Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Müdafaalar & Cevaplar / Hüsnü Bayramoğlu Ağabey ile Görüşme Notları – 1 / Ali Kemal PEKKENDİR

Hüsnü Bayramoğlu Ağabey ile Görüşme Notları – 1 / Ali Kemal PEKKENDİR

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Hüsnü Bayramoğlu Ağabey ile Görüşme Notları (18.08.2020)

Hüsnü Ağabey, sohbetimizin başında aşağıdaki 3 mektubu bazı cümlelerini tekrar ederek okudu. Bunlar, Kastamonu Lâhikası’nda geçen 3 mektup: Kastamonu 76-78’deki mektup, Kastamonu 122-123’teki mektup ve Kastamonu 235-236’da geçen mektuplardır:

«Risale-i Nur, hakaik-i İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, “başka eserlere ihtiyaç” bırakmıyor. Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur’dadır. Evet onbeş sene yerine, onbeş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, iman-ı hakikîye îsal eder. Bu fakir kardeşiniz yirmi seneden evvel, kesret-i mütalaa ile bazan bir günde bir cild kitabı anlayarak mütalaa ederken; yirmi seneye yakındır ki,  Kur’an ve Kur’an’dan gelen  “Resail-in Nur bana kâfi geliyorlardı. Bir tek kitaba muhtaç olmadım, başka kitabları yanımda bulundurmadım”.

Risale-i Nur çok mütenevvi hakaika dair olduğu halde, te’lifi zamanında, yirmi seneden beri  ben muhtaç olmadım. “Elbette siz, yirmi derece daha ziyade muhtaç olmamak lâzım gelir.”

Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum. Siz dahi “Risale-i Nur’a kanaat etmeniz”   lâzımdır, belki bu zamanda “elzemdir.”

Hem şimdilik “bazı ulemanın yeni eserlerinde meslek ve meşreb ayrı ve bid’atlara müsaid” gittiği için, Risale-i Nur zındıkaya karşı hakaik-i imaniyeyi muhafazaya çalışması gibi, bid’ata karşı da huruf ve hatt-ı Kur’an’ı muhafaza etmek bir vazifesi iken; has talebelerden birisi bilfiil huruf ve hatt-ı Kur’aniyeyi ders verdiği halde, sırrı bilinmez bir hevesle, huruf ve hatt-ı Kur’aniyeye ilm-i din perdesinde tesirli bir surette darbe vuran bazı hocaların darbede istimal ettikleri eserleri almışlar. Haberim olmadan dağda şiddetli bir tarzda o has talebelere karşı bir gerginlik hissettim. Sonra ikaz ettim. Elhamdülillah ayıldılar. İnşâallah tamamen kurtuldular.

Ey kardeşlerim! Mesleğimiz, tecavüz değil, tedafü’dür, hem tahrib değil tamirdir, hem hâkim değiliz mahkûmuz. Bize tecavüz eden hadsizdirler. Mesleklerinde elbette çok mühim ve bizim de malımız hakikatlar var.

“O hakikatların intişarına bize ihtiyaçları yoktur.” Binler o şeyleri okur, neşreder adamları var. Biz onların yardımlarına koşmamızla, “omuzumuzdaki çok ehemmiyetli vazife zedelenir” ve muhafazası lâzım olan ve birer taifeye mahsus bir kısım esaslar ve âlî hakikatlar kaybolmasına vesile olur.

Meselâ: Hâdisat-ı zamaniye bahanesiyle Vehhabîlik ve Melâmîliğin bir nev’ine zemin ihzar etmek tarzında, bazı ruhsat-ı şer’iyeyi perde yapıp eserler yazılmış.

Risale-i Nur gerçi umuma teşmil suretiyle değil; fakat her halde hakikat-ı İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen “esas-ı velayet ve esas-ı takva ve esas-ı azimet ve esasat-ı Sünnet-i Seniye” gibi ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisatın fetvalarıyla onlar terkedilmez.»

(Kastamonu Lâhikası,s. 76-78) 

«Risale-i Nur kendi sadık ve sebatkâr şakirdlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymetdar neticeye mukabil fiyat olarak, o şakirdlerden “tam ve hâlis bir sadakat ve daimî ve sarsılmaz bir sebat” ister.

