Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Terbiye Âdâbı

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Terbiye Âdâbı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Prof. Dr. Adem APAK
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İslâm dini özelde tebliğin ilk muhatapları olan Araplarda, genelde de diğer insan topluluklarında sosyo-kültürel dönüşümü gerçekleştirmek için bir
eğitim ve öğretim sistemi hedeflemiştir. Kaldı ki, sistemin kurucusu olan Hz. Peygamber (s.a.s), açık bir şekilde kendisinin Allah tarafından bir muallim olarak gönderildiğini ifade etmiştir.1
Dolayısıyla tebliği boyunca onun uygulamalarının neredeyse tamamını bir eğitim ve öğretim faaliyeti olarak değerlendirmek mümkündür. Esasen Kur’an’da da Hz. Muhammed’in ilâhî tebliğ görevinin bir eğitim-öğretim işi olduğu açıkça vurgulanmaktadır.2

İslâmî tebliğin başlangıç aşamasında Hz. Peygamber’in de dediği gibi Araplar “Ne okuyup yazmayı ve ne de hesap yapmayı bilen bir cahiller topluluğu” idi.3
Bundan dolayı topluluğun bir bütün olarak eğitim ve öğretime tabi tutulması zarureti vardı. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s) peygamberlik görevini üstlendiği andan itibaren ciddî bir eğitim faaliyetini de başlatmıştır. Zira kendisine ilk nazil olan ayetler “oku” emri ile başlamış ve aynı ayetler içinde “kalem”e özel
olarak vurgu yapılmıştır.4

Hz. Peygamber (s.a.s) Allah’ın kendisini güzel ahlâkın gerçekleştirilmesi için bir muallim olarak gönderdiğini belirtmek tedir. Klasik müslüman yazarların, peygamberlerin ortak özellik leri olarak gösterdikleri hususlar bir bakıma onların ruh sağlığını, ruhî yapılarındaki ideal motiflerin canlılığını ifade eder. Kısaca doğruluk, güvenirlik, günah işlememe, zeki olmak ve bildiklerini başkalarına duyurmak diye belirtilen bu niteliklerin, bulunduğu kimsede öğretim gücünü büyük ölçüde artıracağı şüp hesizdir. Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.s) ümmî bir toplumda büyümüş ve okuma, yaz mayı öğrenme imkânı bulamamıştır. Ancak onun kuvvetli bir sağduyuya sahip olduğu şüphesizdir. O’nun peygamberlik öncesinde ki hayatında her bakımdan güvenilir bir kişiliğe sahip olduğunu biliyoruz. Sonuç olarak diyebiliriz ki, Allah Resûlü (s.a.s) fıtrî kabiliyeti ve vahyin kendisine sağladığı bilgi ve maharet ile örnek bir lider ve muallim olarak yetişmiştir. Örnek bir muallim olan Resûl-i Ekrem’in eğitim anlayışı ve prensiplerini de şu şekilde ortaya koymak mümkündür:

Hz. Muhammed (s.a.s) eğitim anlayışının önemli bir hedefi olarak hayatı boyunca insanları haktan uzaklaştıran gayr-i ahlâkî tutumları değiştirmeyi benimsemiştir. Öyle ki, insanları iyiliğe çağırmak ve bu hususta örnek olmak noktasındaki hassasiyetini, onları kötülükten uzaklaştırmak hususunda da göstermiş ve davranışların düzeltilmesinde mükemmel örneklik sunmuştur. Bu amaçla ashâbı arasında birinin yanlış bir davranışını veya uygun olmayan kıyafetini gördüğü zaman utandırmamak için hatasını yüzüne vurmamış, bu uyarıyı daha sonra başkalarının yapmasını istemiştir.5
Allah Resûlü (s.a.s) te’dib maksadıyla da olsa hayatın da hiçbir kadını ve köleyi dövmemiş, kendisine yapılan haksızlıktan dolayı intikam almaya yönelmemiştir.6 Nitekim ona on yıl boyunca hizmet eden Enes b. Mâlik’i bir kere bile azarlamamıştır.7 Son derece nazik ve hatta utangaç sayılabilecek olan Allah Resûlü (s.a.s) hayânın imandan olduğunu söylemiştir. Onun hoşlanmadığı bir söz veya davranış ile karşılaştığı yüzünden belli olurdu. Öyle ki, hanımların bazı özel hallerine dair sorulara muhatap olduğunda edebi sebebiyle cevaplama esnasında
zorlanmıştır.8

Allah Resûlü (s.a.s) hiçbir zaman kötülüğe kötülükle kar şılık vermemiş, bunun yerine insanların kusurlarını görmezden gelmiştir.9
Rivayete göre görgüsüz bedevîlerin ka ba davranışlarına dahi tepki göstermeyip onları tebessümle karşılamıştır.10

