Ana Sayfa / HABERLER & Yorumlar / Hüsnü Bayramoğlu Ağabey’den, gündemle ilgili mektup

Hüsnü Bayramoğlu Ağabey’den, gündemle ilgili mektup

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bediüzzaman’ın talebesi Hüsnü Bayramoğlu gündemle alâkalı bir mektup neşretti. Mektup şöyle:

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

Aziz Kardeşlerim, Ve hizmet-i Nuriyede fedakâr, sâdık arkadaşlarım;

Cenâb-ı Hakk’a yüz binler şükür ve hamdolsun. Hizmet-i nuriyemizin hem dahilde hem hariçte, küre-i arz vüsatinde zâhir ve âşikârâne, belki gâlibane devamda ve kemalde tealisini müşahade ediyoruz.

Bu manevi muzafferiyetle beraber Anadolumuzun, memleketimizin, cennet vatanımızın dahilde münafıklar hariçte küffar tarafından saldırılara maruz bırakıldığı fevkalade ehemmiyetli günlerden geçiyoruz. Müsterih olunuz, Üstadımız Hazretlerinin beşarat-ı Kur’aniyeye ve tebşirat-ı Nebeviyeye (asv) istinaden vermiş olduğu müjdeleri birer birer görüyoruz ve göreceğiz. Şark ve garb ne yaparsa yapsın, kalplerin ve kalıpların mutlak Hakimi, ezel ebed Sultanı Allah azze ve celle Müminler için zafer murad ediyor, ve Türk tarihi Türkiye coğrafyasına sığmıyor. Biz Nur talebeleri Reis-i Cumhurumuz Receb Tayyib Erdoğan Beyefendiye ve hükümetimize ve şimdi kendi sınırlarını aşmış Mehmetçiğimize dualar ediyoruz. O halde bu fevkalade günlerde Sure-i Fetih okumaya devam edeceğiz. “İşte ey ehli-i Kur’ân olan şu vatanın evlatları, altı yüz sene değil, belki Abbasiler zamanından beri bin senedir Kur’ân-ı Hakimin bayraktarı olarak, bütün cihana meydan okuyup, Kur’ân’ı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur’ân’a ve İslâmiyet’e kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehacümatı def’ ettiniz.” Bin sene islamın bayraktarlığını yapmış islam ordumuz vazife-i asliyesinin başına geçiyor ve inşaallah şu hadisatın neticesi ittihad-ı islam olarak müşahede olunacak diye dua ediyoruz.

Bu vatan ve bu vatandaki mevcut hükümet âlem-i İslam’ın ümidi durumundadır.

Üstadımız: “Elhasıl, Sultan Selim’e biat etmişim. Onun İttihad-ı İslâm’daki fikrini kabul ettim. Zira o vilayât-i şarkiyyeyi ikaz etti, onlar da ona biat ettiler. Şimdiki şarklılar o zamanki şarklılardır. ….

Sultan Selim’dir ki demiş:
“İhtilâf ü tefrîka endîşesi, / Kûşe-i kabrimde hatta bîkarar eyler beni, / İttihadken savlet-i a’dâyı def’a çaremiz, / İttihad etmezse millet, dağdâr eyler beni…”

Menfi milliyetçilik fikrinin asırlardır ceremesini çeken ve parça parça olan İslam âlemini daha da parçalamak isteyen batı ve batının doğudaki kolu İsrail şimdi Irak’ın kuzeyindeki Kürt kardeşlerimize o menfi kavmiyetçilik zehrini içirip parçalamak istemekteler.

“Fikr-i milliyet şu asırda çok ileri gitmiş, hususan dessas Avrupa zalimleri, bunu İslâmlar içinde menfi bir surette uyandırıyorlar, tâ ki parçalayıp, onları yutsunlar.”

