Ana Sayfa / KASTAMONU / İz Bırakanlarımız / Hâfız Hüseyin el-Kastamonî et-Tosyavî el-Halvetî ve Ravzatü’ş-Şühedâ Adlı Eseri

Hâfız Hüseyin el-Kastamonî et-Tosyavî el-Halvetî ve Ravzatü’ş-Şühedâ Adlı Eseri

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

HÂFIZ HÜSEYİN EL-KASTAMONÎ ET-TOSYAVÎ EL-HALVETÎ’NİN RAVZATÜ’Ş-ŞÜHEDÂ ADLI ESERİ

Yazar: Dr. Müslüm Yılmaz
İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enst. 

(….)

Müellifin Hayatı

Tezkire ve biyografi içerikli eserlerde
rastlayamadığımız Hâfız Hüseyin el-
Kastamonî’nin hayatı hakkında eserinden yola çıkarak bazı bilgilere ulaşmaktayız.

Kendisini “Hâfız Hüseyin-i Halvetî” diye tanıtan müellifin eserinin girişinde künyesi Hâfız Hüseyin El-Kastamonî el-Tosyavî olarak yazılmıştır. Eserin ulaşabildiğimiz tek nüshası İstanbul Üniverisitesi Nadir Eserler Bölümü TY 683 numarada kayıtlıdır.6 Müellif eserinin 7. bâbında “Evlâd-ı Muhammed Mustafâ olan hakîr u fakîr el-mu’terif-ı bi’l-acz ve’t-taksîr Hâfız Hüseyin b. Mustafa” (74b) kendisinden kısaca bahsetmektedir. Bu bilgilere göre müellifin, Hz. Peygamber’in soyundan geldiğini, babasının adının Mustafa olduğunu, Halvetî tarikatına müntesip Sünnî inanca sahip hâfız bir zat olduğunu, iyi derecede Arapça ve Farsça bildiğini ve İslâmî kaynaklara da vâkıf olduğunu söyleyebiliriz.

Eserin sonundaki ferağ kaydına göre eser, 1088/ 1677 tarihinde telif edilmiştir. Bu tarihte müellifin hayatta olduğu anlaşılmaktadır.

Eserin Özelikleri:
Eserin 1a varağında doğum kayıtlarının altında sonradan yazıldığı anlaşılan kayıtta “Ravzatü’ş-Şühedâ telif-i Hâfız Hüseyin El-Kastamonî el-Tosyavî’dir sene 1088 bi-hattı müellifihi” yazılmıştır. Eser, nesih yazı çeşidi ile kaleme alınmış ve yer yer bazı kelimelere hareke konulmuş, önemli görülen yerlerin altı da yine kırmızı kalemle çizilmiştir. Ebru ciltli eserin her sayfasında 21 satır vardır. Başlıklar kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Bazı sayfalarda rutubet izleri mevcuttur. Kelimelerin yer yer silikliğinden dolayı metinde bazı kelimeler okunamamaktadır. Bazı yerlerde de müstensih hatasından dolayı yanlış yazımlara rastlanmaktadır.

Eserin Adı ve Telif Sebebi:
Müellif, hamdele ve salvele bölümünden sonra eserinin adını, yazılış sebebini şu şekilde açıklamaktadır: İhvân-ı Safâ ve hullân-ı vefâya şöyle ma’lûm u mefhûm ola ki işbu hakîr u fakîr el-mu’terif-ı bi’l-acz ve’t-taksîr kalîlü’l-bizâ’a kesirü’l-izâ’a ….. Hâfız Hüseyin-i Halvetî dirler Rabbisine vuslatı kütüb-i mevâ’iza mütâla’a idüp ekseriyyâ mâh-ı Muharremü’l-harâmda ve her eyyâm-ı ‘âşûrâda ve mahbûb-ı Hudâ Hazret-i Muhammed Mustafâ sallâlahu aleyhi vessellem hazretlerinin cigergûşeleri sıbteynü’s-saîdeynü’ş-şehîdeyn kıt’a-i kebed-i Betûl a’nî Hasan-ı makbûl ve Hüseyn-i mazlûm u maktûl hazretlerinün menkıbelerini zikr idüp sünnîyân-ı mü’minân ve âşıkân-ı sâdıkân ve muhibbân-ı hânedân olan ihvânla girye vü âh u zârî idüp gözlerimüzden yaş seyelân iderdi. Ba’zı ashâb u ahbâb şöyle savâb gördiler ki işbu sultâneyi’ş-şühedâi’lmaktûleynü’l-mazlûmeyn Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin’ün ahlâk-ı cemîlelerin ve evsâf-ı hamîdelerin ve sebeb-i şehâdetlerin ve Yezîd-i ‘anîd u hasûd-ı pelîd ile olan menkabelerin kütüb-i mu’teberâtdan nakl-ı sahîh ve kelâm-ı fasîh ile ulemâ-yı a’lâm kesserehümullâhü ilâ yevmü’l-kıyâm nakl itdükleri terâkîb-i Arabiyyeyi lisân-ı Türkîye terceme olunmasını iltimâs itdiler. Gerçi bu ahvâli Maktel-i Hüseyn ve Şevâhidü’n-Nübüvve ve sâir kitaplarda dahi nakl itmişlerdür

أعد ذكر نعمان لنا أن ذكره / هو المسك ما كررته يتضع fehvâsınca tekrâr zikr olunmasında hüsn ü nûr ve bunların musîbetlerine mahzûn olanlar mağfûr ve müellifi her tilâvet olundukca hüsn-ı duâyla mezkûr olur didiklerinde müsteînen billâhi’l-azîm ve talebâtü’l-marizâtihi’l-kerîm terâkîb-i Arabiyyede olan terkîmi lisân-ı Türkîye tercemeye şürû’ itdüm ve bu kitâba Ravzatü’ş-Şühedâ ad virdüm. Ve bâb-ı cennete müşâbih ve ismi müsemmâsına mutâbık olmak ecli-çün sekiz bâb üzre tertîb etdüm….(2a)

Eserini 8 bölüme ayıran Hâfız Hüseyin-i Halvetî, eserinin ismini Ravzatü’ş-Şühedâ koyması nedeniyle eser, Kâşifî’nin Ravzatü’ş-Şühedâ’sının tercümesi zannedilmiştir. Lakin eserin yapısı ve bölümleri dikkate alınırsa, Kâşifî’nin aynı addaki eserinin tercümesi olmadığı görülmektedir. Eser, Kâşifî’nin telif planından farklı kaleme alınmış olup Kâşifî’de olan manzum kısımlar bu eserde neredeyse yok denecek kadar az miktardadır.

Eserin İçeriği:
Genellikle maktel metinleri Muharrem ayının ilk on gününde okuması için her güne bir bâb düşecek şekilde 10 bölüm hâlinde tertip edilirken, bu eser sekiz bölüm olarak telif edilmiştir. Bunun nedenini müellif, “Ve bâb-ı cennete müşâbih ve ismi müsemmâsına mutâbık olmak ecli-çün sekiz bâb üzre tertîb etdüm.” şeklinde açıklamakta ve sekiz cennete benzeterek eserini tertib ettiğini söylemektedir.

