عَنْ أُبَيِّ بْنِ كَعْبٍ أَنَّ الْمُشْرِكِينَ قَالُوا لِلنَّبِيّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
يَا مُحَمَّدُ انْسُبْ لَنَا رَبَّكَ. فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى “قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ اللَّهُ الصَّمَدُ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدٌ.”
Übey b. Kâ’b’ın naklettiğine göre; müşrikler Hz. Peygamber’e (sav), “Yâ Muhammed! Rabbini bize tanıt.” dediler. Bunun üzerine Allah Tebâreke ve Teâlâ İhlâs sûresini indirdi:
“De ki, O Allah tektir, Allah Samed’dir. (O hiçbir şeye muhtaç değildir ama bütün varlıklar O’na muhtaçtır.) O, doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey O’na denk değildir.”
(HM21538 İbn Hanbel, V, 133)
عَنِ ابْنِ عُمَرَ… أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) كَانَ يَقُولُ إِذَا أَخَذَ مَضْجَعَهُ: ”الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِى كَفَانِى وَآوَانِى وَأَطْعَمَنِى وَسَقَانِى وَالَّذِى مَنَّ عَلَىَّ فَأَفْضَلَ وَالَّذِى أَعْطَانِى فَأَجْزَلَ. الْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى كُلِّ حَالٍ. اللَّهُمَّ! رَبَّ كُلِّ شَيْءٍ وَمَلِيكَهُ وإِلَهَ كُلِّ شَيْءٍ أَعُوذُ بِكَ مِنَ النَّارِ.“
İbn Ömer’den rivayet edildiğine göre, Allah Resûlü (sav) yatağına yattığı zaman şöyle dua ederdi. “Bana yeten, beni barındıran, beni yediren ve içiren, bana iyilik edip (iyiliğini) arttıran, bana nimet verip (nimetini) bollaştıran Allah’a hamdolsun. Her hâl ve durumda Allah’a hamdolsun. Her şeyin Rabbi, hükümdarı ve ilâhı olan Allah’ım! Cehennemden sana sığınırım.”
(D5058 Ebû Dâvûd, Edeb, 97, 98)
***
عَنْ أَبِى مُوسَى قَالَ: كُنَّا مَعَ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فِى سَفَرٍ فَكُنَّا إِذَا عَلَوْنَا كَبَّرْنَا فَقَالَ: “ارْبَعُوا عَلَى أَنْفُسِكُمْ فَإِنَّكُمْ لاَ تَدْعُونَ أَصَمَّ وَلاَ غَائِبًا، تَدْعُونَ سَمِيعًا بَصِيرًا قَرِيبًا.“
Ebû Musa (el-Eş’arî) anlatıyor: Bir yolculuk esnasında Hz. Peygamber (sav) ile beraberdik. Her bir tepeye çıktığımızda (yüksek sesle) tekbir getiriyorduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Kendinize gelin! Siz sağır olan ve burada bulunmayan birisine seslenmiyorsunuz. (Bilakis) Her şeyi işiten, gören ve çok yakın olan Allah’a sesleniyorsunuz.”
(B7386 Buhârî, Tevhîd, 9)
***
عَنْ أَبِى مَسْعُودٍ [الأَنْصَارِىِّ] قَالَ: كُنْتُ أَضْرِبُ مَمْلُوكًا لِى فَسَمِعْتُ قَائِلاً مِنْ خَلْفِى يَقُولُ: اعْلَمْ أَبَا مَسْعُودٍ اعْلَمْ أَبَا مَسْعُودٍ فَالْتَفَتُّ فَإِذَا أَنَا بِرَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فَقَالَ: “لَلَّهُ أَقْدَرُ عَلَيْكَ مِنْكَ عَلَيْهِ.“
Ebû Mes’ûd (el-Ensârî) anlatıyor: Bir gün kölemi dövüyordum ki arkamdan birisi şöyle seslendi: “Şunu iyi bil Ebû Mes’ûd!” Bir de döndüm baktım ki Resûlullah (sav) bana şöyle söylüyor: “Şunu iyi bil Ebû Mes’ûd! Allah’ın sana karşı gücü, senin bu köleye karşı olan güç ve kuvvetinden çok daha fazladır.”
