Ana Sayfa / KASTAMONU / İz Bırakanlarımız / Hâtıralarımdaki Hocaefendiler / Prof. Dr. Abdulkerim Abdulkadiroğlu
Merhum Abdülkerim ABDÜLKADİROĞLU

Hâtıralarımdaki Hocaefendiler / Prof. Dr. Abdulkerim Abdulkadiroğlu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Hâtıralarımdaki Hocaefendiler

Bu yazıda, rahmet-i Rahman’a kavuşmuş Kastamonulu iki imam-hatipten söz edeceğim. Her ikisi de bu şehrin (Kastamonu) meşhur Nasrullah Camii başimam-hatipliğinde bulunmuşlardır.

Önce bu camiden ve çevresindeki medreselerden kısaca bahsetmek istiyorum1: Çok kubbeliler plânındaki bu cami Nasrullah el-Kadı b. Ya’kûb tarafından 912 / 1506-1507 yılında yaptırılmıştır. Şehrin en büyük camii olması sebebiyle Ulu Camiler grubunda da yerini alır. İttisâlinde, Reîsü’l-küttâb Hacı Mustafa Efendi tarafından 1159 / 1746 yılında yaptırılmış Münîre Medresesi (halen kalıntısı) vardır. Bu medrese daha sonra Bayraklı Medrese olarak anılmıştır. Sebebi, ezan vakitlerinde bahçesindeki direğe bayrak çekilmesinden dolayıdır. Zaman zaman Kur’ân, ezan, bayrak… diyen idarecilerimizin ve siyâsîlerimizin bu tatbikattan alacakları gerçek hayat dersi vardır.

Nasrullah Camii’nde merhûm Mehmed Âkif Ersoy Millî Mücâdele yıllarında va’zlar vermiştir.

Camiin mihrabının hemen önünde, bahçe kısmında, bir mezar şâhidesi vardır. Bu şâhideden öğrendiğimize göre, altında yatan zât, aralıksız 33 sene sözkonusu camide hatimle teravih namazı kıldırmıştır.

Cami önünde iki kubbe altında büyük iki şadırvan vardır. Eskiden bunların her birinden birer insan vücudu kadar su fışkırır, bu sular şardırvanlarda toplanır ve taşarak akıp giderdi. Bu sudan içen birini, aradan yıllar geçse de ölmeden önce mutlak surette tekrar geleceği şeklindeki söylentiler de binlerce örneği ile doğrulanmıştır.

Söz buraya gelmişken bir hâtırayı nakledeceğim. Diyanet İşleri Başkanlığı / Din İşleri Yüksek Kurulu (eski adıyla müşâvere kurulu) üyesi Yusuf Ziya Ersal Hocaefendi vardı. Damadı Kastamonu Özel İdare Müdürü idi. Birkaç günlüğüne onları ziyarete gelmişti. Bugünlerde Nasrullah Camii’nde va’z verdi. Konuşması esnasında, yanında getirdiği tam 60 yıl önceki muhtırasını cebinden çıkardı ve aynen şunları söyledi: “Altmış yıl önce staj için bu şehre gelmiş ve şadırnvandan su içmiştim. O zaman bana, buradan su içtin tekrar gelirsin demişlerdi. Bu fırsatın ne zaman doğacağını hep merakla beklemiştim. İşte bugün aranızdayım. Demek söylenenler doğru imiş”.

Hoca, ertesi günü sabah namazından sonraki saatlerde, otobüs yazıhanesi önünde, Ankara otobüsünün hareketini beklerken, elinde çay bardağı olduğu halde füc’eten vafat etti. Oradan özel bir minibüsle nâşı gönderildi. Ben de bu olayların bizzat şâhidiyim.

İKİ HOCAEFENDİ

Bu vesile ile camiyi ve çevresini de bu kadar tanıdıktan sonra şimdi yazımızın ana konusu Hocaefendiler’e gelelim: Bunlardan biri Hacı Nureddin (Karasu) Efendi’dir. Çocukluğumda bu camide iki imam vardı. İkisi de aynı zamanda şeyh idiler. Başimam Hacı Nureddin Efendi, ya da Benli Sultan Şeyhi‘ne Büyük Şeyh; ikinci imam Abdülhadî Efendi’ye Küçük Şeyh denirdi. Cuma ve bayram namazlarını başimam kıldırırdı. Fizikî olarak da Hacı Nureddin Efendi mülehham, oldukça iri yarı; Abdülhadi Efendi ise ufak yapılı idi. Belki de büyük küçük ayırımında bu fizikî görünümün de tesiri vardı. Abdülhadi Efendi, başimamı hangi sebepten ise kıskanırdı ve aralarında bürûdet (soğukluk) hissedilirdi; ama genel kanaat bunun tek taraflı olarak ikinci imamdan kaynaklandığı şeklinde idi.

