Hicret Yolcuğu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem, Yüce Allah tarafından cennetten çıkarılıp dünyaya gönderildiğinde Mekke’yi mekân tutmuş ve ilk iş olarak Kâbe’yi yapmıştı. Son peygamber Muhammed Mustafa (a.s.) da Yüce Allah tarafından Mekke’de peygamber olarak görevlendirildi. Mekkelilerin büyük bir çoğunluğu ve özellikle de ileri gelenleri, kırk yaşına kadar el-Emîn olarak adlandırdıkları ve her konuda güvendikleri Hz. Muhammed’e peygamber olduktan sonra inanmadılar ve sıkıntı çıkardılar.

Mekke müşrikleri, İslâm dâvetinin önüne engeller çıkarıp inananlara eziyet ve işkenceler yapınca Hz. Peygamber de İslâm dâvâsı için Mekke’nin dışında bir merkez arayışına başladı. Bunun için Habeşistan, Tâif ve Medine’yi düşündü. Habeşistan uzak olduğu için, Tâif’te oturan Sakîf kabilesi de İslâm’ı kabul etmediği için bu iki yer aranan merkez olamadı. Allah Resûlü, 620 yılında hacca gelen altı Medineli ile Akabe’de görüştü, onlara İslâm’ı anlattı; onlar da kabul ettiler. 621 ve 622 yıllarında gerçekleşen Akabe biatları ile Medine İslâmlaştı ve hicrete hazır hale geldi. İlk biattan sonra Medine’ye muallim olarak gönderilen Mus’ab b. Umeyr’in ve son biatta nakîbü’n-nükebâ olarak seçilen Es’ad b. Zürâre’nin gayretleri ile Medine hicrete hazır hale getirildi.

Efendimiz, ikinci Akabe biatından sonra
Müslümanlara Medine’ye hicret edebileceklerini söyleyince, kısa zamanda büyük bir çoğunluk Mekke’den ayrılarak Medine’ye hicret ettiler. Kadınlar, çocuklar, güçsüzler ve imanını gizleyenlerin dışında Mekke’de Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir ve bir de Hz. Peygamber kalmıştı. Müslümanların kısa zamanda Mekke’den ayrıldığını gören müşrikler, Hz. Peygamber’i ellerinden kaçırmadan yakalamak ve onu etkisiz hale getirmek istediler. Bunun için bir Perşembe
günü1 sabah erkenden Dârünnedve’de toplanıp ne yapacaklarını uzun uzadıya müzâkere ettiler. Yapılan müzâkereler sonunda Hz. Peygamber’i öldürmeye
karar verdiler. Siyer kaynaklarında kaydedilen bu toplantıda müşriklerin yaptıkları müzâkereleri Yüce Allah bize şöyle haber veriyor:

“Hatırla ki, kâfirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni (yurdundan) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da onlara tuzak kuruyordu. Ve Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.”2

İbn Hişâm ile birlikte birkaç kaynakta geçen bilgiye göre Şeytan, Necidli bir yaşlı kılığında bu toplantıya katılmış, Ebû Cehil’in, Hz. Peygamber’in öldürülmesi gerektiği yönündeki fikrini desteklemiş ve toplantıdan bu kararın çıkmasını sağlamıştır.3 Dârünnedve toplantılarına yabancıların alınmadığını ileri sürüp bu rivâyeti değişik şekilde yorumlayanların kanaatlerine4 değer vermekle birlikte, hâdisenin anlatıldığı gibi gerçekleştiğini de kabul edebiliriz. Çünkü Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de Bedir savaşını anlatırken Şeytan’ın, önce müşrikleri savaşa teşvik ettiğini, iki ordu birbirini görünce de onlara arkasını dönüp şöyle dediğini anlatır: “Ben, sizden uzağım, ben sizin görmediklerinizi (melekleri) görüyorum; ben Allah’tan korkuyorum. Çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.”5

