Ana Sayfa / Yazarlar / Her Pencereye Ayrı Perde -2 / M.Nuri BİNGÖL

Her Pencereye Ayrı Perde -2 / M.Nuri BİNGÖL

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

HER PECEREYE AYRI PERDE-2 Hikâye

 

-Rahmetlik Dayımın Aziz Hatırasına-

Acaba “o yeğenini” baskı ve göz korkutma ile –o zaman- yanlış telkinleri yaptığı günü de hatırlar mı?

Yeğenim, sen o adamın eserlerini okuyor, o ‘eser’leri açıklayan insanlarla görüşüyormuşsun. Bunu nasıl yaparsın?”

Bunları derken hiddetlendiği her vakit yaptığı gibi gözlerini de iri iri açmıştı; kaşlarını çatması da çabası…

Orta üçe giden yeğeni sakince nefeslenmişti:

O eserleri okuyorsam ne olmuş? Stalin’in ihtilalci fikirlerini anlatmıyor ki onlar?”

O gün yanlarında olan “hınk deyici” akraba ise atılmıştı huzursuzlanarak:

Stalinin düşünceleri ile bir devlet doğdu. Niye küçümsüyorsunuz ki…”

Devlet ki ne devlet ama. Adında Cumhuriyet kelimesi var ama tam bir despotik idare… Güya eşitlik dâva eder ama eşit olan sadece halk; o da sefalette eşitlik. Politbüro üyeleriyse…”

Polit ne?..”

Tebessüm etti genç.

Bizim medresede yaptığımız ilim öğrenme işinin hududuna bile yaklaşamamış baronlar!”

Şaşırmıştı Öğretmen Halil Bey. Bu kararlı ve çekinmez ifadelerle karşılaşacağını tahmin etmiyordu. O ana kadar kimin üzerine gittiyse onu pıstırmıştı hep. Hele insanın öğrenilmesi, düşünülmesi, mahiyetinin anlaşılması lazım gelen bir nesne olduğunu hiç düşünmemişti.

Hafif bir rüzgâr kurumaya başlamış portakal ağacının dallarını ırgalayınca gözlerini kırpıştırdı. İşte o an gülümsedi nedense. Evet, elinde büyüyen ve “hâla bir çocuk” dediği yeğeni kendisini şaşırtmıştı şaşırtmasına da ya kendisi?..

O buz üzerinde yürüdükleri, ayağının kayıp da hangi duvara toslayacağını tahmin edemediği, her talebesini gördüğünde birer cani görür gibi olduğu günleri hatırladı; geçirmiş oldukları, belki de tekrarlanmamasını arzuladığı o ad konamayacak kargaşayı düşündü.

Herkesin elinde silah, yeğeninin tabiriyle “topuz” vardı; kiminde dinamit, kiminde ses bombası, kiminde kalaşnikof, tabanca…

Bütün diller koro halinde bağır babam bağır… “Kurtaracağız..kurtaracağız!” Ama… Onlar, o insanlar, “hakiki insanlar”; “ Biz zaten kurtulmuşuz Allah’ın izniyle…” derlerdi. “ Sırada siz varsınız. Gelin de gösterelim ‘Büyük Cadde’ olan kurtuluş yolunu”

Silahlarının da sadece ve sadece fikir olduğunu, doğruluk ve fedakârlık olduğunu anladığında önceki kanaatinden utandı. Ellerinde sadece kitap, nurdan kitapların varlığını, ondan başka bir silah düşünmediklerini – bir de dua-, hiçbir zaman da düşünmeyeceklerini öğrendiği vakit Öğretmen Halil Bey, sadece utanmayacak, hayran da olacaktı onlara.

Hele daha önceleri kitap okuyor diye – o zamanlar okulda idareciydi- mahkeme önüne attığı Mehmed’in –Rahmetlik- ona sitem bile etmemesi, hürmetinden bir zerrenin bile eksilmemesi –acaba- nasıl bir anlayışın, nasıl bir terbiyenin ifadesi idi?

