عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ سَعْدٍ قَالَ: سَمِعْتُ أَبَا سَعِيدٍ الْخُدْرِيَّ يَقُولُ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “إِنَّ مِنْ أَعْظَمِ الْأَمَانَةِ عِنْدَ اللَّهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، الرَّجُلَ يُفْضِى إِلَى امْرَأَتِهِ وَتُفْضِى إِلَيْهِ، ثُمَّ يَنْشُرُ سِرَّهَا.”
Abdurrahman b. Sa’d, Ebû Saîd el-Hudrî’den şunları işittiğini naklediyor: “Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: ‘Kişinin eşiyle birlikte olduktan sonra onun sırrını ifşa etmesi, kıyamet gününde Allah katında (sorumluluğu) en büyük olan emanetlerdendir.’ ”
(M3543 Müslim, Nikâh, 124; D4870 Ebû Dâvûd, Edeb, 32)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ:
“إِيَّاكُمْ وَالظَّنَّ فَإِنَّ الظَّنَّ أَكْذَبُ الْحَدِيثِ، وَلاَ تَحَسَّسُوا وَلاَ تَجَسَّسُوا، وَلاَ تَحَاسَدُوا، وَلاَ تَدَابَرُوا، وَلاَ تَبَاغَضُوا، وَكُونُوا عِبَادَ اللَّهِ إِخْوَانًا.”
(B6064 Buhârî, Edeb, 57; M6536 Müslim, Birr, 28)
***
عَنْ ثَوْبَانَ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ:
“لاَ يَحِلُّ لاِمْرِئٍ أَنْ يَنْظُرَ فِى جَوْفِ بَيْتِ امْرِئٍ حَتَّى يَسْتَأْذِنَ، فَإِنْ نَظَرَ فَقَدْ دَخَلَ…”
Sevbân’dan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Hiç kimsenin izinsiz olarak bir başkasının evinin içine bakması helâl değildir. Eğer bakarsa (eve) girmiş demektir…”
(T357 Tirmizî, Salât, 148; HM22779 İbn Hanbel, V, 280)
***
عَنْ أَبِى بَرْزَةَ الأَسْلَمِيِّ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
“يَا مَعْشَرَ مَنْ آمَنَ بِلِسَانِهِ وَلَمْ يَدْخُلِ الإِيمَانُ قَلْبَهُ لاَ تَغْتَابُوا الْمُسْلِمِينَ وَلاَ تَتَّبِعُوا عَوْرَاتِهِمْ فَإِنَّهُ مَنِ اتَّبَعَ عَوْرَاتِهِمْ يَتَّبِعِ اللَّهُ عَوْرَتَهُ وَمَنْ يَتَّبِعِ اللَّهُ عَوْرَتَهُ يَفْضَحْهُ فِى بَيْتِهِ.”
Ebû Berze el-Eslemî’nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Ey diliyle iman edip, kalbine iman girmemiş olan kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın. Çünkü her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâlini araştırır. Allah kimin gizli hâlini araştırırsa onu evinde bile (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) rezil eder.”
(D4880 Ebû Dâvûd, Edeb, 35)
***
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ:
“…وَمَنِ اسْتَمَعَ إِلَى حَدِيثِ قَوْمٍ وَهُمْ لَهُ كَارِهُونَ أَوْ يَفِرُّونَ مِنْهُ صُبَّ فِى أُذُنِهِ الْآنُكُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ…”
İbn Abbâs’tan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “…Kim bundan hoşlanmadıkları ya da kendisinden uzaklaştıkları hâlde bir grubun konuşmalarına kulak kabartırsa, kıyamet günü kulağına kurşun dökülür…”
(B7042 Buhârî, Ta’bîr, 45)
***
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
“لَوْ أَنَّ أَحَدَهُمْ، إِذَا أَرَادَ أَنْ يَأْتِيَ أَهْلَهُ، قَالَ: بِاسْمِ اللَّهِ، اللَّهُمَّ! جَنِّبْنَا الشَّيْطَانَ؛ وَجَنِّبِ الشَّيْطَانَ مَا رَزَقْتَنَا، فَإِنَّهُ، إِنْ يُقَدَّرْ بَيْنَهُمَا وَلَدٌ فِى ذَلِكَ، لَمْ يَضُرَّهُ شَيْطَانٌ أَبَدًا.”
İbn Abbâs’ın naklettiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse eşiyle cinsel ilişkiye girmek istediği zaman, ‘Bismillâh (Allah’ın adıyla), Allah’ım! Şeytanı bizden uzaklaştır ve şeytanı bize vereceğin çocuktan da uzaklaştır.’ der ve bu ilişkide onlara bir çocuk takdir edilirse, şeytan o çocuğa zarar veremez.”
(M3533 Müslim, Nikâh, 116)
***
عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ سَعْدٍ قَالَ: سَمِعْتُ أَبَا سَعِيدٍ الْخُدْرِيَّ يَقُولُ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “إِنَّ مِنْ أَعْظَمِ الأَمَانَةِ عِنْدَ اللَّهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، الرَّجُلَ يُفْضِى إِلَى امْرَأَتِهِ وَتُفْضِى إِلَيْهِ، ثُمَّ يَنْشُرُ سِرَّهَا.”