Nureddin Efendi Benli Sultan Şeyhi

Nureddin Efendi‘nin aile künyeleri Karabeyoğlu iken soyisim kanunu uygulanması esnasında Karasu olarak değiştirilmiştir. Paragrafta daha fazla tanıtılacak olan Benli Sultan Türbesi‘ne girerken soldaki lahidin sahibi Şeyh Şânî Efendi‘nin torunudur. Babası ise 1273 (1856) yılında doğmuş olan Şeyh Mehmed Şâdî Efendi‘dir ve bu zât Kastamonu İl merkezinde kâin Ferhadpaşa Camii avlusunda medfûndur.

Nureddin Efendi’nin tahsil hayatı hakkında detaylı bilgimiz bulunmamakla birlikte, gözünü açtığı ve şeyhliğine kadar yükseldiği bu irfan yuvasında çok iyi bir seviyeye gelebilmiş olmalı ki, tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra Kastamonu’nun en büyük merkezî camii olan Nasrullah Camii imamlığına tayin edilmiştir. 1942 yılında bir süre İstanbul/Üsküdar’da Nuhkuyusu Camii de denen Cevri Usta Camii2 İmamlığında da bulunup ikinci cihan harbinin başlamasıyla Kastamonu’ya dönmüş ve tekrar Nasrullah Camii’nde görevine başlamış; 1951 yılına kadar bu görevini sürdürmüştür.

İsteği ile, eskiden Beyoğlu, halen Beşiktaş Müftülüğü’ne bağlı Küçük Mecidiye Camii3 imam-hatipliğine görevini nakleden Nureddin Efendi 5 Kasım 1953 günü ikindi vakti camide rûhunu teslim etmiş; 6 Kasım 1953 günü defnedilmiştir

Bu vesile ile merhumun iki vasiyetinden söz etmek icap edecektir. Vasıyyeti üzerine cenazesini dönemin Beyoğlu Müftü Muavini (eski ifadesiyle müsevvidi) kimyager Fuat Çamdibi Hocaefendi yıkamış, Beşiktaş Sinan Paşa Camiinden kaldırılmış; kaza vasıyyeti üzerine Karacaahmed Kabristanı 8. Adada medfun bulunan (camiin olduğu ada, sol arkası), Trikopisi esir alan Dadaylı Kurmay Albay Halid Akmansü4 merhûmun yanına defnedilmiş; daha sonra buranın kaldırılacağı söylentileri üzerine, 10. Adadaki (türbenin bulunduğu ada, türbenin 20 metre kadar arkasında) nakl-i kubûr yapılmıştır. Halid Akmansü merhûmun nâşı da Ankara Devlet Mezarlığına nakledilmiştir. Kırk sene sonra Halid Bey’in mezarının nakledilmesi, yıllar öncesinde yapılan işteki isabeti göstermektedir.

Hacı Nureddin Efendi âlim, fâzıl bir zât idi. O günün şartlarında hemen herkese hâfız olduğundan, ayrıca onun hâfızlığından söz etmeye lüzum kalmıyor. Hoş bir sîması vardı, insana güven verirdi.

Benli Sultan Tekkesi‘nin5 son şeyhi o idi. Bu münasebetle biraz da adı geçen tekkeden söz açmak istiyorum: Benli Sultan Tekkesi, şehrin altı saat güneyinde, Ilgaz Dağları’nın kuzey yamacında Ahlat Köyü’nün Benli Sultan Mahallesi’nde bulunmaktadır. Türbe, zâviye, imâret, (bugün bulunmayan) kütüphane ve medrese ile beraber 918-927 milâdî yılları arası, Sultan Selim döneminde yaşayan Benli Sultan tarafından yaptırılmıştır. Nakşiliği Kastamonu’ya ilk defa bu zat tarafından getirildiği rivayet olunmaktadır. Bugünkü ahşap kısım (1258-1300) 1842-1882 yılları arasında, oranın postnişîni Şânî Efendi tarafından yaptırılmıştır. Bir kere de, bu yazıya konu olan Nureddin Efendi tarafından tamir ettirilmiştir. Türbenin çatısı altında kallavî geyik boynuzları asılıdır. Bu merkezin inşasında ormandan tomrukları bu geyiklerin getirdikleri anlatılır. Çocuğu olmayanlar ve değişik hastalıklara şifa dileyenler tarafından ziyaret edilmektedir. Kış aylarında ulaşım zorluk çıkarmaktadır.

