HASBÎ
(ﺣﺴﺒﻰ) sıf. (Ar. ḥasbeten lillāh’tan kısaltma yolu ve nispet eki -і ile ḥasbі) Bir karşılık beklemeden gönüllü olarak yapılan, Allah rızâsı için olan, karşılıksız: Hasbî duânın esra’ olurmuş icâbeti (Nâbî). Mâdemki bu bir fedâkarlıktır, fedâkarlık ücretle olmaz, hasbî olur (Ömer Seyfeddin). İlmin hasbî olması, kibirlenmeye, câhillere kafa tutmaya halkın ileri gelenlerini elde etmeye ve para kazanmaya yarar bir metâ hâline getirilmemesi gerektir (Orhan Ş. Gökyay).
HASBÎLİK
i. Hasbî olma durumu, bir işi karşılık beklemeden Allah rızâsı için yapma.
Kubbealtı Lûgati
***
…فَكَتَبَتْ عَائِشَةُ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) إِلَى مُعَاوِيَةَ: سَلاَمٌ عَلَيْكَ أَمَّا بَعْدُ فَإِنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ: “مَنِ الْتَمَسَ رِضَاءَ اللَّهِ بِسَخَطِ النَّاسِ كَفَاهُ اللَّهُ مُؤْنَةَ النَّاسِ، وَمَنِ الْتَمَسَ رِضَاءَ النَّاسِ بِسَخَطِ اللَّهِ وَكَلَهُ اللَّهُ إِلَى النَّاسِ.”
(Muâviye’nin kendisinden tavsiye talep etmesi üzerine)…
Hz. Âişe (ra) Muâviye’ye şöyle bir mektup yazdı:
“Allah’ın selâmı üzerine olsun. Ben Resûlullah’ı (sav) şöyle buyururken işittim: ‘Kim, (bir konuda) insanlar kendisine buğzetse dahi, (o konuda) Allah’ın rızasını ararsa, Allah da insanların vereceği sıkıntıdan onu kurtarır. Kim de Allah’ın hoşnut olmayacağı (bir konuda) insanların beğenisini elde etmek isterse, Allah onu o insanlar(ın insafın)a terk eder.’”
(T2414 Tirmizî, Zühd, 64)
***
عَنْ أَبِى أُمَامَةَ الْبَاهِلِيِّ قَالَ:…فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
“…إِنَّ اللَّهَ لاَ يَقْبَلُ مِنَ الْعَمَلِ إِلاَّ مَا كَانَ لَهُ خَالِصًا وَابْتُغِيَ بِهِ وَجْهُهُ.”
Ebû Ümâme el-Bâhilî’nin naklettiğine göre,… Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “…Allah ancak samimiyetle ve kendi rızası gözetilerek yapılan işleri kabul eder.”
(N3142 Nesâî, Cihâd, 24)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ:
“يَقُولُ اللَّهُ تَعَالَى: الصَّوْمُ لِى، وَأَنَا أَجْزِى بِهِ، يَدَعُ شَهْوَتَهُ وَأَكْلَهُ وَشُرْبَهُ مِنْ أَجْلِى…”
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Hz Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah buyuruyor ki, ‘Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ben veririm. (Çünkü oruç tutan kimse) nefsî arzularını, yemeyi ve içmeyi sadece benim için terk ediyor…’”
(B7492 Buhârî, Tevhîd, 35)
***
عَنْ أَبِى أُمَامَةَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) أَنَّهُ قَالَ: مَنْ أَحَبَّ لِلَّهِ، وَأَبْغَضَ لِلَّهِ، وَأَعْطَى لِلَّهِ، وَمَنَعَ لِلَّهِ، فَقَدِ اسْتَكْمَلَ الْإِيمَانَ.”
Ebû Ümâme’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim Allah için sever, Allah için nefret eder, Allah için verir, Allah için (kötülüklere) engel olursa, imanını kemale erdirmiş olur.”