Abdurrahman b. Sa’d, Ebû Saîd el-Hudrî’den şunları işittiğini naklediyor: “Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: ‘Kişinin eşiyle birlikte olduktan sonra onun sırrını ifşa etmesi, kıyamet gününde Allah katında (sorumluluğu) en büyük olan emanetlerdendir.’ ”
(M3543 Müslim, Nikâh, 124)
***
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فِى الَّذِى يَأْتِى امْرَأَتَهُ وَهِيَ حَائِضٌ قَالَ:
“يَتَصَدَّقُ بِدِينَارٍ أَوْ نِصْفِ دِينَارٍ.”
İbn Abbâs’tan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav), özel hâlinde iken hanımıyla cinsel ilişkide bulunan kimse hakkında şöyle buyurmuştur: “O kişi bir dinar (4,25 gr. altın) veya yarım dinar sadaka vermelidir.”
(D264 Ebû Dâvûd, Tahâret, 105)
***
عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
“إِذَا أَتَى أَحَدُكُمْ أَهْلَهُ، ثُمَّ أَرَادَ أَنْ يَعُودَ، فَلْيَتَوَضَّأْ.”
Ebû Saîd el-Hudrî’nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz eşi ile cinsel ilişkiye girdikten sonra tekrar ilişkiye girmek isterse (ikisi arasında) abdest alsın.”
(M707 Müslim, Hayız, 27)
Eşler Arası Özel Hayat
Hz. Âişe o sırada içeri giren Rahmet Elçisi’ne durumu anlatınca Allah Resûlü, hemen birini gönderip Osman’ı çağırttı. Gelince ona, “Ey Osman! Bizde ruhbanlık yoktur. Ben senin için güzel bir örnek değil miyim?” buyurdu.1 Sonra Allah Resûlü sözlerine şöyle devam etti: “Ey Osman, sen benim sünnetimden yüz mü çeviriyorsun?” Osman b. Maz’ûn; “Hayır, yâ Resûlallah! Vallahi, ben senin sünnetini istemekteyim.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah Resûlü bu konudaki ölçüyü şöyle açıkladı: “Ben biraz uyurum, biraz da namaz kılarım. Bazen oruç tutarım, bazen de tutmam. Eşimle de beraber olurum. Allah’tan sakın ey Osman! Eşinin sende hakkı var, misafirlerinin sende hakkı var, nefsinin bile sende hakkı var! Şu hâlde bazen oruç tut, bazen tutma! Bazen namaz kıl, bazen de uyu!” 2
Kendilerinin daha çok ibadete ihtiyaçları olduğunu hatta bu yüzden dünyadan ve eşlerinden uzaklaşmaları gerektiğini düşünen âbid sahâbîlerden biriydi Osman b. Maz’ûn. Her yönüyle örnek olan Allah Resûlü, onlara bu konuda kendi uygulamasını hatırlatmıştı. Zira evlilik, helâl bir birliktelikti ve eşler arasında da riayet edilmesi gereken belli bir hak ve hukuk vardı. İbadette aşırıya giderek hanımların hakkı ihmal edilemezdi.
İnsanı, en mükemmel surette yaratan Allah, onun maddî ve mânevî her türlü ihtiyacını karşılayacak vasıtaları da var etmiştir. Bu ihtiyaçlardan birisi de cinselliktir. İnsanlarda cinsellik tabiî ve fıtrî bir gereksinimdir.
İslâm’da evlilik, insan fıtratının bu tabiî gereksinimini karşılayan meşru bir yol olarak görülmüş ve karı koca birbirlerini tamamlayan iki unsur olarak kabul edilmiştir. Nitekim Yüce Allah’ın eşlerden söz ederken, “Onlar size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz.”4 buyurması bunun açık bir ifadesidir. Allah Teâlâ, evliliği bir taraftan kendi varlığının bir göstergesi, diğer taraftan da eşler arası huzur ve saadetin kaynağı olarak sunmaktadır: “Size kendi cinsinizden, yanlarında huzur ve mutluluk bulabileceğiniz eşler yaratması ve aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi, O’nun delillerinden biridir.”5 Yüce Yaratıcı, birbirlerine karşı eşlere önceden tahmin edemeyecekleri kadar ilgi, sevgi, şefkat, istek ve arzu vermektedir. Kadın ve erkeğe verilen bu huzur ve sükûnet arzusu, onları birlikte bir yuva kurmaya sevk etmektedir.
Eşler arası ilişki ve özel hayat, asla hafife alınmaması gereken bir konudur. Düzgün yürüyen bir evlilik için, eşlerin bedensel, ruhsal ve duygusal doyuma ulaşmaları açısından sağlıklı bir cinsel hayat son derece önemlidir. Bundan dolayıdır ki Allah Resûlü (sav), eşler arası cinsel ilişki hakkında —erkek olsun kadın olsun— kendisine sorulan çok özel soruları cevaplamaktan asla geri durmamıştır. O, hanım sahâbîlerden gelen cinsellikle ilgili soruları da hanımları aracılığıyla yanıtlamıştır.