Şeyh Efendi’nin Kastamonu’daki evi, bizim evimizin de önünden geçen cadde üzerinde, tahminen 200 metre kadar yukarıda idi. Halen yerinde beton yığını bulunan evimizin altında fırın vardı ve sıcak ekmek çıktığında güzelim kokusu etrafa yayılırdı. Şeyh Efendi günde en az iki, hatta üç defa buradan gelip geçer, cami-ev arasında gidip gelirdi. İşte bu geçişlerde burnuna taze ekmek kokusu ulaştığında durur ve bütün gücüyle kokuyu içine çeker, akabinde el-Hamdüli’llah derdi. Denirdi ki, “Hocaefendi rahatsızlığı sebebiyle ekmek yemiyor, kokusunu hissedebildiği için de Allah’a hamd ediyor..”

Torunu Turhan Karasu Bey de bu söylenenleri doğrular mahıyette mütemmim bilgiler veriyor ve “…Eskiden beri midesinden rahatsız idi. 1953 yılında liseyi bitirince İstanbul’a yanına gittim. Küçük Mecidiye Camii avlusu içindeki meşrûtasında kalıyordu. Mide kanaması geçirdi, iyileşir gibi oldu. Daha sonra tekrarladı. Muhtemelen mide kanseri idi. Bir keresinde kırk senedir pastırma vesaire yemiyorum, buna rağmen neden böyle oluyor, anlamıyorum demişti”, diyor.

Kastamonu’nun, dışarıda fazla bilinmeyen, kendi içinde üretilip tüketilen çok meşhur pastırması, sucuğu ve kış aylarında Urfa’nın çiğ köftesi mesabesinde iştahla ve iştiyakla yenen pastırmalı ekmeği (bir çeşit pide) yenmeden nasıl durulabilir? Bu olsa olsa irfan tahsil edenlerin sağlık adına nefislerine taş basmayı bilmeleri sonucu ulaşılacak bir noktadır ki, şeyh efendinin kemal ve faziletine örnektir.

1943/1944 yıllarında merkez üssü Tosya ve il merkezi Kastamonu olan, Tosya’yı nerede ise tamamen yıkan deprem esnasında halk çadırlara taşınmıştır. Artçı depremler sık aralıklarla olmaktadır. Bir öğle namazında cami ağzına kadar doludur. Hacı Nureddin Efendi nöbetçi imamdır. Farza durulur. Daha birinci rek’atta iken sallanmaya başlar ve kısa aralıklarla arka arkaya sallanır. Cemaat panik içinde camiyi terkeder. Hocaefendi depremi duymamıştır. Cemaat kendisini merak etmektedir. Dışarıda, camiin pencerelerin dibine dizilmişler, içeriye bakmaktadırlar. Hocaefendi, hiç bir değişiklik ve telaş göstermeden ve her zaman ki gibi huşû içinde farzı bitirir, selâm verir; son sünneti de kılar. Tesbîhat ve duâsını yaptıktan sonra mihraptan doğrulur, vekar içinde, ağır adımlarla camiden çıkarak cemaatı arasına katılır. İşte onlar namazı böyle kılıyorlardı. Şahsî kanaatim, onun depremi ve cemaatin telaşla dışarıya çıkmalarını hissetmemiş olduğu yolundadır.

PARLON HAFIZ

Bu yazıda hayatından söz edeceğim ikinci imam-hatip Parlakoğlu’dan galat olarak halk ağzında Parlon Hoca veya Parlon Hâfız şöhretiyle bilinen Hâfız Mehmed Parlak Hoca‘dır. İlin hangi köyünden geldiğini bilemiyorum, fakat mükemmel sesi ve güzel Kurân tilâveti ile hâtıralarda yer etmiştir. Fevkalâde müeddeb ve görevine bağlı biri idi. Mülehhamdı. Tatlı bir siması vardı. Bir sohbet esnasında, medresedeki talebelik dönemindeki yazın sıcak gecelerinde uyku basınca, gömleklerini meydandaki havuza batırıp öylece giyindiklerini anlatmıştı.

