Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Risale ve Bediüzzaman Üzerine / Hayatımızın Her Anını İlgi̇lendi̇ren Bi̇r Gerçek: Anlam Verme

Hayatımızın Her Anını İlgi̇lendi̇ren Bi̇r Gerçek: Anlam Verme

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Muhlis KÖRPE

Anlam Vermenin Önemi

Anlam verme, ferd ve toplum hayatında son derece önemli bir yere sahiptir. Hayatının tümünü, her anını etkileyecek bir değerdedir. Bir insanın veya toplumun başarılı veya başarısızlığı, mutluluğu veya mutsuzluğu doğru anlam vermesi ile orantılıdır.

İnsanlar çocukluktan itibaren etrafındaki belirsizliklerin verdiği rahatsızlıktan kurtulmak ve belirsizlikleri belirli hale getirmek için olaylara bir anlam yüklerler. İsim takarlar. Küçük yaşlarda başlanan bu anlam verme insana hayat boyu olumlu yönde destek olduğu gibi zayıf hale de düşürebilmektedir.

Evet, insanın yaşadığı, gördüğü ve işittiği bütün olaylarda kullandığı en büyük sermayesi tanımlama/anlamlandırma/kavramsallaştırma/isim verme/anlam verme becerisidir. Çünkü insan kavramlar sayesinde düşünebilmektedir. Doğru anlam verilebildiği ölçüde hayatının ve içindekilerin de anlam ifade ettiğini görülecektir. İnsanlar ise genellikle çevreden, aileden ve kültürden aldıkları ölçülerle anlam vermeye çalışmaktadırlar. Zira ailenin, çevrenin, örfün, kültürün bu anlam vermede etkisi oldukça büyüktür.

İnsanlar olayları tanımlamakla değerlendirmeye tabi tutmaktadırlar. Bu kavramlar olayla uyum arz ettiği ölçüde hakikati ifade etmektedir. Aksi halde uyumsuzluğun verdiği huzursuzluklar baş göstermektedir. Evet, kavramlar düşüncenin temel kodları/taşlarıdır. Düşünceler ise tavırlar üzerinde etkili olmaktadır. Demek ki doğru tavırlar doğru kavramlarla düşünmekten, doğru düşünmek ise yapılan tanımların olayla uyum arz etmesine bağlı olmaktadırlar.

Risale-i Nur’da Anlam Verme

Hz. Üstadın telif ettiği Risale-i Nur külliyatında en fazla göze çarpan bir gerçek de doğru anlam vermektir. Hz. Üstad var oluş sırrıyla uyum arz edecek şekilde Allah adına bakmak, iman merkezli bakmak anlamına gelen “mana-yı harfî” ile temellendirdiği anlam verme metodunu kullanmaktadır. O, olayların başıboş, tesadüfen veya sebepler zincirinin etkisiyle meydana gelmediğini bilmektedir. Olaylara, fail/özne merkezli bir yaklaşım sergilemektedir. Hz. Üstadın nazarında kâinatta fail-i meçhul yoktur. Çünkü bir fiilin failsiz olması mümkün değildir. Her şeyin faili olan Yüce Allah’ın adına, onun hikmetleri adına, iman merkezli bir yaklaşımla anlam vermeye çalışmaktadır.

Bu sayede Hz. Üstad olayların hakikatine uygun bir tanımlama yaptığından dolayı bütün olumsuzluklara rağmen yılmaz bir irade, tam bir kararlılık, bitmez bir aşk ve şevk ile hizmetine devam ettiğini görmekteyiz. Bu sayede birçok insanı hayata küstüren olaylar Hz. Üstad için küçük görünmektedir.

Bediüzzaman Hazretlerinin telif ettiği beş bin sayfalık külliyatı tamamen doğru anlam vermenin üzerine kurulu olduğunu söylemek mübalağa olmayacaktır. Hatta bazı risaleler tamamen anlam verme üzerine kuruludur. Özellikle temsille anlatılan hakikatler buna güzel birer örnek olabilmektedir. Şimdi Hz. Üstadın bu konu ile ilgili örneklerini vererek bir kısım sonuçlara ulaşmaya çalışacağız.

Hapishane: Bizler tarafından verilen anlam, hürriyetleri kısıtlayan bir cezaevi, her taraftan sarılmış bir ev yani hapishane. Hz. Üstadın verdiği anlam ise “Medrese-i Yusufiye” ve “Terbiyegâh”.

Medrese-i Yusufiye demekle hapishanenin de bir eğitim-öğretim yeri, oraya düşen bir kısım insanın masum ve insanlık dünyasının peygamberlerinden olan Hz. Yusuf’un da (as) mekânı olduğunu hatırlatmaktadır. Bu tanımlama ise gerçekle örtüşmekte ve daha kapsayıcı görünmektedir. İşte bu anlam verme mahkûmun ruhunda, vicdanında, aklında bir teselli kaynağı olmayacak mıdır? Hem hapishanenin terbiye etmek için olan kuruluş amacına daha güzel hizmet etmeyecek midir?