Eşler arası cinsel ilişkinin de belli bir âdâbı vardır. Bu ilişki, eşlerin birbirlerine yalnızca biyolojik ve fiziksel teması demek değildir. Her şeyden önce bu, nefsin teskin ve terbiye edilmesinin en etkili yöntemlerinden biridir. İşte Allah Resûlü, Müslüman’ın ibadet hayatını da etkileyecek olan bu özel hayat ile ilgili olarak bazı tavsiyelerde bulunmuştur.
Söz konusu özel hayatın âdâbı arasında eşlerin birbirine karşı güzel görünmesi, süslenmesi başta gelmektedir. Resûl-i Ekrem, imkân ve ortama göre, eşlerin kıyafet seçiminde dikkatli davranmalarını ve dışarıda olduğu gibi ev içinde de bakımlı ve temiz olmalarını istemiştir. Bu bağlamda eşlerin, güzel koku ve kına gibi kişisel bakım ürünleri kullanmalarını onaylamıştır.6 Ümmetinin pejmürde olmamasını, saç ve sakalına bakmasını,7 gözlerine sürme çekmesini,8 ağız sağlığı dâhil9 her türlü beden ve elbise temizliğine dikkat etmesini istemiştir.10
Eşlerin dikkat etmesi gereken önemli bir nezaket kuralı da, ilişki öncesinde kendi aralarında sohbet ederek duygusal olarak birlikteliğe hazırlanmalarıdır. Hatta, “Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O hâlde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle yaklaşın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın!” 16 âyetinin son kısmını, cinsel ilişki öncesinde gerekli hazırlığın yapılması şeklinde anlayanlar vardır. Nitekim Allah Resûlü eşler arasındaki şakalaşmanın, mücamele ve latifeşmenin karşılıklı muhabbeti ve ünsiyeti artırdığına işaret etmiştir.17 Sevgili Peygamberimiz eşine yakınlık göstermeyi, onunla keyifli vakit geçirmeyi boşa harcanmış bir zaman olarak değerlendirmemiş, aksine, “Kişinin atını eğitmesi, hanımıyla hoşça vakit geçirmesi ve yayı ile ok atması boş işlerden değildir.”18 buyurmuştur.
Böylece cinsel birleşmeye hazır olan eşler, her önemli ve anlamlı işin başında yaptıkları gibi, ilişkiye başlamadan önce de besmele çeker ve dua ederek şeytanın şerrinden Allah’a sığınırlar. Nitekim Resûlullah (sav), “Bir kimse eşiyle cinsel ilişkiye girmek istediği zaman, ‘Bismillâh (Allah’ın adıyla), Allah’ım! Şeytanı bizden uzaklaştır ve şeytanı bize vereceğin çocuktan da uzaklaştır.’ der ve bu ilişkide onlara bir çocuk takdir edilirse, şeytan o çocuğa zarar veremez.”19
Eşlerin özel hayatlarındaki cinsel ilişkinin şekli konusunda genel anlamda bir serbestlik söz konusudur. Yahudiler, eşiyle değişik şekillerde cinsel ilişkiye girme sonucu doğacak çocuğun gözünün şaşı olacağını iddia ederlermiş. Bu sebeple hicretten sonra Yahudilere komşu olan Medineli hanımlarla evlenen Mekkeliler arasında bu konuda problem çıkmış, bunun üzerine Cenâb-ı Hak, “Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O hâlde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle yaklaşın”20 âyetini indirmiştir.21 Bu âyetle Allah, Yahudilerin iddialarının yanlış olduğunu ortaya koyarak, kişinin hanımıyla normal yoldan olmak koşuluyla her konumda ilişkisinin caiz olduğunu bildirmiştir.
Ancak Allah Resûlü (sav), bir erkeğin eşine ters yoldan yaklaşmasını, yani anal ilişkiyi şiddetle yasaklamış ve bunun lâneti gerektiren bir davranış olduğunu belirtmiştir.22
Eşler arasındaki cinsel ilişki, küçük çocuklar da dâhil kimsenin göremeyeceği ve sesleri duyamayacağı bir mahremiyet içerisinde olmalıdır.23 Eşlerin birbirlerinin vücutlarını görmeleri tabiî bir durumdur.24 Halk arasında yaygın olarak bilinen; cinsel ilişkide eşin edep yerini görmekle ile ilgili görüş ve rivayetler,25 ya çok zayıf ya da uydurmadır.26 Cinsel temas esnasında eşlerin üstlerine bir şeyler örtmeleri tavsiye edilmiştir27
