Ana Sayfa / AİLE & SAĞLIK / Sağlık / Hafid Efendi’den Sular Üzerine

Hafid Efendi’den Sular Üzerine

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

MEHMED HAFÎD EFENDİ VE SULAR
(Mehah-ı Miyah/ Mehâhü’l-Miyâh)

Sular hakkında müstakil bir eser kaleme alan Hafid Efendi hakkında sitemizde bir yazı yayınlanmıştı..

Bu çalışmamızda yine Hafîd Efendi, hayatı, hizmetleri, eserleri hakkında kısa bilgiler verildikten sonra asıl konumuz olan Mehah-ı Miyah adlı eseri hakkında kısa bilgi verip eserden ilginç, faydalı  bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istiyoruz..

Asıl adı Mehmed olan Hafid Efendi Kastamonulu Reisül Küttab Mustafa Efendi’nin torunu, Seyhülislam Mustafa Aşir Efendi’nin oğlu, alim, şair, müderris Mehmed Bahaeddin Efendi’nin kardeşidir.

İstanbul’da doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir.
Hafîd Efendi, Reisülküttab Mustafa Efendi’nin torunu olduğundan dedesine nispetle “Hafîd (torun) Efendi” ismiyle meşhur olmuştur. Kendisi de şiirlerinde Hafîd mahlasını kullanmıştır.

Hafîd Efendi eski ve köklü bir aileye mensubiyetinden ve bilhassa dede ve babasının ilim ve irfan sahibi şahıslar olmaları hasebiyle çok iyi bir öğrenim gördü. Medrese tahsilini tamamladıktan sonra bazı medreselerde müderrislik yaptı.

1789’da Eyüp kazası mollalığına, aynı yıl İstanbul kadılığına getirildi.
1807’de Anadolu Kazaskerliği’ne getirildi.
Kabakçı Mustafa isyanı ve III. Selim’in tahttan indirilmesi sonrası yaşanan siyasi olaylar neticesi bazen itibar gördü bazen gözden düştü.
1808’de görevinden azledilerek aile memleketi olan Kastamonu’ya sürgüne gönderildi.
1809’da İstanbul’a dönmesine izin verilen Hafîd Efendi 1810-11’de yeniden Rumeli Kazaskerliğine getirildi. Bu görevde iken humma hastalığından vefat etti..
Babası Şeyhülislam Mustafa Aşir Efendi, 1804 yılında 75 yaşında vefat ettiğine nazaran, babasından yedi yıl sonra vefat eden Hafif Efendi’nin genç sayilabilecek bir yaşta vefat ettiği söylenebilir.

Dedesi ve Babası Şeyhülislam Mustafa Âşir Efendilerin kurdukları kütüphanenin bahçesinde babasının yanına defnedildi..

Ancak Âşir Efendi Kütüphanesi binası bir süre sonra Evkaf tarafından satılması üzerine Şeyhülislam Mustafa Âşir Efendi ve Hafîd Efendiler’in mezarları Molla Gurânî’deki Pîrî Mehmed Paşa, diğer adıyla Koruk Tekkesi kabristanına nakledildi.

Hafîd Efendi’nin eserleri (alfabetik olarak) şunlardır:

1. Akâ’idü’n-Nesefiyye Şerhi:
Taftazânî’nin Şerhu’l-Akâ’idü’n-Nesefiyye’sine Hayâlî tarafından yazılan hâşiyeye yazılan bir hâşiyedir.

2. Ed-Dürerü’l-Müntahabâtü’l-Mensûre Fî Islâhi’l-Galatâti’l-Meşhûre:
Daha çok “Galatât-ı Hafîd Efendi” adıyla bilinen eser İstanbul’da 1806’da 561 sayfa hâlinde basılmıştır. 

3. Hadîs-i Erba‘în Şerhi:
Kırk Hadis geleneğine uygun olarak yazılmış Arapça bir eserdir. Peygamber Efendimizin sav sözlerinden seçilen kırk kadar hadisin şerh ve izahı yapılmaktadır. 