Eserin bâblarının içeriği şöyledir:
Birinci bâb (3a-25a) “Çahâr-ı yâr-ı güzîn radıyallâhu teâlâ aleyhim ecmaîn hazretlerinin fezâili beyânındadır.” Bu bölümde ilk dört halife Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin faziletlerine işaret edecek rivâyetlere yer verilir.

İlk olarak Hz. Ebûbekir “Mazhar-ı hayât ve câmî’ü’l-kemâlât ve menbâ’-ı saâdât” (3a) olarak anılır ve Hz. Peygamber’inde onun fazileti hakkında söylediği hadisler nakledilir. Ayrıca Hz. Ebûbekir’in bazı âyetlerin sebeb-i nüzûlüne vesile olduğunu (3a-3b) ve Hz. Peygamber’in Miraç gecesi ümmetinin hesabı hakkındaki rivâyetleri naklettikten sonra

5 Metinde silik olduğu için okunamamıştır.
6 Sadık Yazar, Anadolu Sahası Klasik Türk Edebiyatında Tercüme ve Şerh Geleneği, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eski Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, (Basılmamış) Doktora Tezi, İstanbul 2011, s. 904;
Cihan Okuyucu, “Câmî-i Rûmî (Mısrî) ve
Sa’âdetnâme’si”, Türkiyat Mecmuası, c. 21, Bahar 2011, s. 306

müellif, Cebrâil’in de verdiği müjde üzerine “Ebûbekir’in hesâbı yoktur. (5b)” sözüne mazhar olduğuna değinir. Bu rivâyetlerden sonra Hz. Peygamber’in vefatı sonrası Müslümanların halifesi olan Hz. Ebûbekir’in “iki yıl üç ay yirmi gün” (6a) halifelik ettiği ve bu dönemde Müslümanları adaletle yönettiği belirtilir.

Hz. Ebûbekir’den sonra Hz. Ömer’in fezâili anlatılır (6a). Hz. Ömer, “Mazhar-ı esrârı kudret u ceberrût ve âlem-i rumûz-ı ahvâl-ı melekût” olarak anılır. (6b) Hz. Ömer’in hilafette bulunduğu süre içerisinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e karşı hürmet ettiği, bulunduğu yere geldiklerinde ayağa kalkıp saygı gösterdiği ve “iki bin altun” hediye verdiği zikredilir (8a-8b). Bu rivâyetlerden sonra Hz. Peygamber’in “Ömer, dünyâda İslâm’ın nurudur.” sözüne yer verilir (8b). 

Hz. Ömer, suikasta uğradığında Hz. Aişe’den izin alarak kendisinin Hz. Peygamber’in yanına defnedilmesini vasiyet eder. Bu vasiyet üzerine Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in yanına defnolunur (12a-13a).

Hz. Ömer’in vefatından sonra Hz. Osman’ın faziletleri anlatılmaya başlanır. Hz. Osman “Ekmelü’r-rıdvân mazhar-ı irâdet ve menba’-ı kerâmet ve ma’den-i luft u sehâ ve mir’ât-ı edeb ü hayâ ve câmi’-i âyât-ı Kur’ân ve kâşif-i esrâr-ı Furkân” olarak anılır (13a). Bu bölümde Hz. Osman’ın “Zi’n-nûreyn” lakabının nedeni olan Hz. Peygamber’e damat olması şerefi ile ilgili rivâyetlere yer verilir. Medine’ye gelen isyancıların Hz. Osman’dan Muâviye’yi azl etmelerini istediklerini ve bu istekleri yerine getirilmemesi üzerine “azgın kişilerin kavgaya tutuşarak” evinde Kur’ân okuyan Hz. Osman’ı şehit ettiklerini anlatılır (16b). Bu kadar yüce vasıflara sahip olan Hz. Osman’ın da katledildiği söylenir ve hilafet müddeti “On bir yıl on bir ay ve on sekiz gün.” olarak belirtilir (16b).

“Fezâil-i Hazret-i Ali radıyallâhu anh” başlığı altında Hz. Ali hakkında bilgiler verilir. Hz. Ali de “Mazhar-ı ilm ve ma’den-i hilm ve âyine-i Mustafâ ve mir’ât-ı kibriyâ ve nükte-i urvetü’l-vuska’ ve nûr-ı dide-i zümre-i etkiyâ” (17a) sözüyle önceki halifeler gibi övgüyle anılır. Hz. Ali, Hz. Fâtıma’nın eşi olarak zikredildikten sonra Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in babası olduğuna değinilir. Bu bölümde de bazı rivâyetler aktarıldıktan sonra Hz. Ali ve ailesinin fazileti ile alakalı menkıbe ve hadislere yer verilir. Hz. Ali’nin yüce vasıfları da anıldıktan sonra bu bölüm tamamlanır.

İkinci bâb (25a-37b) “Fî Fezâil-i Şühedâ” başlığını taşır. Bu bölümde şehitler hakkında Kur’ân’da geçen ayetler ve bu konu hakkında Hz. Peygamber’in söylediği hadislere yer verilir.

Üçüncü bâb (38a-47a) “Seyyideyn-i Şehîdeyn hazretlerinin mevlûdleri ve ahlâk-ı cemîleleri ve evsâf-ı hamîdeleri<” başlığı verilmiştir. Bu bâbda Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in Allah ve Resûlu katındaki yüce dereceleri hakkında bilgiler verilir. Bu bölümde müellif, olabildiğince muteber gördüğü Buhârî gibi hadis kitaplarında geçen hadislerden alıntılar yapar ve Hz. Hasan’ın doğumu (38b) ve ardından Hz. Hüseyin’in doğumu (39a) sonrasında vâki olan hadisler rivâyet edilir.