Eşler arası özel hayatta gizlilik esastır. Peygamber (sav), “Kişinin eşiyle birlikte olduktan sonra onun sırrını ifşa etmesi, kıyamet gününde Allah katında (sorumluluğu) en büyük olan emanetlerdendir.”28 buyurur ve hanımı ile cinsî münasebette bulunduktan sonra aralarında geçenleri anlatan erkeği, “Allah katında insanların en kötülerinden biri” olarak niteler.29 Eşin sırlarının ifşa edilmesi her şeyden evvel edebe aykırıdır, iffetsizliktir, onu günahkâr nefislere karşı tehlikeye atmaktır. Aynı durum kadın için de söz konusudur. Nitekim birçok konuda kadın sahâbîlerin sözcülüğünü yapan Esmâ bnt. Yezîd isimli sahâbî,30 Allah Resûlü’nün, cinsel hayatları açığa vuran konuşmaları yasakladığını ve şöyle buyurduğunu nakleder: “Cinsel hayatlarını açığa vurarak konuşan kimseler, (sanki) insanlar kendilerine bakıp dururken ilişkiye giren erkek ve dişi şeytan gibidir.”31
Cinsel ilişkinin zamanı eşlerin arzu ve isteklerine bırakılmıştır. Cinsel ilişkide ideal olan, eşlerin birlikte tatmin olmalarıdır. Bu açıdan kişi, kendisi kadar eşini de dikkate almalı ve sırf kendisini düşünerek eşini ilişkiye zorlamamalıdır.32 Cinsel ilişki, sadece bazı durumlarda ve hanımların özel hâllerinde yasaklanmıştır. Söz gelimi, oruçlu, ihramlı ve itikâfta iken;33 hanımların hayız ve loğusalık hâllerinde cinsel ilişkiye izin verilmemiştir.34
Hayızlı ya da loğusa olan hanımın cinsel ilişki dışında eşiyle fiziksel temasta bulunmasında bir sakınca yoktur.35 Bazı rivayetlerde hayızlı hanımla cinsî münasebette bulunmaktan ve kadına ters yoldan yaklaşmaktan çok ağır bir şekilde sakındırılmıştır.36 Temizlik ve sağlık açısından sakıncalı olan böyle bir ilişkinin men edildiği ve hoş karşılanmadığı kesindir. Peygamber Efendimiz özel hâlindeki hanımıyla cinsel ilişki yasağını ihlâl edenin ceza olarak bir dinar (4,25 gr. altın) veya yarım dinar sadaka vermesinin uygun olacağını söylemiştir.37
Özürlü olup, kanaması kesilmeyen bir hanımla cinsi ilişkiye girilemeyeceği görüşünde olan âlimler bulunmakla birlikte,38 özürlünün her türlü ibadetini yapabildiği gibi, cinsel ilişkide bulunmasında bir sakınca görmeyenler de vardır.39
Allah Resûlü (sav) bebeğe zarar verir kaygısı ile emziren kadınla cinsel münasebeti yasaklamak istemiş, hatta ilk önce çocuk emziren kadınla cinsel münasebeti, “çocukları gizlice öldürme” olarak açıklamıştır.40 Ancak Rum ve İranlıların çocuklarının bundan zarar görmediğini öğrenince kanaatini değiştirmiş ve böyle bir sınırlamadan vazgeçmiştir.41
Cinsî münasebette bulunduktan sonra eşler için en uygun olanı banyo yapmaları, yok eğer yıkanmayı geciktirecekler, bir şeyler yiyecekler ya da uyuyacaklarsa, edep yerlerini yıkayıp abdest almalarıdır.42 Nitekim Sevgili Peygamberimiz cinsî münasebette bulunduktan sonra bazen gusledip öyle uyur, bazen de boy abdesti almaksızın edep yerlerini yıkayarak abdest alır ve öyle yatardı.43 Peygamberimiz karı kocanın, tekrar cinsel ilişkiye girmek istediklerinde iki ilişki arasında namaz abdesti gibi abdest almalarını tavsiye etmiştir.44
Cinsî münasebette kocanın dışarı boşalmasına “azil” adı verilmektedir. Allah Resûlü bu doğum kontrol yönteminin mutlaka gebeliğe engel olduğu şeklindeki Yahudi inancına karşı çıkmıştır. Zira Allah’ın bir çocuğu yaratmayı istemesi hâlinde kimse buna engel olamayacaktır.45 Genç sahâbîlerden Câbir b. Abdullah, Resûlullah (sav) zamanında ve Kur’an inmekteyken azil yaptıklarını belirtir. Azli yasaklayan herhangi bir âyet inmediği gibi, haberi olmasına rağmen Allah Resûlü (sav) de bunu yasaklamamıştır.46 Nitekim azlin hükmünü soran birine Peygamberimiz, “Bunu yapmanızda bir sakınca yoktur. Çünkü Allah Teâlâ’nın var olmasını ezelde takdir ettiği her canlı muhakkak doğacaktır.” buyurmuştur.47 Her meniden çocuk olmadığı gibi, Allah’ın yaratmak istediği bir çocuğun doğmasını da hiçbir şey engelleyemezdi.48 Ancak Efendimizin, kadının izni olmadıkça azil yapılmasını yasaklamasına bakılırsa,49 ihtiyaç duymaları hâlinde eşlerin böyle bir doğum kontrolü yöntemine birlikte karar vermeleri daha uygun olacaktır.