Hz. Peygamber’in, Hâşimoğullarından Ebû Leheb dışında hiç bir kimsenin katılmadığı (veya alınmadığı) müşriklerin bu gizli toplantısından haberdâr olması konusunda iki rivâyet vardır. Bu rivâyetlerin birine göre Hz. Peygamber’i Cebrâil (a.s) bilgilendirmiş,6 diğer rivâyete göre de Zühreoğullarından birisi ile evli olan büyük halası Rukayka (veya Rakîka) bint Sayfî b. Hâşim, sûikast teşebbüsüne dair haberleri, belki de bunları bazı komşularından veya yakınlarından öğrenince Hz. Peygamber’e bildirmiştir.7
“Bu rivâyetlerin ikisinin de meydana gelmiş olması mümkündür. Ancak hicret olayının içindeki olağanüstülükler, Allah’ın yardımının sıkıntılı durumlarda Müslümanlara gelmesi, bunun Hz. Peygamber’e Cebrâil tarafından bildirilmiş olduğu görüşünü teyid etmektedir.”8 İşte bu toplantıdan sonra Hz. Peygamber’e Mekke’den Medine’ye hicret izni verildi.9 Hz. Cebrâil’in, hem toplantının haberini hem de hicret iznini getirmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Müşriklerin Dârünnedve’de aldıkları karara göre, karanlık bastıktan sonra görevli şahıslar evin etrafını kuşatacaklar, gece sabaha kadar eve giriş ve çıkışları engelleyecekler, ertesi sabah evinden çıkarken Hz. Peygamber’in üzerine çullanacaklar ve onu öldüreceklerdi. Böylelikle kimin öldürdüğü belli olmayacak, Hz. Peygamber’in yakınları olan  Hâşimoğulları kan dâvâsına kalkışamayacak ve diyete razı olacaklardı. Daha sonra Müslümanlar, bu kararın alındığı güne “yevmü’z-zahme: zahmet günü” demişlerdir.10

Müşriklerin bu kararından haberdâr olan Hz. Peygamber, herkesin gündüz uykusuna yattığı öğle sıcağında Hz. Ebû Bekir’in evine gitti. Onunla gece çıkacakları hicret yolculuğunun detaylarını görüştü, görevlileri tespit ve görevlerini tayin etti ve kimse
uykudan uyanmadan kendi evine döndü. Evinde gündüz uykusu uyumuş gibi ikindi serininde dışarı çıktı. Akşam olunca herkes gibi o da kendi evine döndü. Evi gece karanlığında müşrikler tarafından kuşatıldıktan sonra ev halkı ile vedalaşıp müşriklerin gözü önünde evden ayrıldı; bir mucize eseri olarak müşrikler onu göremediler. Eşi Sevde, kızları Ümmü Gülsüm ve Fâtıma, bir de evin tek erkeği Hz. Ali ile vedalaşıp ayrılmış olması muhtemeldir. Hz. Ali’ye şunları söylediği ise bilinen bir gerçektir: “Bu gece benim yatağımda yat ve rahat uyu! Şu Hadremevt ürünü olan yeşil abâma da iyice bürün! Hiç korkma! Onlar, sana hiçbir şey yapamayacaklar! Rahat ol! Rahat uyu!”11 Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye yanında bulunan Mekkelilere ait emânetleri sahiplerine teslim etmesini emretti. Kaynaklarımız bu emânetlerin neler olduğu ve kimlere ait olduğu hakkında herhangi bir bilgi vermiyor. Ticâret için devamlı şehir dışına çıkan Mekkelilerin altın veya gümüş paraları olmalıdır.

Hz. Peygamber, gece vakti evinin etrafını saran müşriklerin arasından Yâsîn sûresinin ilk âyetlerini okuyarak ve onların yüzlerine toprak serperek ayrıldı. Hz. Ebû Bekir’in evine geldi. Ev halkı onu bekliyordu. Hz. Ebû Bekir, iki deveyi götürüp Abdullah ibn Uraykıt’a teslim etmiş, hanımlar da birlikte yola çıkacak iki dost için yol azığı hazırlamışlardı. Hz. Ebû Bekir’in kızı Esma, hazırlanan yiyeceklerin konulduğu bohçanın ağzını bağlamak için kemerini ikiye ayırdı ve biri ile bohçayı bağlayıp diğeri ile de belini bağladı.12Bu olayın Sevr’den ayrılış esnasında olduğunu aktaran rivâyette13 sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Çünkü müşrikler tarafından takip edildikleri bir zamanda Esma’nın Sevr mağarasına kadar gitmesi mümkün olmasa gerektir.