4. Kitâbü’l-Câmi‘ Fî Hakki’l-Hilâfeti Ve’s-Saltana:
III. Mustafa için kaleme alınmış olan eser, hilafet ve saltanat makamının kudsiyetinden, hükümdarın tebaası üzerinde olan hak ve hukukundan ve halkına karşı olan görevlerinden ve buna mukabil tebaanın hükümdarlarına karşı gerekli olan bağlılık ve sadakatlarından bahsetmekte ve ele aldığı her konuyu ehl-i sünnet imamlarının sahih sözleri yanısıra ayet, hadis ve icmâa dayandırmaktadır. 

5. Mehâhu’l-Miyâh:
Meşhur İstanbul sularının özelliklerini anlatmak için kaleme alınan eserde suların özelliklerine dair çok önemli bilgiler verilmektedir.

6. Sefînetü’l-Vüzerâ:
Fâtih’in kapdan-ı deryâsı Baltaoğlu Süleyman Bey’den 1792 senesinde Kaptan-ı Deryâ olan Küçük Hüseyin Paşa’ya kadar gelen Kapdan-ı Deryâların hayatlarını anlatan ve bu konuda yazılmış ilk eserdir.

7. Tercüme-i Sî-fasl: Hafîd Efendi’inin kozmoğrafya eserleri arasında önemli bir yer işgal eden bu eseri Nasîrüddin Tûsî’nin eserinin tercümesidir.

Mehmed Hafîd Efendi’nin bir Dîvân’ı ve başlı başına manzum bir eseri bilinmemesine rağmen yazdığı diğer eserlerdeki manzum parçalar onun güçlü bir şair olduğunu göstermektedir.
Hafîd Efendi’nin ilmi ve edebi faaliyetleri ve yazdığı orijinal eserleri bilhassa takdire şayandır.
Bunlar arasında Galatât-ı Hafîd Efendi ona şöhret kazandıran bir eserdir. Müellif bu kitabın Arapça mukaddimesinde bazı alimlerin galat kelimelere dair müstakil eserler yazdıklarını ancak bu müelliflerin eserlerinde sadece Arapçadaki galat kelimeler üzerinde durduklarını, hâlbuki Türkçede ve özellikle İstanbul halkının konuşma dilinde Arapça kelimelerin yanında Farsça ve Yunanca kelimelerin de bulunduğunu, bir kısım kelimelerin ise Çağatay Türkçesinden geldiğini ve konu hakkındaki çalışmaların azlığı yüzünden galat kelimelerin giderek yaygınlaştığını ifade eder. 

Müellif alfabetik olarak sıraladığı Arapça, Farsça, Yunanca ve Çağatay Türkçesi kökenli binden fazla galatın tanımını ve etimolojisini yaptıktan sonra bu kelimelerin Arapça ve Farsçadaki karşılıklarını da verir. Kitabın en dikkat çekici tarafı sadece tanımla yetinilmeyip bir kelimeyle ilgili başka kelimelerin de kaydedilerek tarihi, dini, ictimai ve folklorik bilgilerin çok geniş şekilde verilmesidir. Örneğin “Mûsikî” kelimesinde mûsiki tarihine ait açıklamaların ardından mûsiki makamlarına geçilmekte, burada da konuyla ilgili birçok tablo ve cetvel yer almaktadır. Eser bu özellikleriyle bir galatât kitabı olmanın yanında ansiklopedik bilgiler ihtiva eden çok önemli bir eser olarak da değerlendirilebilir.

Önemli bir kitap kolleksiyonuna sahip olan Hafîd Efendi kitaplarını, dedesi Reisülküttap Mustafa Efendi tarafından kurulan ve babası Şeyhülislam Âşir Efendi tarafından geliştirilen kütüphaneye vakfetmiştir. Günümüzde Süleymaniye Kütüphanesi’nin bir bölümünü oluşturan ve 416 ciltten meydana gelen bu kitap kolleksiyonu ile birlikte İstanbul’un çeşitli semtlerinde bulunan ev, arsa, bağ, bahçe, çiftlik, tarla, hamam vb. gayri menkullerini de vakfederek bunlarla ilgili vakıfnameler de tertip etmiştir.

Hafîd Efendi hayatı ve eserleri hakkında bu kısa bilgilerden sonra Mehah-ı Miyah aslı eserinden özet bölümler aktarmak istedik..