Amellerin niyetlere göre değer kazanacağını ifade eden Fahr-i Kâinat Efendimiz50 bu bağlamda, kişinin kendisini ve eşini haramdan koruyarak helâl yoldan tatmin olma amacıyla cinsel münasebette bulunmasını bile ecir ve sevap sebebi görmektedir. Nitekim “…Birinizin eşiyle cinsel ilişkide bulunması bile sadakadır.” buyurduğunda ashâb, “Ey Allah’ın Resûlü! Birimizin şehvetini tatmin etmesine de mi mükâfat var?” diye sormuştu. Allah Resûlü, “Peki, şehvetini haramla tatmin etmiş olsaydı, bundan dolayı ona günah var mıydı?” diye sorunca, “Evet!” demişlerdi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, “İşte bunun gibi, ihtiyacını helâl yolla giderdiğinde de onun için bir mükafat vardır!” buyurmuştu.51
Şu hâlde eşler arası özel hayat, aynı zamanda bir sadaka yani sadakattir. Aslında bu ilişki, eşlerin hem Allah’a, hem de birbirlerine olan sadakatlerinin bariz bir göstergesidir. Zira yaratılışlarının gereği olan bu tabiî ihtiyaçlarını sadece Allah’ın kendilerine helâl kıldığı ölçüler içerisinde giderirler. Ve aralarındaki “ağır sözleşme”52 sebebiyle, birbirlerine sadakat gösterirler. Helâl çerçevede birbirlerini tatmin ve teskin ederler ve asla biri diğerini aldatmaz. Bu nedenle de Rahmet Elçisi’nin ifade ettiği gibi, özel hayatlarını dahi ecir ve sevap vesilesine dönüştürebilirler.
Cinsellik kadar özel bir birlikteliği paylaşmak, birbirine hürmet göstermeyi gerektirir. Kişinin, kendisini böylesine mahrem bir konuda yalnız bırakmadığı için eşine minnettar olması lazımdır. Eşinin de insan olduğunu unutmamalı, kimi zaman eksiklikleri hoş görmelidir. Her türlü maddî hediyenin ötesinde ruhu ve bedeni ile yanı başında olan eşinin bu ikramına değer vermelidir. Zorlayıp inciterek, gücendirip utandırarak devam eden bir özel hayatın, insanı mutlu ve verimli kılması mümkün değildir. İki insan arasındaki ilişkinin olabildiğince yakınlaştığı bu beraberlikte kul hakkının ne derece önemli olduğu hatırdan çıkarılmamalı, dolayısıyla cinsel hayat sevgi üzerine kurulmalı, karşılıklı saygıya dayanmalıdır.
Aile Mahremiyeti
Bir süre sonra düğün evine dönen Hz. Peygamber, o kişilerin hâlâ orada olduklarını görünce Hz. Âişe’nin odasına yöneldi. Daha sonra misafirlerin gittiği haber verilince odasına dönmek için yürüdü. Nihayet ayağını kapının eşiğine koyunca, bir ayağı içeride diğer ayağı dışarıda iken, müminlere Hz. Peygamber’in evine misafir olma ve hanımlarından bir şey isteme âdâbını öğreten şu âyet indi: “Ey iman edenler! Yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin (vakitli vakitsiz) Peygamber’in evlerine girmeyin, çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yiyince de hemen dağılın. Sohbet için beklemeyin. Çünkü bu davranışınız Peygamber’i rahatsız etmekte, fakat o sizden de çekinmektedir. Allah ise gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamber’in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Böyle davranmanız hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temizdir. Allah’ın Resûlü’ne rahatsızlık vermeniz ve kendisinden sonra hanımlarını nikâhlamanız ebediyen söz konusu olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.” 1
İslâm öncesi Arap toplumunda, özel hayatın mahremiyetine fazla önem verilmediği için insanlar bazen birbirlerinin evlerine izin istemeden girer ve başkalarının mahrem hâllerine şahit olmakta bir sakınca görmezlerdi. Özellikle aile mahremiyetini hiçe sayan bu tutum yukarıdaki âyet inene kadar devam etti.
“Hicab Âyeti”olarak da bilinen bu âyette, Hz. Peygamber’in şahsında, bir yandan davet ve davete icabetle ilgili konularda müminlerin dikkat etmeleri gereken hususlar açıklanırken, diğer yandan, özel hayatın mahremiyetine dikkat çekilerek evlere izin istemeden girilmemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Çünkü bu, hem dışarıdan gelenler hem de içeridekiler açısından daha nezih bir davranıştır. Özellikle ev içindeki rahat ortamda istediği gibi davranan aile üyelerinin, kapı yerine perdelerin bulunduğu Hz. Peygamber döneminde, eve izinsiz girilmesinden ne kadar rahatsız oldukları tahmin edilebilir. İşte Cenâb-ı Hak Hz. Peygamber’in ev mahremiyeti konusunda yapmış olduğu bu ikazla aslında bütün müminleri, özel hayatın mahremiyetine saygı göstermeleri konusunda uyarmaktadır. Peygamber Efendimiz de (sav), “Sizden biriniz üç kere izin istediği zaman kendisine izin verilmezse hemen geri dönsün.” buyurarak evlere ancak izin alınarak girilmesinin gerekliliğine vurgu yapmıştır.2
Ancak özel hayatın saygınlığı konusunda câhiliye döneminde görülen özensizliğin ilgili âyetin inişinden sonra da zaman zaman devam ettiği, ensardan bir hanımın Peygamberimize yaptığı şu şikâyetten anlaşılmaktadır: “Ey Allah’ın Resûlü! Ben evimde bazen öyle bir hâlde bulunuyorum ki çocuğum ve babam da dâhil, hiç kimsenin beni o hâlde görmesini istemiyorum. Fakat bazen ailemden biri ansızın gelip içeri dalıyor.”3
