Ana Sayfa / Yazarlar / Hile – Hırsızlık

Hile – Hırsızlık

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

HİLE – HIRSIZLIK

“Tilki, kümesi iyi tanıyor diye bekçi yapılır mı?”

Harry Truman

 

 “Sen usandırma eli, el de usandırmaz seni

  Hilekârlık eyleme, kimse dolandırmaz seni.”

 Diyarbakırlı Said Paşa

 

 “Mesleğine yumurta çalarak başlayan hırsız, deve çalarak son verir.”

                                          İran Sözü

 

      “Ha bir kalem çalmışsın, ha da hazineleri götürmüşsün… İkisinin de adı hırsızlıktır.”

 Mahir Duman

 

    “Kırk hırsız bir çıplağı soyamamış.”

              Atasözü

   

     HIRSIZ

     Ünlü hırsız, dervişin evine girer. Çalacak hiçbir şey bulamaz. Durumu öğrenen derviş mırıldanır:

     – Hey zavallı! O senin karanlık gecede aradığını biz aydın gündüzlerde bulamıyoruz.

 

     TASI TARAĞI TOPLAMAK  
    Abbas, Bağdat dilencilerinin ünlülerindenmiş. Dilenerek zengin olmuştu. Herkesin tanıdığı bu adamın şöhretinden istifade etmek isteyen bir yeni yetme, Abbas’ı kollamaya başlamış. 
    Nihayet bir gece hamama girdiğini görüp ardından içeri dalmış ve kurna başında yanına yaklaşıp şöyle demiş:
    – Efendim! Bendeniz dilenciliğe başlamaya karar verdim. Umarım bu sanatın inceliklerini benden esirgemezsiniz. 
    Abbas, bu tatlı konuşmaya dayanamamış:  
    – Peki evlât demiş, öğreteyim. Dilenciliğin başlıca üç kuralı vardır, bunu unutma:

     1. Nerede olursa olsun istemeli.

     2. Kimden olursa olsun istemeli.

     3. Her ne olursa olsun istemeli.
    Dilenci adayı, Abbas’ın elini öpmüş. Ardından da yeni öğrendiği sanatı(!) uygulamaya sokmuş:
    – Ustam, ben fakirim, Allah rızası için bir şey!.. 

     Abbas şaşırmış:
    – Burası hamam bre! Burada dilencilik mi olur?
    – Nerede olursa istemeli, dedin ya usta!
    – İyi de şu anda ben senden farksızım. Bak hamamdayız.  

     – Öyle ama ikinci kuralda istemek için adam seçmemek gerektiğini söylemedin mi?
    – Allah Allah! Bu kurna başında, ben şimdi sana ne verebilirim? Elbisem dışarıda. Paralarım evde. İşte ortada sadece tasımla tarağım var.
    – Usta, senden öğrendiğim kuralların üçüncüsü de şu: “Her ne olursa olsun istemeli.” Ben tasa, tarağa da razıyım.
    Abbas şaşkın. Duyanlar hayrette. Adam tası, tarağı almış ve hamamdan çıkıp gitmiş. O günden sonra Abbas, dilencilik etmeye tövbe etmiş, soranlara da:
    – Tası tarağı toplattık! Gayri bizden bu işler geçmiş, diye yakınırmış. Bir usta dilenci tastan, taraktan olmuş, fakat dilimiz de bir deyim kazanmış: “Tası, tarağı toplatmak…”

 

       HİLECİNİN SONU   

     Tilkiyle kedi sohbet ediyorlardı. Tilki, durmadan kurnazlığından söz ediyordu. Söylediğine göre düşmanları ona bir şey yapamazmış. Zira onlardan kurtulacak bir sürü hilesi varmış. Kedi, biraz da utanarak:

    – Ben fazla kurnazlık bilmem ki! demiş. Düşmanlarımın elinden kurtulmak için tek yol bilirim, o da kaçmaktır. 

    – Kedi kardeş demiş, tilki. Ben her tehlike karşısında başımın çaresine bakabilirim ama senin durumuna üzülüyorum. Korkarım bir gün düşmanların seni çabuk alt edecek. 

    Tam da o sıra bir sürü tazının bağrışmalarını duymuşlar. Bir avcı topluluğuna ait olan bu köpekler, bütün hızlarıyla kendilerine doğru koşuyormuş. Kedi, hemen yanındaki bir ağacın dallarına sıçrayarak saklanmış. Tilki ise:

     – Acaba şu hileyi mi yapsam, yoksa bu hileyi mi? diye düşünmeye başlamış. Çünkü o kadar çok hile biliyormuş ki, hangisini daha doğru olacağına karar veremiyormuş. Tam birisini uygulayacakmış ki, tazılar etrafını çevirip tilkinin işini bitirivermişler. Olup biteni yukarıdan seyreden kedi, çok hile bilmediğine şükretmiş.

 

      ÇİFTE STANDART

      New York’da bir çocuğu azgın köpeğin saldırısından kurtaran ve hayvanı boğan gencin yanına gelen gazeteci sormuş:

     – Kahraman Amerikalı, çocuğun hayatını kurtardı, diye yazabilir miyim?