(D4681 Ebû Dâvûd, Sünne, 15)
***
عَنْ أُمِّ سَلَمَةَ قَالَتْ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
“إِذَا أَصَابَتْ أَحَدَكُمْ مُصِيبَةٌ فَلْيَقُلْ: إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ، اللَّهُمَّ! عِنْدَكَ أَحْتَسِبُ مُصِيبَتِى فَآجِرْنِى فِيهَا وَأَبْدِلْ لِى خَيْرًا مِنْهَا.”
Ümmü Seleme’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Birinizin başına bir musibet/acı bir şey geldiği zaman, ‘Biz Allah’a aidiz ve biz O’na döneceğiz. Allah’ım! Başıma gelen musibetin/acının mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.’ desin.”
(D3119 Ebû Dâvûd, Cenâiz, 17-18; M2127 Müslim, Cenâiz, 4
***
“Güzel davranışlarda dünyevî bir karşılık beklemeden, sadece Allah rızasını gözetmek.” mânâsına gelen hasbîlik, zor ve sıkıntılı durumlarda Allah’ın kendisine yardımcı olarak kâfi geleceğini bilmek, bu bilinçle gösterilen sabır karşılığında Allah’ın ecrini ummak demektir. Başka bir ifadeyle “hasbîlik”, her türlü şahsî çıkar ve menfaatten uzak durulması, her işin, gönüllü olarak ve yalnız Allah için, O’nun hoşnutluğunun elde edilmesi için yapılmasıdır. Buna göre gerçek anlamda hasbî olan bir mümin, Allah için en büyük fedakârlığı göstermeye hazırdır. Müminin Allah yolunda feda edebileceği en kıymetli varlığı şüphesiz ki canıdır. Hz. Âişe’nin yeğeni olan Urve b. Zübeyr’in, zorlu Tebük günü şiddetli sıcağa rağmen Allah Resûlu’nün talimatı üzerine hiç tereddüt etmeden Şam’a doğru yola çıkan müminlere “hisbe ehli”2 demesi bundandır. Bu yüzdendir ki Hz. Ömer, şehidi, “canını Allah yolunda feda eden kimse (ihtesebe)” olarak tanımlamıştır.3
Sırf Allah Teâlâ’nın rızasını gözeten ve O’nun hoşnut olduğu amellere yönelen bir Müslüman, çevresine şirin görünme kaygısı taşımaz. Hatta bazı insanlar hoşlanmasa da o, Allah’ın hoşnutluğunu esas alır. Bu durumda Cenâb-ı Hak elbette onu zor durumda bırakmaz. Nitekim Peygamber Efendimiz, ‘Kim (bir konuda) insanlar kendisine buğzetse dahi, (o konuda) Allah’ın rızasını ararsa, Allah da insanların vereceği sıkıntıdan onu kurtarır. Kim de Allah’ın hoşnut olmayacağı (bir konuda) insanların beğenisini elde etmek isterse, Allah onu o insanlar(ın insafın)a terk eder.’4 buyurmaktadır. Unutmamak gerekir ki Allah rızası için bir şey yapanı insanlar da sever ve metheder. İnsanların bu iltifatı ise mümine cenneti dünyadayken müjdeleyen bir mükâfattır.5
Birçok âyet ve hadiste, “dini Allah’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk yapılması”6 yani ibadet ve amellerin gösterişten, riyadan uzak tutulması emredildiğine göre, hasbî davranan için en büyük karşılık cennet ve nimetlerinden önce Rabbin rızasıdır. Bir hadiste, “Niyeti olmayanın ameli nasıl makbul değilse, burada Allah rızası için olmayan (karşılığı Allah’tan beklenmeyen) amelin de sevabı yoktur.” buyrulmaktadır.7 Allah’ın rızasının her şeyden üstün olduğu Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir: “Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaad etti. Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş budur.”8 Buna mukabil, Allah’ın hoşnutluğunun gözetilmemesinin hazin sonunu yine O’nun âyetlerinden okuyalım: “Allah’ın hoşnutluğunu gözetenle Allah’ın gazabına uğrayan bir olur mu hiç? Sonuncusunun yeri cehennemdir. Cehennem ise, ne kötü bir varış yeridir”9
İnananları en yüce mertebeye, Allah’ın rızasına ulaştıran hasbîlik, insanları Allah’a davet uğrunda büyük sıkıntılara maruz kalan birçok peygamberin dilinde en değerli ifadesini bulmuştur: “Buna (tebliğ görevime) karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.”10 Yine Rahmet Elçisi’ne (sav), “Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.”11 demeyi telkin eden ilâhî öğüt de hasbîliğin en güzel özetidir.
