Ana Sayfa / Yazarlar / Hucurât Sûresi Meal Tefsiri

Hucurât Sûresi Meal Tefsiri

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

49 / HUCURAT SÛRESİ

Medenîdir, onsekiz âyettir. Sûre, adını dördüncü âyette geçen “Hucurât” kelimesinden almıştır. Hucurât odalar demektir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لاَتُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَىِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪

1-“Ey iman edenler! Allah ve rasulünün önüne geçmeyin (başkalarını da geçirmeyin).”

Her hangi bir meselede Allah ve Rasulünün hükmünü bilmeden “hükmü şudur” diye öne atılmayın. Kendi hükmünüzü,  hiç kimsenin irade ve rızasını, Kur’an ve hadisin önünde görmeyin. Öne geçmemek ve geçirmemek, dine aykırı bir karar vermemek, bir şey yapmamak mânasına gelmektedir.

وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ Allah’a itaatsizlikten sakının!

Allah ve Rasulünün (s.a.) izin vermediği bir konuda haddi aşmaktan sakının.

اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ “Gerçekten Allah Semi’dir – Alîm’dir.”

Zira Allah sözlerinizi çok iyi bir şekilde duyar, fiillerinizi ve niyetlerinizi de çok iyi bilir. Yaptığınız hiçbir şey ona gizli kalmaz.

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لاَ تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِىِّ

2-“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin.”

Âyet, Hz. Peygamberin şahsında büyüklere karşı tavrın nasıl olması gerektiğini bildirir. Râzî’ye göre “sesi, peygamberin sesinin üstüne çıkarmak”, onun huzurunda çok konuşmak şeklinde de anlaşılabilir. Çünkü bir kimse konuşuyorsa (sesi çıkıyorsa) diğeri susuyor ve dinliyor demektir. Hz. Peygamber’in yanında olabildiğince az konuşmak ve çok dinlemek gerekir; çünkü hayırlı olan onun konuşmasıdır (XXVII, 112).

وَلاَ تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ “Birbirinize seslendiğiniz gibi, Ona yüksek perdeden seslenmeyin.”

Kendi aranızda yaptığınız şekilde peygambere yüksek sesle nida etmeyin. Edebe müraatla, sesinizi O’nun sesinden daha aşağıda kılın. Birbirinize isminiz ve lakabınızla hitap etmeniz gibi O’na hitap etmeyin, “ey Allahın Rasulü” diye hitap edin.

اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ وَاَنْتُمْ لاَ تَشْعُرُونَ “Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.”

Ayetteki “farkında olmadan” sözü şuna işaret eder: Günahları işlemek kişinin farkına varmaksızın amellerini hüsrana çeker götürür.

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ اُولٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ امْتَحَنَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوٰىۜ

3-“Allah rasulünün huzurunda seslerini kısanlar, elbette Allah’ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir.”

Allah onların kalplerini takva için imtihan etmiş, takvaya ehil olduklarını ortaya koymuştur. Çünkü imtihan, bilme sebebidir. Veya şöyle de denilebilir: Allahın çeşit çeşit zorluklar ve çetin mükellefiyetlere tâbi tutması, takvanın ortaya çıkması içindir. Çünkü takva, böyle zorluklara sabretmekle ortaya çıkar. Altının ateşe atılmasıyla ona karışan şeylerden ayıklanması gibi, Allah da böyle mükellefiyetle bazı insanları daha seçkin hâle getirir.

لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ “Onlara büyük bir mağfiret ve çok büyük bir ecir vardır.”

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُنَادُونَكَ مِنْ وَرَٓاءِ الْحُجُرَاتِ اَكْثَرُهُمْ لاَيَعْقِلُونَ

4-“Sana hucuratın (Peygamber evinin odalarının) dışından (edebe muhâlif olarak) bağıranların çoğu, aklı ermez kimselerdir.”

Hz. Peygambere seslenenler, Uyeyne Bin Hısn ve Akra’ Bin Hâbis idi. Yetmiş kişilik bir heyetle Beni Temim kabilesinden gelmişlerdi. Vakit öğle vaktiydi ve Hz. Peygamber istirahat etmekteydi. Bu ikisi “Ya Muhammed! Biz geldik, dışarı çık” diye seslenmişlerdi.

 

وَلَوْ اَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ

5-“Şayet onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu.”

