Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Hak’la Kurbiyet, Akraba ile Ünsiyet

Hak’la Kurbiyet, Akraba ile Ünsiyet

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Doç. Dr. Ülfet GÖRGÜLÜ
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

“Modern zamanlarda akrabalık münasebetimizin de örselendiğinden şikâyet ediyor, kalabalıklar içinde yalnızlıktan dem vuruyor, birey olmanın dozunu kaçırıp bencillik ve egoizme maruz kaldığımızdan serzenişte bulunuyorsak dönüp Allah ile irtibatımıza bakmalı, kulluğumuzu sorgulamalı, kurbiyetimizi gözden geçirmeliyiz her şeyden önce. “

Sıla-i Rahim: Rahmân’dan Bir Bağ

İnsan, fıtraten bağlanma ihtiyacıyla yaratılmıştır. Rahimde bir kordon ile anneye bağlanan bebek, doğuma kadar bu bağ ile büyüyüp gelişimini sürdürür. Dünyaya “merhaba” der demez artık bu bağla ilişiği kesilir; annesinin sıcak kucağıyla, okşayan elleri, tebessüm eden çehresiyle buluşur. Önce anneye, ardından aileye bağlanma davranışları göstermeye başlar. Zamanla bağlandığı kişi ve nesneler artıp değişebilir. Değişmeyen gerçek, bağlanma ihtiyacının sürüyor olmasıdır. İnsanın hayatta tutunduğu her dalın, bağlandığı her varlığın sonlu olduğu, bir gün bir şekilde yaşamından kayıp gittiği ise diğer bir gerçektir. “Ağaca dayanma kurur, insana dayanma ölür.” derken büyüklerimiz bu hakikati veciz bir şekilde dile getirmişlerdir.

Aslında sevilip bağlanılacak, güvenilip dayanılacak yegâne varlık Allah Teâla’dır. O’nun dışında kim ve ne varsa bağlandığımız, O’nun ikram ve ihsanı olduğunu bildiğimiz vakit kıymet kazanmakta, anlamını bulmaktadır. Bu idrakle bakıldığında bir aile içinde doğmuş olmak, akrabalara sahip bulunmak, değeri hazinelerle ölçülemeyecek büyük bir nimet ve lütuftur. Rahmân’ın rahmetinin tezahürüdür; önce neseb yoluyla, ardından evlilik münasebetiyle oluşan akrabalık bağı, sıla-i rahim. Öyle bir bağ ki, bir ucu Rahmân’a ulaşırken1 diğer ucuyla aile ve akrabamıza bağlanmaktayız. Bu ilişkiler ağının ortasında çift yönlü olarak, Rabbimizle muhabbet ve münasebetimiz aile ve akrabamızla ünsiyetimizi, akrabalık ilişkilerimiz de Rabbimizin bize muamelesini belirlemektedir. Bu hakikat kudsî hadiste, “Ben Rahmân’ım, o (akrabalık bağının adı) rahimdir. Ona kendi ismimden türeyen bir isim verdim. Onunla ilişkiyi sürdürenle ben de ilişkimi sürdürür, onunla ilişkiyi kesenle ben de ilişkimi keserim.”2 şeklinde ifade edilmektedir.

Modern zamanlarda başka pek çok ilişkimiz gibi akrabalık münasebetimizin de örselendiğinden şikâyet ediyor, kalabalıklar içinde yalnızlıktan dem vuruyor, birey olmayı becerelim derken dozunu kaçırıp bencillik ve egoizme maruz kaldığımızdan serzenişte bulunuyorsak dönüp Allah ile irtibatımıza bakmalı, kulluğumuzu sorgulamalı, kurbiyetimizi gözden geçirmeliyiz her şeyden önce. Zira Rabbimizden uzaklaştıkça hem kendimize yabancılaşıyor hem eşe, dosta, akrabaya uzak düşüyoruz. Allah’a ibadete, kulluk ve muhabbete ne denli özen gösteriyor, zikir ve duaya ne kadar vakit ayırıyoruz ki, aile ve akrabalarımıza yeterince zaman ayırabilelim; gönüllerini hoş edip dualarını alabilelim?

Evvel Hakk’a Kurbiyet

Bir bedevînin Efendimiz’e, “Rabbimiz bize yakın mıdır; O’na gizlice seslenelim? Yoksa uzak mıdır; O’na bağırarak mı seslenelim?”3 diye sorması üzerine âyet iniyor, Allahu Zü’l-Celâl, “Kullarım sana beni sorduğunda (bilsinler ki) ben çok yakınım.”4 şeklinde mukabelede bulunuyor, “Biz insana şah damarından daha yakınız.”5 buyurarak da bu yakınlığın derecesini bildiriyordu.