Üstadımız gibi merhum istiklal şairimiz Mehmet Akif’in ittihad-ı İslam’a işaret eden şu mısraları manidardır;

“Medeniyet size çoktan beridir diş biliyor. / Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.”

Bilhassa komşumuz ve şark aşairine ve vilayat-ı şarkiyedeki kardeşlerimiz ve dindaşlarımıza şu hakikatı ilanı bir vazife addediyoruz ; “Ey sarhoş hamiyet-füruşlar! Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil, bolşevizm, sosyalizm meseleleri istila ediyor; unsuriyet fikrini kırıyor; unsuriyet asrı geçiyor, ezeli ve daimi olan İslâmiyet milliyeti, muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz ve aşılamak olsa da; İslâm milletini ifsâd ettiği gibi unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka’ edemez. Evet muvakkat aşılamakta bir zevk ve bir muvakkat kuvvet görünüyor, fakat pek muvakkat ve akıbeti hatarlıdır.”

Bu hakikatler muvacehesinde duamız bütün akvam-ı islamiyenin ittihad-ı İslamı netice verecek bir hal ile hallenmeleridir.

Menfi milliyetçilik ise hakikaten bu ittihad-ı İslam önünde bir set teşkil ediyor. İşte bu hastalığa Üstadımız 26. Mektup’ta eczane-i Kur’aniye’den şu edviyeler ile deva arzediyor; “Hey’et-i içtimaiye-i İslamiye, büyük bir ordudur, kabail ve tavaife inkısam edilmiş. Fakat binbir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var. Hâlıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir, bir, bir, bir… binler kadar bir, bir…

İşte bu kadar bir birler; uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek kabail ve tavaife inkısam, şu ayetin ilan ettiği gibi, tearüf içindir, teavün içindir; tenâkür için değil, tahâsum için değildir!..”

Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebi tahakkümü altında ezilen anasır ve kabail-i İslamiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabani bakmak ve birbirini düşman telakki etmek, öyle bir felakettir ki, tarif edilmez.

Adeta bir sineğin ısırmaması için, müthiş yılanlara arka çevirip, sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle, büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda, onlara ehemmiyet vermeyip, belki manen onlara yardım edip; menfi unsuriyet fikriyle şark vilayetlerindeki vatandaşlara veya cenup tarafındaki dindaşlara adavet besleyip, onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehaliki ile beraber; o cenup efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın, cenuptan gelen Kur’an nuru var; İslamiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur.

İşte o dindaşlara adavet ise; dolayısıyla İslamiyete, Kur’an’a dokunur. İslamiyet ve Kur’an’a karşı adavet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adavettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye, iki hayatın temel taşlarını harap etmek; hamiyet değil, hamakattır!..

Rahmet-i İlahiyeden ümid kesilmez. Çünkü Cenab-ı Hak, bin seneden beri Kur’an’ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat arızalarla inşaallah perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir…”

Şimdi bu nur ışıklanıyor, evvela bu vatan ahalisi hükümet-i cumhuriyenin Reisi etrafında mütesanidane duracağız ve saniyen âlem-i İslam’ın uhuvvet ve muhabbetini kazanacağız ve bayraklarının yere düştüğü bu memlekette o bayrağı yeniden dalgalandırmak suretiyle ve i’la-yı Kelimetullaha yeniden koşarak sair Müslüman kardeşlerimizin bu vatandaki hükümete istinad kal’ası gibi muavenetine koşacaklarını göreceğiz. Evet ümitvar olunuz şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek gür sada islamiyetin sadası olacak. Biz vazifemizi yapalım, vazife-i ilahiyeye karışmayalım. Harzemşah gibi, Salahaddin gibi, Sultan Fatih gibi biz vazifemizi yapalım, muvaffak etmek yahut etmemek vazife-i ilahiyedir deyip Hasbunallahu ve ni’mel vekil kal’ay-ı kudsiyesine iltica edelim.
Aziz Kardeşlerim bu lahikamızı Merhum Mustafa Sungur Ağabeyimizin Üstadımıza göndermiş olduğu mektubundan bir kaç parçayı mevzumuza muvafık makam munasebetiyle nazarlariniza arzederek nihayet veriyorum.