Çünkü böyle yapmalarında edebe riayet ve Peygambere saygı vardır. Bu iki özellik ise, medhe şayan ve sevabı gerektiren durumlardır. Hz. Peygamber’in Allah katındaki yeri ve değeri çok yüksek olup onun karşısında herkes bu idrak içinde olmak zorundadır.

وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ “Ve Allah Ğafur – Rahîm’dir (çok bağışlayan, çok merhamet edendir).”

Çünkü edebin gereğini yerine getirmeyen, peygambere tazimi terk eden bu kimselere sadece nasihatle ve kınamakla yetindi. Böylece onlar tevbe ve istiğfara teşvik edilmişlerdir.

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُٓوا

6-“Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, doğruluğunu araştırın.”

Hz. Peygamber Velîd Bin Ukbe’yi Beni Mustalık kabilesine zekât memuru olarak göndermişti. Velid ile onların arasında ise bir problem vardı. Onun geldiğini işittiklerinde kendisini karşıladılar. O ise kendisiyle dövüşmek üzere geldiklerini zannetti, onlarla konuşmadan geri döndü. Rasulullaha onların dinden döndüklerini, zekât vermeyi reddettiklerini söyledi. Hz. Peygamber onlarla savaşmaya niyetlenince, âyet nâzil oldu.

“Eğer bir fasık” yani dinin ve şeriatın çizdiği sınırlardan çıkan bir kimse “size bir haber getirirse doğruluğunu araştırın;”  hakikatin açıklanması ve yalanın ayırt edilerek doğrunun bilinmesini isteyin.

اَنْ تُص۪يبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَافَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ “Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”

Onlar hakkında hatalı hüküm verdiğiniz için pişman olursunuz. Böyle bir şeyin hiç olmamasını temenni ederek buna çok üzülürsünüz

 

وَاعْلَمُٓوا اَنَّ ف۪يكُمْ رَسُولَ اللّٰهِۜ

7-Hem bilin ki, Allah’ın elçisi aranızdadır

Allah’ın rasulüne hürmet gösterin ve itaat edin. Çünkü o size fayda verecek şeyleri daha iyi bilir.

لَوْ يُط۪يعُكُمْ ف۪ى كَث۪يرٍ مِنَ اْلاَمْرِ لَعَنِتُّمْ “Şayet o, birçok konuda size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz.”

Sizler, meydana gelen olaylarda Allah Rasulünün sizin görüşünüze tâbi olmasını istiyorsunuz. Bu tavrınızın değişmesi gerekir. Şayet sizin isteğinizi yapsa, sıkıntıya düşersiniz. Ayette “birçok konuda” sözünde bütün görüş ve düşüncelerin hataya nispet edilmemesi açısından müminlere de iltifat edilmiştir.

وَلٰكِنَّ اللّٰهَ حَبَّبَ اِلَيْكُمُ اْلا۪يمَانَ “Lakin Allah size imanı sevdirdi.”

وَزَيَّنَهُ ف۪ى قُلُوبِكُمْ“Ve onu kalplerinize zinet yaptı (gönlünüze sindirdi).”

وَكَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ “Küfrü, fasıklığı ve isyanı da size çirkin gösterdi.”

İnkârcılığı, yoldan çıkmayı ve emre aykırı davranmayı da size çirkin gösterdi.

اُولٰٓئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ “İşte doğru yolda olanlar bunlardır.”

Küfür, inkâr ile Allahın nimetlerini görmemektir. Fısk ise tâatten çıkmak, Allaha boyun eğmekten kaçınmaktır.

فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَنِعْمَةً

 

8-“Bu, Allah’tan bir lütuf ve nimettir.”

İlâhi bir lütuf ve bir nimet olarak, imanı size Allah sevdirdi ve daha önce geçen üç şeyi de çirkin gösterdi.

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ “Allah Alîm’dir – Hakîm’dir.”

Alîm’dir, her şeyi bilir. Hakîm’dir, her işi hikmetlidir.

Allah olmuş ve ileride vuku bulacak bütün işleri en iyi bilendir. Mahlukâtın işlerini düzenleyip idare etmede, sözlerinde, yaptıklarında, koyduğu hükümlerde ve takdirinde hüküm ve hikmet sahibidir.

 

وَاِنْ طَٓائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اقْتَتَلُوا فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا

9-“Eğer mü’minlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa, aralarında sulh yapın.”

Onlara nasihat ederek, Allahın hükmüne çağırarak aralarında barış yapın.