Dördüncü bâbın başlığı (47a-55a) “Hazret-i Muâviye’nin fezâili ve oğlu Yezîd-i pelîd u hasûd-ı anîd ile ol mahbûb-ı vedûd olan sultânın adâvet-i asliye-i fer’iyyeleri beyânındadır.” şeklindedir. Bu bâbda Muâviye’nin nesebi hakkında bilgiler verilir. Muâviye ile Hz. Peygamber’in Abdümenâf’da kökenlerinin birleştiği ve “Resûlullah’ın akreb-i akrabasından” (47b) diyerek cetlerinin bir olduğuna temas edilir. Daha sonra “Muâviye bir kâtib-i vahy” (47b) olarak zikredilir ve kardeşinin Hz. Habibe olduğunu ve Hz. Habibe’nin de Resûlullah’ın eşi olduğuna değinilir (47b). Bu tarihî bilgileri aktarıldıktan sonra “On dokuz sene” Dımaşk’ta hilafette bulunan Muâviye’nin vefat etmeden önce yanındakilere kendisinin Resûlullah’ın gömleğine sarılarak kefenlenmesini vasiyet ettiğini söyler (47b). Muâviye’nin vefatı anlatılırken “Allah u teâlâ, benim ashabıma sövenlere lanet etti” mealinde bir hadis nakledildikten sonra Hz. Peygamber’in “Eyyühe’n-nâs! Muâviye benim kâtibimdir ve mührümdür. Rabbimin kelâmı üzere emindir.” dediği ve yine “Cebrâil geldi Muâviye’yi kâtib ittihaz eyle” gibi Muâviye’nin fazileti hakkında hadisler nakledilir (48a-48b). Buna benzer Muâviye’nin yüceliğini vurgulayan rivâyetler arka arkaya sıralanır (48b-50a). Bu rivâyetlerden sonra “Ebû Süfyân oğlu Muâviye’ye lânet edenlerin üzerine tasallut olur” şeklindeki hadislere de yer verilmesi oldukça ilginçtir (51b).

Muâviye’nin faziletini zikrettikten sonra müellif, Ümeyye ile Abdülmuttalib, Ebû Süfyân ile Ebû Tâlib, Muâviye ile Hz. Ali arasında savaşların ve mücadelelerin olduğunu ve “Yezîd ile Hazret-i Hüseyin arasında kıtâl vâki olduğunu söyler (52a) Bu önemli bilgiler verildikten sonra bir kadın meselesinden dolayı Yezîd’in Hz. Hüseyin’e karşı “gayzını ve kibrini” (53a) hisseden Muâviye, oğluna vefatı öncesinde bazı vasiyetlerde bulunur. Hz. Hüseyin’e ihsanda bulunmasını, onu asla tariz etmemesini, ayrıca hilafında bulunacak hareketlerden kaçınmasını tenbih ettikten sonra Hz. Peygamber’in “Rabbimin katında kıyamet gününde Hüseyin’i katleden için bir yer vardır ki veyl olsun bu kişiye” mealindeki sözünü aktarır. Ardından “Ol günde ol Resûl’un şefâatinden mahrûm olursun” (53b) diye tehditte bulunur. Muâviye, ne kadar nasihatta bulunsa da Yezîd’in “nasihat tutmadı”ğını (53b) söylenir.

Daha sonraki sayfalarda Cebrâil’in (a.s), Hz. Hüseyin’in şehit edileceğini Hz. Peygamber’e bildirmesi ile ilgili rivâyetlere yer verilir. Bu rivâyetlerde özellikle Hz. Hüseyin ile Hz. Hasan’ın fazileti vurgulanır. Bu rivâyetlerden en ilginç olanlarından biri de şudur:

Bir bayram zamanı Medine’deki çocuklar yeni kıyafetlerini giyip sokaklara çıkmıştır. Bu manzarayı gören Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e yeni kıyafetler giydiremediği için ağlar. Kızının yanına Hz. Peygamber (s.a.v), niçin ağladığını sorunuca Hz. Fâtıma, Medine’deki çocukların yeni kıyafetler içinde bayrama girdiğini ama Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in elbiselerinin eski olduğunu ve onların yeni kıyafetleri olmadığı için ağladığını söyler. Bunun üzerine Cebrâil (a.s), cennetten getirdiği iki kaftanı Hz. Peygamber’e verir. “Resûlullah dahi ol iki kaftanın birini Hasan’a virdi ve birisin Hüseyin’e virdi” (55a)

Bu rivâyeti Muâviye’nin işittiğini ve oğlu Yezîd’e haber verdiğini ve oğluna bu üstün vasıflara sahip olan Hz. Hüseyin’e karşı muarız bir harekette bulunmamasını tenbih ettiğini söyleyen müellif, “Muâviye intikâl edicek oğlu Yezîd mekânına cülûs eyledi” diyerek (55a) bu bâbı tamamlar.

Beşinci bâb (55a-65b) “Sultânü’şşühedâi’l-mazlûmeyn kurretü ayn-ı Resûl kıt’a-i kebed-i Betûl a’nî Hüseyn-i mazlûm u maktûlun Yezîd-i laînin muâvinleri” başlığını taşır. Bu bâbda Kerbelâ hadisesi öncesi olan olaylar ve Hz. Hüseyin ile birlikte şehit edilenler hakkında bilgiler verilmektedir.

Muâviye, Yezîd’e kendisinden sonra bazı kişilerin muhalif olabileceğini ve Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer, Abdurrahmân b. Ebî Bekir ve Hüseyin b. Ali gibi isimlere dikkat etmesini tavsiye eder. Her kişinin belli yönleri hakkında bilgiler verdikten sonra Hüseyin b. Ali’ye ezâ ve cefâ etmemesini “Anun ceddi sebebiyle Allah u Teâla’nun bize din-i İslâm’a hidayet eyledi”ğini (56a) ve Irak ahalisinin yakın zamana kadar Hz. Ali’ye hizmet ettiklerini söyler.

Yezîd, iktidara gelir gelmez Medine valisi olan akrabası Velid’e mektup yazar ve Medineliler ile birlikte Hz. Hüseyin’den kendisi adına biat almasını ister. Velid, bu emir üzerine bir adamını Hz. Hüseyin’in yanına gönderir. Hz. Hüseyin, vakitsiz bir zamanda valinin kendisini yanına çağırmasının iyi bir sebepten ötürü olmadığını anlar ve rüyasında daha önceden bunu gördüğünü, çağrılmasının nedenin de “Muâviye oturduğı mekândan başı aşağa düşdi mekânına bir kelb oturdı. İmdi böyle olıcak bunlarun bizi da’vetden murâdları bizden Yezîd’e biat iste”mek olduğunu anlar (56b).

Yanına silahlı yirmi yedi yakın adamını alarak Velid’in makamına giden Hz. Hüseyin, tek başına içeri girer. Kendisine biat teklifini reddedince orada bulunan Mervân b. Hakem, Hz. Hüseyin’in elbisesinden çekip onu biat etmeye zorlar. Hz. Hüseyin, elini elbisesinden çekmesini söyler ve sesler yükselince kapıda bekleyen Hz. Hüseyin’in yakınları içeri girer. Mervân, bunun üzerine oradan kaçar (57a).

Bu olanları haber alan Yezîd, Medine valisi Velid’e Hz. Hüseyin’in başının kesilip kendisine gönderilmesini emreden bir mektup yazar. Bunun üzerine Velid, Hz. Hüseyin’e gizlice haber göndererek durumu bildirir. Hz. Hüseyin de “Velid’e hayr dua eyler” ve Mekke’ye gitmeye karar verir (57a).

Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gitme hazırlıkları yaptığını duyan Ümmü Seleme, Hz. Hüseyin’in yanına gelir ve Medine’den gitmemesini, şayet buradan giderse Kerbelâ’da şehit edileceğini Hz. Peygamber’in söylediğini nakleder. Kerbelâ toprağının kana bulanacağını söyler ve elindeki toprağı gösterir. Hz. Hüseyin, ellerini ve başını yukarı kaldırarak Allah’tan sabır duasında bulunur ve yakınlarını alarak Mekke’ye gitmek için yola çıkar. Medine’de Hz. Peygamber’in vefat ettiği gün, Hz. Ali’nin Kûfe’de şehid edildiği haberinin geldiği gün ve Hz. Hüseyin’in dedesinin kabrine gidip vedaştığı gün gibi hüzünlü bir anın yaşanmadığını söyleyen müellif, Medine’de “güyâ kıyâmet kopmuştu” diyerek yaşanan hüzünlü havayı tasvir eder (58a).

Hz. Hüseyin’den önce Mekke’ye giden İbn Zübeyr’in namazları kıldırdığını ve halka fetva verdiğini söyleyen müellif, Hz. Hüseyin’in gelmesi ile birlikte bu görevi ona devrettiğini söyler (58a).
Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gittiğini ve Yezid’e biat etmediğini öğrenen Kûfeliler, Hz. Hüseyin’e davet mektupları gönderirler. Hz. Hüseyin de kendisi adına durumu tedkik etmesi ve kendisi adına biat alması isteği ile Müslim b. Akîl’i vekili olarak Kûfe’ye gönderir. Kûfe’ye varan Müslim b. Akîl, durumun iyi olduğunu, onun adına halktan biat aldığını ve acele gelmesini bildiren bir mektup yollar. Bu haberi öğrenen Yezîd, Basra beyi olan İbn Ziyâd’ı Kûfe’ye genel vali olarak atar (58a59b).

İbn Ziyâd, Kûfe’ye gelir gelmez Müslim b. Akîl’i bulup halkın önünde katlettirir ve askerini Kûfe’ye gelmekte olan Hz. Hüseyin’in üzerine gönderir. Askerler, Hz. Hüseyin’i yolda karşılar ve Kerbelâ’ya yönlendirir. Askerlerin komutanı Ömer b. Sad, Hz. Hüseyin’e Yezîd’e biat etmesini, teslim olmasını, şayet bunları kabul etmediği takdirde kendisiyle savaşacaklarını söyler (60a).
Hz. Hüseyin, “Bu gice Cuma gicesidir” deyip ibadet emek için mühlet ister. Hz.
Zeyneb, annesi, babası ve kardeşinin bugün öldüğünü söylemesi üzerine Hz. Hüseyin ağlar. Geceleyin çadırların arkasına hendek kazarlar (60a).

Sonraki gün iki ordu karşı karşıya gelir. Hz. Hüseyin, Yezîd’in ordusuna kendisinin değerini anlatan bir hutbe irad eder. Bu hutbeye önem vermeyen ordu savaşa başlar. Hz. Hüseyin ve yanındaki neferler bir bir şehit olurlar (60a-64a). Bunun üzerine Hz. Hüseyin, beline Zülfikâr’ı bağlayıp meydana çıkar ve bir müddet savaştıktan sonra yaralanır. Yaralandığını gören Yezîd’in askerleri onu şehid ederler (65a).

Bununla yetinmeyen düşman askerleri, Hz. Hüseyin’in başını keserler (65b). Bu olayla bâb tamamlanır.

Altıncı bâb olan (65b-74b) “Sultân-ı şühedânın evlâd u ensâbına ol kavm melâ’inenin etdükleri..” bâbında Kerbelâ hadisesinden sonra geride kalan Hz. Hüseyin’in yakınları ve Hz. Hüseyin’i şehit edenlerin durumları hakkında bilgiler verilir.

Kerbelâ’da olanlar Yezîd’e haber verilir. Yezîd de esir alınanların yanına gönderilmesini emreder ve esirlerin perişan hâlini gören halkın da bu şekilde “heybetim göreler” ve “benden korkalar” amacını ihtiva eden bir mektup gönderir (66a).

Bu mektup üzerine esirler, Hz. Hüseyin’in başı ile birlikte Şam’a götürülmek için hazırlanır. Şimr, Hz. Hüseyin’in başını evine götürür. Şimr’in “Sünnî” (67b) hanımı başın kime ait olduğunu sorar, Şimr de başın bir hâricî olan Hz. Hüseyin’e ait olduğunu söyleyince kadın feryad eder, başa sarılıp ağlar. Gece olunca nûr yüzlü kadınların başın etrafında ağladıklarını rüyasında görür. Bu nur yüzlü kadınlardan Hz. Hatice ile Hz. Fâtıma, Hz. Hüseyin’in başına iyi muamelede bulunan Şimr’in karısına bir isteğin var mı diye sorarlar ve kendilerinin cennette ona muntazır olduklarını söylerler. Bunun üzerine uykusundan uyanan kadın, Şimr’e başı kendisine vermesini ve kendisinden boşanacağını söyler. Olanlara sinirlenen Şimr, kadını boşar ve onu orada katleder (68a).

Şimr, başı alıp Yezîd’in huzuruna varır. Yezîd, Hz. Hüseyin’in mübarek başına sert bir şekilde vurur ve dişini kırar. Bunu gören sahabeden Semure b. Cündeb, Yezîd’e çıkışır ve defalarca Resûlullâh’ı Hz. Hüseyin’i öperken gördüğünü söyler. Yezîd, “Eğer senin Resûlullâh ile sohbetin olmayaydı elân senin boynun ururdum” (68a) der.
Mecliste bulunan gayrimüslim bir kişi, başın Hz. Peygamber’in torunu olan Hz. Hüseyin’e ait olduğunu öğrenince kılıncını çekip Yezîd’in üzerine saldırır. Orada bulunanların müdahalesiyle bu isteğini gerçekleştiremez. Orada şahadet getirip Müslüman olur ve bunun üzerine onu katlederler. (68b).

Bu olaydan sonra Şevâhdü’n-Nübüvve ve Nüzhetü’l-Kulûb adlı eserlerden bazı menkıbeler nakledilir. Bu şekilde bu meclis tamamlanır.