     – Ben Amerikalı değilim, demiş cesur delikanlı. Pakistanlıyım.
      Gazete, ertesi günkü manşeti şöyle atmış:

      “Kökten dinci Pakistanlı, Central Park’ta bir köpeği boğdu.”   

      OYUNCULAR VE OYUNA GELENLER

      Mevlâna hazretleri anlatıyor:

      Kurt, çayırda otlayan üç kardeş tosuna:

      – Beni de aranıza alın, demiş. Bıktım bu yalnızlıktan. 

      – Kardeş tosunlar neden olmasın, demişler. Sen doğru durduktan sonra…

      Bir gün kurt, yaman bir hile düşünmüş. Ala ve sarı tosuna:

      – Nedir? demiş. Şu kara tosundan çektiğiniz? 

      Böylece ala ve sarı tosunları kendi yanına çekmiş. Yalnız kalan kara tosun, kurda yem olmuş. Günler sonra ala tosun da aynı hilenin kurbanı olmuş. Nihayet sıra sarı tosuna gelmiştir. Canavarın pençelerinde çırpınan zavallı:

      – Yazıklar olsun bize! diyormuş. İşimiz kara tosunu feda ettiğimiz zaman bitmişti. Birliğimizi bozmasaydık sonumuz hiç böyle olur muydu?

 

      TUZAKLAR

      Fil avcıları, fillerin geçeceği yol üzerine derince bir çukur kazıp üzerini de örterlermiş. Tahmin edebileceğiniz gibi en önde yürüyen fil, o tuzağa düşermiş. 

      Siyah elbiseler giyip yüzlerini de kapatan avcılar, düştüğü çukurda çırpınan fili kırbaçlamaya başlarlarmış. Uzun süre yiyecek ve içecek verilmeyen fil, dermansız düşermiş.
      Birkaç gün sonra, aynı avcılar bu defa beyaz elbiseler içerisinde, son derece sevecen tavırlarla filin sevdiği yiyeceklerle gelirler ve filin karnını doyururlarmış. Bu arada zavallı hayvanın güvenini kazanmak için, hortumunu, yüzünü ve gözünü okşamayı da ihmal etmezlermiş.
      Avcılar, fili kendilerine alıştırdıktan sonra çukurun önünü kazarak, hayvanı oradan çıkarıp hortumundan tutarak, “fil barınakları”na götürürlermiş…
      Ölünceye kadar da, “eğittikleri(!)” fili, istedikleri gibi kullanırlarmış. Bazen yük taşıtırlar, kimi zaman da sirklerde oynatırlarmış.
      Fil, ölmekten kurtarılmıştır ama “fil olmaktan” da çıkmıştır! Üstelik “özgür” de değildir artık…

 

AYIP OLAN

Bir eşkıya, fakirliğinden dolayı Diyojen’i ayıplamıştı. Büyük düşünür gayet sakindi:

– İnsanlara fakir olduğu için hakaret edildiğini hayatımda hiç görmedim. Ama pek çok insanın hırsızlıktan dolayı asıldıklarına şahit oldum.

Yazar : Mahir DUMAN

1955’te Ankara, Kızılcahamam Hıdırlar köyünde doğdu. İlkokulu doğduğu köyde, orta ve lise eğitimini Ankara’da tamamladı. 1979’da Bursa Eğitim Enstitüsü'nden mezun oldu. Çeşitli gazete ve dergilerde çalışmaları neşredildi. İstanbul'da yayımlanan bir gazetede Şamil İmamoğlu müstearı ile günlük yazıları yayınlandı. Köprü, Zafer, Sur, Diyanet Çocuk, Kültür Dünyası, Moral Dünyası, Kültür Edebiyat, Tepe Edebiyat, Üslup… gibi dergilerde denemeleri ve hikâyeleri yayınlandı. Bir gazetenin düzenlediği makale yarışmasında birincilik ödülü aldı. Edebiyat ve Türkçe öğretmeni olarak Anadolu’nun çeşitli yerlerinde çalıştı. 2008 yılında emekli oldu. Evli ve üç çocuk babasıdır.
Yayınlanmış eserleri: 1. Çocukluktan Gençliğe (Çocuk Eğitimi) 2. Harman (Osman Suroğlu ile) 3. Espri Dükkânı 4. Moral Saati 5. Güller ve Dikenler (Osman Suroğlu ile) 6. Sevgi Zaferdir 7. Tebessüm Saati 8. Onların Penceresinden 9. Bizim Köyün Öyküsü 10. Söz Güzeli 11. Gülümseyen Sözler 12. Bahar Bestesi 13. Gönüller Sultanına 14. Güldüren Düşünceler

Web Sitesi
Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Yorumlar

  1. avatar

    Allah razı olsun. Hem lezzet hem ibret verici yazılar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ortaklık Ağaçlar

Ortaklık Ağaçlar / Orhan Salcı Çocukluğumun unutulmaz anlarından, anılarından, damağımda, dimağımda kalan tatların pek çoğunun …

Kapat