Ana Sayfa / Yazarlar / Hizmette Sınır Nerede Biter?

Hizmette Sınır Nerede Biter?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

Hizmette Sınır Nerde Biter?

فَاٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ثَوَاب

َ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْاٰخِرَةِؕ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنٖينَ

Bu yüzden;

Allah onlara dünya nimetini ve  âhiret nimetinin de güzelini verdi. Allah işini güzel yapanları sever.”

(Âli İmran 148/ Diyanet/ Kur’an Yolu)

“Allah’a yemin ederim ki,
senin sayende Allah’ın bir tek kişiye hidayet vermesi senin için, kırmızı develerin olmasından daha hayırlıdır.”

(Buhari 7/3468, Müslim 2406/34)

“Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife imanını kurtarmaktır, başkaların imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır.”

(Emirdağ Lâhikası)

       *

– İkindi namazını evde kılıp yürüyerek; Yatlimanı’nı en iyi gören çaybahçesine ulaştı.

Çay içtikten sonra kendi hatası yüzünden garsonun; ‘bir çay içtin artık kalk’ demesi ise  işin tuzbiberi oldu.

Âdetdışı olarak; sigarasız yer arayan yaşlı mesture Arapturist  kadınlar ve çocuklarına ayağa kalkıp yerini verme hareketi, 
Erzurum’dan yeni gelen garsona; acemi köylü izlenimi vermiş ve ‘bir çay içtin artık kalk git’ sözünü söyletmişti.

Gergin ve kızgın şekilde kalkıp İskele Camisi’ne doğru yürüdü.

Üstad Bediüzzaman’ın Antalya’da karaya bastığı ilk nokta olan iskele toprağına basıp; kayıt işlemlerini yaptırdığı gümrük binası  önünden geçti.

1926 Mayıs ayında Üstad Bediüzzaman Antalya’ da karaya ayakbastığında kayıt işlemlerinin yapıldığı; Antalya İskelesi Gümrük Binası. (bugün polis karakolu)

Aylardır tamirde olan;
mesele yaptığı,
şikayet ettiği genel tuvaletlerden; Denizmüzesi bitişiğindekinin açıldığını görünce sürur ve sevince garkoldu sanki.

Beyaz badanalı şıkır şıkır; yeni faaliyete geçtiği besbelliydi.

Akşam ezanı yakındı. Mescidin etrafındaki içki ve pet şişelerini; çöp kutusu olmadığından yalnızca uzağa bıraktı.

Girişteki dörtgen çiçekliği temizleyip suladı ve mescide çıktı.

Cemaat ayakkabılığın önüne kadar gelip; ayakkabıları çıkarıp birkaç adımda kirli çorapla mescide giriyordu.

Orda bir yerden temin ettiği; kalın figürsüz bir seccadeyi o boşluğa serip tozlanmaya engel olacağını düşündü.

Akşam namazında imam oldu ve cemaate namaz kıldırdı.

Iraklı 3 gençte mescitteymiş.

Onları tebrik edip sohbet etti. 2.si Türkiye’de üniversitede okuyormuş,
3.sü ise ziyaretlerine gelmiş.

Kendini muallim ve tullabun nur olarak tanıtınca 3 gencin gözleri parlayıverdi.

Risale-i Nurları Arapça’ya tercüme eden muallim İhsan Kasım Salihi Ağabey.

– İhsan Kasım Salihi’yi tanıyormusunuz diye sorunca;
-meşhur ve çeşitli mecralarda konuşan biri dediler.

Öğretmenevinde yemek davetine; tokuz deyip teşekkür ettiler ve  kucaklaşarak ayrıldı.

   *

–  Bayram arifesinde cumartesi günü yine yolu Yatlimanı Mescidi’ne düştü.

Akşam namazını cemaatle kılıp; 2 gence takebbelallah deyip tanıştı.

Almanya’dan gelen Türk gençleriymiş.

‘İngilizce biliyor musunuz’ deyince
‘İyi biliyoruz’  sözü üzerine;
kitap okuyacak kadar mı’ deyince evet dediler.

Derhal 23.Söz (İman ve İnsan) ve Tabiat Risalesi’ni çıkarıp;
-Size bu eserleri hediye etmek istiyorum, amma okumak şartıyla;
deyince Berlin’li genç; Risale-i Nur derslerine gittiğini açıkladı.

Bu söz sürpriz oldu.