Yedinci bâb (74b-81a) “Ol serdâr-ı şühedâ Hazret-i Hüseyin şehîd-i Kerbelâ evlâdından bâkî kalanlara ol kavm-i
melâ’inenin etdükleri fezâhatleri Zeynel Âbidin hazretlerinin Kayser-i Rum’ı imâna getürdigi ol Yezîd-i pelîd ü anîd-i şâkî.” başlıklıdır. Bu bâbda Kerbelâ hadisesi sonrasında geriden kalan Hz. Hüseyin’in yakınları ve evladından Zeynel Âbidin hakkında bilgiler verilir. Daha sonra Hz. Hüseyin’in yakınlarından olan iki kişinin hikâyesi nakledilir. Bu hikâyeye göre Hz. Hüseyin’in yakını iki genç, Kerbelâ savaşı sırasında düşman ordusuna görünmeden kaçar. İbrahim ve Muhammed adlı iki genç, Fırat nehrinin kenarında savaş mahallinden uzakta bir ev görürler. Ev sahibi olan kadına durumlarını anlatırlar ve evine sığınmak isterler. Kadın, kocasının Yezid’in askerlerinden olduğunu ve o gelene kadar evinde barınabileceklerini söyler. Kadının kocası bir süre sonra beklenmedik bir zamanda eve gelir ve kadına iki gencin kaçtığını, onları yakalayana on bin dirhem ile bir Arap atı verileceğini söyler. Kadın, Resûlullâh’ın Ehl-i Beyt’ine ezâ ve cefâ etmemesini ve Allah’tan korkmasını tavsiye eder. Bu nasihata bozulan adam kadına vurur ve aç olduğu derhal yiyecek bir şeyler getirmesini söyler. Kadın, bir şeyler hazırlarken adam evin içinde saklanan gençleri fark eder ve onlardan kim olduklarını “yalan söylemeden” açıklamalarını ister. Gençler, asla yalan söylemediklerini ve ona da yalan söylemeyeceklerini belirttikten sonra, kendilerinin Hazret-i Cafer-i Tayyâr’ın iki oğlu olduklarını, savaştan kaçtıklarını söylerler. Bunun üzerine adam ikisini de yakalayıp boyunlarını vurur. Başlarını bedenlerinden ayırdıktan sonra cesetlerini Fırat nehrine atar. 

Kadın, iki gencin başını görünce adama lanet eder. Adam iki masumun başını alıp Yezîd’in huzuruna çıkar. Yezîd, adama çocukları nerede bulduğunu ve olayın nasıl gerçekleştiğini sorar. Adam, olanları ayrıntıları ile anlatır ve çocukların kendisinden merhamet etmesini istediklerini ama bunu kabul etmeyip boyunlarını vurup, cesetlerini de Fırat’a attığını söyler. Yezîd, merhamet istemelerine rağmen adamın merhamet etmemesine sinirlenir ve bir kölesini çağırır. Kölesine, bu adamın boynuna ip takmasını, atına bağlayarak çekmesini ve çocukları öldürdüğü yere götürüp boynunu vurmasını akabinde adamın silahıyla atını kendisine ganimet olarak almasını söyler. Köle, denildiği gibi yapar (74b-77a).

Kerbelâ hadisesinden kurtulan (Ali Asgar) Zeynel Âbidin, Yezîd’in makamına götürülür. Yezîd, Zeynel Âbidin’e “Baban yeryüzünde halife olmak diledi, hamd şol Allah’a ki anun kanını dök”tüğünü (77b) ve buna fırsat vermediğini söyleyince Zeynel Âbidin şu ayeti okur: “Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o, Kitap’da bulunmasın. Doğrusu bu Allah’a kolaydır.” Yezîd, bu ayeti duyunca nedamete kapılır ve Zeynel Âbidin’in boynunun vurulmasını emreder. Zeynel Âbidin, kendisi öldürüldükten sonra geride kalan kadın ve çocukların Medine’ye gönderilmesini ister.
Mecliste bulunan Amr b. el-Âs’ın buna karşı çıkması üzerine Yezîd, Zeynel Âbidin’e Cuma günü minbere çıkmasını ve dedesi Hz. Ali’ye lanet etmesini söyler. Zeynel Âbidin, hutbeye çıkar kendini ve soyunu tanıttıktan sonra ayetlerden de yer yer iktibasta bulunarak dedesi ile yakınlarının faziletini anlatır. Hutbeyi dinleyen halk, hüzünlenir, Zeynel Âbidin’i içtenlikle dinler. Bunu gören Yezîd, müezzine ezan (kamet) okumasını söyler ve bu şekilde hutbeyi keser. Daha sonra Yezîd’in emriyle Zeynel Âbidin için bir çukur kazılır ve tabut içine konulup çukura gömülür ve üzerine de su bırakılır. Bir bağban, bu suyu görünce balçık olan yeri kazar ve tabut içinden Zeynel Âbidin’i çıkarır. Zeynel Âbidin, tabuttan çıkarılınca bağbandan kalem ile kâğıt ister ve Hz. Hüseyin’in dostu olan Rum diyarındaki bir adam mektup yazar. Mektubunda, bu kâğıdı getirene bin altın vermesini rica eder Adam mektubu götürür ve kendisine “bin dinar” verilir. Bu şekilde kurtulmasına vesile olan kişiye de ihsanda bulunan Zeynel Âbidin, Rum diyarına kaçar. Olanları öğrenen Yezîd, bağbanı bulup sorguya çeker ve Zeynel Âbidin’in kaçtığı yeri sorar. Yaptığı araştırmalar sonucunda Zeynel Âbidin’in Rum Kayseri’nin yanına gittiğini öğrenir ve yanındaki Amr b. el-Âs’a danışır. Amr b. el-Âs, Rum Kayseri’ne hediyeler göndermesini ve yanındakinin İslam peygamberinin ailesinden son kalan kişi olduğunu ve onu kendilerine teslim edilmesi talep etmesini tavsiye eder.

Yezîd, Amr b. el-Âs’ın yanına kırk kişi vererek bin altın ile birlikte Rum Kayseri’nin yanına gönderir. Amr b. el-Âs, Rum Kayseri’nin huzuruna çıkar ve talebi dile getirir. Rum Kayseri, inandıkları peygamberin ailesine karşı bu kadar acımasız olmalarına sinirlenir ve gelenlerin yüzü, kulakları, dilleri ve sakallarının kesilmesini emreder. Rum Kayseri’nin emri üzerine denildiği gibi yapılır ve en son Amr b. el-Âs’a sıra gelir. Amr b. el-Âs, Zeynel Âbidin’den kendisine şefaat etmesini ister. Zeynel Âbidin de ona şefaat eder.

Bu olaydan sonra Rum Kayseri, bir rüya görür ve rüyasının hikmetinin ne olduğunu Zeynel Âbidin’e sorar. Zeynel Âbidin, rüyasındaki göğsünden çıkar gördüğü karanlık dumanın zulmet yani küfrün çıkmasına, nûrun inmesinin de iman edeceğine işaret olduğunu söyler. Bunun üzerine Rum Kayseri, iman eder.

7 Hadid Suresi 22

Adamlarının başlarına geleni öğrenen Yezîd, Rum Kayseri’ne savaş ilan eder. Daha sonra Yezîd ölür ve yerine oğlu geçer. Bu şekilde bu bâba sona erer (81a).

