Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Ramazanlık / Hırka-i Saâdet Dairesinde Teravih / Ruşen Eşref ÜNAYDIN

Hırka-i Saâdet Dairesinde Teravih / Ruşen Eşref ÜNAYDIN

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Lale dairesinde ezan okunurdu; Dinî nidâların üstüne bülbüllerin nağmeleri gülâbdanlardan dökülen damlalar gibi serpiliyordu. Kokulu şimşirler arasından geçtik. Din ve tarih yâdlarıyla dolu gönlüm başımın üstünde yıldızlarlaa dolu geceye benziyordu.

Dehlizlerin sıra sütunları arasındaki loşluğu kırmızı fânuslar mini mini noktalamıştı. Asırları, saltanatları ve vecdeleri tanıyan bu sütunlardan birine yaslandım. Kulaklarımda surelerin nağmeleri ve gözlerimde mutasavvıfa ne bir bahar özleten mahmur çini harikaları var!..

Sütun gölgeleri arasında rüya hayaletler gibi silikleşmiş küçük cemaat, işte teravihe kalktı.

Her iki rekâtta bir güzel sesler selavât getirmeye başladı.

Öyle bir cûşiş içinde idim ki şu zamanda yaşar bir fani olduğumu yavaş yavaş unutuyordum. Bilmiyordum ki hangi asrın Türküyüm!

Dirseğim yanımdaki Enderunludan daha vuzuhla Mısır fethinden dönen yeniçeriye sürünüyordu.

Duyduğum nefes, rükûlarda mafsalları çıtırdayan buruşuk yüzlü akağadan ziyade, Zigetvar’ı görmüş bir pir gazinin soluğuydu. İmamın geçkin sesi Revan gününden geliyor gibiydi. Her selâm verişte sanıyordum ki dizinde tesbih, belinde hançer, bin zünûb ve gururun istiğfarı için murakabeye varmış bir eski hakanla göz göze geleceğiz. Zira bu tayfanın hepsi buralarda, bu sehhâr dehlizde bergüzâr-ı Muhammed’in yanı başında safbeste idi…

Maddî tabcil ve şahane ruhanîyet payânının en yüksek haddini bulmuş bu dairede bizim için üç yüz otuz yedinci ramazanda kıldığımız şu teravihi acaba onlar Hicaz yıldızları altında ve soğumaya başlamış kumlar üstünde Resûlullâh’ın etrafında ilk defa ne taze vecdle eda etmişlerdi!..

İbadetimiz bin amber kokusu içinde idi. Bilhassa secde demlerinde bir su uzaktan, maveradan sesleniyor gibiydi. Bu koku bir gümüş buhurdandan geliyor. Bu su bir sonraki çeşmenin lülesinden boşanıyor ve Arapkâri nakışlı bir mermer olukta sırma gibi akıyordu. Bununla beraber Hırka-ı Muhammed’in eteği ucunda güya Kevser’in sesini duyan ve cennetin kokusunu alan müminlerdik.

Müezzin “Elveda yâ şehr-i Ramazan, elveda yâ şehr-i bereket vel ihsan!” diye nida ediyordu. Ağlayanlar ve inleyenler “Amin, amin” diyorlardı. Ne yapsam ve nasıl olsa bitmesi mukadder ve muhakkak hayatım için, küçük şahsi arzularım için, hiçbir dua etmedim, hiçbir şey dilemedim.

Erdiğim vecdin havası içinde: “Elden yitirip kendimi bî-hudluğa yettim.”

1923

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Ramazan’dan Sonra

Ramazan’dan Sonra Fatma Bayram Bazı anları sonsuza kadar durdurmak istesek de zaman -iyi ki- bizi …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kendini Başkalarıyla Kıyaslamak / Mustafa ULUSOY

Bir türlü sular durulmuyor içinde. Siyah lekeler seriyor ruhunun üzerine her bir şikayet. Gönlünün gözleri, …

Kapat