İki dost, Medine’ye doğru değil, Yemen’e doğru giden yol üzerinde, Mekke’nin güney batısındaki Sevr Mağarası’na çıktılar. Hz. Ebû Bekir çok heyecanlıydı, kendisini Hz. Peygamber’e siper etmişti. Mağaraya önce o girdi ve dibi köşeyi kontrol ettikten sonra Hz. Peygamber’i içeri aldı.14 “Mağaranın bulunduğu Sevr Dağı, Mescid-i Harâm’a güneydoğu yönünde yaklaşık dört kilometredir. Sevr Mağarası, dağın zirvesine yakın bir yerde, Mekke tarafına bakan yamacında büyük bir kayanın altında kalan boşluk şeklinde doğal ve küçük bir mağaradır. Mağaranın, biri batı diğeri doğu tarafında iki girişi bulunmaktadır. Hz. Peygamber ve Ebû Bekir’in girdiği batı yönündeki giriş, dar olup zeminden biraz yüksektedir. Doğu yönündeki giriş ise
insanın rahatlıkla girip çıkabileceği büyüklüktedir.”15

Mağaraya yürüyerek girilmiyor, yukarıdan atlayarak iniliyordu. Yani mağaranın ağzı yana değil, yukarıya bakıyordu. Bunun böyle olduğunu, Hz. Ebû Bekir’in kendilerini yakalamak için mağaranın ağzına kadar gelen müşrikler hakkında Hz. Peygamber’e söylediği şu sözlerden de anlıyoruz: “Yâ Resûlallah! Bunlardan birisi eğilip de ayaklarının ucuna baksa bizi muhakkak görecekler.” Hz. Peygamber de şöyle diyerek onu rahatlatır: “Ey Ebû Bekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyorsun?”16 Hz. Peygamber ile Hz. Ebû Bekir’in, evin arka kapısından çıkmaları, Medine’ye doğru değil de peşlerine düşenleri yanıltmak için ters istikâmete doğru gitmeleri, küçük bir çocuk olan Abdullah’ı istihbârât ve levâzım işi için görevlendirmeleri, Âmir ibn Füheyre’ye de yapabileceği görevi vermeleri hicret yolculuğunun ciddî bir stareteji ve taktik eseri olduğunu göstermektedir. Sabahleyin Hz. Peygamber’i evinde bulamayan müşrikler, beklenmedik bir şekilde karşılarına çıkan Hz. Ali’yi sorgu-suâle çektiler, tartakladılar, bir müddet hapsettikten sonra kendisinden bir bilgi alamayınca bıraktılar.17 Ebû Cehil ve beraberindekiler de Hz. Ebû Bekir’in evine baskın yaptı ve Hz. Esma’yı tokatladılar.18 Her iki evden de bir bilgi alamayan müşrikler, Medine yollarına düştüler fakat elleri boş döndüler. Üç gün boyunca koşuşturmaları, bu iki dostu ölü veya diri yakalayana yüz deve ödül koymaları ve neticede bir arpa boyu yol alamayışları müşrikleri çileden çıkardı. Hâlbûki Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir, her an müşriklerin ne yaptıklarından ve ne yapacaklarından haberdardılar. Yiyecekleri, içecekleri geliyor ve her şey planladıkları gibi cereyan ediyordu. İşte buna, peygamber siyâseti derler. İki dost, koskoca Mekke şehir devletinin aristokratlarının hazırladığı tuzağı bozuyor ve onların ipliğini pazara çıkarıyordu. Hz. Peygamber, bir insan ve bir peygamber olarak yapacağını yapıyor, gerisini Allah’a havâle ediyor; Allah da onlara yardımını gönderiyordu.Müşrikler, Hz. Peygamber’i ve Ebû Bekir’i yakalamak için Sevr’e de çıktılar. Yüce Allah, bu konuda şöyle buyuruyor: “Eğer siz ona (Rasûlullâh’a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir. Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebû Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı da o, arkadaşına “Üzülme! Çünkü Allah bizimle beraberdir.” diyordu. Bunun üzerine Allah, ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin göremediğiniz ordularla destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.”19

Müşrikler, mağaranın ağzına kadar geldikleri halde içine bakmadan geri dönüp gittiler. Bir örümceğin mağaranın ağzına ağ örmesi, iki güvercinin yuva kurup yumurtalarını bırakması, müşriklerin mağaraya
bakmadan dönmelerine sebep oldu.20 Bu konudaki rivâyetlere yapılan ilmî tenkidleri21 değerli bulmakla birlikte, bu tenkidleri yapan ilim adamlarına, âyette geçen “Bunun üzerine Allah, ona (sükûnet sağlayan)
emniyetini indirdi ve onu sizin görmediğiniz ordularla destekledi.” sözlerinin ne mânâya geldiğini sormak isteriz. Yüce Allah, “müşriklerin görmediği” demiyor, “sizin görmediğiniz” diyor. Mağaraya kadar çıkan Kürz b. Alkame ve arkadaşlarının konuşmaları ile Hz. Ebû Bekir’in konuşmasını yan yana getirdiğimizde Hz.
Ebû Bekir’in göremediğini müşriklerin gördüğünü söyleyebiliriz.

