Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Hint Alt Kıtasında Selefîlik ve Ehl-i Hadis Ekolü

Hint Alt Kıtasında Selefîlik ve Ehl-i Hadis Ekolü

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Hint Alt Kıtasında Selefilik ve Ehl-i Hadis Ekolü

Prof. Dr. Abdulhamit Birışık*

 

Hint alt kıtasının dinî hayatını doğru anlamak ve tahlil etmek için çok dikkatli bir araştırmaya ve orijinal yerli kaynaklara başvurmaya ihtiyaç vardır. Bunun en temel nedeni hem kaynakların zaman zaman net bilgi vermemesi hem de 1857 öncesi şartlar ile 1857 sonrası şartlar arasında ciddi farkların olması; bunun da oluşan yapıların durumunu belirlemede bir zorluk meydana getirmesidir. Batılı yazarların ve onların güdümünde eser ortaya koyan modern dönem araştırmacılarının manipülatif yayınlarını da unutmamak gerekir. Hint alt kıtasında selefilik konusunda bu dediklerimizi bazı bilgiler üzerinden test ederek konuya girmek uygun olacaktır.

A. Seyyid Ahmed Birelvî ve İngilizlerin Vehhabilik Yaftası

Batılı yazarlara bakılacak olursa Hint alt kıtasına diğer bir adı Vehhabilik olan Arabistan tipi Selefilik düşüncesi Seyyid Ahmed Birelvî (1786-1831) tarafından getirilmiştir. Bunu göstermek için Seyyid Ahmed Birelvî ve hareketi hakkında kitap yazanlar Wahhabi Movement in India (Hindistan’da Vehhâbî Hareketi) gibi isimler kullanırlar ve bununla Seyyid Ahmed Birelvî ve Şah İsmail Dihlevî’nin (17791831)1 başlattığı Tarikat-ı Muhammediyye (Mücahidîn) hareketini kastederler.2 Seyyid Ahmed Birelvî’den bahseden bazı Batılı kaynaklar çok garip bir şekilde onun Şah Veliyyullah Dihlevî’nin (1703-1762) ve oğlu Şah Abdulaziz Dihlevî’nin (1746-1824) yolundan gittiğini ama Muhammed b. Abdülvehhab’ın da düşüncelerinden etkilendiğini söylerler. Halbuki mesele bundan biraz farklıdır. Balakot savaşında şehid düştüğü ve müteakip dönemde isminin sonuna genellikle şehid kelimesi eklendiği için Seyyid Ahmed Şehid diye de anılan Seyyid Ahmed Birelvî zor bir zamanda dünyaya gelmiştir. O gençlik döneminde Hint alt kıtasının İngiliz Doğu Hint Şirketi adıyla Britanya Krallığı’nının kontrolüne girdiğini görünce Şah Abdulaziz Dihlevî’nin 1803 tarihli Darü’l-Harb Fetvası ile harekete geçmiş ve kısa zaman içinde görece başarılar elde eden bir hareket ve ordu kurmuştur. Onun başlattığı bu hareket Mücahidîn Hareketi olarak da bilinir. Bu hareketin ve ordunun varlığı İngilizler tarafından büyük bir tehlike olarak görüldüğü için Hicaz’da Osmanlı Devleti’ne karşı Vehhabiliği savunan ve yaygınlaşması için destek veren İngilizler bu defa Hanefiliğin ve tasavvufun etkin olduğu Hindistan’da Seyyid Ahmed Birelvî’yi Vehhabi diye yaftalayarak itibarsızlaştırmak istemişlerdir. Gerçekte ise o Arabistan Vehhabiliği gibi bir Vehhabiliği savunmaz aksine Şah Veliyyullah’tan gelen dinî anlayışa bağlıdır ve Şah Abdülaziz Dihlevî’den Nakşibendiyye, Kadiriyye, Çiştiyye, Sühreverdiyye tarikatlarında icazetler alarak tasavvufi bir kimliğe de bürünmüştür. Ayrıca onun Hindistan’ın kuzeybatısında İngilizler’e karşı başlattığı cihad hareketinde emri Şah Abdülaziz’den aldığı tahmin edilmektedir.