O delikanlıyla tekrar görüşmüştü o gün; bir bakkal dükkânındaydı; Küçük Çarşı’da… Onun da bir alacağı varmış ki oraya gelmişti. Elinde de bir kitap, bir araştırma eseri. Kendisine uzatıp “ Zannedersem Bediüzzaman hakkındaki bilgileri bundan alabilirsin hocam. Bu memleketi ve gençliği kurtaracak fikirlerinin neler olduğunu aydınlarımız öğrenmeliler.”

Aslında vasıl olduğu o fikri noktada, hediye edilen o araştırma mahsulü eseri okumasına pek gerek de yoktu. Çünkü kendi fikirlerinin, hatta idealinin meyveleri de ortada, “onlar” da ortadaydı. Yeğeni demez miydi hep; “Müştebih ağaçları gösteren semereleridir.” diye…

Hani eskiler “ Allah örbet göstermesin!” derlerdi ya. İbret ancak böyle olabilirdi. Ama keşke böyle olmasaydı, hiçbirini görmeseydi.

Ne o buzdan arenayı, ne kafasını duvarlara toslayıp yara alanları, ne ortadan kalkan ömür pencerelerini, ne eskiyen, sapır sapır dökülen pervazları, cumba ve cağları… Keşke onları yetiştiren yılların “öğretmeni” olarak, keşke hiçbirine şahit olmasaydı.

Her insanın ve ömrün ayrı ayrı pencereleri, gün geçtikçe ihtiyarlanan, pervazları “düştüm düşeceğim” de dese, o bütün pencerelerin “cağları” hemencecik sökülecek, düşecek gibi “iğreti” de duracak olsalar, hatta hatta onların çok çok mütenevvi renklere sahip –küçük çiçek desenli- perdeleri, hayatın başka pencerelerine perde olmaya, başka türlü pencerelere perde olmaya da niyetlenseler, onları, o “ibretleri” – ya da örbetleri- görmek eğer nasipse, onlarla karşılaşması lüzumlu ise, daha pek çok hayat dalgasına dalgakıran olmak insanlığın da gereği değil miydi?

Sayılamayacak kadar hayata darbe akıntı ile burun buruna gelmek, onların dondurucu soğukluğunu duymak, müthiş çağıltılarını işitmek, köpüklenmelerini görmek mümkün olacaktır. Çünkü hayat denilen nehir devamlı akıyor, biteviye akmaktadır; ummanına kavuşuncaya kadar da akmayı sürdürecektir. Daha pek çok insan kendisi gibi, çok sevdiği baba evinden ayrılacak, evin asıl sahipleri ana-babalar-oğul ve torunlar oradan çıkmak zorunda kalacak, çocuklar büyüyecek, ihtiyarlar göçecek; o simaları, o hatıraları, o hadiseleri camlarına işleyen ve emen pencereler, işte tam böyle kaş çatacaktır.

Benim işim tamam Halil oğlum. Evi gezdim.”

Ses arkasından gelmişti, takılıp kaldığı merdivenin birinci basamağından döndü, baktı. Adamın o kaba yüzü gülüyor ve içindeki memnuniyetini ilan ediyordu:

Beğendim evi. Anlaşacağız seninle.”

Ya konuştuğumuz fiyat?..”

O da kabulüm.”

Kabulü imiş, öyle mi?

Halil Bey gözlerini yumdu, derinden derine sesler çınladı kulaklarında. Acaba o sesler pencerenin camından ayrılıp da kendisine kasten mi yöneltmiştir? Babasının öksürük sesleri idi bunlar, küçük kardeşlerinin cıvıltıları. Yavrularının pati pati adım sesleri, yeğenlerinin şen gülücükleri.

Ağabey razı olamam, inanolsun satırmam evi. İlle de satmak istiyorsan, ben alayım.”

İrkildi, gözlerini açtı iri iri.. Siyahları büyüyecek kadar irileştirdi onları.

Ne o? Efkârlandın mı kurban?”