Sekizinci bâb (81a-91a) “Sultân-ı kevneyn ve resûl-i hafıkeyn mahbûb-ı Hudâ Hazret-i Muhammed Mustafâ sallâhu aleyhi vesellem hazretlerinin bî-çâre ümmetine şefkat u râfet u merhametleri beyânındadır” başlıklı olan son bâbdır. Bu bölümde kıyâmet günü Hz. Peygamber’in ümmetine karşı şefaat etmesi ile alakalı rivâyetler aktarılır. Kıyamet gününde Hz. Âdem yasak meyveden yediği için, Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ “şefaat etmeye kâdir” olmadıklarını söylerler. Şefaat etmenin geçmiş ve gelecek günahları bağışlanan Hz. Muhammed’e (s.a.v) ait olduğu hakkında ayet ve hadisler
zikredilir. (81b-82a)

Bu rivâyetlerden sonra Hz. Peygamber’in “ümmetim ümmetim” diyerek kıyamet gününde ümmetine nasıl şefaat edeceği hakkında kaynaklardan nakillerde bulunulur. Rivâyetler sıralandıktan sonra “Ammâ ol mahbûb-ı Hudâ’nın evlâdını ümmetine fedâ etdügi” ve Hz. Peygamber’in Miraç gecesi iki kubbe gördüğü, bu iki kubbenin kimin makamı olduğunu sorduğunda birinin Allah yolunda ölen şehitler için, diğerinin de torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için olduğunu öğrenir. Bu şekilde ümmeti için kendini ve torunlarını fedâ ettiği söylenir. (86a-86b) Eser, Arapça dualarla son bulur.

Eserin Kaynakları:
Müellif, eserin girişinde de bahsettiği gibi konuyu muteber kaynaklara müracaat ederek yazdığını söylemektedir. Müellif, ne kadar muteber kaynaklardan istifade ederek eserini yazdığını söylese de aslı olmayan birçok menkıbe ve uydurma hadisi de tedkik etmeden eserine almıştır. Müellifin, Sünnî bir akideye sahip olması hasebiyle muteber gördüğü kaynaklar, Sünnî kaynaklarıdır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla eserde geçen müellifin muteber gördüğü eser isimleri şunlardır:
Şevâhidi’n-Nübüvve (2a, 40b, 70b, 71b, 73a), Nüzhetü’l-Kulûb (68b, 72b), Sahih-i Buharî (38b), İmam Müslim (32b), Riyazü’s-sâlihin (16b, 88a), Tarih-i Taberî (57a), Kitâb-ı Musâbih (14a,
81a)

Eserin Diğer Maktellerden Farklı
Yönleri11

Kerbelâ hadisesi üzerine yazılan makteller içerisinde konuya bazı noktalardan yaklaşım açısından en farklı bir yere sahip olan bu eseri, anokronik hataya düşmemek için yazıldığı dönemin şartlarına göre değerlendirmek gerekir. Bu eserin tespit edebildiğimiz kadarıyla diğer maktellere göre farklı yönleri şunlardır: 

11 Tespit edebildiğimiz kadarıyla Hâfız Hüseyin el-Kastamonî’nin telif ettiği eseri yazılana değin kronolojik olarak yazılan eserler Manzum makteller: Yusûf-ı Meddâh, Maktel-i Hüseyin (Şevval 763/ Temmuz M. 1362) Bkz. Kenan Özçelik, Yûsuf-i Meddâh ve Maktel-i Hüseyin (İnceleme- Metin- Sözlük), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları (Türk İslam Edebiyatı) Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2008; Yahyâ b. Bahşî, Maktel-i Hüseyin, (11 Şaban 905/ 12 Mart 1499 Perşembe) Bkz. Yahyâ b. Bahşî, Maktel-i Hüseyin, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Muzaffer Özak-1 kitapları numara 248; Lâmi’î Çelebi, Maktel-i Âl-i Resûl, (1527-1528’den önce), Bkz. Harun Arslan, Lâmi’î Çelebi Kitâb-ı Maktel-i Âl-i Resûl (Giriş- Metin -İnceleme- Sözlük-Adlar Dizini), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeni Türk Dili Anabilim Dalı, (Yayınlanmamış) Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2001; Hâcı Nûreddîn, Maktel-i Hüseyin (Vaka’-ı Kerbelâ), (Telif: 940/1533-34) Bkz. Hâcı Nûreddîn, Maktel-i Hüseyin (Vaka’-ı Kerbelâ), İstanbul (Baskı Tarihi Yok); Abdülmecid İslamoğlu, “Hâcı Nureddin Efendi ve Hüseyin’in Makteli Adlı Eseri”, Çeşitli Yönleriyle Kerbelâ, c. 2, s. 17-43
Hüseyin Vâiz Kâşifî’nin Ravzatü’ş-Şühedâ adlı eserinin tercümesi olanlar:
Fuzûlî, Hadîkatü’s-Sü’edâ (952-954/1545-1547 arası)Bkz. Şeyma Güngör, Fuzûlî, Hadîkatü’s-Sü’edâ, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1987; Câmî-i Rûmî (Mısrî), Saâdetnâme (Tercüme-i Ravzatü’ş-Şühedâ) Bkz. Orhan Aydoğdu, Câmî-i Rûmî’nin Saadet-nâme Adlı Eseri (Metin/Sözlük) *1b-50a], Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı
(Basılmamış) Yüksek Lisans Tezi, Samsun 2014; Mahmut Öztürk, Câmî-i Rûmî’nin Saâdet-nâme Adlı Eseri (Metin/Sözlük) *50b-100a], Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı (Basılmamış) Yüksek Lisans Tezi, Samsun 2014; Kübra Yıldız Ayyıldız, Câmî-i Rûmî’nin Sa’âdet-nâme Adlı Eseri (Metin/Sözlük) *150b-200a], Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı (Basılmamış) Yüksek Lisans Tezi,Samsun 2013; Âşık Çelebi, Tercüme-i Ravzatü’ş-Şühedâ, (953/1546-1547) 

1- Genel olarak makteller 10 bâba, bölüme ayrılırken bu eser 8 bâb üzerine telif edilmiştir. 10 bâba ayırmanın temelinde Muharrem ayının ilk on gününde okunması amaçlanmışken bu eserde böyle bir amaç güdülmeden her bâbı bir cennet katı olarak tasavvur edilmiştir.

2- Eser, Sünnî bir bakış açısında göre telif edilmiş hatta Sünnî halk için yazılmıştır. Müellif, kütüb-i mevâ’iza mütâla’a idüp ekseriyyâ mâh-ı Muharremü’l-harâmda ve her eyyâm-ı ‘âşûrâda ve mahbûb-ı Hudâ Hazret-i Muhammed Mustafâ sallalahu aleyhi vessellem hazretlerinin ciger-gûşeleri sıbteynü’s-saîdeynü’ş-şehîdeyn kıt’a-i kebed-i Betûl a’nî Hasan-ı makbûl ve Hüseyn-i mazlûm u maktûl hazretlerinün menkıbelerini zikr idüp sünnîyân-ı mü’minân ve âşıkân-ı sâdıkân ve muhibbân-ı hânedân olan ihvânla girye vü âh u zârî idüp gözlerimüzden yaş seyelân iderdi‛ (2a) diyerek Muharrem ayında ağlayanları da Sünnîler olarak adlandırması oldukça ilginçtir.