(T1948 Tirmizî, Birr, 30)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَأْمُرُنَا إِذَا أَخَذَ أَحَدُنَا مَضْجَعَهُ أَنْ يَقُولَ: “اللَّهُمَّ رَبَّ السَّمَوَاتِ وَرَبَّ الْأَرَضِينَ وَرَبَّنَا وَرَبَّ كُلِّ شيْءٍ فَالِقَ الْحَبِّ وَالنَّوَى وَمُنْزِلَ التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ وَالْقُرْآنِ أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ كُلِّ ذِى شَرٍّ أَنْتَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهِ أَنْتَ الْأَوَّلُ فَلَيْسَ قَبْلَكَ شَيْءٌ وَأَنْتَ الْآخِرُ فَلَيْسَ بَعْدَكَ شَيْءٌ وَالظَّاهِرُ فَلَيْسَ فَوْقَكَ شَيْءٌ وَالْبَاطِنُ فَلَيْسَ دُونَكَ شَيْءٌ.“
(T3400 Tirmizî, Deavât, 19; M6889 Müslim, Zikir, 61)
Allah’ın bir tek ilâh olduğunu yani kendisinden başka ilâh olmadığını kavrayamayan Mekke müşriklerine, Hz. Ömer’in Müslüman olması çok ağır gelmişti. Bu gelişme karşısında önlem almak için toplanıp, Peygamberimizin amcası Ebû Tâlib’e geldiler ve “Kardeşinin oğlu ile aramızda hüküm ver.” dediler. Bunun üzerine Ebû Tâlib, Peygamberimizi çağırttı ve ona, “Bunlar senin kavmindendir. Senden mutedil olmanı istiyorlar. Kavminin üstüne fazla gitme.” dedi. Peygamberimiz ne istediklerini sorduğunda, onlar “Bizimle ve ilâhlarımızla uğraşmayı bırak, biz de senin ilâhını ve senin peşini bırakalım.” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Söylediğiniz takdirde Araplara hâkim olacağınız, Arap olmayanları da egemenliğiniz altına alacağınız bir sözü söyler misiniz?” dedi. Bunu duyan Ebû Cehil, “Babana rahmet, elbette onu hatta on katını bile söyleriz.” dedi. Peygamberimiz, öyleyse “Allah’tan başka ilâh yoktur, sözünü söyleyin.” buyurdu. Müşrikler, bunu söylemekten kaçınıp oradan gitmek üzere ayağa kalktılar ve “Bu, ilâhları bir tek ilâh mı yapıyor? Bir tek ilâh, bütün mahlûkatı nasıl kuşatır (onları idare etmeye nasıl yeter)?” diye söylendiler. Bu olay üzerine şu âyet-i kerimeler nâzil oldu:5 “Kâfirler, kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: Bu, yalancı bir sihirbazdır. İlâhları bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!” 6 Onların Allah’ın tek bir ilâh olması karşısındaki bu şaşkınlıklarına Allah (cc) şöyle mukabelede bulunur: “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki, arşın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.”7
Evet, Allah ancak bir tek Tanrı’dır, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar da yerde olanlar da O’nundur.8 O, gökleri ve yeri örnekleri yokken yaratandır, her şeyi hakkıyla bilendir.9 Ve O Allah ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. Mülkün sahibidir, her türlü eksiklikten uzaktır, esenlik verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.10 Hiçbir kimse O’na denk değildir.11 Hiçbir varlığa hiçbir şekilde muhtaç değildir.12 O, tüm varlıkları beslediği hâlde beslenmeye ihtiyaç hissetmez.13 Bâkî kalacak olan yalnızca O’dur.14 O, yücedir, uludur.15 O, her türlü övgüye lâyık olan, şan ve şeref sahibidir.16 O, hayat veren, sonra öldürecek olan, daha sonra da tekrar diriltecek olandır.17O, tektir.18 O, her şeyi ölçü ile yapıp yönlendirendir.19 O, yarattığı her şeyi iyi, güzel ve sağlam yapandır.20 O, en doğru sözlü olandır.21 O, uyumaz, zaten O’na uyumak da yakışmaz.22 O, iyidir, güzeldir. İyiliği ve güzelliği sever. O, (isim, sıfat ve filleri itibariyle) temizdir, temizliği sever.23
“Allah’ım! Sen bütün noksanlıklardan uzaksın, tertemizsin, Cebrail ve meleklerin Rabbisin.” buyurmuştur.26