“…..
Bak, birer birer şu memleketin, şu İslâm diyarının herbir köşesinden, herbir hanesinden, herbir köy ve bucağından, ormanlarından, ovalarına, nehirlerine, denizlerine kadar ve herbir ferdinden, yavrusundan, ihtiyarına kadar mezarlarında bekleyen hadsiz ecdadından, semalarında tayeran eden ervahına kadar bütün İslâm diyarı ve bu Anadolu, bak nasıl bir bahar ve bayram havasının neşesiyle dolmuş “İslâm’a zafer ver, bizi kurtar, bizi güldür, a’damızı et hâk ile yeksan, yine ey nur-u Furkâni.”

“Her belde-i İslâm ile olsun, bu yeşil yurt tâ haşre kadar cennet-i canan yine ey Nur-u imani” diye olan âriflerin niyazı bak nasıl dergâh-ı Rahmette kabul edilmiş?

Sakın ey kardeşlerim bu sönük ifadelerin, bazı sevimli hayalât gibi görünen çehresini bir tasavvurat zannetme. Hem söyleyen ben değilim. Şu sema denizinde ezeli parlayan güneşin ziya ve in’ikasıyla lemean eden hadsiz emvac-ı bahr gibi nurlardaki hakikatlara karşı teşekküre gelen hadsiz lisan ve mukabeleden bir katredir bu ifadeler.

Dinle, Nur şualarında derc edilen işârât-ı Kur’âniyeyi ve işârât-ı ulviye ve keramet-i gavsiyedeki kudsî zemzeme-i ihbarata kulak ver. Ve hadisat-ı zamana göz gezdir. Nasıl ayn-ı hak ve mahz-ı hakikat olduğunu göreceksiniz. Ve o nurlu sözleri bağrınıza basacaksınız. Bir de o nurun iştiyaklı ve incizablı şakirtlerinin derslerini dinle:
Bu anasır yüzüne her ne kadar çekse hicab; Yine haksın, buna şahit yine Kur’ân olacak. Kab-ı kavseynden alıp dersimi bildim ki ayan; O güzel nur-u Kur’ân mânevî sultan olacak, müşahedesini işit;

Vallah bunu ben ezelden eyledim ezber, / Risale-i Nur’dur, vallah bir müceddid-i ekber.

Ne kadar doğru olduğunu anla.

Bu kadar muhbir-i sâdık ilanatçılar ve bu kadar çeşitli erbab-ı tahkik muhakkikler ve hakikata ayne’l-yakin yetişen bu kadar zatlar hiç mümkünmüdür ki yalan söylesinler veya körükörüne bağlansınlar. Hâşâ! Zulmeti ziya zannetsinler. Hiçbir cihetle ihtimali yok ve mümkün değildir.”

Cenâb ı Hak bu vatan ve bu milleti ve bu milletin ordusu ve hükümetini âlem-i İslâm ve insaniyet hesabına ittihat-ı İslâma ve külli hayırlara vesile eylesin. Âmin

Bediüzzaman Hazretlerinin Talebesi ve Hizmetkârı
Hüsnü Bayramoğlu
12-10-2017

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Mi’rac Gecesi Hakkında Yazılar, Bilgiler

Mübârek Miraç Gecesi hakkında sitemizin zengin içeriğine ulaşmak için lütfen alttaki başlıkları tıklayınız. 1. Tıklayınız …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Eski Zamanlarda İlim Yolculukları: Er-Rıhlâtu’l-İlmiyye

İlim öğrenmeye verilen önem, bizzat ilmin kendisine verilen önemle doğru orantılıdır. Geçmiş nesillerimiz ilim öğrenmeyi …

Kapat