Gerçek anlamda hasbî olan insan, hem toplum içinde, hem de yalnız başına kaldığı zamanlarda her işinde ilâhî rızayı dikkate alır ve Allah Resûlü’nün şu sözünü düstur edinir:“…Allah ancak samimiyetle ve kendi rızası gözetilerek yapılan işleri kabul eder.”12 Nitekim Sevgili Peygamberimiz, bu çerçevede, sadece sürüsüyle ve tabiatla baş başa olduğu hâlde namazını ihmal etmeyip güzelce eda eden bir çobanın mazhar olduğu ilâhî iltifatı şöyle dile getirmektedir: “Rabbiniz der ki; ‘Şu kuluma bir bakın! Sırf benden sakınarak ezanını okuyup namazını kılıyor, ben de onu affettim ve cennetime koydum.’”13 Allah Resûlü bir başka hadisinde de, “Müslüman bir kul Allah’ın rızasını umarak namaz kılarsa, tıpkı ağaçtan yaprakların döküldüğü gibi günahları dökülür.” buyurmaktadır.14 Sadece “Allah için” olduktan sonra, namazın kendisi gibi, uğruna atılan adımlar da büyük bir ecir kaynağıdır. Yeter ki bu adımlar ilâhî rızayı kazanma amacıyla atılsın. Übey b. Kâ’b, evi Mescid-i Nebî’ye uzak olmasına rağmen Resûlullah (sav) ile birlikte kılınan hiçbir namazı kaçırmayan ensardan bir zâtın durumuna üzüldüklerini ve bu yüzden sıcak havalarda ve karanlıkta mescide rahat gelebilmesi için bir merkep satın almasını tavsiye ettiklerini söyler. Adamın, “Vallahi, evimin mescide yakın olmasını istemem!” karşılığını vermesi üzerine Übey b. Kâ’b durumu Hz. Peygamber’e iletir. Medineli sahâbî, Resûlullah’a evinin mescide yakın olmasını istemediğini söylerken şu gerekçeyi dile getirir: “Mescide giderken ve ailemin yanına dönerken attığım her adım karşılığında Allah’tan ecir ve sevap umuyorum.” Bunun üzerine Nebî (sav), “Allah bütün bunları sana verdi.15 Hakikaten, hesap ettiğin (Allah’tan umduğun) şey senindir.” buyurur.16 Gerçekten de hasbî olunduktan sonra her amelin Allah katında bir karşılığı vardır. Peygamberimizin müjdesine göre, müminin, karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek yaptığı bir hasta ziyareti onu cehennemden fersah fersah uzaklaştırırken,17 bakmakla yükümlü olduğu ailesi için sevabını Allah’tan umarak yaptığı harcamalar, kendisi için birer “sadaka” olarak değerlendirilecektir.18
Bazı ibadetler vardır ki onlarda gösterişe mahal yoktur. Hasbîliğin en bariz şekilde ifadesini bulduğu bu ibadetlerin başında oruç gelmektedir. Zira oruçlunun, tenhada bir bardak su içmesine veya gizlice gidip bir şeyler yemesine kimse engel olamaz. Ancak o, aç da kalsa susuz da kalsa buna sırf Rabbi için katlanır. Burada gösterişe yol açabilecek bir husus da yoktur. Çünkü oruçlunun ne kadar aç ve susuz olduğunu sadece Allah bilir. Bu yüzdendir ki, Yüce Allah, “Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ben veririm. (Çünkü oruç tutan kimse) nefsî arzularını, yemeyi ve içmeyi sırf benim için terk eder…”19 buyurmaktadır. Ayrıca Hz. Resûl (sav), “Her kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek (ihtisâben) Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”20 buyurarak oruçluyu müjdelemektedir.