3- Hz. Osman’ın Muâviye’yi azletmediği için isyancılar tarafından şehit edildiğini söylenilmesi diğer maktel ve tarih kitaplarında bulunmaktadır. Bu bilgilerden sonra Muâviye b. Ebû Süfyân’ı öven bölüme geçmesi bu eseri diğer eserlerden farklı kılmaktadır.

4- Daha önceki hiçbir maktelde olmayan yalnız bu eserde mevcut olan konu

Bkz. Kenan Özçelik, Âşık Çelebi Terceme-i Ravzatü’ş-Şühedâ (İnceleme-Metin), Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı Türk İslam Edebiyatı Bilim Dalı, Doktora Tezi, Bursa 2015;Eğirdirli Şerîfî Mehmed Efendi, Şevâhidü’ş-Şühedâ fî Mekâyidi’l-A’dâ, (16. Yüzyıl/ III. Murâd Dönemi) Bkz. Sadık Yazar, “XVI. Yüzyıl Şairlerinden Eğridirli Şerîfî’nin Şevâhidü’ş-Şühedâ’sı”, Turkish Studies, Volume 4/2 Winter 2009, s. 1092-1116

Muâviye b. Ebû Süfyân’a yaklaşım tarzıdır. Dördüncü bâbda “Hazret-i Muâviye’nin fezâili” denilere işlenen konuya, Muaviye’nin fazileti ile ilgili rivâyetlerin verilmesi hiçbir maktelde benzeri olmayan bir yaklaşım tarzıdır. Bu konuda mevzu hadisler de metne alınmıştır. Hz. Peygamber’in “Ey yühe’n-nâs! Muâviye benim kâtibimdir ve mührümdür. Rabbimin kelâmı üzere emindir.” dediğini ve yine “Cebrâil geldi Muâviye’yi kâtib ittihaz eyle” ve “Ebû Süfyân oğlu Muâviye’ye lanet edenlerin üzerine tasallut olur” şeklinde mevzu hadislere de yer verilmesi oldukça ilginç olduğu gibi daha önceki hiçbir maktelde görülmeyen bir husustur. Müellif, olabildiğince Muâviye b. Ebû Süfyân’ı temiz, masum göstermeye çalışmaktadır.

5- Yine önceki maktellerde görülmeyen Hz. Peygamber’in ümmeti için Hz. Hüseyin’i Kerbelâ’da fedâ etmesi rivâyetidir. Buna göre Cebrâil, bir gün Hz. Peygamber’in yanına gelir, çok sevdiği ve ağlamasına dahi dayanamadığı torunu zâlimlerin “Kerbelâ’da katledecekleri”ni söyler (54b). Bunun üzerine Resûlullah ağlamaya başlar. Bir süre sonra Cebrâil tekrar gelir ve daha önceki hiçbir peygambere verilmeyen ümmetine şefaat etmesi karşılığında bu

8 Bu nevi hadisler Emeviler döneminde uydurulmuş ve daha sonra muteber kitaplara da girmiştir. Zamanla bu düşünce İslam dünyasına da tesir etmiştir. Adam Maz, Muâviye’yi çok fazla övüp onun hakkında hadisler uyduran hatta peygamber olduğunu iddia eden bir takım sapık insanların bu fikrine muhafet eden bir seyyahın sıkıntıya düştüğünü kaydeder. Adam Mez, Onuncu Yüzyılda İslam Medeniyeti: İslam’ın Rönesansı, çev. Salih Şaban, İnsan Yayınları, İstanbul 2000, s. 83

nimetin verildiğini söyler. Bu nevi rivâyetlerin diğer maktellerde de rastlanmasına rağmen müellif, “Ümmetine Hazret-i Hüseyin’i feda eyledi” (54b) şeklinde konuya yaklaşımı, daha önceki maktellerde görülmeyen bir özelliktir.

6- Hz. Hüseyin’in Medine’den Mekke’ye gidişinin anlatılması daha önceki maktellerden oldukça farklıdır. Hz. Peygamber’in vefat ettiği gün, Hz. Ali’nin Kûfe’de şehit edildiği haberinin geldiği gün ve Hz. Hüseyin’in dedesinin kabrine gidip vedalaştığı gün gibi hüzünlü bir anın Medine’de yaşanmadığını söyleyen müellif, “güyâ kıyâmet kopmuştu” diyerek yaşanan hüzünlü havayı tasvir eder (58a).

7- Hz. Hüseyin’den önce Mekke’ye giden İbn Zübeyr’in namazları kıldırmakta ve halka fetva verdiğini söyleyen müellif, Hz. Hüseyin’in gelmesi ile birlikte bu görevi ona devrettiğini söyler (58a).

8- Müslim b. Akîl’e biat edenlerden iki bin atlı kişi olduğu diğer maktellerde verilmeyen bir ayrıntıdır.

9- Müslim b. Akîl’in Kûfe’dekilerden rahatça biat aldığını söyleyen ve durumu Yezîd’e şikâyet eden kişi Kûfe’nin beyi Ömer b. Sad (58b) olarak verilmiştir. Bu da maktellerde verilmeyen bir ayrıntıdır.

10- Ubeydullah b. Ziyâd, iki bin atlıyı Hz. Hüseyin’i karşılaması için öncü birlik gönderdiğinde Hz. Hüseyin ve yanındakilerin öğle namazını salât-ı havf olarak kıldığı da farklı bir ayrıntıdır (59b).

11- Müellif, Yezîd’in Hz. Hüseyin’in başına şarap döktüğü, “Mushaf-ı şerifi temzik etdügi”ni söyledikten sonra “Eger bu rivâyet sahihse Yezîd’in kâfir olmasında katiyen bir şüphe yoktur.” (67a) der. Bunun gibi aktardığı diğer rivâyetlerde de Yezîd’in kâfir olduğu imajını verir.

12- Metinde Şimr’in hanımını Sünnî olarak adlandırması, Şimr’in de Hz. Hüseyin’in başı için Hâricî bir kimseye ait olduğunu karısına söylemesi önceki maktel metinlerindeki kavram dünyasına aşina olunduğunu göstermektedir. Müellif de buna dikkat ederek Hz. Hüseyin’i de Sünnî olarak adlandırmaktadır. (67b)

13- Müslim b. Akîl’in iki oğlu İbrahim ve Muhammed olarak önceki maktellerde geçen hikâye, bu metinde Hazret-i Cafer-i Tayyâr’ın evlâdından Kerbelâ savaşından kaçan iki genç olarak verilmektedir.

14- Altıncı bâbda anlatılan menkıbelerden olan Yezîd’in Hz. Hüseyin’in mübarek başına sert bir şekilde vurduğu sırada meclise girip Yezîd’e çıkışan sahabenin adı Semure b. Cündeb olarak verilmiştir. Diğer maktellerde bu isim hiç zikredilmemektedir.