İşte bu gibi şikâyetlerin çoğalmasından sonra Nûr sûresindeki konuyla ilgili âyetler nâzil oldu. Bu âyetlerde, özel hayatın dokunulmazlığını düzenleyen şu kurallar yer almaktaydı:
1. Geldiğini fark ettirmedikçe ve selâm vermedikçe başkalarının evlerine girilmeyecek,4
2. Evde kimse bulunmazsa izin verilmedikçe içeriye girilmeyecek; eğer ‘Geri dönün!’ denilirse hemen dönülecek,5
3. Mümin erkekler de mümin kadınlar da gözlerini harama bakmaktan sakınacaklar ve ırzlarını koruyacaklar.6
Ayrıca özel hayata ve mahremiyete saygı sadece yabancılara karşı gösterilmesi gereken bir tutum olmadığı için Cenâb-ı Hak, aynı aile içindeki bireylerin de bu konuda dikkatli olmalarını şu âyetle emretmiştir: “Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar (köleleriniz) ve içinizden henüz bulûğ çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin (dinlenmek için) elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin için mahrem vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında ne size, ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, âyetlerini size işte böylece açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”7
Toplumda ilk eğitim yuvasının aile olduğu dikkate alınırsa, aile bireylerinin birbirleriyle ilişkilerinde özenli olmaları, böyle ailelerden oluşan bir toplumda özel hayatın mahremiyetine ne denli saygı gösterileceğinin bir göstergesidir.
Bireyin ve ailenin özel hayatı mahrem, yani saygın ve gizlidir. Kişiye ve aileye özel bazı hususların başkaları tarafından bilinmesi ve araştırılması, dinen, hukuken ve ahlâken doğru değildir. Çünkü bireyin özel hayatını ilgilendiren şeylerin ve aile üyelerinin kendi aralarında paylaştıkları her türlü ilişkinin başkaları tarafından öğrenilmesi ve diğer insanlara nakledilmesi özel hayata, dolayısıyla da kişilik haklarına müdahaledir.
Ailenin mahremiyetini korumak ve bununla ilgili ortaya konmuş olan İslâmî prensiplere riayet etmek, başta eşler olmak üzere öncelikle bütün aile bireylerine düşen bir sorumluluktur. Allah Teâlâ eşlerin, birbirlerinin sırlarını ve kusurlarını örten ve koruyan birer elbise/örtü mesabesinde olduklarından bahisle, “…Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz.”8 buyurmuştur. Sevgili Peygamberimiz de, “Kıyamet günü Allah katında (hesabı sorulacak) en büyük ihanetlerden biri, kişinin eşiyle birlikte olduktan sonra onun sırrını ifşa etmesidir.”9 buyurarak, bu gizliliği korumanın önemine dikkat çekmiştir.
Hz. Peygamber ile eşleri arasında geçen ve detayları Tahrîm sûresinin başındaki âyetlerde anlatılan bir hadise münasebetiyle Allah Teâlâ müminlere aile sırlarının ifşa edilmesini yasaklamış,10 böylece iki mahrem arasında kalması gereken bir sırrın diğer şahıslara intikalinin iyi bir davranış olmadığını bildirmiştir.Bu hadisede Hz. Peygamber, eşlerinden birine gizli bir şey söylemiş, o da bunu diğer eşlerden birine söylemişti. Cenâb-ı Hakk’ın, Hz. Peygamber’i haberdar etmesiyle durum ortaya çıkmış ve Allah bu iki hanımı tevbeye davet etmişti.11
İslâm dininin özel hayatın saygınlığına atfettiği bu önem bize, birbirlerine çok yakın olan eşler arasında bile dikkat edilmesi gereken bazı incelikler olduğunu göstermektedir. Eşlerin, birtakım vehimlerle, karşılıklı güveni zedeleyecek şekilde birbirlerini takip edip gizli gizli kontrol etmeleri buna örnek verilebilir. Sevgili Peygamberimiz, uzun bir yolculuktan sonra evine dönen bir erkeğin, ailesinin kendisine ihanet edip etmediğini öğrenmek veya onların kusurlarını araştırmak maksadıyla evine geceleyin ansızın girmesini yasaklamıştır.12 Ayrıca o, “Zandan sakının. Çünkü zan, yalanın ta kendisidir. Birbirinizin konuştuğuna kulak kabartmayın, birbirinizin özel hâllerini araştırmayın, birbirinizle üstünlük yarışına girmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!” 13 buyurmuştur.
Özel hayatın başkaları tarafından araştırılması ve ifşa edilmesinin temel sebebi insanda fıtrî olarak var olan merak duygusudur. Ancak bu duygu şahısların özel hayatına uzandığında, onların kişiliklerini zedeleyici ve onurlarını yaralayıcı bir niteliğe dönüşür. İşte insandaki merak duygusunun kötüye kullanılması “tecessüs” adını almakta ve Yüce Yaratıcı, “Birbirinizin gizliliklerini ve kusurunu araştırmayın.”14 uyarısıyla bunu yasaklamaktadır. Hemen arkasından da “Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin.” buyurarak tecessüs ile gıybet arasında yakın bir bağın bulunduğuna işaret etmektedir. Diğer yandan Hz. Peygamber’in, “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeylerden uzak durması, iyi bir Müslüman olduğunu gösterir.” hadisi15 âdeta bu âyetlerin tefsiri mahiyetindedir.