Nitekim Qureshi, Seyyid Ahmed’i bu liderliğe Şah Abdülaziz’in hazırladığını ifade eder.3 Bilindiği üzere Vehhabiler tasavvufa tümüyle karşıdırlar. İyi incelenecek olursa Seyyid Ahmed Birelvî’nin İmam-ı Rabbanî (v. 1034/1624), Abdülhak Muhaddis Dihlevî (v. 1052/1642) ve Şah Veliyyullah Dihlevî’nin karşı durduğu türden halk arasında yaygınlaşan bir kısmı da Hindu geleneklerinden gelen bidat ve hurafelere karşı olduğu görülür. Onun kafasına takılan en temel mesele ise İngilizlerin 1600 yılından başlayarak adım adım hem dinî hem de siyasi hayatı bitirme çabalarıdır.

Bu konu ile ilgili bir başka önemli husus da şu anda Hint alt kıtasında var olan ve aşağıda tanıtacağımız selefî Ehl-i Hadis Ekolü’nün kendisini Şah Veliyyullah Dihlevî’ye ve Seyyid Ahmed Şehid’e nispet etmesi meselesidir. Bu nispet problemlidir ve vuzuha kavuşturulmak durumundadır. Eğer Ehl-i Hadis hareketi kendisini kurucuları olan Seyyid Nezir Hüseyin Dihlevî ve Sıddık Hasan Han sebebiyle Şah Veliyyullah Dihlevî’ye nispet ediyor ise bu eksik bir nispet olur. Zira Şah Veliyyullah hiçbir zaman Hindistan Ehl-i Hadis hareketinin ileri sürdüğü türden eksik bir din anlayışı ortaya koymamıştır. Onun Kitap ve Sünnet’e davet ettiği doğru olsa da müctehidlerin ortaya koyduğu fıkhı ve amelî mezhepleri, kelam düşüncesini ve itikadi mezhepleri, tasavvuf düşüncesini ve tarikatleri kabul ettiği de bir gerçektir. Ama Hindistan Ehl-i Hadis’i, Kur’an ve Sünnet dışında kalan her türden yapılanmayı ve kıyasa dayalı fikir üretmeyi reddeder. Aynı durum Seyyid Ahmed Şehid için de geçerlidir. Ehl-i Hadis’in Seyyid Ahmed Şehid’i kendileri için bir başlangıç noktası yapmaları da yukarıda işaret ettiğimiz gerekçeler sebebiyle problemlidir. Aşağıda geniş bir biçimde temas edeceğimiz gibi Hindistan Ehl-i Hadis Ekolü (hareketi/cemaati) tam anlamıyla modern bir harekettir ve içine ilk dönem selefiliğinden, Vehhabilikten, modern selefilikten ve daha birçok başka düşünceden unsurlar almıştır. Hatta kurulduğu günkü yapısı ve faaliyet biçimi Osmanlı hilafetinin sona erip Suûdi Arabistan devletinin kurulmasından sonra büyük oranda değişmiş ve bu evrede Suûdilerin güdümünde olmaktan büyük memnuniyet duyan bir yapı halini almıştır.

B. Hindistan Ehl-i Hadis Ekolü’nün Oluşumu ve Selefilik

Ekolün oluşumu Seyyid Nezir Hüseyin Dihlevî’nin tedris faaliyetlerine ve öğrencilerine, Sıddık Hasan Han Kannevcî’nin de ilmî faaliyetlerine ve mali çabalarına dayanır. Nezir Hüseyin Dihlevî Bihâr’a bağlı Sûrecgarh’da dünyaya geldi (1805). Tahsil hayatı devam ederken Patna’da Şah İsmail Dihlevî ve Seyyid Ahmed Birelvî ile karşılaştı (1822) ve büyük bir iştiyakla onların sohbetlerine iştirak etti. Şah Abdülaziz’i görmek ve ilim tahsilini sürdürmek için Delhi’ye gitmeye karar verdi. Yol üzerindeki şehirleri ziyaret edip buralarda da ilim tahsilini sürdüren Nezir Hüseyin 1822’de çıktığı Delhi yolculuğunu 1828’de noktaladı. Şah Abdülaziz birkaç yıl önce vefat etmiş olduğundan onunla görüşme arzusunu gerçekleştiremedi. Delhi’de Veliyyullahî ekolün meşhur âlimlerinden istifade etti ve 1831 yılında Şah Abdülaziz Dihlevî’nin torunu Muhammed İshak Dihlevî’nin ders halkasına katıldı. Ondan Mekke’ye hicretine (1842) kadar özellikle hadis ilmi ve senedinde istifade etti.