İnsan kendisini yaratan Yüce Allah’ın sadece zâtını ve mahiyetini değil, kendisine yakın olup olmadığını, O’nu aradığında nerede bulabileceğini, O’na seslendiğinde sesini işitip işitmeyeceğini de hep merak etmiştir. Böylesi bir meraktan olsa gerek, bir gün bir bedevî Hz. Peygamber’e gelerek “Rabbimiz bize yakın mıdır; O’na gizlice mi seslenelim? Yoksa uzak mıdır; O’na bağırarak mı seslenelim?” diye sormuş,27 bunun üzerine Cenâb-ı Zü’l-Celâl, “Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara), ben çok yakınım. Bana dua ettiğinde ona karşılık veririm.”28 diyerek mukabelede bulunmuştur. “Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.”29 “Biz insana şah damarından daha yakınız.”30 âyetleriyle de Yüce Mevlâ, kullarına yakın olduğunu açıkça ifade etmiştir. Allah Resûlü de Hayber fethi dönüşünde her bir tepeyi aştıklarında yüksek sesle tekbir getiren arkadaşlarını uyarmış, “Kendinize gelin! Siz sağır olan ve burada bulunmayan birisine seslenmiyorsunuz. (Bilakis) Her şeyi işiten, gören ve çok yakın olan Allah’a sesleniyorsunuz.”31 buyurarak Cenâb-ı Hakk’ın insana çok yakın olduğunu hatırlatmıştır. Hz. Peygamber ayrıca, Allah’ın, kulun zannettiği/tasavvur ettiği gibi olduğunu ve dua edenin duasına mutlaka icabet edeceğini haber vermiştir.32
Kullarına yakın olan ve onları kuşatan Yüce Mevlâ, onların her hâlinden haberdar olduğunu, hatta gizli konuşmalarını bile bildiğini vurgulamıştır: “Onlar, bizim onların sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmeyeceğimizi mi sanıyorlar?”33 “(Habibim!) De ki: ‘İçinizdekileri gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir.”34 Hatta bırakın içinizden geçenleri ve yapıp ettiklerinizi bilmesini, gaybı da yalnızca Allah bilir. “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir.”35
Her şeyi yaratan Yüce Mevlâ, mülkün de gerçek sahibidir: “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.”37 Mülkü dilediğine verir, dilediğinden geri alır. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltır. Her türlü iyilik O’nun katındandır.38 Hiçbir şey O’nun mülkünü artırmadığı gibi, hiçbir şekilde eksiltmez de.39 Nitekim Allah’ın mülkünün sınırsızlığını anlatmak isteyen son Elçisi, O’nun cömertliğine vurgu yapmış40 ve “Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günden beri bahşettiği nimetleri görmüyor musunuz? Şüphesiz bunca harcama O’nun elindeki nimetlerden hiçbir şey eksiltmemiştir.”41 buyurmuştur.
Kullarına ikram etme konusunda son derece cömert olan Allah, diğer taraftan onların günah işlemelerine, haramlara yaklaşmalarına da asla rıza göstermez: “Müminleri Allah’tan daha fazla fenalıklardan koruyan kimse yoktur. Müminlerin en büyük koruyucusu olduğu için Allah, açık gizli bütün çirkin işleri haram kılmıştır.”42 Hiç şüphesiz haram ve helâllerin apaçık ortaya konması da43 Allah’ın müminleri korumasının bir tezahürüdür.
O, hata yapana tevbe kapısını devamlı açık tutandır. Hatta Peygamberimizin anlattığına göre, günahkâr bir kulun pişman olarak tevbe edip kendisine yönelmesine, ıssız bir çölde devesini kaybedip daha sonra devesini tüm eşyalarıyla birlikte bulan kimsenin sevinmesinden daha çok sevinir.44 Çünkü O, çok affeden, çok bağışlayandır.>45 Bunun içindir ki, Allah Resûlü ümmetinden şu kelimelerle dua etmelerini istemiştir: “Allah’ım! Sen affedicisin, Kerîm’sin, affı seversin, beni affet.”46