Hafif Efendi bu eserinde İstanbul’un meşhur suları hakkında bilgiler vermektedir.
Ancak bundan daha önemlisi, sular hakkında verdiği bilgilerdir.
İyi, lezzetli, sağlıklı suların özelliklerini anlatması, bazı suların insan sağlığına olumlu yahut olumsuz etkileri hakkında bilgiler vermesi çok değerlidir..

Hafîd Efendi adeta bir su gurmesidir. Şimdilerde ancak laboratuvarlarda yapılan testler sonucu elde edilebilecek bilgiler vermektedir. Su gurmeliği denebilecek bir mesleğin esaslarını ve temel eğitimini vermekte, bir dönem çok etkin olan bir mesleği yüzlerce yıl sonraki nesillere aktarmakradır.

Kaynaklar:

  1. Diyanet İslam Ansiklopedisi
  2. Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü
  3. kastamonur.com

 

Mehâh-ı Miyâh’tan…

“Hamd ve şükür hayat suyunun sâkisi hazretine;
 yağmur damlalarından fazla salât ve deniz dalgalarından çok selâm Ulu Yaratıcı’nın Habibinin atebesine takdim edilip O’nun itibarlı ailesine ve arkadaşlarına arz kılındıktan sonra:

… Bundan (Zemzem suyu) sonra, bütün âlemde mevcut olan ve akan suların en iyisi, en tatlısı, en lezzetlisi ve en hafifi yağmur suyudur.

Sonra akar sular ki dere ve pınar sularıdır. Sekiz şartın çoğunun mevcut olanı daha iyisidir..

Birinci şart:
Taş veya taşlık üzerinden kaynayıp akmak.
İkincisi;
Yokuştan akıp aşağıya inmek.
Üçüncüsü;
Ağırlıkta, midede hafiflikte, sıcaklıkta ve soğuklukta orta kararlılık.
Dördüncüsü;
Yerinden çok hızlı bir şekilde çıkmak ve akmak.
Beşincisi;
Çokluğu, bolluğu, gürül gürül akışıyla bozulmaktan korunmak.
Altıncısı;
Tat ve lezzette gayetle güzellik..
Yedincisi;
Uzaklık.. Kaynağın yüksekliği ve üzerinde rüzgar ve güneşe engel olacak şey olmamak,
Sekizincisi;
Akış yönü güneyden kuzeye veya batıdan doğuya olmak. Bu zikredilen özelliklerin çoğu Nil nehrinde bulunduğundan vasfına layık olduğu meşhurdur.

Daha sonra, damıtılmış su ki inbik ile damıtıla. Yahut bir ham testiden sıza, veyahut yedi taştan süzülmüş ola, veya yarısı kalıncaya kadar kaynatıla..
Ancak bu işlemler kuyu suyundan sonra anılan kirlenmiş sulara lazımdır..

Yolculara bu işlemler zor olduğundan soğan yemek ve yüzde biri kadar sirke ile bir miktar temiz toprak konularak içilmelidir.
Nil ve Tuna gibi biraz bulanık sulara soyulmuş ve kırılmış badem, acı ve Yemen şabı ile göztaşı konarak arıtılma işi denenmiştir.

Sonra, pınar sularıdır.
Durultularak bayağılıkları giderilir. Yeyyüzüne yakınlıkları sebebiyle kuyu sularından tazeliği açık olduğundan takdim olundu.

Bundan sonra, kanal sularıdır ki bir yer kazılıp kuyulardan veya diğer tutulmuş, biriktirilmiş suları künk veya tünellerle yer altından akıtılan, yağmur sularından sarnıç ve depolarda toplanan sulardır.
Bir yerde tutulmaları sebebiyle daha soğuk ve daha ağır olurlar. Özellikle kar ve buzdan erimiş ola.
Kurşun boru ile akıtılanların kötülüğü meşhurdur.

Sonra; kuyu sularıdır.
Bazen kuyu sularında hoşluk, hafiflik, güzellik ve tatlılık bulunur. Ancak durgunluğu bayağılaşmasına ve bozulmasına sebep olur. Bu da damarlara ve sinirlere yorgunluk verir. Bunların dahi biri birinden ahseni/iyisi ağaç veya bakır delv/su kabı-kova ile kesîrü’l-isti’mâl olanıdır (çoğunlukla bu şekilde kullanıladır.)