Öbür gence ayrıca; Antalya hatırası olarak; ; 33 lük bir tesbih hediye etti.

Ayrıca akşam yemeğine davet edilince; tok olduklarını söyleyip teşekkü ve musafaha ile ayrıldılar.

Oğlu bunları duyuyor amma ilk defa görüyordu.

“Yaa baba tam keskin nişancı gibisin” derken mütebessim şekilde gözleri parlıyordu.

         *

–  Bu olayda bir hafta önce yine bu köşkmescitte ; Pazar günü akşam namazı kıldıktan sonra baktı ki; köşede genç esmer birinin candan yürekten gülüşü yüzüne yayılıyordu.

Yanına vardı; hoca kıyafetli olunca iyice hazır hale geldi.

Afganistan – Kabil’liymiş. 5 yıldır İstanbul’da yaşamış;
sanat tarihinde kalemişi dediğimiz;

Sungurlu Çarşıbaşı Camii; anakubbe nakışları/ kalemişi tezyinatı.

cami nakışları ve
anakubbe nakışları/ kalemişi tezyinatı. ve camboyama – vitray sanatçısıymış.

İstanbul Esenler Belediyesi’nde kurs hocası olarak çalışmış.

Kabil İnşaat Mühendisliği mezunu ve Tacikistan Rusya vb ülkelerde bu mesleği icra ederken 4- 5 lisanı da öğrenmiş.

Evli; eşi Kabil’ de ve anababası vefat etmiş. 38 yaşındaymış.

En son işleri çok bozulmuş ve İstanbul’dan Antalya’ya zaruret konumunda kendini atmış.

Akşam olunca da namaz kılmaya gelmiş.

Son derece ümitsiz ve bitik görünüyordu; elbiseleri yırtık ve döküktü.

Sessiz ve içten bir ümitle;

-Hocam bana dua edebilir misin, çok zor durumdayım; Türkiye’de niye işler birden bu kadar kötüleşti anlayamadım;

yaşamak çok zorlaştı, hayatım karardı… dedi.

“Lâtaknatü min rahmetullah..” diyerek;

Allah’ın kimseye kaldıramıyacağı yükü yüklemiyeceğini söyleyip ard arda birsürü teselli ve umut sözleri sıralayıverdi.

Nâsır; önce fiili dua yapalım diyerek 3 tanıdığa bu durumu anlatıp;  yardım istedi ve 2’si ümit verici vaadde bulundu.

Sonra mescidten çıkıp kaçar gibi ordan uzaklaştılar.

Ortalık kaçmayı sanki zorunlu kılıyordu ve kaçanın anası ağlamaz derler.

Güya kendini bağışıklı görüp Nasır’ı kaçırıp kurtarıyordu.

Aç mısın dedi; hüzünle başını eğdi, anladı.

Dün geceyi terminal oturağında geçirmiş.

Samimiyetine inandı ve  güven verdi.

– Nasır sen Afganlı ben Türküm, sana güvenebilir miyim?

Nasır başını sallayınca,
gözlerinin içine bakarak ;
-seni evimde misafir edeceğim tamam mı dedi ve kabullendi.

‘Şimdi evde yalnızım, yengen İstanbul’da’ dedi.

Eve geldiler odaları gösterdi duş aldı.

Yemek yetip sohbet ettiler ve yatsıyı kıldılar.

Durmadan:

‘Ben bu durumda değildim ben sanatçıyım’ diye kırık ezik halini telafi edici sözler diyordu.

-Yine ayet hadis Bediüzzaman ve Sözler’den örnek verip moral vermeye çalıştı.

– Psikolojik olarak dibe vurmuşsun tamam; bundan sonra mecburen yukarı çıkacaksın… dedi.

Sonra; onlarca Afganlı gördüğünü ve hiçbirinin dilenmediğini, tamamının namaz kıldığını ve asil bir millet olduklarını vurguladı.

Amma aşırı döğüşçü olmalarının bütün meziyetlerini örttüğünü de vurguladı.

1978’de komünist Rusya’nın Afgan işgalinden bugüne bir özet geçtiler.

Afgan’ın şiddetçi psikolojisini iyi analiz eden emperyalist Rusya’nın;
mayınları döşeyip ülkeden kaçıp; sonunda parçalanıp dünyevi cezasını bulduğunda mutabık kaldılar.

1978’de; Rus işgali üzerine Afganistan’a Figan şiiri Yeni Asya gazetesinde neşredilmişti.