Sevgili Peygamberimiz özel hayatın mahremiyetine verdiği önemi sözlü beyanları yanında uygulamalarıyla da bizzat göstermiştir. Nitekim Ebû Hüreyre’nin anlattığına göre, Resûl-i Ekrem bir gün evindeyken bir adamın gizlice evin içini gözetlediğini fark etmiş ve bu davranışa son derece hiddetlenmişti. Elindeki, saçlarını taramakta kullandığı demir mil ile adamın üzerine yürümüş,16 adam da dönüp kaçmıştı. Özel hayatın mahremiyetini ihlâl eden bu adam Resûlullah’ı öfkelendirmişti. Sahâbîler huzuruna girdiğinde o, evini gözetleyen Hakem b. Ebu’l-Âs isimli bu kişiye öfkeyle beddua ediyordu. Rahmet Peygamberi’nin bedduasına çok nadir şahit olan ashâb, durumu öğrendiklerinde kendileri de hiddetlendiler ve onlar da beddua etmek istediler. Ancak Resûl-i Ekrem buna müsaade etmedi.17
Hadis ve fıkıh kitaplarında başkasının evini gözetleyen kimsenin cezasıyla ilgili anlatılanlar aslında bu olayla ilgilidir. Olayda adı geçen Hakem b. Ebu’l-Âs, Mekke döneminde Allah Resûlü’ne inanmayıp ona güçlük çıkaran, Müslüman olduktan sonra da Hz. Peygamber’in öğretisini gerçek mânâda özümseyememiş bir kimsedir.
Konuyla ilgili âyet ve hadislerden anlaşılacağı gibi başkalarının evinin içine izinsiz olarak göz atılmamalı, eve girmeden önce mutlaka izin istenmelidir. “Hiç kimsenin izinsiz olarak bir başkasının evinin içine bakması helâl değildir. Eğer bakarsa (eve) girmiş demektir…”18 buyuran Peygamberimiz, kapı yerine perdenin kullanıldığı, çoğu zaman onun da bulunmadığı bir dönemde, birini ziyarete gittiğinde kapının tam karşısında değil de sağ veya sol kenarında durur, selâm vererek girmek için izin isterdi.19 Zira evin içine bakıp mahremiyeti ihlâl ettikten sonra izin istemenin bir anlamı kalmayacaktır.20 Çünkü izin, görünmesi istenmeyen durumlara muttali olmamak için, ev sahibinin müsaadesini talep etmektir.21 Eğer istem dışı bir bakma söz konusu ise bu durumda gözün başka tarafa çevrilmesi gerekmektedir.22
Özel hayatın mahremiyetini ihlâl edecek davranışlarda bulunanların gerçek mümin değil, olsa olsa münafık olabileceğini hatırlatan Hz. Peygamber, başkalarının evlerini gizlice kolaçan edenlerin cezasının, Allah tarafından rezil edilmek olduğunu şu şekilde vurgulamıştır: “Ey diliyle iman edip, kalbine iman girmemiş olan kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın. Çünkü her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâlini araştırır. Allah kimin gizli hâlini araştırırsa onu evinde bile (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) rezil eder.”23
Diğer yandan özel hayatın mahremiyeti çerçevesinde insanların duyulmasından hoşlanmadıkları yahut çekindikleri konuşmalarına kulak kabartmak âhirette acıklı bir cezaya maruz kalmayı gerektirecektir. Nitekim Peygamber Efendimiz, “…Kim bundan hoşlanmadıkları ya da kendisinden uzaklaştıkları hâlde bir grubun konuşmalarına kulak kabartırsa, kıyamet günü kulağına kurşun dökülür…”24 buyurarak cezanın şiddetini vurgulamaktadır. İnsanların özel hayatındaki kusurların araştırılıp ortaya dökülmesi, toplumun ahlâken yozlaşmasına yol açabilecek bir tutumdur. Efendimiz, “İnsanların açıklarını, ayıplarını araştırırsan ya aralarına fesat sokmuş olursun ya da aralarında fesat çıkmasının yolunu açmış olursun.”25 buyurarak toplumun ayıplarını araştırmayı yasaklamıştır. Bu yüzden, “sakalından şarap damlıyor” denilerek kendisine getirilen bir adam için Abdullah b. Mes’ûd, “Bizim kusur araştırmamız yasaklandı. Fakat bir suça açıkça muttali olursak onu cezalandırırız!” cevabını vermiştir.26
Burada dikkat çeken husus, üzerine gidip araştırılmaması ve deşifre edilmemesi gereken kusurların kişisel olması ve yapılan yanlışın başkasına zarar verici nitelikte bulunmamasıdır. Diğer şahıslara ve topluma zarar vermeyen kişisel kusurların örtülmesi ve mümkünse “iyiliği tavsiye, kötülükten sakındırma” prensibi çerçevesinde uyarılarda bulunulması dinimizin bir gereğidir. Ancak bu tür suçların takibi için aile mahremiyetinin ve mesken masuniyetinin ihlâli doğru görülmemiştir. Bu yüzden yukarıdaki rivayetlerde görüldüğü gibi, evinde dinî bir yasağı ihlâl ettiği hâlde kimseye zararı dokunmayan bir kimsenin özel hayatı saygındır ve onun mahremiyeti de dinimize göre koruma altındadır. Şayet işlenen suç kamuyu ilgilendiriyor, yani başkalarına zarar verici bir nitelik taşıyorsa buna mâni olmaya çalışmak ve en kısa zamanda yetkilileri haberdar etmek de dinî bir görevdir. Böyle durumlarda özel hayatın mahremiyeti ve mesken dokunulmazlığı söz konusu olmaz. Ayrıca, yangın ve hırsızlık gibi derhâl müdahale edilmesi gereken zorunlu durumlarda da yabancı evlere girmek için izin alınması beklenmez.
