HAYAT VE ÖTESİ
“Gün, misafirimizdir; hürmet ediniz ki gidince iyiliğinizi söylesin.”
Hasan-ı Basrî
“Yaşamak, yavaş yavaş ölmektir.”
Eflatun
“Her insan ölecek yaştadır.”
Cüneyd Suavi
“Hasta yatan ölmez, eceli gelen ölür.”
Atasözü
“Ey hayat, ölüme şükret seni onun yüzünden seviyorum.”
Seneca
BİR SORU
Gevezenin biri Hoca’ya sormuş:
– Hocam, insanlar ne zamana kadar doğup ölmeye devam edecekler böyle?
– Cennet ve cehennem doluncaya kadar.
GÜL ENDAM
Sadi’nin, bir çocuğu ölmüştü. Yusuf yüzlü bir çocuktu. İçlenen Sadi şöyle dedi:
– Altında ne gül endamlar yatarken, toprağın üstünde gülün açması tuhaf değil.
DUVAR
Namık Kemal, Rodos mutasarrıfı iken mezarlığın etrafına duvar örülmesi için yardımını isterler.
Şu karşılığı verir:
– Ne lüzumu var? İçerdekiler dışarı çıkmazlar, dışarıdakiler de içeri girmek istemezler…
YOLCULUK
Seher vakti sefere çıkmıştık. Yolda korkunç bir kasırgaya tutulduk. Ortalık toz dumandı. Göz gözü görmüyordu.
Kafile içinde nazlı büyütüldüğü belli, yolculuk nedir görmemiş bir kız çocuğu vardı. Babasının terlediğini görünce, bezle onun yüzündeki tozları silmeye başladı. Babası:
– A benim nazlı, peri yüzlü kızım, dedi. Beni çok sevdiğin için yüzüme tozun bile konmasını istemiyorsun. Konarsa hüzünleniyorsun. Ah kızım, bu toz nedir ki benim ilerde beleneceğim tozlar yanında. Asıl toz, öldüğüm zaman konacak. Hem de o kadar konacak ki bezle temizlemek bile mümkün olmayacak.
Sadi Şirazî
EY OĞUL!
Lokman Hekim, oğluna şöyle demiş:
– Ey oğul, insan üç parçadan ibarettir. Üçte biri Allah’ındır, bu onun ruhudur.
Üçte biri kendisinindir; bu da ameli, dünyada yaptıklarıdır.
Kalan üçte biri de kurtlarındır, bu da bedenidir.
KARANLIK ÇUKUR
Bir yavrum ölmüştü. Onu, toprağa verdik. Yavrumun mezarına üzüntüyle, korkuyla baktım. Kulağıma oğlumun şu sözleri geldi:
– Baba, görüyorum ki karanlık yerden ürküyorsun. Buraya ışıkla geldikten sonra korkulacak bir şey yok!..
Sadi, Bostan
GÜL – BÜLBÜL
Ey bizim toprağımıza, mezarımıza uğrayan ziyaretçiler! Şu sözlerimi hiç unutmayın:
– Sadi, toprak olmuşsa da önemi yok. O zaten sağlığında toprak idi. Sadi, rüzgâr gibi dünyayı dolaştı; ama sonunda kendisini kara toprağa teslim etti. Çok geçmeden toprak onu yiyecek, sonra yel o toprakları dünyanın dört bir yanına savuracaktır.
Mana gülistanı açıldı açılalı hiçbir bülbül Sadi kadar güzel terennümde bulunmadı.
Böyle bir bülbül ölür de toprağında gül bitmezse hayret ederim…
BİR KISSA
Derviş, tek başına iç dünyasıyla meşguldü. Padişah, bütün görkemiyle oradan geçiyordu.
Vezir telaşlandı. Dervişe dedi ki:
– Yeryüzünün padişahı geçiyor önünden! Neden kendine çeki düzen vermiyor, saygısızlık yapıyorsun?
Derviş:
– Ölüm gelince padişahla köle arasında ne fark kalır? dedi. Bir mezarı aç da bak! Tanıyabilir misin, padişah mı köle mi?..
ÖLÜM NEDENİ
Marguis de Spinola, kardeşinin neden öldüğünü sorduğu Horace Vere’den şu cevabı aldı:
– Yapacak iş bulamadığı için öldü efendim!
MISRALARIN DİLİ
“Nazenin bir ömrünüz bir göz yumup açmış gibi,
Geldi geçti duymadık bir kuş konup uçmuş gibi.”
Âşık Paşa
HÜZÜNLÜ SON
Pahom, sıradan bir çiftçidir. Daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzaklarda yaşayan bir toprak sahibinin, karşılıksız arazi verdiğini duyunca, oraya gider. Zengin, herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a:
– Güneşin doğuşundan batışına kadar dolaştığın yerler senin, der. Ancak güneş batmadan başladığın yere dönmen lazım. Yoksa bütün hakkını kaybedersin.