Başta namaz ve oruç olmak üzere her ibadetin “kulluk bilinciyle” yerine getirilmesi hasbîlik esasına dayanır. Ancak bazı amellerde hasbîliğin önemi daha da artmaktadır. Örneğin Peygamber Efendimiz, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek derecede yardımlaşma hususunda gizliliğe riayet edenleri Allah Teâlâ’nın mükâfatlandıracağını bildirmektedir.21 Resûlullah’ın (sav) verdiği bu mesaj, hayırda yarışın, zaman zaman “isim yapma” ve “etiket” yarışına dönüştüğü günümüzde ayrı bir önem arz etmektedir.
Müslüman’ın yerine getirdiği ibadetlerin Allah nezdinde bir değer ifade etmesi, bir başka deyişle “sevabı hak etmesi” elbette hasbî olmasına bağlıdır. Hasbîlik, ibadetlerimizin veya ahlâkî davranışlarımızın yanında duygularımızda da esas almamız gereken bir tutumdur. Zaten hasbî olma duygusuna sahip bir mümin, her fırsatta Allah’ın hoşnutluğunu elde etmek için fırsat kollar. Allah’ın sevgisini kazanmayı temel gaye edindiğinden ve sergilediği güzel davranışlar sırf “Allah için” olduğundan, iman onun için bir huzur kaynağı olur. Bu yüzdendir ki, Allah’ın adını anarak isteyen kimseye vermeyi Müslümanlara tavsiye eden Sevgili Resûlü,24 “Kim Allah için sever, Allah için nefret eder, Allah için verir, Allah için (bir kötülüğe) engel olursa, imanını kemale erdirmiş olur.”25 buyurmuştur. O hâlde verdiğinde de vermediğinde de sadece Rabbin rızasını gözetenler, olgun bir imana sahip olabilecek; mümin, sevgisini de nefretini de Allah’ın rızasına göre şekillendirdiğinde inancın lezzetini tadabilecektir.26 Bu nedenle hasbî olanlar, insanları severken dünyevî bir menfaat veya karşılık beklemezler. Zira Nebî’nin (sav) ifadesiyle: “İman, bir kişiyi soylu biri olmasa dahi sadece Allah için sevebilmektir.” Mümin bunu yapabildiği takdirde tıpkı sıcak bir yaz gününde susuz kalmış kişinin suya hasret olması gibi iman sevgisini kalbinde hisseder.27 Onlar, bu tutumlarının karşılığı olarak dünyadayken elde ettikleri imanın lezzeti yanında âhirette de peygamberler ve şehitlerle birlikte olacaklardır. Efendimiz (sav) bu kimselerden şöyle bahseder:
Yalnızca Allah’ın sevgisini kazanmak üzere salih amel işlemeyi veya ibadetlerde sadece O’nun hoşnutluğunu elde etme niyetini ifade eden hasbîliğin bir başka boyutu da müminin zorluklar karşısındaki duruşunda kendini gösterir. Şöyle ki hasbî olan mümin, bir musibetle karşı karşıya kaldığında bunun bir imtihan olduğunu ve Allah’ın bilgisi ve takdiri dâhilinde gerçekleştiğini, buna sabrettiği takdirde de ödüllendirileceğini bilir. Bu durumda hasbîlik, sabrı, kuru bir teslimiyetten çıkarıp erdemli bir duruşa dönüştüren duygudur. Diğer bir ifadeyle hasbîlik, Allah katında bir karşılığı olduğunu bilerek sabretmektir. İlâhî imtihan gereği açlık, korku, can ve mal kaybı gibi çeşitli sıkıntılara