Tahsil sonrası Delhi’deki Evrengâbâdî Mescidi’nde ders vermeye başlayan Nezir Hüseyin başlangıçta medrese müfredatında bulunan bütün kitapları okuturken sonradan Kur’an (tefsir) ve hadis dışındaki ilimleri okutmamaya başladı. Böylece Nezir Hüseyin hocalarından gelen çizgisini değiştirmiş ve yeni bir yola girmiş oldu. Artık özellikle fıkhi konularda mezheplerin görüşlerini benimsemiyor hadisin zahirine tabi oluyor ve ona göre hüküm ikâme ediyordu. Bidat ve hurafeye karşı sert tavır aldığı gibi günün tasavvuf anlayışını da kıyasıya eleştiriyordu. Delhi’de elli yıldan fazla ders verdi ve çok sayıda talebe yetiştirdi. Talebelerinin çokluğu ve her tarafa yayılması sebebiyle “şeyhü’l-kül” lakabıyla da anılır.

Bu yeni çizgisi sebebiyle bazıları ona cephe alırken bazı kimseler de onun yanında yer almaya başladı. Nezir Hüseyin ve gönüldaşlarınının İngiliz idaresine ciddi manada bir muhalefeti olmadı. 1857 bağımsızlık savaşı sırasında İngilizler’e karşı savaşmadıkları için onlara ilişilmedi4. Fakat cemaatin silahla cihadı öne çıkaran ve Seyyid Ahmed Şehid ile Şah İsmail Şehid’in yolunu izleyen Emir Velayet Ali (v. 1269/1852) ile kardeşi Emir İnayet Ali (v. 1274/1858) tarafından kontrol edilen Sadıkpûrîler grubu 1864’te Ambela’da İngilizler’e karşı ayaklandı. Duruma kısa bir zaman içerisinde hâkim olan İngilizler isyancıları yakalayıp hapis ve sürgünle cezalandırdı. Nezir Hüseyin de iki arkadaşı ile birlikte ihtiyaten Ravalpindî şehrinde hapsedildi. Hayatının geri kalan kısmında İngiliz hükümetine karşı herhangi bir harekette bulunmayan Nezir Hüseyin’e 1898 yılında İngilizler tarafından

“Şemsü’l-ulema” ünvanı verildi. Muhammed İsmail Pânîpatî’ye göre bu unvan ona Britanya hükümetine karşı olan yumuşak tutumu sebebiyle verilmiştir. Yüz yıla yakın bir hayat yaşayan Nezir Hüseyin Dihlevî 13 Ekim 1902’de Delhi’de vefat etti.5

Ehl-i hadis’in ikinci önemli siması görüşlerinde Nezir Hüseyin kadar katı olmadığı gözlenen Sıddık Hasan Han Kannevcî’dir. 1832 yılında Utter Pradeş eyaletinin Kannevc şehrine bağlı Bans Bireli kasabasında dünyaya gelen Sıddık Hasan’ın Hz. Hüseyin’in soyundan geldiği bildirilmektedir. Sıddık Hasan kendi muhitinde aldığı ilk eğitimden sonra Ferhâbâd, Kanpûr ve Delhi’de müteaddit hocalardan aklî ve naklî ilimleri okuyarak icazet aldı. Eğitimini 21 yaşında tamamladıktan sonra asıl vatanları olan Kannevc’de kısa bir süre kaldıktan sonra iş bulmak niyetiyle Bopâl’a gitti (1855). Sıddık Hasan 1861’de evlendiği ilk eşinin vefat etmesi üzerine Bopâl Valisi Nevvâb İskender’in kızı Şah Cihan Begüm ile evlendi (1867). Evliliği müteâkip Şah Cihan Begüm onu devlet işlerindeki yetkisine ortak etti ve yüksek bir maaş bağlanmasını sağladı. Evlilik sonrası mali olarak büyük bir güce erişen Sıddık Hasan Han İslami ilimlerin neşri için yoğun faaliyetlere başladı. Bir yandan hadis ezberlemeyi teşvik için yarışmalar tertip ederken diğer yandan yüksek meblağda paralar harcayarak kitap bastırıp dağıttırdı. Hadis kaynaklarının tamamını Urduca’ya tercüme etme işi ise yetkili kişilere ücret mukabilinde havâle edilmişti. Şahsi kütüphanesini kıymetli nadir yazma kitaplar ile bir hayli zenginleştiren Sıddık Hasan Han’ın devrinde Bopâl şehri Kitap-sünnet eksenli İslami ilimlerin merkezi durumuna geldi. 200’ü aşkın kitap telif etmiş bulunan Sıddık Hasan Han 1890 yılında vefat etmiştir.6

