Belki de bu kadar çok insanın depresyona girmesi kültürümüzün hastalığına işaret ediyordur. Kristeva’nın söylediği gibi, ‘ruhun yeni hastalıkları’. Nihilizm ruhsal hastalıklarını da üretiyor. Postmodern çağda depresifiz hepimiz, zira çok seküleriz, çok ruhsuzuz, çok umutsuzuz. Depresyon belki de inanç kaybının bir belirtisidir. Giderek daha nihilist olan bir kültür, bir politik ve etik düzen ruha yeni bedeller ödetiyor. Ne kadar da kırılganmış hayatlarımız! Baksana, nasıl da sızlıyor her yanımız, nasıl sızlıyor çocukluğumuz, kolumuzun uzandığı her yerde bir sadakatsizlik korkusu, insanın insana sokulduğu bütün sokaklarda ihanet kol geziyor, sonunda işte insan ağrıyan bir varlık. Ağrıyan bir varlık olarak insan. O halde uyuştur kendini, içelim, seyredelim, gülelim. Fanatik taraftarlar olalım, uzlaşmaz partizanlar, bir vecd içinde seyredelim kendimizi.
Bir yaranın sızladığı yerden dünyaya bakıyoruz. Bir ekonomik sistem, bir politik düzen olsun da bize umut versin. İnsanı yeşertsin, tabiatı yeşertsin. Bir kum fırtınası o sıra gözlerimizi kör ediyor : Umutsuzluğun ve inançsızlığın çölüne hoş geldiniz. Bir serap bile yok, bırakın vahayı. Kaybedilmiş bir toplumsal düzenin nostaljisi yokluyor bizi: O eski bayramlar, o eski şehirler, o eski insanlar. Ama onlar belki de hiç olmamışlardı. Bellek kendi cennetini yaratıp orayı bir ilticagah kılıyor. Ütopyalar çöktü. İnsanın insanın kurdu olmayabileceğine duyulan inanç çöktü. Çünkü politik durumlarımız ve etik sistemlerimiz sadece daha fazla cinayet ve şiddet üretiyor.
Vergi olmadan kamu hizmeti alma, sorumluluk olmadan hak, başarı olmadan şöhret, alın teri olmadan kazanç elde etme, çalışmadan ödev çıkarma ve nihayet çekirdek olmadan üzüm yeme çağında, zorluğun istenmediği ve anlama çabasının pek zahmet verici sayıldığı bir zamanda yine de depresyon. Neden?
Galiba hepimiz yitirdiğimiz insanın yasını tutuyoruz. Mümin yitirdiği inancın yasını tutuyor. Komünist yitirdiği ütopyanın yasını. Millet, millet olamamanın, komşu komşuluk edemiyor oluşun yasını tutuyor. Politikanın bize ileride daha güzel bir dünya sunacağına dair itikadımızı yitirmenin yasını tutuyoruz.
Önemli bürokratik görevlerde bulunmuş, siyasetin puslu havasını teneffüs etmiş danışanım, söz bir ara politikaya kayıverdiğinde, ‘umutlarınızı dağıtmak istemem’ diyor, ‘her insanın birilerine inanmaya ihtiyacı var. Ama ne çare ki gerçek çoğu zaman bize görünenden farklı’. O siyasete derin bir inançsızlık duyuyor. Kendi doğrularını ısrarla savunagelmiş bir insan olarak, en verimli olabileceği çağlarda, bir yılgınlık hissi onu yokluyor.
Bir homo melancholis olabilseydik eğer, depresyon içimizde bu kadar kolay kök salamayacaktı. Hayatın bize sundukların içinde hüznü doğal bir seçimle sevebiliyor olsaydık; iri kahkahalara, gösterişli hayatlara ihtiyaç duymayacaktık. Ruhumuzu faniliğin dalga boyuna ayarlayabilseydik, incinmezlik ve sonsuzluk yanılsamasının avucumuzdan kayıp gittiği anlarda, yeis sırtımızı yere vuramayacaktı.
Ancak ruhunu kaybetmemişler hayal edebilir. Ancak hayal edenler hüzünlenebilir. Dünyaya dokunmadan da onu sevmek mümkündür. Her an gidecekmiş gibi, her şey her an bitebilirmiş gibi yaşamak mümkündür.
Hüznün kanatlarına dokunursanız, kendi adımlarınızın sesini duymazsınız. Orada sadece meleklerin hışırtıları
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024