Mümin olarak Yüce Yaratanımızın mekân ve mesafeden münezzeh bir şekilde, bize bizden yakın olduğunu bilmek ne kadar mühimse bundan daha önemlisi bu mânevî yakınlığın şuuru ile yaşayabilmektir. Her dâim huzurunda olduğumuz, her halimiz kendisine ayân, her durumumuzdan haberdar olan ve zâtıyla bizi kuşatan Mevlâmıza biz ne kadar yakın olabiliyoruz? Yüce Allah’ın nezdindeki itibar ve değerimizin ne kadar farkındayız? O değeri ziyadeleştirecek ne gibi eylemlerde bulunuyoruz?

Rabbimiz ayırım yapmaksızın her kula şah damarından yakın olduğunu ifade ederken kulları içinde de kendisine yakın olanların varlığından bahsetmektedir. Müminlerin öne geçenlerinden olan bu kimseleri “mukarrebûn” olarak adlandırmaktadır.6

Kulu Allah’a yaklaştıranın mal ve evlât zenginliği olmayıp kurbiyetin iman ve sâlih amelle gerçekleşeceğini haber vermektedir.7 Allah’a ve resûlüne itaat eden bu müminlerin peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlihlerle beraber olacağını müjdelemektedir.8

Hayatımızın gayesini Allah’a yakın olmak, O’nun sevgisini kazanmak ve rızasına ermek olarak tespit ettiğimizde bizi bu gayeye ulaştıracak her ibadet, her hayırlı çaba ve çalışma sâlih amel olmakta, kurbiyet yolunu açmaktadır. Allah’ın ef’âliyle fâil-i mutlak, sıfatıyla mevsûf-i mutlak ve zâtıyla mevcud-i mutlak olduğunu idrak eden mümin kendisine nispet ettiği fiil şirkinden, sıfat anlayışından ve vücûd/varlık vehminden uzaklaşır. Aslında bu uzaklaşma Hakk’a yaklaşma ve aslına, özüne dönmedir. Artık yüzünü her nereye dönse Hakk’ın varlığını müşahede eder.9 Her sâlih ve halis davranışıyla, kalbî ve bedenî fiilleriyle Mevlâ’ya yaklaşır. Rabbinin emrettiklerini/farzları yerine getirerek ve gönüllü/nâfile sorumluluklar üstlenerek O’nun itimat ve sevgisini kazanır. Öyle ki, sevdiği kulunun Allah işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olur. Her ne isterse verir; onu her türlü tehlikeden korur.10

Kurbiyetin lezzetini tadan insan, Allah’a yakın olma halinin ağır bir sorumluluk olduğu bilinciyle bu yakınlığı zedeleyecek, Rabbini darıltacak her türlü yanlış söz ve eylemden uzak durmaya sa’y u gayret eder. Rabbinin ona ihsanda bulunduğu gibi o da iyilik ve ihsanıyla çevresine âdeta bir güneş olur. Hak’tan aldığını halka sunarken en yakınlarının
gönlünü hoş tutmayı, aile ve akrabalık hukukunu gözetmeyi şiâr edinir. Böylece, “Onlar, Allah’ın korunmasını emrettiği bağı koruyan, Rablerine saygıda kusur etmeyen, hesabın kötü sonuç vermesinden korkan kimselerdir.”11 ayetinde övgüyle söz edilen müminler arasına katılır.

Akrabayla Ünsiyet

Rabbimizin katında değerimizi arttıracak, itibarımızı yüceltecek, bizi sevilen kul olma saadetine eriştirecek sâlih amellerden birisi de sıla-i rahimdir. Hak’la muhabbetimiz aslında sadece akrabamız ile değil tüm insanlarla ilişkimize yön verir. İrfân ehlince “halkın yüzünde Hakk’ı müşahede edebilmek” düstûruyla dile getirilen hakikatte böyle bir hikmet gizlidir. Yaratılmışları Yaratan’ın hatırına sevmek, hoş görmek, hürmet ve hizmet etmek derken öncelik aile ve akrabaya aittir. İslâm’a davette,12 sadaka ve infakta,13 iyilik ve ihsanda,14 vasiyet ve mirasta15 Rabbimiz önceliği hep akrabaya vermiştir.