Ekolün güçlenmesi ve günümüze taşınmasında öne çıkan diğer bir figür Abdullah Gaznevî (1814-1881) ve Gaznevî ailesidir. Yirmi yedi çocuğu olan Abdullah Gaznevî, adı 1901’de Darülulûm-i Takviyetü’l-İslam olarak değiştirilen Amritsar’daki Medrese-i Gazneviyye’de dersler vermiş ve pek çok talebe yetiştirmiştir. Bunların dışında da Seyyid Ahmed Hasan Dihlevî (1842-1920), Vahîdüzzaman Han (1850-1920), Senaullah Amritsarî (18681948), İhsan İlahî Zahîr (1945-1987) gibi âlimler bulunmaktadır. Özellikle sonuncusu Suûdi Arabistan ile çok sıcak ilişkiler geliştirmiş ve Pakistan’da onların acendasına göre hareket etmiştir.

Nezir Hüseyin’in verdiği dersler ve yetiştirdiği talebeler, Sıddık Hasan’ın ise yazdığı ve yazdırdığı eserlerin etkisiyle Ehl-i Hadis düşüncesi Hind alt kıtasında kısa bir zaman içerisinde hızla yayıldı. Kendilerine Vehhabi ya da başka birşey denilmesini önlemek için cemaatlerinin adını İngiliz hükümeti nezdinde “Ehl-i Hadis” olarak tescil ettirdiler. Sıddık Hasan Han kendilerinin devlete sadık olduğunu göstermek için Tercümân-ı Vehhâbiyet adlı bir eser dahi kaleme almıştır. Bir yandan medreseler kurulurken öte yandan dergiler çıkarılmaya, gazeteler neşredilmeye ve toplantılar tertip edilmeye başlandı. Bugün cemaat Pakistan, Hindistan, Bengladeş ve diğer ülkelerde bulunan çok sayıda medrese, yayınevi ve kuruluşla hayatiyetini sürdürmektedir. Kurmuş oldukları yayınevi ve matbaalar vasıtasıyla, başta hadis olmak üzere, İslami ilimlerin birçok dalında kitaplar basıp yayınlamışlardır.

Ehl-i Hadis ekolünün düşüncelerini şu şekilde özetlemek mümkündür. Allah’ın isim ve sıfatlarında tevil ve teşbihe gitmez, olduğu gibi kabullenirler. Gaybın bilgisi sadece Allah’a ait olup Hz. Peygamber’in (s.a.v.) -bazılarının iddiasının aksine- gaybı bilmesi söz konusu olamaz. Peygamberler ancak ismet sıfatı bulunan birer beşerdirler. Mezhepleri ve şahısları taklîdi reddedip Kur’an ve hadisle ameli öne çıkarmışlardır. Onlar bu konuda kendilerine Hind ulemasından Şah Veliyyullah Dihlevî, Muhammed İshak Dihlevî, Şah İsmail Şehid ve Seyyid Ahmed Şehid’i mesned göstermişlerdir. Halbuki Şah Veliyyullah mezhep imamları tarafından yapılan ictihatları ve kıyas yoluyla konulan hükümleri prensip olarak kabul etmiştir. Şah Veliyyullah’a göre, ortaya bir problem çıktığında mezhep farkı gözetilmeksizin yapılan ictihadlara bakılır, bunlar içerisinden tercih mümkünse tercih yapılır değilse hüküm ikâme yolları sırasıyla kullanılarak problem çözüme kavuşturulur. Tabii ortada probleme çözüm getirebilecek sarih ve sağlam bir hadis varsa bu evleviyetle tercih edilir. Diğer üç âlim de şartları hadis lehinde olarak birazcık yumuşatmakla birlikte Şah Veliyyullah’ın görüşünü benimsemişlerdir. Halbuki Ehl-i Hadis, imamların nass olmadığı yerde akıl ve kıyası kullanarak yaptıkları ictihadı risalete şirk koşmak olarak adlandırırlar7. Bazı fer‘î konularda bölgedeki Hanefî uleması ile aralarında büyük tartışmalar olmuştur. Ehl-i Hadis namazda el kaldırılması, sesli amin denilmesi, imamla birlikte Fatiha okunması, elin göğüs hizasında bağlanması, teravih namazının rekat sayısı, talak sayısı ve talakın verilme biçimi gibi konuları gerek kitaplar yazarak gerekse münazaralar tertipleyerek savunmuşlardır8. Ehl-i Hadis’e göre bazı toplumsal örf, adet ve gelenekler bidat kapsamındadır. Ayrıca bidat-i hasene diye belirtilen fiiller de kabul edilemez. Kitap ve Sünnet’e dayalı zühd ve takva hayatı geçerlidir ancak tasavvuf ve tarikatlar yoluyla ortaya konan bazı hal ve hareketler ile inanışlar İslam dışıdır. Kur’an’da nesh olmadığı gibi eski dönemde olduğu söylenen icma da geçersizdir.