maruz kalıp gösterdikleri sabır karşılığında cennetle müjdelenen müminlere rahmet kapılarını açan şey, başlarına bir bela ve musibet geldiğinde, “Biz Allah’a aidiz, yine O’na döneceğiz.” diyerek Yüce Yaratıcı’nın takdirinin her şeyin üstünde olduğunu kabul etmeleridir.29 Nitekim Nebî (sav) bir musibetle karşılaşan mümine bu âyeti okuduktan sonra şu duayı yapmasını öğütlemiştir: “…Allah’ım! başıma gelen musibetin/acının mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.’30
Müslüman, hastalık ve ölüm gibi hayatın acı ve hüzün verici gerçekleriyle karşılaştığında sabrederek ve hasbî bir tutum sergileyerek hem inancını muhafaza eder, hem de acılarına karşı daha dirençli olur. Rahmet Peygamberi, kendisine birini göndererek oğlunun ölmek üzere olduğunu haber veren kızı Zeyneb’e, bir aracı vasıtasıyla şu nasihatte bulunmuştu: “Allah’ın aldığı da verdiği de O’nundur. O’nun nezdinde her şeyin süresi belirlenmiştir. (Kızıma) söyle, sabretsin ve bu sabrının Allah katında bir karşılığı olduğunu bilsin.”31 Yüce Allah kulunun zorluklar karşısındaki bu hasbî tutumunu âhirette elbette karşılıksız bırakmayacaktır. Allah Resûlü tam da bu noktada, yakalandığı veba hastalığına hasbî bir ruh hâliyle sabrederken vefat eden müminin şehit sevabı alacağını belirtmiş,32 ailesinden en sevdiği kişilerden birini kaybettikten sonra buna sabrederek ecrini Allah’tan isteyen kişinin33 ve görme yeteneğini yitirdikten sonra Allah katında bir karşılığı olduğunu bilerek bu duruma sabreden mümin kulların34 cennetle mükâfatlandırılacağını ifade etmiştir. Nitekim bir gün Allah Resûlü, Enes b. Mâlik ile birlikte gözlerinden aşırı derecede rahatsız olan Medineli sahâbî Zeyd b. Erkam’ı ziyaret eder. Resûlullah (sav), gözlerinden şikayet etmekte olan Zeyd’e, “Gözlerine bir şey olursa ne yaparsın?” diye sorar. Zeyd, “Karşılığını Allah’tan umarak sabrederim.” cevabını verir. Bunun üzerine Efendimiz (sav), böyle davrandığı takdirde, günahsız olarak Rabbine kavuşacağını35 Zeyd’e müjdeler.
Hâsılı, bütün insanlar nihayetinde Allah’a döneceklerine36 göre, mümin insan, hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmış olarak O’na kavuşmayı37 ümit etmelidir. Müslüman, hayatı boyunca huzurlu bir şekilde Rahmân’a kavuşmanın hesaplarını yapmalı ve davranışlarının “Allah için” olmasını prensip hâline getirmelidir. İnsanları severken de onlara iyilik yaparken de kısacası bütün güzel duygu ve davranışlarında maddî bir karşılık elde etme veya birilerine şirin görünme kaygısı taşımamalıdır. Yaptığı hiçbir iyiliğin boşa gitmeyeceğinin bilincinde olan mümin, hastalık, ölüm gibi musibetlerle karşı karşıya kaldığı zor anlarda göstereceği sabrın da Allah katında mükâfatının olacağını unutmamalıdır.
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024