Musibetler: Bu kavramın bizim dünyamızda pek olumlu bir tarafı yoktur. Bizler çoğu zaman hayatın önünde bir perde, yaşamdan istenilen zevki almaya bir engel, bir ceza anlamını vermekteyiz. Bunun insanların ve toplumların ruhunda, düşüncesinde bıraktığı kötü izleri ise meydandadır. Hz. Üstada göre ise “İlâhî şırınga”, “Hazırlık”, “İdman”, “Terazi”, “Muallim”, “İlahi Silgi” gibi anlamlar ifade etmektedir. Şimdi fail merkezli ve iman gözüyle yaptığımız bu tanımlamaların yansımalarına bakalım:

Önümüze çıkarılan musibetler hayat yolunda birer çelme değildir. Yükselmemize engel olan ağırlıklar değildir. Kanatların kırılması değildir. Aksine olaylar karşısında dirençli, kararlı ve iradeli olmam için bir şırıngadır. Daha büyük vazifelere ve daha büyük nimetlere nail olmak için hizmet içi bir eğitimdir. Yükselmem için önüme konan bir merdivendir. Yeteneklerimi geliştiren bir idmandır. Kim olduğumu, bu dünyaya neden gönderildiğimi ve nereye gittiğimi hatırlatmakla gerçek kimliğimi gösteren ilahi bir ikazdır. Elimdekilerin değerini bildirerek huzur ve mutluluğuma sebep olan bir terazidir. İleride bir daha karşıma çıkmayacak şekilde hatalarımın bedelini ödediğim ilahi bir silgidir. Vicdanen rahatım. Bana benden fazla merhamet eden birisi var.

Ulaşım araçları: Bize göre sevdiklerimize kavuşturan bir araçtan ibarettir. Hz. Üstad “Medrese-i Seyyare” anlamını vermektedir. Bu tanımlama düşüncede, kalpte, ruhta, vicdanda şu manaları uyandırmaktadır.

Hayatın her tarafı bir okul, bir eğitim yeridir. Gafil olma. Vakti zayi etme. Burada görebileceğin ve ders alabileceğin bir eğitim var. Oku. İbret al. Düşün. Cenab-ı Hakkın sana verdiği bu seyyar okuldan yararlan. Bunun nimet olduğunu hatırla. Şükret.

İşte bu manaları ruhunda hisseden bir insan yolculuktan son derece keyif alacak ve yolculuğun olumsuz şartlarından daha az etkilenecektir. Aksi halde bir hapishane gibi insanı sıkacak, “Of”larla bitiş süresinden gelen merak ve endişe ile yolculuk sürecektir.

Ölüm: Bizlere göre yok oluş, son buluş, ayrılık, her şeyi anlamsızlaştıran ve bütün zevkleri parçalayan bir aslan anlamını verdiğimiz ölümü düşünün. İnsanların bu kelimeyi düşünmekten nasıl kaçtıklarını görmüyor musunuz? Hz. Üstad ise değil kaçmak, belki gülerek karşılamayı ve cesaretin kaynağı olacak şekilde anlam vermektedir. “Ebedi Âlemin Kapısı”, “Cennete Götüren İlahi Bir Binek”, “Sevdiklerine Kavuşma”, “Ebedi Varlık”, “ Yeniden Diriliş” gibi anlamları vermektedir.

Eşlerimiz: Bizlere göre farklı insanların bir kısım menfaatler için geçici bir sürede oluşturdukları birliktelik iken, Hz. Üstad “Ebedi Arkadaş”, “Daimi Yoldaş”, “Mukabil Bir Kalb”, “Derttaş”, “Zevkdaş” gibi anlamları vermektedir. Acaba Hz. Üstadın evliliği ebedileştirdiği bu tanımlamalar nerede, sevgiyi kısıtlı bir zamana hapseden anlam vermemiz nerede?

Anlam vermeyi risale olarak ele aldığımızda karşımıza inanılmaz bir külliyat çıkmaktadır. Küçük bir örneği, küçük sözlerdir. Aidiyet duygusuna ve başkalarından yardım almaya zillet olarak anlam veren mağrur adam ile izzet anlamı veren mütevazı adamın sonlarını Birinci Söz’den okumaktayız. Dünyaya bir matem evi, ecele ise parçalayan bir aslan, cansız varlıklara büyük cenazeler anlamı veren bencil, kendini beğenen, kötü düşünen adam ile zikir hane, mescit, talim yeri, sevdiklerine kavuşturan bir tezkere, itaat eden bir hizmetkâr olarak gören adamın ruhlarına yansıyan sonuçları İkinci Söz’den okumaktayız. Bunun gibi Tabiat Risalesi, Hastalar Risalesi, İhtiyarlar Risalesi, Hanımlar Rehberi, Onuncu Söz ve hakeza… Bütün risalelerin modern hayatın verdiği yanlış anlam vermeyi düzelterek doğru bir anlam verme sistemi geliştirdiğini görmekteyiz.