C. Günümüzde Hint Alt Kıtasında Selefilik ve Selefî Gruplar

Hint alt kıtasında her ne kadar selefî denilince Ehl-i Hadis ekolü akla geliyor ise de bölgede uygulanan politikalar sebebiyle birçok cemaatte selefiliğe yumuşak kayışlar gözlenmektedir. Bu konuda verilecek birçok örnek bulunmaktadır.

Bunlar içerisinde, kuruluş ilkeleri farklı olsa da geldiği yer selefilik ile bazı açılardan örtüşen Nedvetü’l-Ulema’yı anmak gerekir. Bu yapı gerek Suudiler ile olan çok yakın ilişkileri gerekse eğitim kurumlarındaki tedrisatları ve öğrenci yetiştirme biçimleri sebebiyle selefiliğe yakın bir çizgide durmaktadırlar. Bu yapının ciddi bir Vehhabilik ve selefilik eleştirisi olduğunu da bilmiyoruz. Belki bunda Suudilerin kendilerine zor durumlarında arka çıkmasının kendilerinin de Suudilerin hukukunu korumasının etkisi bulunmaktadır. Uzun yıllar Nedve’ye yön veren Ebü’l-Hasan Ali Nedvî’nin9 Suudi Arabistan ile olan ilişkileri ve kitaplarındaki vurgular buna başka bir örnek olarak verilebilir. Onun Suudi devlet adamları ile yakın ilişkileri olduğunu onların da kendisini koruyup kolladığını bilmekteyiz. Her ne kadar Suudi Arabistanlı yöneticilere yönelik nasihat ve tavsiye türünden bazı uyarıları olmuş ise de İslam dünyasına olumsuz etkileri bulunan Suudi Selefiliğine yönelik bir eleştiri ortaya koymamıştır.

Aynı şekilde Tebliğ Cemaati de ilkeleri itibariyle ılımlı selefiliğe kapı aralayan bir mahiyettedir. Bundan da ilginci Mevdûdî’nin kurduğu Cemaat-i İslami’nin Kur’an ve Sünnet vurgusu, mezheplere karşı mesafeli duruşu, tasavvuftan uzaklaşması gibi konular selefîlerin bölgede kolay yapılanmasında yardımcı olmuştur. Daha da garibi katı Hanefi olan Diyobendî ekolü içindeki selefilik eğilimleridir. Bu eğilim çok büyük medreselerde dahi göze çarpmakta ama özellikle bir örnek öne çıkmaktadır. Afganistan Taliban Hareketi’nin Suudilerin desteği ile bir Diyobendî Medresesi’nde kuluçka dönemini tamamlayıp çoğalması ve Üsame bin Ladin gibi kişiler yoluyla Suudiler ile içli dışlı olmuş olması dikkat çekicidir. Hatta kendilerini Hanefî olarak tanımlayan mevcut Taliban’ın Hanefiliği, ruhu ve aklı alınmış kuru bir Hanefilik haline gelmiştir ki zaten Batı İslam ülkelerinin alternatif bir hayat üretmemesi için böyle bir anlayış ile yönetilmesini arzu etmektedir. Bu noktada günümüz Diyobendî medreselerinin ve Cemaat-i İslami’nin farklı bir tarz geliştirmesine ve daha akılcı bir tavır almasına ihtiyaç bulunmaktadır.