Adama baktı tekrar; o kaba-saba siması –hala- gülümsüyor, memnun kaldığı her halinden belli oluyordu. Bakışları etrafı taradı; yaşlı ağaca baktı; pencereye, hayat izleri ile oyulmuş basamaklar, o “livan” ile odaya daldı.

Tekrar adama baktı. “Sevilemeyecek kadar yabancı yüz”e baktı.

Adam gurur ve iftiharla elini uzatmıştı ona; şaşırdı ama… Halil Bey’in eli eline uzanmamış da omzuna gitmiştir.

Satmaktan vazgeçtim be Hasan dayı.”

Cevap beklemeden pencereye kaldırdı bakışlarını, camları ne zaman böyle pırıl pırıl olmuştu? Ya tahta pervazların aniden düzelmesi… O “cağ”ın uçlarının iğretiliğinin tükenmesi de ne oluyor? Livan tatlı tatlı gülümsüyor. Biriket odadan kumruların –tam o an- ötmeye durmalarına tesadüf mü denirmiş? Acaba önce gördükleri mi hakikat, şimdikiler mi?

Kâinatta tesadüfe tesadüf edilememiştir” diye yeğeninin naklettiği gerçek –şimdi- tam bir endam aynasıdır; Fırat parlaklığında ve saflığında…

Yazar : Mehmet Nuri BİNGÖL

BİYOGRAFİ
1961’de Şanlıurfa/Birecik’te doğdu. İlkokul ve ortaokulu aynı ilçede okudu. 1982’de İstanbul Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Anadolu’nun çok yöresinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaptı.
Yazgı, Köprü, Bizim Külliye dergilerinde hikâye, deneme ve makaleleri yer aldı. Gap Gündemi, Tasvir, Yeni Nesil gazetelerinde yazıları yayımlandı. Birecik yıllıklarına alınmış şiirleri, yaptığı derlemeleri ve değişik site ve kitaplara alınmış makale, mülakat ve köşe yazıları bulunuyor.
Kitaplaşan iki eseri ve tefrika romanları Mehmet Nuri EMİNLER mahlasıyla yayımlanmıştır. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğine devam ediyor. Birecik’te temsilciliği açıldığı ilk günden beri Eğitim-Bir-Sen üyesi. Dört kızı ve üç torunu bulunuyor. Şanlıurfa/ Birecik’te ikâmet ediyor.

Tarık Buğra ile yaptığı mülakatın iktibas edildiği eserler:
Politika Dışı (Tarık Buğra)
Tarık Buğra’yla Söyleşiler (Mehmet Tekin)

Hikâyelerinin İktibas Edildiği Eserler:
Kedinâme (M. Nuri Yardım, 2019)
Dergizan Yıllığı (Ramazan Seydaoğlu, 2020)

İktibas edilen mahalli derlemeleri:
Cumhuriyetin 50. Yılında Birecik Yıllığı
Cumhuriyetin 70. Yılında Birecik Yıllığı

Tefrika Romanları:
Yokuşta ( 1986)
Yokuşta Tırmanış-1 (1984)
Yokuşta Tırmanış- 2 (1988)
Kafkasya’da Sarp Ufuklar (1981)

Kitapları:
Sürgündeki Çeçenya (1. Baskı: 1996; 2. Baskı: 2000) Gençlik Yayınevi
Nur Üstad (Biyografi- Deneme; 2002) Erguvan Yayınevi
Siyahtan Turkuaza (15 Temmuz) [Hikâyeler] 2021. KDY yayıncılık
Ver Elini Türkmeneli [Gönül Sayhası-1] (Roman) 2021, KDY Yayıncılık
Azada Yürüyüş [Gönül Sayhası-2] (Roman), 2021, KDY Yayıncılık, "Bir Başka Çeşme" (2022- KDY- Öyküler)

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Siyaset Nedir? Ne Değildir? / Metin Karabaşoğlu

Siyaset Nedir? Ne Değildir? Doğan her yeni bebek, göğü yıldızlarla, zemini çiçeklerle süslenmiş güzelim bir …

Kapat