Ana Sayfa / HABERLER & Yorumlar / Hasan Kuru: “Çok teksir kolu çevirdim ben.”

Hasan Kuru: “Çok teksir kolu çevirdim ben.”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

28.03.2017

28 Mart 2013 tarihinde İstanbul’da vefat eden Kastamonu-İnebolulu Nur kahramanlarından merhum Hasan Kuru ağabeyimizi rahmetle anıyoruz. Bu vesileyle, Ömer ÖZCAN Bey’in kaleminden seçtiğimiz bazı hatıralarını sizlerle paylaşmak ve ağabeyimizi bir derece tanıtmal istedik.

Hasan Kuru, Risale-i Nur’da Gülcü Hüseyin diye ismi geçen İnebolulu Hüseyin Kuru’nun oğludur. Hatıralarını almak için kendisini evinde ziyaret ettik. Bize babasını, kendisinin Hz. Üstad’a yaptığı ziyareti ve başından geçen bazı hizmet maceralarını anlattı Hasan ağabey. Bunları hem kameraya aldık, hem de yazılı olarak verdi bize.

Said Özdemir ağabeyin tıpkıbasım olarak tabettirdiği Üstat’tan tashihli, dualı, renkli, tevafuklu Külliyat, Hasan Kuru’dan alınmıştır. Hasan Ağabey; “O Külliyatın tamamı bana babamdan kalmıştı. Hepsi de Üstattan tashihli, dualı, renkli ve tevafukludur. Said Ağabey isteyince tab etmesi için hepsini verdim kendisine” diyor.

Ömer ÖZCAN

HASAN KURU ANLATIYOR

1940 İnebolu doğumluyum. Açık deniz balıkçılığından tut, inşaat işlerine kadar çeşitli serbest ticaret işleriyle meşgul oldum. 1990 senesinin Eylül ayında İstanbul’a taşındım. Şimdi emekliyim, Şişli’de oturuyorum. Ahmed Nazif Çelebi‘nin evinde çok teksir kolu çevirdim ben. Gece geç vakitlere kadar çalışırken “Bu akşam nasıl eve gideceğim yahu” diye düşünürdüm. Çünkü eve gidinceye kadar görenler “Nerden geliyorsunuz? Hû çekmeden mi geliyorsun?” diye soruyorlardı bize.

Hatıralarımın iyi anlaşılabilmesi için önce babam Gülcü Hüseyin’den başlamalıyım anlatmaya.

Babam Gülcü Hüseyin

Üstadımız İnebolu’ya “Küçük Isparta” demiş ve İnebolu’ya ve İnebolu Nur Talebelerine çok önem vermiştir.

1943 Denizli Hapishanesinde yatanlardan biri de babam Gülcü Hüseyin Kuru idi. Babam 1909 İnebolu doğumludur. 4 Haziran 1981 tarihinde İnebolu’da vefat etti. Esas mesleği semercilikti. Bizim evimizin bahçesinde 80’in üzerinde gül çeşidi vardı, bunları babam yetiştirirdi. Babam “Oğlum bu sabah seksen teneke su döktüm güllerin dibine” derdi. Zaten güçlü kuvvetli, mermer sütun gibi boylu-poslu bir insandı kendisi. Bahçemiz 15 metre boyunda 15 metre enindeydi. İnebolu’ya Vali falan gibi bir misafir geldiğinde bu misafirler mutlaka bizim gül bahçesine getirilirdi. Babam, Üstadımızın gülcülüğü bırakmaması konusunda telkinlerinden devamlı bahsederdi bize. Gülcü Hüseyin lakabını da babama Üstadımız vermiştir. Bize ait külliyattaki dualarını da Gülcü Hüseyin diye yazmıştır Üstad. Risale-i Nur’da da Gülcü Hüseyin diye adı geçer babamın.

***

Ben 13-14 yaşlarımda iken Osmanlıca olarak Küçük Sözler’i yazdım. Babam onu Üstad’a gönderdi. Üstad, kırmızı kalemle tashih edip, sonuna da bir dua yazıp tekrar bana geri göndermişti bu kitabı.