Zeynel Âbidin’in Rum diyarına kaçması ve Yezîd’in onu getirmesi için Amr b. ElÂs’ı göndermesi, Rum Kayseri’nin Müslüman olması menkıbeleri diğer maktellerde biraz daha farklı olarak zikredilmektedir. Müellifin muteber gördüğü kaynaklardan olaylar nakletse de bazen kronololik hatalara düştüğü bu kıssada görülmektedir. Amr b. el-Âs, Kerbelâ hadiseninden 16 yıl önce, vefat ettiğine olduğuna dikkat edecek olursak bu rivayetin tarihi olarak gerçeğe uymadığını görürüz.

15- Müellif, aktardığı olay ve sözlerin kaynaklarını çoğunlukla zikretmektedir. Diğer maktellerde de bu durum yer yer görülse de eserde oldukça fazla kaynağa referans verilme açısından farklıdır.

16- Eserde neredeyse birkaç yerin haricinde manzum kısım bulunmamaktadır.  (24b, 65b)

Sonuç
Maktel ve mersiye telifinde bulunan yazarlar vuku bulan olayları yer, zaman, kaynak göstererek aktarmasına rağmen, yer

9 Ahmet Önkal, “Amr b. Âs”, DİA, c. 3, s. 80

yer konuya objektif olarak yaklaş(a)madıkları için yazdıkları eserlere aslı olmayan dinî ve destanî unsurlar eklemişlerdir. Bu düşüncenin tezahürü olarak maktel ve bu türdeki eserlerde tarihi olaylar tahrif edilmiş, gerçekte yaşanan olaylar edebi bir dille işlendiği için bazı değişimlere maruz kalmıştır. Kimi zaman da bu tahrif kasıtlı bir amaç ile yapılmış olsa da kimi zaman edebi kaygıdan dolayı böyle bir uygulama yapıldığı görülmektedir. Bunda bağlı bulundukları mezhebin düşüncelerinin etkisi olduğu söylenebilir. Hâfız Hüseyin El-Kastamonî’nin eserinin maktel telif geleneğinde çok ayrı bir yere sahip olmasını sağlayan husus, yukarıda zikredilen tahriflerle birlikte daha önceki maktellerde olmayan bazı yönlerin bulunmasıdır. Bunun başında Muâviye b. Ebû Süfyân’a bakış açısı gelir. Muâviye b. Ebû Süfyân’ın iyi hasletlerini anlatan bâb açması ile yönü ile bu eser, Klasik Türk Edebiyatı maktel türü eserler telif geleneğinde oldukça müstesna bir yere sahiptir.

KAYNAKÇA
Arslan, H. (2001). Lâmi’î Çelebi Kitâb-ı Maktel-i Âl-i Resûl (Giriş- Metin -İnceleme- Sözlük-Adlar Dizini), İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeni Türk Dili Anabilim Dalı,
(Yayınlanmamış) Yüksek Lisans Tezi
Aydoğdu, O. (2014). Câmî-i Rûmî’nin Saadetnâme Adlı Eseri (Metin/ Sözlük) *1b50a], Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı (Basılmamış) Yüksek Lisans Tezi
Ayyıldız, K. Y. (2013). Câmî-i Rûmî’nin Sa’âdetnâme Adlı Eseri (Metin/ Sözlük) *150b200a], Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı (Basılmamış) Yüksek Lisans Tezi,
Güngör, Ş. (2003) “Maktel”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (c. 27, s. 455), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
Güngör, Ş. (1987). Fuzûlî, Hadîkatü’s-Sü’edâ, Kültür Bakanlığı Yayınları
Hâcı N. (Baskı Tarihi Yok). Maktel-i Hüseyin (Vaka’-ı Kerbelâ), İstanbul
Hâfız Hüseyin el-Kastamonî et-Tosyavî elHalvetî: Ravzatü’ş-Şühedâ, İstanbul Üniverisitesi Nadir Eserler Bölümü TY 683
İbn Manzur. (Baskı tarihi yok). Lisanü’l-Arab, “Maktel” mad. (c. 11, s. 542-552), Daru’s-sadr Beyrut
İslamoğlu, A. (2010). “Hâcı Nureddin Efendi ve Hüseyin’in Makteli Adlı Eseri”, Çeşitli Yönleriyle Kerbelâ, c. 2, s. 17-43
Karaismailoğlu, A. (2002). “Hüseyin Vâiz Kâşifî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (c. 19, s. 16-18), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları Mevlânâ Kemâleddîn Hüseyin Vâiz-i Kâşifî. (1390). Ravzatü’ş-Şühedâ, Tashih ve Tahşiye: Muhammed Rûşen, Tahran Mez, A. (2010). Onuncu Yüzyılda İslam Medeniyeti: İslam’ın Rönesansı, çev.
Salih Şaban, İnsan Yayınları, İstanbul
Okuyucu, C. (2011). “Câmî-i Rûmî (Mısrî) ve Sa’âdetnâme’si”, Türkiyat Mecmuası, c. 21, Bahar, s. 306
Önkal, A. (1991). “Amr b. Âs”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (c. 3, s. 80), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları
Özçelik, K. (2015). Âşık Çelebi Terceme-i Ravzatü’ş-Şühedâ (İnceleme-Metin), Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı Türk İslam Edebiyatı Bilim Dalı, Doktora Tezi
Özçelik, K. (2008). Yûsuf-i Meddâh ve Maktel-i Hüseyin (İnceleme- Metin- Sözlük), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları
Öztürk, M. (2014). Câmî-i Rûmî’nin Saâdetnâme Adlı Eseri (Metin/Sözlük) *50b100a], Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı (Basılmamış) Yüksek Lisans Tezi
Storey, C. A. (1972). Persian Literature: A BioBibliographical Survey, The Royal Asiatic Society, c.1-I, s. 214
Yahyâ b. Bahşî. Maktel-i Hüseyin, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Muzaffer Özak-1 kitapları numara 248
Yazar, S. (2009). “XVI. Yüzyıl Şairlerinden
Eğridirli Şerîfî’nin Şevâhidü’şŞühedâ’sı”, Turkish Studies, Volume 4/2 Winter, s. 1092-1116
Yazar, S. (2011). Anadolu Sahası Klasik Türk Edebiyatında Tercüme ve Şerh Geleneği, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eski Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, (Basılmamış) Doktora Tezi, s. 900-905

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Sultanların Hocası Kastamonulu Safiye Hanım

SULTANLARIN HOCASI (Muallime-i Salâtîn) KASTAMONULU SAFİYE HANIM Kastamonulu Safiye Ünüvar hoca hanımın “Saray Hatıralarım” isimli …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
ABD Dış İşleri Türkiye’deki İstismar Vakalarıyla Niçin İlgileniyor?

17 Mayıs 2014 tarihinde İzmir'in Menderes ilçesinde bir ilkokulda 6 çocuğun cinsel istismara uğradığı öne …

Kapat