Gerek Selefiliğin hâmisi olan günümüz Ehl-i Hadis ekolü içinde temsil edilen gerekse ayrı birer yapı olan selefîler Pakistan, Hindistan ve Bengladeş’te varlığını sürdürmektedirler. Bunların en rahat faaliyet yaptığı ve kendilerini ifade ettikleri yer ise Pakistan’dır. Suudiler Pakistan’da uzun zamandan bu yana faaliyet göstermektedirler. Özellikle Ehl-i Hadis ekolü ile çok ciddi iş birliği içinde bulunuyorlar. Pakistan’da daha çok maddi güç kullanılarak cemaatlere ve lider kişilere nüfuz edilmektedir. İslamabad’da bulunan ve Suudi Büyükelçiliği bünyesinde görev yapan Davet Merkezi bu işleri organize etmektedir. Özellikle Afgan cihadı esnasında silahlı yapılara mali destekler sağlamış ve Taliban hareketinin doğmasına dolaylı olarak katkı vermiştir. Ehl-i Hadis ekolünün günümüz Pakistan’ında yirmiye yakın kuruluşu vardır. Birer tüzel kişilik olan bu yapılar ülkenin şartlarının ürünü olarak görülebilir. Bazıları Suudi selefiliğinden beslenen cihadî selefiliğin birer kolu mesabesindedir.

Hindistan’da 1866’da kurulan Darülulûm-i Diyûbend’in (Diyûbend Medresesi) bir fotoğrafı

İslamabad’da Camia Selefiyye (Salafia University, Islamabad) adıyla açılmış olan eğitim kurumu Suudi Arabistan devletine bağlı gibi işlemektedir. 2007 yılında bu kurumda katıldığım bir programda kurum yetkililerinin programa katılan Suudi Arabistan İslamabad Büyükelçiliği mensuplarına yönelik aşırı tavırları bunu çok net olarak göstermektedir. Camia Selefiyye adıyla benzer bir kurum da Pakistan’ın Faysalabad şehrinde bulunmaktadır. Bu ve benzeri kurumlar büyük oranda Suudiler tarafından fonlanmakta ve desteklenmektedir.

Suudiler daha önce dolaylı olarak yönetmeye çalıştıkları İslamabad’daki Uluslararası İslam Üniversitesi’ni son 12 yıldır doğrudan yönetmeye başladılar. Daha önce çok sayıdaki selefî tandanslı öğretim üyesini burada tutan ve bunların maaşını veren Suudi Arabistan aktif pozisyonda bulunan son iki en üst düzey üniversite yöneticisini (President) bizzat kendi vatandaşlarından atatarak üniversiteyi tamamen ellerine geçirmeye çalışmakta ve böylece zayıflatmaktadırlar. Bu üniversitede sistem şöyledir: En üstte Chancellor sıfatıyla Pakistan Cumhurbaşkanı, 2. sırada Pro-Chancellor olarak Riyad Muhammed b. Suud Üniversitesi Rektörü10, 3. sırada Rector adıyla üniversitenin politikasını belirleyen kişi, 4. sırada ise President11 adıyla bizdeki rektörün görevini yapan ve bizzat üniversiteyi yöneten görevli bulunmaktadır. President’in de yardımcıları vardır. Şu anda hem Pro-Chancellor hem de President Suudi vatandaşıdır. Halbuki daha önce bunların ikisi de Pakistan vatandaşı idi. Bu durum tamamen Suudilerin Pakistan devleti üzerindeki baskısı ile gerçekleşmektedir.

Pakistan’da bulunan Ehl-i Hadis ve selefî gruplardan bazısı kuruluş tarihi sırasına göre şöyledir:12

Cemaat-i Ehl-i Hadis: Ekolün ana yapısı olup 1919 yılında kurulmuştur. Daha çok dinî ve ilmî işlerle ilgilenir ve Cemaatin fikirlerini yaymaya çalışır. Ancak Pakistan’ın kurulmasından sonra siyasi faaliyetler içine de girmiş ve üç ayrı gruba bölünmüştür.

Cemaatü’l-Mücahidîn: 1937 yılında kurulmuş cihadi bir gruptur.

Merkezî Cem’iyet-i Ehl-i Hadis: 1956 yılında kurulmuş olup Ehl-i Hadis cemaatinin siyasi ve idari liderliğini yapmaktadır. Kendi medreselerin akademik ve resmî kontrolünü sağlayan kurullardan olan Vifaku’l-Medaris Selefiye’yi de bu grubun emrindedir. Bu yapının merkezi Lahor’dur. Bu gruptan 1994 yılında aynı isimle fakat “İbtisâm İlahî Grup” ilavesiyle yeni bir grup ortaya çıkmıştır. Bu grubun da merkezi Lahor’dadır.