Bilindiği gibi insanlar içinde sadece peygamberler günah işlemekten korunmuşlardır. Zira Cenâb-ı Hakk onları ismet (günah işlememe) özelliği ile muttasıf kılmıştır. Bu nedenle peygamberler dışındaki bütün insanlar günah işleme ve hata yapma ile mâlûldürler. İslâm dini, yasak olan fiilleri (günah) açıkça bildirmiş ve müminlere bu davranış ve alışkanlıklardan uzak durmalarını emretmiştir. Kişi bu emirlere uyduğu takdirde kendisini kurtaracak ve Allah’ın sevgili kulları arasına girecektir. Ancak müslümanın vazifesi sadece yasak fiillerden kaçınmakla bitmez. Onun bir diğer görevi de Allah’ın haram kıldığı amelleri işleyen kardeşlerini bu davranış ve alışkanlıklardan vazgeçirmeye çalışmaktır. Buna İslâm literatüründe “Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” “iyiliği yaygınlaştırmak, kötülüğü engellemek” adı verilmektedir. Cenâb-ı Allah yüce kitabında müslümanlar için bunun bir vazife olduğunu bildirmektedir.11 Hz. Peygamber’in bu konudaki tavrını şu hadisi şerif çok veciz şekilde ifade eder: “Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle değiştirsin (düzeltsin), eğer buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, buna da gücü yetmezse kalben nefret etsin.
Bu ise imanın en zayıf derecesidir.”12

Allah Resûlü’nün iyiliği emretmesinin yanı sıra, kötü alışkanlık ve davranışları önleme hususunda eşsiz örnekler sunduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s) sürekli olarak ashâbıyla bir araya gelir, onlara kendisine vahyedilen yeni ayetleri okur ve dinin hükümlerini anlatırdı. Toplantılarında ayrıca müminlere güzel huy ve davranışları anlatıp onları bu hususta teşvik ederken, aynı zamanda kötü davranış ve huylardan bahsederek de ashabını bu gibi hallerden sakındırmaya çalışırdı. “Gıybet, kardeşini onun hoşlanmadığı bir vasıf ile zikir ve tavsif etmendir. Eğer dediğin sıfat kardeşinde varsa işte o zaman gıybet olur, yoksa ona bühtan ve iftira etmiş olursun.”13 sözleriyle gıybet etmeyi; “Ara bozmak için laf getirip götüren kimse cennete giremez.” 14 diyerek dedikoduyu; “Doğru sözlülük iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah nezdinde sıddîklar derecesine çıkar. Yalan kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. İnsan yalancılık yapa yapa nihayet Allah katında yalancılar defterine yazılır.”15 sözleriyle yalan söylemeyi; “Her kim, bir müslümanın malını haksız yere almak için yalandan yemin ederse, Allah’ın azabına uğrar.”16 diyerek yalan yere yemin etmeyi; “Lânet etmek doğruların şanından değildir.”17 “Hiçbiriniz diğerine ‘Allah sana lânet etsin, Allah’ın gazabına uğra, cehennemde yan gibi beddualarla lânet etmesin.”18 sözleriyle lânet etmeyi; “Hasetten sakının. Çünkü ateşin odunu ve otları yok ettiği gibi haset de güzel amelleri mahveder.”19
diyerek haset etmeyi; “Ben sarhoşluk veren her şeyden sizi men ediyorum.”20 sözüyle de içki içmeyi ashabına, dolayısıyla müslümanlara yasaklamıştır.

Allah Resûlü (s.a.s) hataları düzeltme amacıyla ashabı içinde muhatabını incitici sözler söyleyen veya hatalı hareket yapan birini gördüğünde derhal müdahale eder ve uygun bir şekilde hatalı davranışta bulunan şahsı uyarırdı. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) bir gün namazda iken, cemaatten biri Mâlik b. Duhşüm’un nerede olduğunu sorduğunda orada bulunan biri, onun, Allah ve Resûlü’nü sevmeyen bir münafık olduğunu söyledi. Resûlüllah (s.a.s) o adama, böyle söylememesini, çünkü onun Allah’ın rızasını isteyerek Lâilâhe İllallâh dediğini, Allah’ın da böyle diyen bir kişiye cehennemi haram kılacağını buyurmuştur.21

Rivayete göre ashâbdan Ebû Mesûd el-Bedrî, uşağını kamçı ile dövüyordu. Hz. Peygamber (s.a.s) onun yaptığını görünce kendisini “Ebû Mes’ûd, iyi bil ki senin bu köleye kudretinden, Allah’ın senin üzerindeki kudreti daha büyüktür.” sözleriyle uyarmış, bunun üzerine Ebû Mes’ûd kölesini âzâd etmiştir.22