فَاِنْ بَغَتْ اِحْدٰيهُمَا عَلَى اْلاُخْرٰى فَقَاتِلُوا الَّت۪ى تَبْغ۪ى حَتّٰى تَف۪ٓىءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ “Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın emrine gelinceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın.”

Veya: Haddi aşanla savaşın ki, Allah’ın emrine gelsin.

فَاِنْ فَٓاءَتْ فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُوا “Eğer (Allah’ın emrine) dönerse aralarında adaletle sulh yapın ve (her işte) adaletli davranın.”

Âyetin evvelinde sadece “sulh yapın” denilirken burada “adaletle sulh yapın” denilmesi, haddi aşan topluluğa haddini bildiren kimselerin, sulhu yaparken haksızlıktan sakınmaları içindir. Çünkü böyle hallerde çok haksızlıklar da yapılabilmektedir.

اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ “Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.”

Saldırgan olanlara önce nasihat etmek ve iki taraf arasında sulhu gerçekleştirmeye çalışmak gerekir. Ama bu gayretler netice vermezse, saldırılan tarafa yardım edilmelidir.

 

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ

10-“Mü’minler ancak kardeştirler.”

Dinde, akidede ve ebedî hayatı gerektiren iman konusunda müminler kardeştirler. Âyet, mü’minler arasında sulhu emreden üstteki âyetin hem illetini bildirir, hem de hükmü pekiştirir. Kardeş olmaları hasebiyle Allah barış emrini tekrarlayıp şöyle buyurdu:

فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ “Öyleyse kardeşleriniz arasında sulh yapın.”

“Kardeşleriniz arasında” denilirken erkekler için kullanılan sığa ile ifade edilmesi, dövüşmenin daha çok erkekler arasında olmasındandır.

وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ “Ve Allah’tan korkun, ola ki rahmete mazhar olursunuz.”

Emrine aykırı hareket etmek ve ihmalkâr davranmak hususunda Allah’tan korkun ki bu takvanıza karşılık merhamet olunasınız.

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لاَ يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ

11- Erkekler diğer erkeklerle alay etmesinler;

Alay etme sözle ve fiille olduğu gibi bazen işaretle de olabilir.

عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ “Alay ettikleri, kendilerinden daha iyi olabilir.”

وَلاَ نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ “Kadınlar da kadınları alaya almasınlar.”

İbni Abbas şöyle demiştir: Safiyye b. Huyey b. Ahtab Rasulullah’a (s.a.) gelip “Ya Rasulallah! Kadınlar beni “Ey Yahudi kızı Yahudi! diyerek ayıplıyorlar.” deyince Rasululah (s.a.) şöyle buyurdu: “Onlara benim babam Harun, amcam Musa, kocam da Muhammed’dir deseydin ya.” Bunun üzerine Allah bu ayeti indirmiştir.

عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّ “Alay ettikleri kadınlar, kendilerinden daha iyi olabilir.”

Başkalarını alaya almayı yasaklayan âyetin çoğul kipiyle gelmesi, alaya almanın genelde topluluk içinde meydana gelmesindendir.

وَلاَ تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ “Kendinizi karalamayın.”

Ayette bildirilen, kişinin kendisini değil başkalarını ayıplamamasıdır. Başkasını ayıpladığınızda, söz döner dolaşır sizi bulur, ayıpladığınız hali yaşarsınız. Mealdeki “karalama”nın Arapça karşılığı “lemz”dir. Bu kelimenin mânası ise el ve dil ile kaş göz işaretiyle bir kimseyi karalamak, küçük düşürmek, şeref ve haysiyetine leke sürmektir.

وَلاَ تَنَابَزُوا بِاْلاَلْقَابِۜ“Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.”

بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ اْلا۪يمَانِۚ “İmandan sora fasıklık ne kötü bir isimdir!”

Daha önce mü’min iken, insanın sonradan fasık olarak isimlendirilmesi ne kötüdür! Bundan murat, mü’minlere “kâfir” ve “fasık” gibi kötü lakaplar takmanın ne kadar çirkin olduğunu göstermektir. Âyette, kötü lakap takmanın fısk olduğuna, bununla imanın yan yana olmasının çirkin kaçtığına delalet vardır.

وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُولٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “Kim de tevbe etmezse, işte bunlar zalimlerin ta kendileridir.”

Yasaklanan bu hâllerden tevbe etmeyenler, tâat yerine isyanı koymakla ve kendilerini azaba maruz bırakmakla zalim olan kimselerdir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يرًا مِنَ الظَّنِّۚ

 

12-“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının.”

اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ “Çünkü zannın bir kısmı günahtır.”

Dostlara karşı hüsn-i zan esastır. Ayrıca, düşmana karşı uyanık olmayı gerektiren zanlar gibi, günah olmayan zanlar vardır.

وَلاَ تَجَسَّسُوا “Başkalarının gizli hallerini araştırmayın.”

وَلاَ يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا “Birbirinizin gıybetini yapmayın.”

Hz. Peygambere şöyle der: “Gıybet, kardeşini hoşlanmayacağı bir şekilde anmandır. Söylediğin şey onda varsa gıybetini yapmış olursun. Eğer yoksa iftira etmiş olursun.”

اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتًا “Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?”

فَكَرِهْتُمُوهُۜ “İşte Bak bundan nasılda tiksindiniz.”

Bu âyette üç kötü huy ve alışkanlık ele alınmış, etkili bir üslûpla yasaklanmıştır: Gerçek bilgi ve kanıta değil, tahmine dayalı hüküm (zan), insanların gizliliklerini araştırmak (tecessüs) ve insanları arkalarından çekiştirmek (gıybet).

وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ Allah’a itaatsizlikten de sakınınız.

Allah’tan korkun; emirlerine sarılmak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle azabından sakının.

اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَح۪يمٌ “Şüphesiz Allah, Tevvab – Rahîm’dir.”

Tevvâb’tır, yaptığı taşkınlıklardan tevbe edenleri bağışlar. Rahîm’dir. Onların tevbesini kabul eder, merhametiyle muamelede bulunur.

Bu âyette, insanın, Allah’ın rahmetinden ümit kesmemesi için, hatayı itirafa, tevbe etmeye ve yapılan hatadan hemen pişmanlık duymaya teşvik vardır.

 

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى

13-“Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık.”

Bundan murat, Hz. Âdem ve Hz. Havva’dır. Veya “her birinizi bir baba ve bir anneden yarattık” manasıdır. Bu sebeple, ne baba ve atalarla övünmek ne de soy-sop saymak yoktur. Hepiniz Âdem’densiniz. Âdem ise topraktandır.

وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ “Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık.”

Sizi bu şekilde milletlere ve kabilelere bölmemiz birbirinizi tanımanız içindir, yoksa ecdadınızla ve kabilelerinizle iftihar etmeniz için değildir. Mücâhid der ki: İnsan, nesebini tanısın da, “falan kabileden falan oğlu falan” denilsin diye böyle yaptık.

اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ “ Gerçek şu ki; Allah katında en değerliniz, en çok takva sahibi olanınızdır.”

Ancak takva ile nefisler kemale erer, şahıslar üstünlük kazanırlar. Takva, emredilen hususları tam olarak yerine getirmek, yasaklanan şeylerden de sakınmak manasına gelmektedir.

اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ “ Doğrusu, Allah Alîm’dir – Habîr’dir.”

Allah sizi bilir, iç dünyanızda neler olduğundan haberdardır.

 

قَالَتِ اْلاَعْرَابُ اٰمَنَّا

14-“Bedevîler ‘iman ettik’ dediler.

Çölde yaşayan gayrı medenî Araplara bedevi denirdi. Âyet, Beni Esed’den bir topluluk hakkında nazil oldu. Bir kuraklık yılında Medine’ye geldiler, kelime-i şehadeti söyleyip İslâm’a girdiler. Peygambere “falanlar seninle savaştıkları gibi biz seninle savaşmadık” deyip minnette bulunuyor, yardım talep ediyorlardı.

قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا “De ki: Siz iman etmediniz.”

Çünkü iman, güvenle ve kalp itminanıyla tasdiktir. Siz bunu gerçekleştirebilmiş değilsiniz. Yaptığınız şey, ancak peygambere minnette bulunmak ve savaşı terk etmekten ibarettir.

وَلٰكِنْ قُولُٓوا اَسْلَمْنَا “Ama ‘İslâma girdik’ deyin.

İslâma girmek, öğrencinin okula başlamasına benzer. Öğrenci zamanla bir şeyler öğrendiği gibi, İslama giren de -başta imanın hakikati olmak üzere- nice hakikatleri zamanla öğrenir.

وَلَمَّا يَدْخُلِ اْلا۪يمَانُ ف۪ى قُلُوبِكُمْۜ “İman henüz kalplerinize girmedi.”