Cem‘iyyet-i Ehl-i Hadis-i Pakistan: Selefî düşüncenin önde gelen savunucularından olan ve Suudi Arabistan ile yakın ilişkiler içinde bulunan İhsan İlahî Zahîr ve yakın arkadaşları tarafından 1981’de kuruldu. 1983’ten itibaren bir suikast sonucu ölünceye13 kadar bu grubun başkanlığını üstlendi.

Cemiyet-i Gureba-i Ehl-i Hadis: 1986 yılında Karaçi şehrinde kurulmuş daha çok dini tebliğ işi ile meşguldür.

Cemaatü’d-Da’ve: 1986 yılında Merkezü’dDa’ve ve’l-İrşad adıyla kurulmuş siyasi bir yapı olup Şeyhopura şehri merkezidir. 2002 yılında adını Cemaatü’d-Da’ve şeklinde değiştirmiş ve siyasete girmiştir. Bir süre Afgan cihadında da rol alan grubun çok geniş bir ağı vardır.

Tahrikü’l-Mücahidîn: Muzafferâbâd’da 1989 yılında kurulan cihadi hareket 2000 yılında Merkezî Cem’iyet-i Ehl-i Hadis’e katılmıştır. Şu anda bu teşkilatın Pakistan’ın tüm önemli şehirlerinde şubeleri vardır. Oldukça teşkilatlı olan yapı asıl itibariyle Keşmir bölgesindeki cihad faaliyetleri için kurulmuş iken şimdi başka yerlere de dağılmıştır.

Leşker-i Taybe: Muzafferâbâd’da 1991 yılında kurulan grup cihadi bir gruptur. Bu grubun Cemaatü’d-Da’ve ile irtibatı vardır. Bu grubun özellikle Hindistan’da bazı terör ve bombalama faaliyetlerinde bulunduğu görülmektedir.

Müttahide Cemaat-i Ehl-i Hadis: Siyasi bir yapıdır ve 1994 yılında Lahor’da kurulmuştur.

Hindistan’da ise en meşhur Ehl-i Hadis kurumu kökü 1906 yılında kadar giden Varanasi (eski adıyla Benâres) şehrinde kurulu yapıdır. Benares’teki bu oluşumun adı Hindistan’ın bağımsız bir devlet olmasından sonra Camia Selefiyye (Merkezî Darü’l-Ulûm) olmuş ve medresenin temeli 29 Kasım 1963 tarihinde Suudi Arabistan’ın Hindistan Büyükelçisi tarafından atılmıştır.14 Ehl-i Hadis ekolünün günümüzdeki en etkin eğitim, araştırma ve yayın kurumu burasıdır. Kurum eğitim faaliyetinin yanında ulusal ve uluslararası düzeyde ilmî toplantılar düzenlemekte ve iki dergi çıkarmaktadır. Bir üniversite gibi olan Camia Selefiyye’ye bağlı olarak 1974’te kurulan el-Mektebetü’s-Selefiyye’nin neşrettiği ilmî eserlerin sayısı bir hayli fazladır. Bunlar arasında klasik hadis kaynakları ve şerhleri, hadis müdafaasına dair eserler, tefsirler, İbn Teymiyye’nin, Şah Veliyyullah’ın ve oğullarının önemli kitapları da bulunmaktadır.15