Hz. Üstadın doğru anlam vermesi, insanların doğru düşünmelerine, bundan dolayı doğru tavır göstermelerine, bunun neticesinde ruhen, kalben, vicdanen, fikren rahat ve huzur bulmalarına sebep olmaktadır. İşte Risale-i Nur’un en büyük etkisi burada gizlenmektedir. Anlam vermeyi doğru bir şekilde gündelik hayatımıza tatbik ettiğimizde düşüncede, hayatta, ruhta, vicdanda ne kadar olumlu hakikatler meydana gelmektedir. Bu sayede hayata karşı daha dirençli ve huzurlu olabilmektedir insan. Aksi halde şikâyetlerin arttığını, mutsuzlukların görüldüğünü ve insanın iç âleminde birçok olumsuzlukların meydana geldiğini herkes görebilmektedir.

Anlam Vermenin Kaynakları

Anlam verme, çocukluğumuzdan itibaren -önce ailemizden olmak üzere- çevremizden, kültürümüzden, örfümüzden, eğitimimizden ve dinimizden beslenmektedir. Küçüklüğümüzden beri süregelen kabullerimizden beslenmektedir. İnsan, hayatı boyunca bu kaynaklardan beslenen anlam verme ile hayatını şekillendirmeye çalışmaktadır. Bu kabullerimiz bazen alışkanlık haline gelip huy haline dönüşebilmektedir.

Risale-i Nur’a baktığımızda Hz. Üstadın talebelerini fikren değiştirdiği gibi ruhlarında, vicdanlarında, nazarlarında büyük bir inkılap gerçekleştirdiği de görülmektedir. Yani Hz. Üstad her talebesinin fikren nur talebesi olmasını istediği gibi, örfen de, kültürel olarak da Nur talebesi olmasını istemektedir. Yani olaylara örf, kültür, aldığı terbiye nokta-i nazarından bir anlam vermesini değil, mana-yı harfi ile Allah namına, iman hesabına değerlendirmesini istemektedir.

Demek oluyor ki anlam vermede en etkili olan sebep, insanın kalbinde tuttuğu, benimsediği, kabul ettiği değerlerdir. Prensiplerdir. Ön kabulleridir. Yani itikadıdır. İnançlarıdır. İşte insanlar bu referanslara göre her şeye bir anlam vermektedirler. Doğru anlam vermek için doğru referanslara sahip olmak zorundayız. Doğru inançlara, doğru bir itikada, doğru bir bakış açısına, doğru bir niyete sahip olmalıyız. Tahkik etmeli, etraflıca düşünmeli sonra tanımlama yapmalıyız.

Sonuç olarak ebeveynler, çocuklarının hareketlerini, eşler birbirlerinin tavırlarını, insanlar birbirlerinin hareketini ve etrafımızda cereyan eden olayları ön yargı ile, acele ile, yüzeysel olarak ve süreci göz ardı ederek anlam vermemelidir. Aksi halde birçok olumsuzluklar karşımıza çıkacaktır. 

ACELE İLE YAPILAN TANIMLAMALAR HAYATIMIZI BİRÇOK ZORLUĞA SOKABİLİR.

Anlam Vermenin Pratik Hayata Tatbiki

Şimdi aşağıdaki örneklere sizler anlam vermeye çalışın.

Mevki sahibi erkeğin ev işine yardımcı olması, çocuklarıyla oynaması: tevazu/zillet

Bir memurun iş başında gösterdiği ciddiyet: kibir/vakar

Şahsına ait haktan vaz geçmesi: fazilet/ihanet

Bir şahsın topluma ait hakkı affetmesi: fazilet/ihanet

Fakirin zengine, küçüğün büyüğe, zayıfın güçlüye gösterdiği tevazu: riya/tevazu

Zenginin fakire, büyüğün küçüğe, güçlünün zayıfa gösterdiği alçakgönüllülük: zillet/tevazu

İşi Allah’a bırakmak: tevekkül/tembellik

Çalışmaya, emeğe yetinmek: kanaat/gayretsizlik

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Ramazan’dan Sonra

Ramazan’dan Sonra Fatma Bayram Bazı anları sonsuza kadar durdurmak istesek de zaman -iyi ki- bizi …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Şa’ban İbn-i̇ Hüseyin

Hakkında ayrıntılı bilgiye ulaşamadığımız Şaban İbni Hüseyin, riyazî ilimlerle iştigal eden ulemadan olup Kastamonuludur. Bilinen, …

Kapat