O gece Nasır; Afganca Hanımlar Rehberi’nden ders okudu ve müzakere ettiler.

Afganca; Farsça’ın hâkimiyetinde bir dildi Kürtçe gibi.

Vurgulu abartılı; şiir gibi akışkan bir lisandı.

Pazartesi günü Nasır iş aramaya çıktı ve polyester işi bulmuş.

İşe giderken kaç lirası olduğunu sorunca; birkaç simit parası olduğu anlaşıldı ve kendi  ekmek parası hariç tüm parasını verdi.

Nasır akşam eve geldiğinde daha özgüvenli, daha canlı ve sesi  gür çıkıyordu. Hakikaten  sevindi.

“- Ben sanatçı bir insanım” diye anlatmaya başladı…

Cami ve tarihi eser nakışlarını -bezeme-  birçok yerde yapıp vidyoya çekmiş.

Bu işi ilkin babasından öğrenip; Kabil Teknik Üniversitesi’ nde profesyonel olmuş ve nakış işi çok olduğundan İstanbul’a gelmiş.

Türk pasaportu ve oturma izni varmış.

İstanbul’ daki Afgan topluluğunun önde gelen aktif bir üyesi olduğunu vidyolarla gösterdi.

Sonunda İstanbul’da umutları tükenince nasibi Antalya’ya kalkmış.

Antalya Muratpaşa Camii (ulu cami) yakındaki iş bulmuş, işveren de kalacak yer sözü  vermiş…

Salı günü; 3.gün  çalışmaya gittiğinde Nasır akşam  eve gelmedi.

Aradığında şimdi çalıştığını akşama arayacağını  söyledi.

Zaten her şeyi bir sırt çantası içindeydi ve zaruri giyecek takviyesi ile  Risale-i Nur ilavesi yapılmıştı.

İşten çıkınca aradı:

-Hocam bugün kazandığım patayla İstanbul’a gidiyorum; adam sözünde durmadı beni oyalıyor, dedi.

O da gidemezsen yatağın hazır diyerek; hayırla gitmesini söyledi.

Akşam delil/ispatın öneminden bahsetmişti. Bu yüzden olmalı; biletinin fotosunu atmış…

Az önce konuştular İstanbul’da aradı; polyester işi bulmuş morali iyi görünüyordu.
    
     **

– “Bayramı öncesi kurban seçmek için gittiğinde yanlışlıkla bir gecekondu önüne ulaştı.

Baktığında tam harabe bir ev önünde; yaşları; 5 ila 12- 13 arasında 5 kardeş oyun oynuyordu.

Önlerinde büyük cam bir sera, yanında bir su kanalı ve kenarında dev palmiye bahçesi vardı.

Hiç yakın komşuları yoktu.

Öğretmen olduğu için kolayca tanışıp kaynaştı.

Anababası Şanlıurfa’dan 9 yıl önce göçmüş ve görünen serayı yıllık ücretle kiralayıp işliyorlarmış.

Ablalarına; Urfa’ya gittiğini ve Halili Rahman’da makam mezarı olan Bediüzzaman Said Nursi’yi duyup duymadıklarını sordu.

Cevabı belirsizdi.

Sohbetten sonra ayrıldı ve günler sonra kurban’ın birinci kesim günü;
elinde bir hediye çantasıyla çocukların evine yöneldi.

Anababası ve dayısı büyük bir dut ağacı dibinde kurban işinin sonuna gelmişlerdi.

Selam verdi bayramlaştılar ve epey bir sohbet ettiler.

Urfa’ya yakın bir köyden ve 30’larda biriydi babası.

Hem camda sebze yetiştiriyor hem de emniyette çalışıyormuş.

Öğle namazını orda kılıp; zeki ve selim tabiatlı çocuklarla okul okuma sohbeti yapıp ayrıldı.

Çantada; Sözler menşeli roman hikaye kitapları dergiler, küçük Risaleler ve bayram harçlıkları da vardı.

Sonra vedalaşıp kurban kesim yerine vardı.

Hüseyin Çeşitcioğlu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
“İyilik ve Takvâda Yardımlaşın”

“İYİLİK VE TAKVADA YARDIMLAŞIN.”   “Ve Allah’ın âyetleri sana indirildikten sonra, sakın Seni (onlardan) alıkoymasınlar; artık Rabbine da‘vet et; ve sakın müşriklerden olma!”  …

Kapat