Hz. Peygamber’in hatalı alışkanlık ve davanışlara karşı tavrı ve bunları ıslahı hususundaki uygulamaları yanında onun hataları düzeltmedeki üslubu da eşsizdir. Allah Resûlü’nün bu husustaki ilk prensibi, hata yapan kişinin davranışını yüzüne vurmadan onun
yanlışını düzeltme yoluna gitmesidir. Kendisi bir kişide gördüğü yanlışı tashih ederken muhatabının şahsiyetini incitmemeye özen gösterir, yaptığını yüzüne vurarak ve onu teşhir ederek mahcup etmekten sakınırdı. Böyle durumda ya umumî bir tarzda konuşarak: “Bazıları neden böyle yapıyor?” diye uyarır veya hoşnutsuzluğunu gösteren bir tavır sergiler, böylece Hz. Peygamber’in bu davranışı beğenmediği anlaşılırdı.23

Allah Resûlü’nün hataları ıslah etmedeki ikinci prensibi muhatabını tatlı dille ve yumuşak sözle uyarmasıdır. Kendileri karşısındakinin bir yanlışını düzelteceği yahut ona bir şey söyleyeceği zaman iltifatlarla önce onun gönlünü kazanır, daha sonra asıl söyleyeceklerini ifade ederdi.24 Allah Resûlü (s.a.s) insanlarla ilişkilerindeki nezaketi diğer müslümanlara da tavsiye etmiştir:

Allah, kullarına rıfk (yumuşaklık) ile muamele eder ve bütün işlerde nezaket ve yumuşaklığı sever.”25 “Nezaket ve yumuşaklık hangi
işte bulunursa o işi güzelleştirir. Herhangi bir şeyden nezaketin kaldırılması ise o şeyi çirkinleştirir.”26 “Rıfk ve nezaketten mahrum olan bir kimse bütün hayırlardan da mahrum olur.”27

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, bütün insanlığı tevhide davet etmek onları bu hususta eğitmek ve onları güzel davranışlarla muttasıf kılmak üzere gönderilmiş olan Hz. Peygamber’in insanlarla iletişiminde sadece eğitimi meslek edinenlerin değil, bütün insanların alacağı pek çok dersin olduğu kuşkusuzdur.

Dipnotlar

1 İbn Mâce, Mukaddime17.
2 Bakara, 2/129.
3 Buhârî, Savm 13.
4 Alak, 96/1-5.
5 Ebû Dâvûd, Edeb, 4.
6 Müslim, Fedâil, 79
7 Müs lim, Fedâil, 51
8 Buhârî, Hayz, 13, 14, Salât, 8, Menâkıb, 23, Edeb, 72, 77.
9 Tir mizî, Birr, 69.
10 Ebû Dâvûd, Edeb, 1.
11 Âl-i İmran, 3/104, 110
12 Buhârî, Tevhid, 37; Müslim, İman, 78
13 Müslim, Birr, 70.
14 Müslim, İman, 168.
15 Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103, 104, 105; Ebû Dâvûd, Edeb, 80.
16 Buhârî, Tevhid, 24; Müslim, İmân, 218.
17 Müslim, Birr, 84; Tirmizî, Birr, 72.
18 Ebû Dâvûd, Edeb, 45; Tirmizî, Birr, 84.
19 İbn Mâce, Zühd, 22; Ebû Dâvûd, Edeb, 44.
20 Buhârî, Eşribe, 74; Ebû Dâvûd, Eşribe, 20.
21 Buhârî, Salât, 46, 65, Teheccüd, 36, Rikâk, 6; Müslim, Mesâcid, 24.
22 Müslim, İmân, 34, 35, 36; Ebû Dâvûd, Edeb, 124.
23 Ebû Dâvûd, Edeb, 6.
24 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 256.
25 Buhârî, Edeb 35; Müslim, Birr, 47.
26 Müslim, Birr, 78.
27 Müslim, Birr, 74-76.

Kaynakça

• Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdullah (281/855), Müsned, I-V, Beyrut ts.
• Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail el-Buhârî (256/870), Sahîh-i Buhârî, I-VIII, İstanbul 1979.
• Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş’as b. İshâk el-Ezdî es-Sicistanî (275/889), Sünen, (thk. Muhammed Avvâme), Cidde 1998.
• İbn Mâce, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd Mâce el-Kazvinî (273/887), Sünen, (thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî), I-II, Kahire 1953.
• Müslim, İmam Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc el-Kureşî en-Nisâbûrî (261/874), Sahîh-i Müslim, (thk. Muhammed Fuad Abdulbâki), I-V, Beyrut 1972.
• Tirmizî, Muhammed b. İsâ b. Serve (279/892), Sünen, I-V, İstanbul 1981.

Din ve Hayat Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Umudumuz Korkunun Gölgesinde Kalmasın

Dünyayı kapsayan Covid 19 tehdidi yüzünden zorunlu çalışanlar dışında hepimiz üç aya yakın bir süredir …

Kapat