***

Saray Palas’ta Üstadımızın yattığı karyolada yattı

1958 senesinde, 18 yaşımda iken, babam Gülcü Hüseyin beni Aralık ayının 10’u ile 15’i arasında Isparta’ya Üstad hazretlerine ziyaret etmem için gönderdi. Beni, İnebolu’da Recep Uysal ve Mehmet Mırmır ağabeylere emanet etti. Beraber gidecektik. Üçümüz otobüsle önce İstanbul’a hareket ettik. İki gün sonra buluşmak üzere İstanbul’da birbirimizden ayrıldık. Buluşma günü geldiğinde buluşamadık. Bir kaç gün randevu yerine gittim-geldim, yoklardı. Ben de ertesi gün tek başıma trene bindim doğru Balıkesir’e gittim. Bir gece Balıkesir’de kaldıktan sonra Kütahya’ya geçtim. Bir gece de Kütahya’nın yeni açılan Şevval Otelinde yattım. Ertesi gün trenle Isparta’ya vasıl oldum. Isparta’da bir faytona binip Saray Palas Otelinin yolunu tuttum. O zamanlar çok kritik zamanlardı. Faytoncu bile yolda sık sık bana bakıyordu.

Saray Palas’ın altı tuz mağazası, üstü oteldi. Otele çıktım, otel sahibi Nuri Benli ağabeyi sordum, konuştuğum kişi, kendisinin Nuri Benli olduğunu söyledi, elini öptüm. İnebolu’dan geldiğimi, Gülcü Hüseyin’in oğlu olduğumu, ağabeylerden selam getirdiğimi ve nasip olursa Üstadımızı ziyaret etmek istediğimi söyledim. Nuri ağabey memnun olduğunu, fakat Üstadımızın hasta olduğunu, kendisini ziyarete gelen Erzurum ve Van mebuslarını dahi kabul etmediğini anlattı.

Bir taraftan da Nuri Benli ağabey haber göndermiş; Üstad’ımızın beni kabul edeceğine dair müjde geldi. Nuri ağabey elimden tuttu, beni bir odaya getirdi: “Sen benim misafirimsin, seni bu odada misafir edeceğim, bak bu yatakta Üstadımız da yattı, herkese bu odayı açmıyorum” dedi. O gece Üstadımızın yattığı karyolada yattım. Ertesi gün hamama gittim. Sonra dönüş için Ankara’ya tren bileti aldım, tekrar otele döndüm.

Üstadım bana beş adet küçük risalelerden hediye etti

Saray Palas Otelinde Üstadımızın beni kabul edeceği duyulmuş ve otel kalabalılaşmaya başlamıştı. Nuri ağabey, hadi gidelim deyince, peşimize beş altı kişi daha takıldı. Üstadın kaldığı evin önüne geldik, bahçe kapısının ortasına yapıştırılmış beyaz bir kâğıt gördük. Üstadımızın rahatsızlığından dolayı misafir kabül edemeyeceğine dair bir açıklamaydı. Nuri ağabey kapıyı çaldı, Bayram ağabey açtı kapıyı. Bayram ağabey kalabalığı görünce, “Kapıdaki yazıyı görmediniz mi? Üstadımız hasta, ziyaretçi kabul edemiyor” dedi. Bana dönerek, yavaşça “İnebolu’dan gelen sen misin?” dedi. “Evet” dedim. Beni hemen içeri aldı ve kapıyı kapattı. Bayram ağabeyle evin dışındaki merdivenlerden aceleyle üst kata çıktık. Şimdi müze olan ev…

Merdivenler bitince sahanlığa girdim, salona baktım. Sol taraftaki odanın önünde, Üstad Hazretleri ile bazı ağabeyleri gördüm. Ayağımda mest lastikleri vardı. Birden lastikleri çıkardım ve Üstadıma koştum. Sarıldım mı, elini mi öptüm hatırlayamıyorum. Hep beraber odanın içine girdik. Ben kapıya yakın oturuyordum. Herkes diz çökerek oturuyordu. Üstad Hazretleri ayakta, karyolaya yakındı. Üstadım bana bakarak karyolaya yakın oturmamı istedi. Tâhirî ağabey kalktı, beni yerden kaldırdı ve Üstad’ımın önüne oturttu.

Üstad Hazretleri, el hareketleriyle Tâhirî ağabeye beni göstererek bir şeyler söylüyordu. Ben Üstadımın hastalığından, belki de lisanından dolayı söylediklerinden pek bir şey anlayamadım. Üstad konuşuyor Tâhirî ağabey tasdik ediyordu. Üstadımın ağzından, yalnız Rüşdü Çakın isminin çıktığını duydum. Vaktimiz dolmuştu ki Tâhirî ağabey kolumdan tuttu beni yerden kaldırdı. Üstadım bana beş adet küçük Risalelerden hediye etti. Ayrılırken Üstadımın elini öptüm mü, sarıldım mı yine hatırlayamıyorum heyecandan.