Gizlilik hakkı yalnızca yabancı evlere izinsiz girme ve gizlice gözetleme konusuyla sınırlı olmayıp örneğin bir hadiste, izinsiz olarak başkasının kitabını/mektubunu okumakda bu kapsamda değerlendirilmiştir.27 Buradan hareketle fotoğraf ya da kamera vasıtasıyla başkasının görüntülerini elde etmek, telefon ve benzeri sesli iletişim cihazlarını dinlemek ve kaydetmek, internet üzerinden ve sair yollardan başkasına ait her türlü şahsî bilgi ve belge ele geçirmek gibi konuların da mahremiyet sınırları içinde olduğunu söylemek mümkündür. Hepsi de özel hayatın mahremiyetine tecavüz olan bu eylemlerle ele geçirilen gizli bilgi ve görüntüler, ne yazık ki günümüzde popüler kültürün bir ürünü olan magazin türü programların vazgeçilmez malzemesi hâline gelmiştir. Aile yuvalarının dağılmasına, çocukların yetim kalmasına hatta cinayetlere kadar uzanan birçok olumsuzluğa yol açan bu ihlâller, özel hayatın mahremiyetinin ne kadar önemli ve dinimizin bu konuda getirdiği kuralların da ne kadar isabetli olduğunu gözler önüne sermektedir.
Netice olarak hiç kimse, başkasının özel hayatını merak edip meşru olmayan yollarla ona vâkıf olmaya çalışmamalıdır. Çünkü başkalarının gizli hâllerine ve istenmeyen durumlarına vâkıf olan bir Müslüman hem kendisi için helâl olmayan bir iş yaparak hem de onlar hakkında sû-i zanda bulunarak çifte günah işlemiş, ayrıca gördüğü şeylerden etkilenerek diğer günahlara da kapı aralamış olur. Böylece kişiler arasında karşılıklı saygı zedelenir, komşuluk ilişkileri zarar görür. Herkesin birbirinden şüphelendiği bir güvensizlik ortamı doğar. Evli-bekâr, kadın-erkek her mümin, özel hayatın ve aile mahremiyetinin korunması konusunda büyük sorumluluk altındadır. Bu nedenle, eşler ve çocuklar önce birbirlerinin ve ailelerinin sırlarını başkalarına söylememeli, aralarındaki ilişkileri ulu orta anlatmamalıdırlar. Sonra, toplumdaki diğer bireylerin ve ailelerin mahremiyetine saygı göstererek, onlar hakkında kötü zan ve tecessüsten uzak durmalıdırlar. Kısacası herkes kendi özel hayatına ve aile mahremiyetine başkaları tarafından gösterilmesini beklediği saygı ve hassasiyeti onlara karşı da aynen göstermelidir. Unutulmamalıdır ki konuyla ilgili ilâhî ve nebevî öğretilerin amacı, bireylerin ve ailelerin özel hayatlarını güvence altına alarak huzur, güven ve güzel ahlâkın egemen olduğu sağlıklı bir toplum oluşturmaktır.
Özel hayatın mahremiyetini ihlâlde çift yönlü bir sorumluluk söz konusudur. İlki, kişinin veya ailenin kendi özel hayatını koruma adına gerekli tedbirleri almasıdır. Bu açıdan örneğin bir evde kapıların, perdelerin kapalı tutulması, ses, kavga ve gürültü gibi başkalarının meraklı bakışlarını çekecek hususlardan sakınılması gerekmektedir. İkincisi ise başkalarının özel hayatını izleme, gözleme, araştırma gibi İslâm’ın kesin olarak yasakladığı hareketlerden kaçınılmasıdır.
Esas olan özel hayatın saygınlığı olunca, bazı kişi ve ailelerin özel hayatlarına işleri gereği muttali olan güvenlik görevlisi ya da sağlık personeli gibi meslek erbabı da sahip oldukları özel bilgileri kimseye sızdırmamalıdırlar. Çünkü onlar iş ahlâkı gereği bu bilgileri “emanet” olarak görmeli ve emanete asla ihanet etmemelidirler.
Hadislerle İslâm, Diyanet
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024