Mağarada kaldıkları müddet içinde, Hz. Ebû Bekir’in âzâdlısı ve aynı zamanda çobanı Âmir b. Füheyre, her akşam onlara süt ve yiyecek; Abdullah b. Ebî Bekir de şehirdeki haberleri getirdi. Âmir b. Füheyre çobanlığını yaptığı koyun sürüsü ile Abdullah’ın izlerini de siliyordu. Üç gün sonra şehir sakinleşince, Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir’in güvenilir bulup ücretle tuttukları mâhir bir rehber olan Abdullah b. Uraykıt, develeri alıp sözleştikleri yere geldi.

Hz. Âişe’nin bize verdiği bilgiye göre Hz.
Peygamber ve Hz. Ebû Bekir, Sevr’de üç gece kaldılar. Abdullah, üçüncü gecenin sabahında develeri alıp gelecekti. İbn Hacer de bu konudaki değişik görüşleri te’lif ederek şöyle demektedir: “Mekke’den Perşembe gününü Cuma gününe bağlayan gece çıkılmış ve mağaraya varılmıştır. Sığınılan Sevr Mağarası’nda üç gece (Cuma, Cumartesi ve Pazar geceleri) gizlenilmiş
ve Pazartesi gecesi (Pazarı Pazartesine bağlayan gece) mağara terk edilmiştir.”22 Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir, Âmir b. Füheyre ve Abdullah b. Uraykıt’tan oluşan dört kişilik kafile, Mekke’nin güneybatısından bir yay çizerek Medine’ye yöneldiler. Mekke-Medine arasında işlek olmayan bir güzergâh izleyerek ve zikzaklar çizerek yol aldılar. Bazen sarp dağ
geçitlerinden, bazen çöllerin arasından geçtiler.

Hz. Ebû Bekir, mağaradan ayrılışları konusunda şu bilgileri verir: “Bizi takip etmek ve yakalamak için gözcüler tutulmuştu. Biz, geceleyin Mekke’den (Sevr’den) ayrılıp yola çıktık. O gecemizi ve gündüzümüzü süratle yürüdük. Nihâyet günün en sıcak vaktine girdik, güneş gündüzün ortasına gelip dikildi. Ben, kendisine sığınıp barınabileceğimiz bir gölge görebilir miyim diye etrafa bir göz attım. Tam o sırada büyük bir kaya gördüm ve hemen onun yanına geldim. Onun biraz gölgesi vardı. Ben, Resûlüllah (s.a.v.) için yanımda bulunan bir pöstekiyi yere serdim. Sonra ona: “Ya Resûlallah! Sen biraz yat, uyu! Ben, şöyle etrafı bir dolaşayım!” dedim.
Resûlüllah (s.a.v.) de onun üzerine yattı ve uyudu. Ben de peşimize düşenlerden kimseyi görebilir miyim diye etrafı gözetleyerek biraz yürüdüm. Bu sırada koyunlarını bulunduğumuz kayaya doğru sürüp getirmekte olan bir koyun çobanı ile karşılaştım. Oda bizim gibi o kayanın
gölgesine sığınmak istiyordu. Ben çobana “Sen kimin çobanısın ey delikanlı?” diye sordum. O da “Filân kimsenin çobanıyım” dedi. Bu sefer ben ona “Senin koyunlarında süt var mı?” dedim. “Evet, var!” dedi. Ben
ona “Süt sağar mısın?” dedim. “Evet, sağarım!” dedi ve sürüsünden bir koyun tuttu. Ben ona “Koyunun memesi üzerindeki kıl, toprak ve pislikleri temizle! Sonra da ellerini silkeleyip temizle!” dedim. Avuçlarından birini diğerine şöylece vurup silkeledi. Çoban, elindeki ağaçtan yapılmış çanağa bir adamı kandıracak kadar birazcık süt sağdı; ben de o süt kabını alıp hemen Resûlüllah’ın yanına geldim. Onu uykusundan uyandırmak istemediğim için, kendisi uyanıncaya kadar bekledim. Ben, yanımda Resûlüllah için yaptığım ağzında bir bez parçası bulunan deriden bir su kabı bulunduruyordum. İçeceği ve abdest alacağı suyu onun içinde taşıyordum. Ondan sütün üzerine biraz da su döktüm, hatta kabın aşağısı biraz soğudu. Uyanınca ona: “Yâ Resûlallah! Bu sütü iç!” dedim. Resûlüllah (s.a.v.) içti; bu da benim çok hoşuma gitti. Sonra: “Hareket etme vakti gelmedi mi?” dedi. Ben de “Evet!” dedim. Güneş biraz batıya doğru meyletmişken hareket ettik. Bizi arayanlar peşimizdeydi. Bize onlardan Sürâka b. Mâlik b. Cü’şum’dan başka hiçbir kimse yetişemedi.”23