Evet Risale-i Nur onbeş senede kazanılan kuvvetli iman-ı tahkikîyi, onbeş haftada ve bazılara onbeş günde kazandırdığına, yirmi senede yirmibin zât tecrübeleriyle şehadet ederler.

Hem iştirak-i a’mal-i uhreviye düsturuyla, herbir şakirdine, her bir günde binler hâlis lisanlar ile edilen makbul duaları ve binler ehl-i salahatın işledikleri a’mal-i sâlihanın misil sevablarını kazandırıp, herbir hakikî, sadık ve sebatkâr şakirdini amelce binler adam hükmüne getirdiğini; kerametkârane ve takdirkârane İmam-ı Ali’nin (Radıyallahü Anhü) üç ihbarı ve keramet-i gaybiye-i Gavs-ı A’zam’daki (K.S.) tahsinkârane ve teşvikkârane beşareti ve Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın kuvvetli işaretiyle, “o hâlis şakirdler ehl-i saadet ve ashab-ı Cennet olacaklarına” müjdesi pek kat’î isbat ederler. Elbette böyle bir kazanç, öyle bir fiat ister.

Madem hakikat budur. Risale-i Nur dairesinin yakınında bulunan “ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat ve sofi-meşreb zâtlar,” onun cereyanına girmek ve ilim ve tarîkattan gelen eski sermayeleriyle ona kuvvet vermek ve genişlemesine çalışmak ve şakirdlerini teşvik etmek ve bir buz parçası olan “enaniyetini”, tam bir havuzu kazanmak için, o dairedeki âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir ve elzemdir.

Yoksa Risale-i Nur’a karşı “rakibane başka bir çığır açmak” ile hem o zarar eder, hem bu müstakim ve metin cadde-i Kur’aniyeye bilmeyerek zarar verir; “zındıkaya bir nevi yardım” olur.

Sakın, sakın! Dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhâssa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalalet fırkalarına karşı perişan etmesin!

 اَلْحُبُّ فِى اللّٰهِ ٭ وَ الْبُغْضُ فِى اللّٰهِ 

düstur-u Rahmanî yerine, el’iyazü billah

 اَلْحُبُّ فِى السِّيَاسَةِ وَ الْبُغْضُ لِلسِّيَاسَةِ

düstur-u şeytanî hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve el-hannas gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve tarafdarlık ile zulmüne rıza gösterip, cinayetine manen şerik eylemesin. 

Evet bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azab içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-ı ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı. Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musibetten hissedardır, azab çekiyor, perişandır. Bilhâssa ehl-i dalalet ve ehl-i gaflet, rahmet-i umumiye-i İlahiyeden ve hikmet-i tâmme-i Sübhaniyeden habersiz olduğundan, nev’-i beşere rikkat-i cinsiye, alâkadarlık cihetiyle kendi eleminden başka nev’-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleriyle dahi müteellim olup azab çekiyor.

Çünki lüzumsuz ve malayani bir surette “vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp” âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdisatına merak ile dinleyerek, karışarak “ruhlarını sersem ve akıllarını geveze” etmişler. Ve bilerek kendi zararına fiilen rıza göstermek cihetinde, zarara razı olana şefkat edilmez manasındaki

 اَلرَّاضٖى بِالضَّرَرِ لَا يُنْظَرُ لَهُ

Kaide-i esasiyesiyle şefkat hakkını ve merhamet liyakatını kendilerinden selbetmişler. Onlara acınmayacak ve şefkat edilmez. Ve lüzumsuz başlarına bela getirirler.

Ben tahmin ediyorum ki: Bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında, selâmet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur’un dairesine “sadakatla” girenlerdir.

Çünki bunlar, Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, herşeyde rahmet-i İlahiyenin izini, özünü, yüzünü görüp, her şeyde kemal-i hikmetini, cemal-i adaletini müşahede ettiklerinden kemal-i teslimiyet ve rıza ile, rububiyet-i İlahiyenin icraatından olan “musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek” karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlahiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azab çeksinler.

İşte buna binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler, -hadsiz tecrübelerle- Risale-i Nur’un imanî ve Kur’anî derslerinde bulabilirler ve buluyorlar.» 