Allah müminleri takvaya teşvik ettikten sonra Bizim soyumuz şereflidir. O halde şerefli olmak bize ait bir hususiyettir demeleri yüzünden bedevileri kötülemiş, imanlarının zayıf olduğunu beyan etmiştir.

وَاِنْ تُط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لاَ يَلِتْكُمْ مِنْ اَعْمَالِكُمْ شَيْئًۜا “Eğer Allah ve Resulüne itaat ederseniz, (Allah) amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez.”

Bu ayetle daha önce işlenen günahlardan tevbe etmeye müminler teşvik edilmiş ve sonradan iman etmiş olanların gönülleri teselli edilmiştir.

اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ “Elbette, Allah Ğafur’dur – Rahîm’dir.”

İtâat edenlerden sâdır olan günahları bağışlar, onlara lütufta bulunarak merhamet eder.

 

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا

15-“Mü’minler ancak şunlardır: Onlar Allah ve Resulüne iman edip sonra bir şüpheye düşmediler.”

وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِۜ “Ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler.”

“Mal ve can ile cihad” ifadesi, her türlü mâlî ve bedenî ibadetleri içine alır.

اُولٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ “İşte sadık olanlar ancak onlardır.”

İşte böyle olanlar, iman iddiasında sadık olan kimselerdir. Bu kimseler, iman ile kalpleri dolmadığı halde müslüman olduklarını açıklayan bir kısım bedeviler gibi değildirler.

 

قُلْ اَتُعَلِّمُونَ اللّٰهَ بِد۪ينِكُمْ

16-“De ki: Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz?”

Ey peygamber onlara de ki: İman ettik diyerek içinizdeki dindarlığı Allah’a mı haber veriyorsunuz.

وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى اْلاَرْضِۜ “Oysa Allah, göklerde ne var ve yerde ne varsa hepsini bilir.”

Hâlbuki O her şeyi bilir. Hiçbir şey O’na gizli değildir

وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَىْءٍ عَل۪يمٌ “Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”

Bu sebeple yapılan bir iyiliğe iyilikle, kötülüğe de ceza ile karşılık verecektir.

 

يَمُنُّونَ عَلَيْكَ اَنْ اَسْلَمُواۜ

17-“İslâm’a girdiler diye sana minnet ediyorlar.”

قُلْ لاَتَمُنُّوا عَلَىَّ اِسْلاَمَكُمْ “De ki: Müslüman olmanızı benim başıma kakmayın.”

Ey Peygamber! De ki: Ey bedeviler, İslâm dinine girmeyi bana yapılmış bir iyilik saymayın. Zira imanın faydası yine size dönecektir.

بَلِ اللّٰهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ اَنْ هَدٰيكُمْ لِـْلا۪يمَانِ “Bilakis sizi imana erdirdiği için Allah size minnette bulunur.”

Allahın size hidayet verdiğini söylüyorsunuz. Bu durumda sizin minnette bulunmaya hakkınız yoktur, minnet etmeye layık olan ancak Allahtır.

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ “Eğer sadıklardan iseniz…”

İman iddianızda sadık iseniz, Allahın size minnette bulunma hakkı vardır. Burada onların iman iddiasında yalancı olduklarına da işaret edilmiştir.

 

اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِۜ

18-“Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir.”

Zihinlerde ve kalplerin derinliklerinde iyice yerleşsin ve daima gönüllerde yerini bulsun diye, ayette Allah’ın bütün kâinatı her yönüyle bildiği gerçeği tekrar edilip vurgulanmıştır.

وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ “Ve Allah bütün yaptıklarınızı görendir.”

Böyle olunca kalplerinizde olanlar O’na nasıl gizli kalır?

Yazar : Zafer KARLI

Zafer Karlı Özgeçmiş

1965 Trabzon OF doğumludur. İlk ve ortaokulu OF’ta okumuş olup imam hatip mezunudur. Risale-i Nurlar ile iştigal ediyor ve şerh mahiyetinde yazılar yazmaktadır.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri Günümüzün hayat hızı ve anlayış tarzının getirdiği şeyler İslam’ın evrensel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İslâm Yazısı mı, Arap Yazısı mı? / İbrahim Hakkı KONYALI

İslâm Yazısı mı, Arab Yazısı mi? Ve Bazı Hatıralar .    Birinci Cumhurreisi M. Kemal …

Kapat