Buhârî, Berâ b. Âzib’den gelen bu rivâyeti
“el-Câmiü’s-Sahîh” isimli eserinde üç ayrı yerde nakletmektedir. Kitâbü’l-Menâkıb’da geçen rivâyette diğerlerinde olmayan şu ilâve vardır: “Sürâka bize yetişince: “Yakalanıyoruz Yâ Resûlallah!” dedim. O da: “Üzülme! Çünkü Allah, bizimle beraberdir.” dedi ve Sürâka’ya bedduâ etti. Bunun üzerine Sürâka’nın atı tökezleyip karnına kadar yere battı. Zannediyorum ki biz, bu sırada düz ve sert bir yerde bulunuyorduk.”
Bu hadisin senedinde üçüncü sırada bulunan Züheyr, şekkederek, şunları da rivâyet etti. “Atının ön ayaklarının yere saplandığını gören Sürâka şöyle dedi: “Kesin olarak anladım ki, siz ikiniz bana bedduâ ettiniz. Şimdi siz benim için duâ ediniz. Allah şâhid olsun ki, ben sizin peşinizde olanları geri çevireceğim.”
Hz. Ebû Bekir der ki: “Bu şekilde söz vermesi üzerine Resûlüllah (s.a.v.) ona hayır duâ etti; o da kurtuldu. Sonra geriye döndü ve bizim peşimizde olanlardan karşılaştığı herkese: “Bu taraflara gitmenize gerek yok, ben oralardan geliyorum!” diyerek karşılaştığı kişileri geri çevirdi ve bize verdiği sözde durdu.”24 Sürâka’nın İbn Hişâm’da geçen anlatımı ile Hz. Ebû Bekir’in Buhârî’deki anlatımı birbiri ile örtüşmektedir.

Hz. Peygamber ve beraberindekiler, yolda Ümmü Ma’bed Âtike bint Hâlid’in çadırına uğramış ve ondan süt almışlardır. Sürüye katılamayan bir keçiden sütün sağılması ve Ümmü Ma’bed’in, o an hayvanlarının
peşinde olduğu için çadırda olmayan ve akşam gelen eşine Hz. Peygamber’i vasfetmesi hakkında değişik rivâyetler vardır.25 Medine’ye yaklaştıkları zaman, Eslem kabilesi reîsi Bureyde, Kureyş’in ortaya koyduğu ödülü almak için adamlarından yetmiş kişi ile kafilenin önünü kesmiş, Hz. Peygamber’in kendisi ile konuşmasından sonra da Müslüman
olmuştur. Başındaki sarığı çıkarıp uzun bir sırığa takarak kabilesinin topraklarından çıkıncaya kadar kafileye sancaktarlık yapmış ve adamları ile birlikte yol boyunca çevre güvenliğini sağlamıştır.26

Kaynaklarımızın verdiği bilgiye göre kafile, Pazartesi günü Mekke’den yola çıkmış ve ertesi Pazartesi öğleye doğru Medine’ye çok yakın olan Kubâ köyüne varmış, Cuma gününe kadar da bu köyde kalmışlardır. Kur’ân-ı Kerim’de “temellerinin takvâ üzere atıldığı” bildirilen Kubâ mescidi işte bu kısa
zaman içerisinde yapıldı. Cuma günü kuşluk vaktinin sonlarına doğru Kubâ’dan ayrılan Hz. Peygamber, Rânûnâ vâdisinde Sâlimoğulları mahallesinde beraberindekilere ilk Cuma namazını kıldırdı. Cuma namazından sonra da Hz. Enes’in deyimiyle bir bayram havası içerisinde Medine’ye girdi.