Diğer taraftan tüm dertlerin devası, tüm hastalıkların şifası O’ndandır. Derde duçar olanlara deva veren, hastalıkların pençesinde boğuşanlara şifa verendir O.47 Ayrıca boynu bükük bir kulun el açarak yaptığı duaya icabet etmemekten, kendisine açılan elleri boş çevirmekten hayâ edendir O: “Şüphesiz sizin hayâ ve kerem sahibi Rabbiniz, kendisine el açıp yalvaran kulunun ellerini boş çevirmekten hayâ eder.”48 Daha da ötesi bahşettiği bütün bu lütuflar karşısında kullarının tüm azgınlıklarına, haddi aşmalarına, densizliklerine sabredendir O: “Hiçbir kimse (kendisi hakkında) duyduğu eza verici isnad ve iftiralara Allah’tan daha sabırlı değildir. (Kâfirler ve müşrikler) Allah’a oğul isnad ederler de Allah yine de onlara afiyet ihsan edip, rızık verir.”49
O, kalplere de hükmeder, kalpleri evirip çevirir. Nitekim Ümmü Seleme’ye, “Ey müminlerin annesi! Resûlullah’ın senin yanında olduğu zaman en çok yaptığı dua ne idi?” diye sorduklarında, şu duayı aktarmıştır: “Ey kalpleri bir hâlden bir hâle çeviren Rabbim, benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.” Ümmü Seleme anlatmaya devam ederek şöyle demiştir: Ben kendisine: “Ey Allah’ın Resûlü! Niçin bu duayı yapıyorsunuz?” diye sordum. Hz. Peygamber “Herkesin kalbi Allah’ın parmakları arasındadır. Dilediğini düzeltir, düzgün yola koyar, dilediğini ise kalbini kaydırarak yoldan çıkarır.” cevabını verdi ve Sonra Âl-i İmrân sûresinin 8. âyetini okudu: “O derin kavrayış sahipleri şöyle yakarırlar: Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi bu gerçeklerden bir daha saptırma, katından bize rahmet ver, şüphesiz bağışı en çok olan sensin sen.”50
O, çok güçlü ve kuvvetlidir.51 O’nun gücünün sınırı yoktur. O’nun için her şey kolaydır. “O bir şeyi dilediği zaman ona ‘Ol!’ der ve o da oluverir.”52 Ebû Mes’ûd el-Ensârî (ra) şöyle anlatıyor: Bir gün kölemi dövüyordum ki arkamdan birisi şöyle seslendi: “Şunu iyi bil Ebû Mes’ûd!” Bir de döndüm baktım ki Resûlullah (sav) bana şöyle söylüyor: “Şunu iyi bil Ebû Mes’ûd! Allah’ın sana karşı gücü, senin bu köleye karşı olan güç ve kuvvetinden çok daha fazladır.”53 Allah’ın gücüne dikkat çeken Hz. Peygamber’e bir Yahudi gelip şöyle demişti: “Yâ Muhammed! Allah gökleri bir parmağında, yer tabakalarını bir parmağında, dağları bir parmağında, bütün ağaçları bir parmağında, öbür mahlûkları da bir parmağında tutar. Sonra, ‘Melik ancak benim (bütün kâinatın hükümdarı benim).’ diye seslenir.” Bu sözü işiten Resûlullah, azı dişleri görülünceye kadar güldü. Sonra da “Allah’ın gücünü, kadrini O’na lâyık olacak bir surette hakkıyla takdir edemediler.”54 âyetini okudu.55 Dünyada gücünün ve kudretinin sınırı olmayan Allah (cc) kıyamet gününün de sahibi ve tek hâkimidir.56 “O, gökleri ve yeri hak (ve hikmet) ile yaratandır. ‘Ol!’ dediği gün her şey oluverir. O’nun sözü gerçektir. Sûr’a üflendiği gün de hükümranlık O’nundur. Gizliyi ve açığı bilendir, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.”57
O, âdildir, adaletle hükmedendir.60 Asla kullarına karşı zalim değildir. Hiçbir zaman zulmetmez.61 Bunun için kötülük yapanlara yaptıkları kadar ceza verecektir.62 Ancak kulları kendi kendilerine yazık etmişlerdir.63 O’nun adalet terazisi hep kullarının lehine ağır basmaktadır. Bu nedenle “Kim bir iyilik getirirse ona bundan daha hayırlı karşılık vardır. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler.”64 buyurmaktadır.