Daha sonra, deniz suyudur.
Ateşli ve sert tab’ı yumuşatıcı, balgam sökücüdür. Ve tartılan sulardan yirmi beş derece ağırdır.

Sonra, birikinti sularıdır ki kamışlık, sazlık ve pirinç biten yerlerde ve diğer durgun göl sularıdır. İnsan gücünü zayıflatır ve balgamı artırır. İç hastalıklarına, kabızlık ve diğer hastalıklara sebep olur.

Sonra, yeşillik olan yerlerde toplanan sulardır.
Bayağılıkta birikinti suları gibidir.

Bundan sonra, tuzlu sudur. Uyuz ve kaşıntıya sebep olur, kanı bozar, arıklığa (zayıflık, sıskalık, cılızlık, güçsüzlük) yaşlılığa ve hastalığa yol açar. Önce söktürücü, devam edildiğinde de kabızlık vericidir.

Sonra, acı sudur: Kabızlığı açıcı, aşırı ahlatı (safra gibi) yumuşatıcıdır, ancak kanı bozar.

Sonra; kibrit suyu ki kükürt madenlerinden geçer ve akar. Soğuk veya sıcak içilmesinde fark yoktur.

Sonra; sıcak sular ki ılıca ve kaplıca sularıdır. Soğutulduktan sonra içilmesi atık ve artık sulardan daha zararlıdır.
Diğer madenlerden geçen sular bunlara kıyas ile belli olur.

Damıtılmış, sızdırılmış yahut bizzat saf ve tatlı olan sular ikinci derecede soğuk ve son mertebede ratbdır.

(Suların) taş arasından ve çakıllı yerden doğan ve taşlıktan akanı safravî tabiat; kumsal ve kırmızı doğup akanı demevî; beyaz ve sarı topraktan çıkıp akanı balgamî; siyah ve balçıklı yerden doğarak sazlı ve kamışlı yerlere akanı sevdavî tabiat olur.

Özel tartı ile tartıldığında, yukarıda yazılı damıtılmış sular ile terazide eşit ve beş derecede denk lezzetli, hoş ve bütün özelliklere sahip olduğu açıktır. Ancak daha rakik ve saf olanı yaz günlerinde gök gürültüsü ve şimşek ile denize uzak olan yerlere yağanıdır.

Gariplik:
Yaz günlerinde önce yağan (yağmur suları) beş derecede ve birkaç saat sonra ineni yedi derecede tartıldığı garip işlerden olup, Nisan suyundan (yağmuru) on okka kadarına yirmi beş dirhem kadar Razaki Üzümü bir çıkın ile konulup kırk gün bırakıldığında safi, gayet sert sirke olduğunu denemişizdir.

..Çevresinde bulunan ağaç dallarından yaprakların düştüğü sular yoğun balgama sebep olur. Bundan dolayı bu bölgede oturanlarda öksürük ve boğaz temizleme hareketi çok olur.

Kar suyu def’-i ateş eylemede buz gibidir.

Buz, donduğu suya tabidir. Yani iyi sudan donar ise iyi olur.
Faydaları, diş ve baş ağrılarını sürülmekle def edip üçüncüde soğuk ve ikincide kurudur.

Su Nasıl İçilmeli?

Adı geçen tatlı suların kullanılmaları yemek arası olmayıp Keşfi’ye göre pilav yendiğinde veya tabipler tavsiye ettiğinde yemekten iki saat geçtiğinde ki kilos denilir, o vakit yemek midede tarhana çorbası gibi piştiğinden bundan önce içildiğinde pişmiş aşa soğuk su katma mesabesinde olup bir daha susuzluk def olmaz.
Ve daha iyisi sabredip yemekten sonra dört saat ertelemektir ki o vakte kimos denir. O vakitte midede yemek boza gibi pişmiş olur.