Hayatı boyunca eş, evlât ve torunları başta olmak üzere akrabalarının hukukuna titizlikle riayet eden Efendimiz de meselenin nezâket ve önemine dikkatleri çekmiş, cennete selâmetle girebilmek için yerine getirilmesi gereken sorumluluklar arasında sıla-i rahimi de zikretmiştir.16

Kerim kitabımızdan, hücre şeklinde odacıklardan (hucurat) ibaret olduğunu öğrendiğimiz Hz. Peygamber’in küçücük evlerinde nice yetimlere kol kanat gerilmiş, nice akrabaya izzet-ikram edilmiş, hâne-i saadet ünvanının mekânın niceliğinden değil niteliğinden neş’et ettiği ortaya konulmuştur. Bugün
evlerimizin metrekaresi genişledikçe daralan gönüller, aile büyüklerine tahammül edemez olmuş, diğer akrabanın aranması ve ağırlanması ise neredeyse yalnız bayramlara özgü hale gelmiştir. Artan refah düzeyine tezat, eksilen huzur ve saadetin, yaşanan sıkıntı ve geçimsizliklerin ardındaki sebeplerden biri de acaba kat-ı rahim midir? Zira Resûl-i Ekrem Efendimiz, cezası dünyada hak edilen iki cürümden birinin akrabalık bağının koparılması olduğunu bildirmiştir.17

İşlediği günahın pişmanlığı içinde Efendimiz’e gelip nasıl tövbe edilebileceğini öğrenmek isteyen birine Allah Resûlü önce annesinin, onun hayatta olmadığını öğrenince de teyzesinin olup olmadığını sormuş, aldığı cevap üzerine, “Öyleyse git ona iyilik yap.” diyerek18 “Teyze anne gibidir.”19 buyurmuştur. Bu nebevî öğreti bize en günahkâr insanın bile kendinden ümidini kesmemesi gerektiğini, hata ve günahları telâfi fırsatının her zaman var olduğunu, akrabalık hukukuna riayet ve onlara iyilik etmenin ruha iyi geldiğini öğretmektedir.

Vâkıa, sıla-i rahim yapmanın, Rabbimiz’in rızasını ve Peygamberimizin hoşnutluğunu kazanma yollarından biri olması yanında gönlümüze inşirâh ve sürûr verdiğini, nice derdimize dermanın onda gizli olduğunu bilebilseydik yakınlarımızı arayıp sormakta, ihtiyaçlarıyla ilgilenmekte, yüzlerinde bir tebessüme vesile olmakta bu kadar lâkayt davranmazdık. Sosyal ağlar aracılığıyla dünyanın en uzak köşeleriyle iletişime geçerken yanı başımızdaki dostlarımızla iletişimimizi ihmal etmez, akrabalık bağını sıkı tutmaya özen gösterirdik.

Üstelik biz yaşayıp örnek olmazsak, çocuklarımız büyüklere hürmet ve hizmet etmenin güzelliğini, dede, nine, amca, dayı, hala, teyze, yeğen, kuzen kim varsa akraba namına, insanın bu yakınlarıyla zenginleştiğini, akrabayla yaşanınca sevinçlerin çoğaldığını, keder ve üzüntülerin paylaşıldıkça azaldığını kimden ve nasıl öğrenecekler?

Bitirirken

Akrabalık ilişkisinde pazarlık olmaz. “Sevsin seveyim, gelsin gideyim” denmez. Mesele aramayanı arayabilmek, gelmeyene gidebilmek, hataları affedip kusurları örtebilmektir. Hz. Peygamber’in uyardığı üzere sıla-i rahmi kesen cennete giremez.20 Cennet huzuru arzuluyor ve yuvamızı hâne-i saadet eylemek istiyorsak anne-babamızın gönlünü yapmalı, eş ve evladımızı ihmal etmemeli, hayatta olan akrabalarımızın kıymetini bilmeliyiz. Vefat etmiş olanlara vefadan geri durmayıp rahmet ve dualarla yâd etmeli, hayır hasenât ile cârî sadakaları olmaya bakmalıyız.

Sahi vefa demişken meselâ, iki kuşak öncesini, dedesinin babasının ya da ninesinin annesinin ismini bilen kaç torun vardır acaba aramızda?

Dipnotlar

1 Tirmizî, “Birr”, 16.
2 Ebû Dâvûd, “Zekât”, 45.
3 Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, Kahire 1994, II, 308.
4 Bakara 2/186.
5 Kâf 50/16.
6 Vâkıa 56/10-12.
7 Sebe’ 34/37.
8 Nisâ 4/69.
9 Bakara, 2/115.
10 Buhârî, “Rikak”, 38.
11 Ra’d, 13/21.
12 Şuarâ, 26/214
13 Bakara, 2/215; Nûr, 21/22.
14 Nisâ, 4/36.
15 Bakara, 2/180; Nisâ, 4/7.
16 Tirmizî, “Sıfatü’l-kıyâme”, 42.
17 Tirmizî, “Sıfatü’l-kıyâme”, 57.
18 DİB, Hadislerle İslam, IV, 196.
19 Tirmizî, “Birr”, 6.
20 Müslim, “Birr”, 19.
Din ve Hayat Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Yine Teşahhus…

Yine Teşahhus, Şahıslandırma, Şahsiyet Kazandırma Bediüzzaman teşahhus fiilini birçok bahse açılan yüzleriyle yorumlamış. Daha önce …

Kapat