1320 (1902) doğumlu olan merhûm 1.1.1951 tarihinde göreve başlamış, 4.12.1971’de emekliye sevkedilmiş, 15.3.1980’de vefat etmiştir. Oğlu Hafız Şükrü Parlakoğlu ilin Kuzyağa Bucağı Seremeddin Köyünde ikamet etmektedir. Hocanın eşi Hamide Hanım 25.5.1978’de vefat etmiştir. Hasan Parlakoğlu adında güzel sesli, il merkezinde imamlık yapmış bir kardeşi vardı, o da merhûmdur.

Hocaefendi ilk göreve ilin Sinanbey Camii’nde başlamıştır. Bu cami ilin Sinan Bey tarafından 979/1571 yılında yaptırılmıştır.6 1943 depreminde yıkılan kubbesi 1950 yılında tamir edilmiştir. Bu camiin 50 metre kadar yakınında son dönemin meşhur âlim ve şâirlerinden, müderris, 1906-1910 yılları arası Kastamonu Sanat Mektebi müdürü, fakîh, gazeteci, tüccardan Sofuzâde Mehmed Tevfik Efendi (d. Kastamonu 1873 – öl. aynı yer 20.4.1960)’nin üç katlı konağı vardır.

Hoca merhûm heybetli biri idi. Fiziği güzeldi. Hakkında yirmi kadar makale yazdığım ve bu konudaki çalışmalarımın devam ettiği7 bu zât Sinanbey Camii’ne cemaata gelir; bilhassa sabah namazlarına gelmesiyle, genç imam Mehmed Parlak Hoca‘yı bir heyecan alır, kuvvetli hâfız olmasına rağmen, okuyacaklarını hatırlamakta zorluk çekermiş. Sofuzâde de bu işin farkındadır ve sünnetleri evinde kılıp çıkmakta, farz için tekbir alınacağı zaman camiye girerek imama uymakta, böylece genç imamın gözüne görünmemeye çalışmaktadır. Bir gün nasılsa tam mihrabe geçerken gözü Sofuzâde’ye ilişir, ama cemaat önünde mahcup olmamak için iftitah tekbirini alır. Fâtiha’yı okur, Kur’an’ın kalan kısmının tamamı hâfızasından silinir, hiç bir şey hatırlayamaz. Namazın sıhhati tehlikeye girecekken Sofuzâde merhûm, “Elem tera keyfe…” diyerek fâtihlik eder ve namaz öylece iki kısa sûre ile tamamlanır.

Hâfızlık şöyle dursun, namaz sûreleri ile imamlık yapanların, onları bile hatasız okuyamayanların sayılarının epeyce olduğu günümüzde, buradaki inceliği anlamakta zorluk çekenler olabilir. O günün şartlarında Kastamonu’da ve pek çok yerde, sabah namazlarında Yâsîn ve Fetih sûreleri; birinci rek’atta en az dört, ikinci rek’atta ise iki-üç sayfa Kur’an okunmakta, hatta hatim takip edilmektedir. Bu olayı da merhûmdan bizzat dinlemiştim. Sofuzâde’yi de yakînen tanımış biri olarak, o günkü olayın keyfiyetini ben çok iyi anlayabiliriyorum. O Sofuzâde ki, müftülükten fetva soran birine yeterli cevap verildikten sonra, “Evladım! Bir kere de Sofuzâde’den sorsan iyi olur…” dendiği zâttır.

Mehmed Parlak Hocaefendi Nasrullah Camii’ne başimam olur. Bu tarihten itibaren vücudunu mezara hazırlamak için, haftanın bir günü odanın kuru tahtası üzerinde yatmaya başlar.

Mehmed Parlak Hoca‘nın mihrabiyeleri meşhurdu. Zaman zaman daha başka bir aşkla okur, dinleyenleri mestederdi. Dönemin Mushaflar Tedkik Heyeti Reisi ve Fatih Camii eski başimamı Hâfız Ömer Aköz Hocaefendi (Kastamonu, 1889 – Çankırı, 1952 / Edirnekapı’da medfûn)’nin8 ilk dönem talebesinden olan, aynı kurulun üyesi Hâfız Tevfik Yakamercan Hocaefendi bir yaz tatilinde Kastamonu’da idi. Namazı müteakip Mehmet Parlak Hoca‘nın aşr-i şerîfini dinledikten sonra, “Ancak İstanbul’un selâtîn camilerinin imamları bu kadar güzel ve tesirli okuyabilirler…” dedi. Bu konuşmayı bizzat duyanlardan biri de benim.