… Eğer su uygun vakitte ve gerekli miktarda kullanılırsa gıdayı incelterek damarlara ulaşmasına kılavuz olur, tabii rutubeti ayrışmadan (tahlilden) korur, bedene tazelik ve yumuşaklık verip damarları temizler.
 Tabiatı yumuşatıcı, hazmı kolaşlaştırıcı, serinletici, vücuttaki küçük artıkları akıtıcı, havanın hizmeti eksikliğinde canı rahatlatıcı. Ancak iç organları zayıf ve soğuk olanlara, ülseri, yarası ve kuluncu olanlara zararlıdır.

Artırılması ve vaktine dikkat edilmemesi uzuvların ve sinirlerin tembelliğine sebep olur, yüz rengini bozar, unutma, bönlük, kusma, nezle, heyecanlanma, ağırlık, bedeni hisler, sebat, baride (soğuk) ve ratbe hastalıklara yol açar.
Azaltılması bedeni kurutup uykusuzluk sebebiyle vücut arıklığı / zayıflık, cılızlık, güçsüzlük ve mâlihülyâ/kara sevda, duygu ve kaygı bozukluğu gibi ruhi rahatsızlıklara ve tez kocamaya sebep olur.

Gerektir ki gıda mideden aşağı doğru inmezden önce içmeyeler.
Meğer mide ve ciğerleri sıcak ola. Taze meyveler üzerine su içmek âkile (yenirce) gibi hastalık doğmasına sebep olur.

Ve cinsel temastan ve hamamdan sonra titreme, tembellik ve zaafa yol açar. Uykudan sonra vücut ısısını düşürür, ayakta ve yüz üstü yatarken içilmesi mide ve sinirlerin zayıflamasına sebep olur.

Mide boş iken su içmek, sinir hastalıklarını doğurur. Meğer ki gayet sıcak zamanlarda ve veba günlerinde ve iç organları sıcak olan kimselerde ola ki anılan hususlara uymamazlıktan dolayı zarar görmeyeler. Mizaçları sıcak olan kimselerin susuzluğa fazla sabreylemeleri ağrı ve yangınlığa sebep olur.

Ve aşırı soğuk su göğüse, sinirlere, kabızlara, yaşlılara, soğuk mizaçlı olanlara ve susamadan tadına varmak için içenlere oldukça zararlıdır.

Orta derecede soğuk su, hazmı güçlendirici, rengi açıcı, bedeni güçlendiricidir ve vücudu ateşli hastalıklardan korur. Ve kızgın mizaç, demevî ve safravî tabiat olanlara fazlaca uygundur.

Ancak su soğutma, şişe yahut sırsız testi ile kar ve buz içinde veya soğuk kuyulara sallandırılmak suretiyle aşlama su ola..

Zamanımızda mevcut kurşun, kalay ve teneke karlıklar, yer altından akan sarnıç ve kuyularda toplanan sulara itibar olunmaya. Zararları yukarıda yazılıdır.
Aşırı sıcak su, yeli ve ağrıları dindirir, mâlihulyaya iyi gelir.

Orta sıcak (ılık) su, kaşıntıyı giderir. Aç karnına az miktarda içilmesi mideyi temizler, tabiatı yumuşatır ve gevşetir.
Yemeği bozar, vücutta su toplar, dalak rahatsızlığına, beyne buhar yükselmesine ve boğazda şişler oluşmasına sebep olur. Mideyi temizler, boşaltır ve çalıştırır, balgamı yok eder, sevdadan ve tuzlu balgamdan olan susuzluğu giderir ve kusmaya yardımcıdır.

Önce sıcak su içilip üzerine soğuk, yahut önce hafif su, daha sonra ağır, yani midede bir araya gelmeleri ifsata sebep olur. Biri mideden gitmedikçe veya hazmedilmedikçe diğer suyu içmeyeler..

Kaynak: Mehâh-ı Miyâh (Mehmed Hafîd Efendi); Yayına hazırlayan: Süleymaniye Kütüphanesi müdürlerinden,
Dr. Nevzat KAYA

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İslâm’ın Köprüsü Zekât ve Sadakanın Sosyal Paylaşım Açısından Önemi

İSLÂM’IN KÖPRÜSÜ ZEKÂT VE SADAKANIN SOSYAL PAYLAŞIM AÇISINDAN ÖNEMİ Prof. Dr. Mehmet ERDOĞAN Marmara Üniversitesi …

Kapat