraat, Akaid, Usul-i Fıkıh, Nasih ve Mensuh İlmi ile Vehbî İlim anlaşılır. Bütün bunlar henüz başlangıçtır.
 
İşte bir kısım alimler maalesef, bu ilimleri bile hakkıyla tahsil etmeden, temsil etmeden uluorta konuşurlar… Hem bilmezler… Bilmediklerini de bilmezler…
 
 
Kur’an ilimlerinde otorite olmuş meşhur alimlerin isimlerini bilmek yetmez… Sekkaki, Zemahşeri, Cahız, Abdülkahir Cürcani veya Taberî’nin isimlerini söylemek yetmez. Onların ilimlerini bilmek de gerekir. Bir yerden sonra o ilimleri bilmek de yetmez. Onların hallerine benzemek ve o hali bir ömür muhafaza etmek de çok önemlidir. Olmazsa olmazdır.
 
Haddini-hududunu bilemeyen bir kısım ulema, şemsî ve kamerî harfleri bilirler ama, Şems ve Kamer’e mânâ-yı ismî ve mânâ-yı harfî ile bakmanın ne demek olduğunu bilmezler. Gökleri dolduran nice Şems ve Kamerlerin intizamından, Matematiğinden, Fiziğinden, asrın idrakine uygun dersleri çıkarmazlar, çıkaramazlar…
 
Bir kısım alimler Nekre ile Marife’yi bilirler… Ama ne yazık ki 1000 sene önceki medeniyet krizinden çıkışta Mevlana’nın oynadığı rolü bilmezler. Şimdilerde yaşanmakta olan medeniyet krizinden çıkış konusunda Risale-i Nur’un çözüm önerisini bilmezler. Bilmek istemezler…
 
Risale-i Nur’u anlamıyorlar veya anlamak istemiyorlar.
 
Neden?
 
Çünkü anlamak işlerine gelmiyor. Çünkü anlayınca, yanlışlarla dolu onca malûmat yığınının bir anda berhava olacağını iyi biliyorlar…
 
 
Bediüzzaman ve Mevlana hakkında verip veriştiren bazı alimler, ism-i mevsulü bilirler. Ama mü’minleri bir araya getirmeyi, kalpleri aynı gaye etrafında buluşturmayı bilmezler… Pozitif bilimlerle manevî ilimleri birleştirmeyi bilmezler… Matematik, Fizik, Biyoloji, Felsefe, Mantık, Edebiyat, Sosyoloji, Psikoloji, Pedagoji, Metodoloji, Göstergebilim, Astronomi, Botanik bilmezler…
 
Peygamberler hariç, hiç kimse eleştirilmez değildir. Herkes eleştirilebilir. Ama eleştirinin de bir yolu, yordamı, metodu, edebi, âdâbı, usûlü ve erkânı vardır. Her önüne gelen, herkesi, kafasına göre eleştiremez.
 
İslâm Tarihi’nin en büyük alimlerini eleştirmeden önce durun ve düşünün:
 
İlim ve hâl noktasında çapınız ve derinliğiniz nedir?
 
Çıkış noktanız neresi, nereye varmak istiyorsunuz?
 
Bugüne kadar ateizm, materyalizm, pozitivizm karşıtı, bilimsel verilerle desteklenmiş kaç kelam ettiniz?
 
Önce durun, sonra düşünün…
 
 
Unutmayın:
 
İlmin de bir izzeti vardır.
 
Müslümanların, hususan âlim olmak isteyenlerin, bugün en fazla ihtiyaç duyduğu üç şey şunlardır:
 
Talim, tebliğ ve temsil.
 
Talim, yani bir ömür boyu İslamî ilimleri öğrenmeye ve öğretmeye devam etmek, o ilimleri hazmetmek.
 
Sonra tebliğ etmek, cümle aleme İslamiyet’i anlatmak.
 
En sonunda da İslamiyet’i temsil etmek, yaşamak.
 
Bir âlime farklı açılardan, farklı zamanlardan bakınca; onun İslamiyet’i ne ölçüde temsil ettiği anlaşılır.
 
yazarumitsimsek.com
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Kur’ân ve Sünnet Perspektifinde Nur Talebelerinin Namaz Tesbihatı

KUR’AN VE SÜNNET PERSPEKTİFİNDE NUR TALEBELERİNİN NAMAZ TESBİHATI   Tesbihat, Allah ile kul arasındaki irtibatı …

Önceki yazıyı okuyun:
İçtihat Heveslilerinin Yanıldıkları Hususların Beyanı / Mehmed KIRKINCI

İçtihat Heveslilerinin Yanıldıkları Hususların Beyanı İçtihad: Usul-u Fıkıhda tarif edildiği gibi, ahkam-ı şerîye-i ferîyeyi edille-i erbaadan istihrac ve istinbattır. Yani, dört delil olan Kur’an, hadis, icma ve kıyastan...

Kapat