Sonuç
Hz. Peygamber’in hayatındaki bütün olaylar biz Müslümanlar için önemlidir. Ama hicret, çok daha önemlidir. Müslümanların hicret olayından alacakları çok dersler ve ibretler vardır. Hilâfetin kaldırılışından sonra yüz üstü düşen ümmet-i Muhammed’in yani bizlerin almamız gereken dersler daha çoktur. Çünkü hicret, cemaatten devlete geçiştir. Devletini, saltanatını, gücünü, birliğini ve beraberliğini kaybeden asrımız Müslümanlarının hicret olayını ve Hz. Peygamber’in bu olayda takip ettiği taktik ve stratejiyi iyi okumaları gerekir. Bu olayda hem müşrikler hem de Müslümanlar, canlarını dişlerine takmışlar ve son kozlarını oynamışlardır. Müslümanları ve özellikle Hz. Peygamber’i ellerinden kaçırmak istemeyen ve dolayısıyla Medine İslâm Devleti’nin kurulmasını engellemeye çalışan müşrikler, olanca gayretlerine karşı mağlup olmuşlardır.

DİPNOTLAR
1. İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, VII, 184; Diyarbekrî, Hamîs, I, 325.
2. Enfâl, 8/30.
3. İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 227; Taberî, Tarîh, II, 370; Beyhakî, Delâil, II, 467,
468.
4. Demircan, Adnan, Nebevî Direniş Hicret, İstanbul: Beyan Yayınları, 2000, s. 110-111.
5. Enfâl, 8/48.
6. İbn Hişâm, es-Sîre, II, 126; İbn Sa’d, a.g.e., I, 227; Taberî, Târîh, II, 372.
7. İbn Sa’d, a.g.e., VIII, 52; Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, I, 173.
8. Demircan, Adnan, a. g. e. , s. 111.
9. İbn Hişâm, a.g.e., II,129; İbnü’l-Esir, el-Kâmil, II, 103.
10. Taberî, Târîh, II, 370; İbn Kesîr, el-Bidâye, III, 175.
11. İbn Hişâm, es-Sîre, II, 126-127; Taberî, a.g.e., II, 372.
12. Abdürrezzak, Musannef, V, 389; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 198.
13. İbn Hişâm, a.g.e., II, 131.
14. Beyhakî, Delâil, II, 477; Şâmi, es-Sîre, III, 240.
15. Demircan, Adnan, “Sevr Mağarası”, DİA, XXXVII, 5.
16. Buhârî, Fedâilü’l-Ashâb, 2; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 1.
17. Taberî, a.g.e., II, 374; Diyarbekrî, Hamîs, I, 325.
18. İbn Hişâm, a.g.e., II, 132; Taberî, a.g.e, II, 380.
19. Tevbe, 9/40.
20. İbn Sa’d, a.g.e., I, 229; Belâzürî, Ensâb, I, 308.
21. Zehebî, Mîzânü’l-İ’tidâl, III, 307; İbn Kesîr, el-Bidâye, III, 180-182; İbn
22. Hacer, Lisânü’l-Mîzân, IV, 388; el-Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdîs’i-Zaîfe ve’l-
Mevzûa, III, 260-264; Heykel, Hz. Muhammed’in Hayatı, s. 311-312.
İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, VII, 244; Bu konudaki rivâyetler ve daha geniş
bilgiler için bkz. Kasım Şulul, Hz. Peygamber Devri Kronolojisi, İstanbul:
İnsan Yay., 2011, s. 401-406.
23. Buhârî, Menâkıb, 25; Fedâil’ü-Ashâb, 2; Menâkıbü’l-Ensâr, 44.
24. Buhârî, Menâkıb, 25.
25. İbn Sa’d, a.g.e., I, 231; Hâkim, el-Müsterek, III, 9-10; Ebû Nuaym, Delâil,
II, 283.
26. İbn Sa’d, a.g.e., IV, 242; Belâzürî, Ensâb, I, 309; İbn Abdilberr, el-İstîâb,
I, 185.

Din ve Hayat Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Neden Anladıklarımızı Hayata Tatbik Edemiyoruz? / M. Numan ÖZEL

Bu mesele çoklarımızın çok zaman zihnini kurcaladığını tahmin ediyorum. Bu husustaki mülahazamı da yazmak istedim. …

Kapat