O, kullarına karşı son derece şefkatli,65 merhametli, merhamet edenlerin de en merhametlisidir.66 O’nun merhameti gazabını geçmiştir.67 O, yaptıkları yüzünden insanları hemen cezalandırmayıp, akıllarını başlarına almaları için onlara mühlet verendir. Eğer yaptıkları hata, kusur ve isyanlardan dolayı onları hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı.68 Kullarına olan şefkat ve merhameti nedeniyle O, kulun işlediği kötülükleri, günahları, ayıpları ve kusurları örter, onları gizler.69 Allah’ın merhameti o kadar geniş, o kadar kuşatıcıdır ki, Sevgili Peygamberimiz bu durumu şu sözleriyle açıklamıştır: “Allah, rahmeti yüz parça yaratmış, doksan dokuzunu kendi katında tutmuş, yeryüzüne sadece bir parçasını indirmiştir. İşte bütün mahlûkat bu bir parça merhametle birbirlerine acırlar. Bir hayvan bile (bu bir parçacık rahmetin eseri olarak yavrusunu emzirirken) üzerine basarım endişesiyle ayağını kaldırır.”70
O’nun azabı, hak edenler için çok şiddetli, cezalandırması çok çetindir.71 Buna dikkat çekmek için Yüce Mevlâ şu ifadeleri kullanmıştır: “Onu (Allah’ın azabını) gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir hâlde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allah’ın azabı çok dehşetlidir.”72
Hiçbir insan dünyada O’nu görmeye muktedir değildir. Nitekim Yüce Mevlâ bu gerçeği ifade etmek için “Gözler O’nu göremez, hâlbuki O, gözleri görür.”73 buyurmuştur. Müminlerin annesi Hz. Âişe “Her kim, ‘Muhammed dünya gözüyle Rabbini gördü.’ derse en büyük yalanı söylemiş olur.”74 diyerek Hz. Peygamber’in bile dünyada Rabbini görme konusunda diğer insanlardan farklı olmadığını belirtmiştir. Nitekim Hz. Musa (as) Rabbini görmek istemiş ancak buna gücü yetmemiştir. O sahneyi Yüce Mevlâ şu şekilde tasvir etmektedir: “Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca, ‘Rabbim! Bana (kendini) göster, seni göreyim.’ dedi. (Rabbi) ‘Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!’ buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki, ‘Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.’”75
Dünya gözüyle insanların asla göremeyeceği Yüce Allah’ı, inananlar en büyük mükâfat olarak âhirette göreceklerdir. Bunu merak eden bir grup sahâbe Resûlullah’a gelerek, “Ey Allah’ın Resûlü, biz kıyamet gününde Rabbimizi görebilecek miyiz?” diye sormuşlardı. Resûlullah, “Siz on dördüncü gecede ayı görmek için itişip kakışarak birbirinize zahmet verir misiniz?” diye sorduğunda sahâbîler: “Hayır Yâ Resûlallah” diye karşılık vermişlerdi. “Siz güneşin önünde hiçbir bulut yokken onu görme hususunda birbirinize sıkıntı verir misiniz?” dediğinde, “Hayır, Yâ Resûlallah!” demişlerdi. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Siz (cennette) Rabbinizi, işte böyle göreceksiniz.” buyurdu.76
Rabbimiz tektir. O’nun eşi ve benzeri yoktur. O doğmamış ve doğrulmamıştır. O hiçbir varlığa muhtaç olmadığı hâlde bütün varlıklar O’na muhtaçtır. O’nun varlığının başlangıcı ve sonu yoktur. O, zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde sonradan yarattığı varlıklara benzemez. Bütün noksan sıfatlardan münezzeh/uzak, bütün kemal sıfatlara sahiptir. O, kullarına karşı çok merhametli, çok şefkatlidir. O, kullarına çok yakın olan, kendisine yakarışta bulunanın feryadını işiten, kendisinden isteği olanın dileğini yerine getirendir. O, kullarına karşı çok cömerttir. Tüm hatalarına karşı kullarını affeden, onların tevbelerini kabul edendir. Kâinatta olup biten her şey O’nun dilemesiyledir. O, bir şeyin olmasını dilediğinde sadece “Ol!” der, o da oluverir. O’nun izni olmaksızın ağaçtaki kuru bir yaprak bile düşmez. Yerde ve göklerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun gücü her şeye yeter. Gören, gözeten, duyan, işiten, acıyan, seven O’dur.
Bu bağlamda Sevgili Peygamberimiz müminin bilincinde oluşturmak istediği Allah tasavvurunu her müminin yatacağı zaman okumasını tavsiye ettiği şu dua ile açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Allah’ım! Göklerin ve yerlerin Rabbi! Rabbimiz, her şeyin Rabbi! Tane ve çekirdeği çatlatıp yaran! Tevrat, İncil ve Kur’an’ı indiren! Her türlü kötülük sahibinin şerrinden sana sığınırım. Onu perçeminden tutan (kudreti altında bulunduran) sensin. Sen Evvel’sin, senden önce hiçbir şey yoktur. Sen Âhir’sin, senden sonra da hiçbir şey olmayacaktır. Zâhir (varlığı delillerle apaçık olan) sensin, varlığı seninkinden daha aşikâr hiçbir şey yoktur. Bâtın (mahiyeti idrak edilemeyen, zâtı insanlar için gizli olan) sensin. Senin mahiyetinden daha gizli olan hiçbir şey yoktur.”77
Hadislerle İslâm, Diyanet
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024