NOTLAR
* Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Tefsir Anabilim Dalı.
1 Şah İsmil Dihlevî, Şah Veliyyullah’ın oğlu Abdulganî’nin tek oğludur.
2 Mesela bk. Qeyamuddin Ahmad, The Wahabi Movement in India, K. L. Mukhopadhyay, Calcutta 1966, 391 s.; Bashir Ahmad Khan, “From “Wahabi” To “Ahl-i-Hadith”: A Historical Analysis”, Proceedings of the Indian History Congress, 2000-2001, c. 61, Part One: Millennium (2000-2001), s. 747-760; Girish Chandra Pandey, “Revisiting the History and Nature of the Wahabı Movement (1826-1861)”, Proceedings of the Indian History Congress, 2015, c. 76 (2015), s. 488-499; Iqtidar Alam Khan, “The Wahabis in the 1857 Revolt: A Brief Reappraisal of Their  Role”, Social Scientist, c. 41, S. 5/6 (May-June 2013), s. 15-23.
3 Ishtiaq Husain Qureshi, The Muslim Community of the Indo-Pakistan Subcontinent 610-1947, Renaissance  Publishing House, Delhi 1985, III. Bölüm, s. 60-87
4 Hatta Nezir Hüseyin 1857 bağımsızlık savaşında zorda olduğu anlaşılan bir İngiliz kadını 3,5 ay korumasında tuttuğu için ona 1300 rupi para ve memnûniyet beratı verildiği ifâde edilmektedir (bkz. Rahman Ali, Tezkire-i Ulemâ-i Hind, trc. Muhammed Eyyüb Kâdirî, Pakistan Historical Society, Karaçi 1961, s. 595).
5 Hayatı hakkında bk. Abdulhay el-Hasenî, Nüzhetü’l-Havâtır ve behcetü’l-mesâmi‘ ve’n-nevâzir, I-VIII, Dâiretü’l-Maârifi’l-Osmaniyye, Haydarâbâd (Dekken) 1931-1970, VIII, 497-501; Ebû Yahyâ İmam Han Nevşehrevî, Terâcim-i Ulemâey-i Hadîs-i Hind, Riyaz Brothers, Lahor 1992, s. 132-59; Rahman Ali, Tezkire-i Ulemâ-i Hind, s. 595.
6 Hayatı hakkında bk. Abdulhamit Birışık- A. Cüneyt Eren, “Sıddîk Hasan Han”, DİA, XXXVII, 92-95.
7 bk. Saeedullah, The Life and Works of Muhammad Sıddıq Hasan Khan Nawab of Bhopal, Sh. Muhammad Ashraf, Lahore 1973, s. 149. 8 Fıkhî konulardaki görüşleri için bk. Halid Zaferullah Daudi, Şah Veliyyullah Dihlevî’den Günümüze Pakistan ve Hindistan’da Hadis Çalışmaları, İnsan Yayınları, İstanbul 1995, s. 252-253; Murray T. Titus, The Religious Quest of India: Indian Islâm A Religious History of İslâm in India, Oriental Books Reprint  Corporation, New Delhi 1979, 2. bs., s. 188-189. Hanefîlerle olan tartışmaları için bk. Muhammed Yusuf Ludyânevî,  İhtilâf-ı Ümmet aôr Sırât-ı Mustakîm, I-II, Karaçi 1399, I, s. 26-35 ve II. cilt.
9 Hayatı ve görüşleri için  bk. Abdulhamit Birışık, “Nedvî, Ebü’l-Hasan”, DİA, XXXII, s. 515-518.
10 https://www.iiu.edu.pk/?p=44814; https://www.iiu.edu.pk/?page_id=10554 (23.06.2023)
11 https://www.iiu.edu.pk/?page_id=3073 (23.06.2023)
12 Bunlara dair geniş bilgi için bk. Muhammad Amir Rana, A to Z of Jehadi Organizations in Pakistan, tr. Saba  Ansari, Mashal Books, Lahore 2004, s. 295-351.
13 23 Mart 1987 tarihinde Minâr-ı Pakistan’a yakın bir yerde düzenlenen sîret-i nebî konferansında bir çiçek demeti  içine yerleştirilmiş olan bomba uzaktan kumanda ile patlatılınca çok ağır bir şekilde yaralanan İhsan İlahî özel bir uçakla Riyad’daki askerî hastahaneye kaldırıldıysa da 30 Mart 1987’de sabaha karşı vefat etti. Cenaze namazı hocası Şeyh Abdülaziz b. Bâz tarafından Riyad’da kıldırıldı, naaşı Medine’ye götürülüp Baki‘ Mezarlığı’na defnedildi.
14 Camia Selefiyye (Merkezî Dârülulûm) Benâres ka ek Muhtasar Taarüf, İdâretü’l-Buhus el-, Benares 1980, s. 6.
15 Medresenin güncel durumu için bk. https://aljamiatussalafiah.org (20.06.2023)

Din ve Hayat Dergisi, 47. sayı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Dalâlet

Dalalet:   Bir dağ başında bir adamın babası kendisine bir köşk yaptırmış. Köşkün bir odasına …

Kapat