(Kastamonu Lâhikası,s. 122-123)

«Aziz, sıddık kardeşlerim!

Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki; bu gaflet mevsimi olan baharda ve derd-i maişet belasında, Risale-i Nur fütuhatında devam ediyor. İstanbul’dan yazıyorlar ki; oraya giden, başta Hüsrev’in Mu’cizat-ı Ahmediye’si olarak, risaleleri her kim görmüş ve okumuş ise, başta “Fetva Emini Ali Rıza”  olarak herkes hayret ve istihsan ile 

“Bu tarz-ı ifade ve isbat ve beyan, hiçbir kitabda bulmamışız. Bu şerait içinde böyle eserler hiç kimseye müyesser olmamış.” 

deyip kemal-i iştiyak ile karşılıyorlar. Ve Ankara’da dünyaca yüksek makamlarda, askeriye heyetinde kemal-i iştiyak ve takdir ile Risale-i Nur’u yazıp okutturuyorlar.

Başta Miralay Mehmed Yümnü olarak mühim askerî paşaları, 

“Risale-i Nur iman kurtarıcıdır” 

diye takdirkârane tam teslimiyetle okuyup istifade ediyorlar.

Hattâ burada da pek çok ayrı ayrı tarzda Risale-i Nur aleyhinde yaptıkları desiseler ve tedbirler ve şakirdleri soğutmak ve sarsmak plânları, hususan derd-i maişet belaları, Risale-i Nur’un inkişafını durdurmuyor. Günden güne tevessü’ ediyor. Hattâ en ziyade hücum edenler dahi, perde altında istifadeye çalışıyorlar. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, inayet-i İlahiye ve himayet-i Rabbaniye devam ediyor.

Fakat yalnız ehemmiyetli bir plânla, ayrı bir cephede, “mütemerrid münafıklar tarafından bir hücum”  var. Çok ihtiyat ve dikkat ve sebat ve tesanüd lâzımdır ki, tâ onların bu plânı da akîm kalsın. 

Plân da budur: 

“Risale-i Nur talebeleri içinde tesanüdü bozmak.” 

Onsekiz seneden beri hakkımızda proğramları, has talebeleri bizden kaçırmak, soğutmak idi. Bu plânları akîm kaldı. 

Şimdi “tesanüdü bozmak ve bazı menfaatperest fakat ehl-i ilim ve ehl-i dinden, Risale-i Nur’un cereyanına karşı rakib çıkarmak” suretiyle  “intişarına zarar” vermeye çalışıyorlar.

Hem Ramazan Risalesi’nin âhirinde nefs-i emmareyi her nevi azabdan ziyade, açlık ile temerrüdünü terkettiği gibi; şimdiki ehl-i nifakın mütemerridane sefahetinin cezası olarak umuma ve masumlara da gelen bu açlık ve derd-i maişet belasından ehl-i dalalet istifade edip, Risale-i Nur’un fakir şakirdlerinin aleyhine istimal etmek ihtimali var.

Madem şimdiye kadar ekseriyet-i mutlaka ile Risale-i Nur şakirdleri, “Risale-i Nur hizmetini her belaya, her derde bir çare, bir ilâç bulmuşlar.” 

Biz her gün “hizmet derecesinde, maişette kolaylık, kalbde ferahlık, sıkıntılara genişlik” hissediyoruz, görüyoruz. Elbette bu dehşetli “yeni belalara, musibetlere karşı da, yine Risale-i Nur’un hizmetiyle” mukabele etmemiz lâzımdır.

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ediyoruz.» 

(Kastamonu Lâhikası,s. 235-236)

Ağabeyimizin tekrar tekrar okuduğu cümleleri yukarda tırnaklar içinde gösterdim…

Risale dersinden sonra sohbet sırasında verdiği ikaz ve tavsiyeleri aşağıda neşrediyorum:

Devamı yarın inşaallah.

instagram likes kaufen

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Musâfaha Âdâbı

“İki Müslüman karşılaştıklarında musâfahada bulunurlarsa birbirlerinden ayrılmadan önce günahları bağışlanır.” Ebû Dâvûd, Edeb, 142 Musâfaha, …

Kapat