Emekli İstanbul Hakimlerinden Çankırı/Kurşunlulu Tevfik Efendi merhûm ve emekli Yargıtay üyesi Fuat Bilgin Beyefendi, sık sık bu şehri ziyaret ederler ve namazların akabinde hocaefendinin aşr-i şerîfini keyifle ve coşkuyla dinlerlerdi. Bilhassa Fuat Bilgin Bey, Kur’ân meraklısı biri olup iyi okuyandan hemen dinlemek arzusunu taşırdı. Bir keresinde, yatsı namazı kılındı, Kur’ân dinlendi. Cemaat çıktılar. Camide dinî konulu bir ayak üzeri sohbeti başlamıştı. Fuat bey, Hocaefendiden özel ricada bulunarak bir miktar tilâvet istedi. Oturuldu. Hoca Merhûm güzel bir aşr-i şerîf daha okumuştu.

Her devirde mesleğinde kendisini kabul ettirmiş kimseler çıkacaktır, fakat yılların geçmesiyle bazıları daha bir başka anılır hâle geliyor. Bu farklı isim bırakmanın ve hatırlanmanın altındaki gizlilikleri de göz ardı edemeyiz. Bu yazıya konu her iki hocaefendiyi ve adları geçen diğer zevattan rahmet-i Rahman’a kavuşanları rahmetle anarak ruhlarına Fâtiha’lar hediye ediyorum.

Dipnotlar: 1 a. Ahmet Gökoğlu, Paphlagonia, Kastamonu, 1952, s. 203-207. b. Kemal Kutgün Eyüpgiller, Bir Kent Tarihi Kastamonu, İstanbul, 1999, s. 102-104. 2. Hazînedar Cevri Usta tarafından yaptırılmış olan bu cami için bkz. İ.H.Konyalı, Üsküdar Tarihi, İstanbul 1976, c.1, s.123. 3. Beşiktaş’da Çırağan Sarayı’nın arkasında, Çırağan Caddesi üzerinde Yıldız Parkı girişine uzanan yolun sağ uçunda yer alan bu cami Sultan Abdülmecid tarafından 1265/1848’de yaptırılmıştır. Cami, Yıldız, Dolmabahçe ve Çırağan Sarayları’nın merkez noktasındadır. Mazbut vakfı vardır. Cami içindeki yazılar Sultan Abdulmecid hattıdır. (bkz. Tahsin Öz, İstanbul Camileri, Ankara, 1987, c.2, s.46; Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 7, c.5, s.314-316; 378-381). 4. Merhûm hakkında bir yazımız için bkz. Abdulkerim Abdulkadiroğlu, Güncel Yazılar, Ankara 1997, s.521-533. “Üç Mart-Günü-Ağustos Zaferi ve Kurmay Albay Halid Akmansü Bey” başlığı ile. 5. A.Gökoğlu, Paphlagonia, s. 288 – 299 ve 328. 6. a. A. Gökoğlu, age, s. 211-212. b. K. Kutgün Eyübgiller, age., s. 106 – 107, 7. Sofuzâde M. Tevfik Ef. Hakkındaki yazılarımız için bkz.. a. A. Abdulkadiroğlu, Kültürümüzden Esintiler, Ankara, 1997, s.42-108, 314-322, 336-415; aynı yazar, Türk Halk Edebiyatı ve Folklor Yazıları, Ankara, 1997, s. 443-450. 8. Ömer Aköz Hocaefendi hakkındaki yazılarımız için bkz. a. A. Abdulkadiroğlu, Kültürümüzden Esintiler, s. 509-511; b. A. Abdulkadiroğlu, Güncel Yazılar, s. 492-496.

Kaynak: Altınoluk Dergisi; 2000 – Eylul, Sayı: 175, Sayfa: 034

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Sultanların Hocası Kastamonulu Safiye Hanım

SULTANLARIN HOCASI (Muallime-i Salâtîn) KASTAMONULU SAFİYE HANIM Kastamonulu Safiye Ünüvar hoca hanımın “Saray Hatıralarım” isimli …

Önceki yazıyı okuyun:
Türkiye Posta Kodu Sorgulama ve Plaka Numaraları

TÜRKİYE İL İLÇE SEMT KÖY POSTA KODLARI İllerin Plaka Numaraları Adana 01 Giresun 28 Samsun …

Kapat