Odadan çıktık, diğer odaya geçtik. Genç talebeler rahlenin üzerinde risale yazıyorlardı. Salon ve odalarda yok denecek kadar eşya vardı. Yerlerde, Üstadımızın yattığı oda da halı yoktu. Yerde kilime benzer bir şey vardı. Yerdeki tahtalar aralıklı aralıklıydı. Karyolası duvara bitişikti. Aynı duvarda iplere dizilmiş, kurumaya bırakılmış meyveler vardı.

Tâhirî ağabey Üstad’ın bana dediklerini anlattı

Tâhirî ağabeyimle beraber Üstadın evinden çıktık. Evin önünde bize doğru gelen arabanın içinde Üstadı gördüm. Şoför Ceylan’dı. Üstad Ceylan’ın arkasında oturuyordu. Üstad eliyle Ceylan ağabeye bizi gösterdi, araba tam önümüzde durdu. Tâhirî ağabey beni Üstadın açık penceresine doğru itti. Üstad bana: “Seni gezdirecektim ama sen yolcusun. Sana, babana, anana duacıyım” dedi ve gitti.

Tâhirî ağabey “Yoksa dönüş biletini mi aldın?” dedi. Ben de: “İki saat sonra Ankara’ya gidiyorum” dedim. “Sen ne yaptın, Üstad seni Barla’ya Emirdağı’na götürüp gezdirecekti” dedi. Sonra da “Sen kimsin? Üstad sana çok önem verdi, bütün kardeşlerle seni tanıştırmam için bana emirler verdi. Yoksa İnebolu’dan üç kişi mi çıkmıştınız?” dedi. “Evet ağabey, onlarla İstanbul’da buluşamadık” dedim. “Üstadımız onları sordu, diğer kardeşleriniz nerde diye el hareketleriyle sordu” dedi.

***

Üstaddan tashihli, dualı, renkli, tevafuklu Külliyat babamdan kalmıştı

1990’da İstanbul’a taşınmamızdan iki ay evvel, İbrahim Fakazlı ağabey beni aradı.

 “Ankara’dan misafirler geldiler, seni görmek istiyorlar, gelebilir miyiz?” dedi. “Buyrun” dedik. İbrahim Fakazlı ağabeyin yanında Said Özdemir ağabey vardı. Said ağabey “Külliyata bakabilir miyiz?” dedi. Hepsini önlerine koydum. İncelediler. Güzel bir kalemden çıktığını ve siyah-kırmızı tevafukların işaretli olduğunu ve kitapların Üstad’tan tashihli olduğunu söylediler. Said ağabey benden bu kitapları basmak üzere istedi. Ben de bütün külliyatı kendisine tereddütsüz teslim ettim.

Babam 1940’larda bu külliyatı Isparta’da yazdırıp, Üstada tashih ettirip, İnebolu’ya ilk getiren kişidir. Benim, vermeme gibi bir hakkım olamazdı. Bu külliyat umuma aittir diye verdim.

Aradan sekiz sene geçtikten sonra 1998 senesinde Mu’cizat-ı Ahmediye basıldı. 2006 yılında da tek kitap içinde Mu’cizat-ı Kur’aniye ve 29. Söz basılıp piyasaya verildi. Bunlar tıpkıbasımdır. Yani tevafuklar hiç bozulmadan, renkli olarak aynısı basılmıştır. Cenab-ı Hakka bu hizmeti bana nasip ettiği için şükrediyorum.

***

Sen nur içinde yat Risale-i Nur Kahramanı

Bekir ağabey vefat ettiğinde torunum olmuştu. Oğluma kızıp “Senin gibi Boralı adamın Boralı oğlu olur, oğlunun ismini Bora koyacağım” dedim. Cenazesine Fatih Camiine gittim. Ben Caminin içinde Cevşen okuyordum. Osman Demirci Hoca da vaaz veriyordu. Bir ara “Adamın torunu olmuş, ismini Bora koyacakmış. Yok Kaya, Yok Tufan böyle isim mi olur…” deyince ben birden irkildim. Bu keramet musallada yatan Bekir Berk ağabeyimindir… Sen nur içinde yat Risale-i Nur Kahramanı…

Kaynak: Ağabeyler Anlatıyor – V

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

“Ne Hürriyeti, Ne Hürriyeti!”

MUS­TA­FA CHİT TÜRK­ME­NOĞ­LU AĞABEY ANLATIYOR   ACİP BİR İS­TİH­DAM HA­Dİ­SE­Sİ: NE HÜRRİYETİ! (…)   “Mat­baa …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kur’an’ın Tarihselliği İddiası ya da “Allah’a Din Öğretmek” / Ebubekir Sifil

Kur’an’ın tarihselliğini savunanların, iddialarını, “Kur’an’da şu konu şöyle yer almış; öyleyse Kur’an tarihsel olmalıdır” mantığına …

Kapat