Lale dairesinde ezan okunurdu; Dinî nidâların üstüne bülbüllerin nağmeleri gülâbdanlardan dökülen damlalar gibi serpiliyordu. Kokulu şimşirler arasından geçtik. Din ve tarih yâdlarıyla dolu gönlüm başımın üstünde yıldızlarlaa dolu geceye benziyordu.
Dehlizlerin sıra sütunları arasındaki loşluğu kırmızı fânuslar mini mini noktalamıştı. Asırları, saltanatları ve vecdeleri tanıyan bu sütunlardan birine yaslandım. Kulaklarımda surelerin nağmeleri ve gözlerimde mutasavvıfa ne bir bahar özleten mahmur çini harikaları var!..
Sütun gölgeleri arasında rüya hayaletler gibi silikleşmiş küçük cemaat, işte teravihe kalktı.
Her iki rekâtta bir güzel sesler selavât getirmeye başladı.
Öyle bir cûşiş içinde idim ki şu zamanda yaşar bir fani olduğumu yavaş yavaş unutuyordum. Bilmiyordum ki hangi asrın Türküyüm!
Dirseğim yanımdaki Enderunludan daha vuzuhla Mısır fethinden dönen yeniçeriye sürünüyordu.
Duyduğum nefes, rükûlarda mafsalları çıtırdayan buruşuk yüzlü akağadan ziyade, Zigetvar’ı görmüş bir pir gazinin soluğuydu. İmamın geçkin sesi Revan gününden geliyor gibiydi. Her selâm verişte sanıyordum ki dizinde tesbih, belinde hançer, bin zünûb ve gururun istiğfarı için murakabeye varmış bir eski hakanla göz göze geleceğiz. Zira bu tayfanın hepsi buralarda, bu sehhâr dehlizde bergüzâr-ı Muhammed’in yanı başında safbeste idi…
Maddî tabcil ve şahane ruhanîyet payânının en yüksek haddini bulmuş bu dairede bizim için üç yüz otuz yedinci ramazanda kıldığımız şu teravihi acaba onlar Hicaz yıldızları altında ve soğumaya başlamış kumlar üstünde Resûlullâh’ın etrafında ilk defa ne taze vecdle eda etmişlerdi!..
İbadetimiz bin amber kokusu içinde idi. Bilhassa secde demlerinde bir su uzaktan, maveradan sesleniyor gibiydi. Bu koku bir gümüş buhurdandan geliyor. Bu su bir sonraki çeşmenin lülesinden boşanıyor ve Arapkâri nakışlı bir mermer olukta sırma gibi akıyordu. Bununla beraber Hırka-ı Muhammed’in eteği ucunda güya Kevser’in sesini duyan ve cennetin kokusunu alan müminlerdik.
Müezzin “Elveda yâ şehr-i Ramazan, elveda yâ şehr-i bereket vel ihsan!” diye nida ediyordu. Ağlayanlar ve inleyenler “Amin, amin” diyorlardı. Ne yapsam ve nasıl olsa bitmesi mukadder ve muhakkak hayatım için, küçük şahsi arzularım için, hiçbir dua etmedim, hiçbir şey dilemedim.
Erdiğim vecdin havası içinde: “Elden yitirip kendimi bî-hudluğa yettim.”
1923
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024