Çiftçi, güneşin doğuşuyla beraber yürümeye başlar. Tarlalar, bahçeler, bağlar geçer. Tam geri döneceği zaman sulak bir arazi dikkatini çeker. Burası çok güzel bir yer olduğu için orada hayli oyalanır. Bakar ki güneş batmak üzere. Koşar. Koşar ama kesilir. Burnundan kan gelmeye başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmıştır ki oracığa yığılıverir. Zengin toprak sahibi durumu seyretmektedir. Bu türden çok olaya şahit olmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Zavallı Pahom’u toprağa veririler. Zengin, mezarın başında durur ve şöyle der:
– Bir insana işte bu kadar toprak yeter.
Tolstoy, İnsan Ne ile Yaşar
KALABALIKLARIN SEVİNCİ
Meşhur Fransız eleştirmenlerinden Bolleau‘nun cenaze töreni pek kalabalık olmuştu. Bunu gören biri:
– Ne de çok dostu varmış, dedi. Oysa işi gücü herkesi eleştirmekti.
Yanındaki konuya açıklık getirdi:
– Bu kalabalığın hepsini dost sanırsan aldanırsın. Bunların çoğu, ondan kurtulmanın sevincini tatmak için gelmiştir.
DÜĞÜMLER
Zamanın bilgesi, araştırma yapmak için bir köye gider. Önce o köyün mezarlığını gezer. Zira milletlerin yaşam felsefelerinin buralarda saklı olduğuna inanmaktadır. Mezar taşlarının üzerindeki rakamlar dikkatini çeker. Bu taşlarda: “10, 100, 900, 2001” gibi rakamlar yazılıdır. Bilge, uzun süre düşünür fakat bu rakamların anlamını bir türlü çözemez. Nihayet köyün en yaşlısının kapısına dayanır. Ona bu sayıların anlamını sorar.
Yaşlı köylü gülümser:
– Bizler, der. Her doğan çocuk için bir yere ona ait olan bir ip bağlarız. Hayatı boyunca her güldüğü an o ipe bir düğüm atarız. Öldükten sonra ise bu düğümleri sayar, düğüm sayısını kabir taşına yazarız. Böylece onun ne kadar yaşamış olduğunu anlarız.
DAMAT UYKUSU
Berzah âlemine attığı ilk adımda, kişiyi bir sorgulama bekler. Bu dünyadan imanla ayrılmış olanlar için, bu sorgulama, daha önce geçen ayetin “dünya ve ahiret dostları” olarak nitelediği meleklerle bir tanışma niteliğindedir. Müminin kabre girer girmez karşılaştığı bu manzarayı, Peygamberimiz şu şekilde anlatıyor:
– Onun yanına iki melek gelir, birinin adı Münker, diğerininki Nekir’dir. Ona “şu adam (asm) hakkında ne diyorsun? diye sorarlar. O da daha önce söylediği gibi der ki:
– O Allah’ın kulu ve resulüdür. Tanıklık ederim ki, Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur ve Muhammed de Onun kulu ve resulüdür.
Bunun üzerine melekler:
– Senin böyle söylediğini biz zaten biliyorduk, derler.
Ardından kabrinde ona yetmişe yetmiş arşın genişliğinde yer açılır ve aydınlatılır.
Sonra da ona “uyu” denir.
O, şöyle sorar:
– Dönüp de aileme haber verebilir miyim?
Melekler ona:
– Sen uyumana bak, derler. Damat (veya gelin) uykusuyla uyu ki, onu ancak en sevdiği kişi uyandırır.
İşte, o mümin kul, yattığı yerde, Allah’ın onu dirilteceği güne kadar böylece uyur. (Tirmizi, Cenaiz: 70)
Ümit Şimşek, İslâm İnanç İlmihali
KEFEN DOKUYANLAR
Mezar kazanların kaçı, o mezarın kendi kabri olacağını bilir ki?
Patiska dokuyan, o bezin kedisine kefen olabileceğini hiç akıl etmiş midir?
Tabut çakanların hangisi, o tahta kutuya kendisinin gireceğini düşünür?
Hangi salâ veren, bir gün o minarelerden kendisi için salâ verileceğini aklına getirmiştir?
Ölüm konusunu anlatan hatip, ölümü kaleme alan yazar… Beklenen akıbetin başına geleceğini niye akıl etmez?
Belki de mezar kazma işi biter bitmez, kumaş dokunur dokunmaz, salâ okunur okunmaz, tabut çakılır çakılmaz… ölüm meleği kapıyı çalacaktır.
Düşünmeye değmez mi?
Mahir Duman
- Mal – Mülk - 6 Haziran 2024
- Kulluk - 19 Mayıs 2024
- Konuşma - 16 Nisan 2024
- Kitap - 4 Nisan 2024
- Kibir – Tevazu - 21 Mart 2024
- Kardeşlik – Yardımlaşma - 9 Mart 2024
- Kahramanlık – Korkaklık - 21 Şubat 2024
- Kadın – Erkek Dünyası - 12 Şubat 2024
- Bir Adım Öteye… - 1 Şubat 2024
- İnsan Olmak - 27 Ocak 2024