Ana Sayfa / Uncategorized / Işığı Utandırmak / Orhan SALCI

Işığı Utandırmak / Orhan SALCI

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

A R A L I K

Orhan SALCI

IŞIĞI UTANDIRMAK

Çocukluk yıllarımın acı-tatlı hatıralarına ışık tutan, 7 numara, 14 numara gazyağı lambalı geceler hatırlarım… Ardından gazyağı ve tüpgaz ile çalışan “lüx”ler girdi hayatımıza, hanelerimize ve hatıralarımıza. Gazyağlı lamba ışığının az geldiği, hatırlı misafirler ve hatırlı muhabbetler esnasında bu lüxler yakılır, hanemiz ve çocuk yüreklerimiz biraz daha ışır, aydınlanırdı. Lüx yandığı zaman gazyağı lambasının ışığı loş, mahzun bir hal alır ve biz kardeşlerimle bu duruma “lamba utandı” derdik. Aslında utandığını düşündüğümüz lamba değil, lambanın ışığı idi. Daha parlak, güçlü bir ışık yanınca, zayıf “ışık utanıyor”du.

Geçtiğimiz ay Kastamonu Üniversitesinin 6. kuruluş yılı kutlandı…

1885 yılında, tüm Osmanlı coğrafyasında üçüncü, İstanbul dışında ilk “İdâdi” yani lise, Kastamonu da merhum vali Abdurrahman Nureddin Paşa tarafından açılmış, bu vilayette ülke sınırlarını da aşan bir ışık yakılmıştı.

Yaklaşık 130 yıllık bu kaynaktan, Orhan Şaik GÖKYAY, Arif Nihat ASYA, Ord. Prof İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI; on aylıkken Kayseri’den Kastamonu’ya göçen Hıristiyan-Rum bir ailenin Diyamandi adındaki evladından YAMAN DEDE’ye inkılab eden büyük bir İslam şairi gibi pek çok edebiyatçı, siyasetçi üst düzey bürokrat ışık almış, feyz almış ve aldıkları ışıkla yıldızlar gibi parlamış, bu günlere bile ışık tutmuşlardı.

İlim irfan mekanlarını açan, yaşatan, büyüten, bir medeniyet olduğu gibi medeniyetleri oluşturan, geliştiren de okular, mektepler, medreselerdir. Bu açıdan Kastamonu, incelenmesi gereken bir ibret vesikasıdır. 1071 Malazgirt Zaferi’nden hemen sonrasında başlayıp bu günlere kadar, İslam ve Türk kültür ve medeniyeti ile tanışmış, Samsun’dan Üsküdar’a uzanmış; hatta Kırım’a kadar İslam medeniyetini yayan, yöneten, idare eden, yön veren bir merkez olarak Kastamonu; ışığı hep parlamış bir memleket ve medeniyet merkezi… Paflagonya’da merkez, Çobanoğulları Atabeyliği’(ya da devleti) nde, Osmanoğulları’nın da lideri olarak bir merkez, Candaroğulları’nda merkez; Osmanlı İmparatorluğu’na bağlandıktan sonra ise yine etki ve yönetim alanı geniş bir merkez…

Son 70-80 yıldır bu şehrin ışığı adeta sönmüş, ilim, irfan, kültür, sanat ve sanayi merkezi olma özelliğini kaybederek Anadolu’nun başka şehirlerinde parlayan bilimsel, teknolojik, sosyal-ekonomik vb pek çok alanda parlayan ışıklar yanında ışığı sönük kalmış, “utanır olmuş”tu. Sayın Vali Erdoğan Bektaş’ın ifadesiyle “ilk lisenin kurulduğu şehirde, ülkenin son üniversitesi olarak “Kastamonu üniversitesi” bundan altı yıl önce Bakanlar Kurulu kararı ile kuruldu. Son iki yıldır hızla büyümeye gelişmeye daha doğrusu oturup yerleşmeye çalışıyor.

Üniversiteler başta olmak üzere eğitim kurumları, medeniyet projeleri olamazsa büyüyüp gelişmeleri, içinde barındıkları topluma hizmet ve önderlik etmeleri pek mümkün olamıyor.

Kurumların da insanlar gibi, son zamanlarda “vizyon” ve “misyon” terimleriyle ifade edilmeye çalışılan, varlık nedeni, gaye-i hayali, hedefi, projeleri vb olmalı. Yaşadığı toplumsal zemin, dünya, beşeriyet, geçmiş ve gelecek tasavvurları, tanımları, tarifleri ve hedefleri olmalı ki varlığı anlamlanmalı, bir yer edinebilmeli. Yoksa, Bediüzzaman Hazretlerinin, “ Gaye-i hayal olmayınca ezhan, ene’lere döner.” Diye ifade ettiği hakikat, kurumlarda da tecelli eder. Yani bir gayesi, hayali, hedefi, sevdası olmayan, kendinden menkul kıymet ve kerametiyle övünmek, avunmak, kendini ve etrafını lüzumsuz ,işlerle, boğuşmalarla meşgul etmekten, koltuk ve makam kapma, bulunduğu makamı işgal ve meşgul etme çabasından öte gidemeyen insanlar ve kurumlar halini almaktan öte geçemez. İstese de istemese de…

Onlarca akademik personelden oluşan, pek çoğu mesleğinin zirvesinde insanlarca yönetilen bir kuruma akıl vermek gibi bir basitliğe düşmeden bazı düşüncelerimizi söylemek sanıyorum kimseyi rahatsız etmez, incitmez.

Pek çok kurumun bölge müdürlüklerine ev sahipliği yapan şehrimizde, bu kurumların ihtiyaçları ve hedeflerine cevap veren, yön gösteren, yön gösterecek insanları yetiştiren bölümler;

Ciddi bir deprem bölgesi üzerinde yerleşmiş ve tarih boyunca acı depremler yaşamış bu coğrafyada, jeoloji mühendisleri; petrol başta olmak üzere, ciddi doğal kaynaklar, endemik bitkiler, canlılar barındırdığı konusunda tartışmalar yaşanan bölgemizde maden mühendisleri, ziraat mühendisleri, veteriner hekimler yetiştirecek, bu alanda çabaların, tartışmaların ve çözümlerin öncüsü insanların yetiştirildiği, barındırıldığı bölümler;

Ülkemizde arkeoloji bilimi ve çalışmaları Haçlı zihniyeti üzerine oturtulmuş gibi görünüyor. Batılı, gözünü diktiği topraklarda kendi tapu senedi olabilecek eserler arama amacıyla, ya da kendi kültürlerinin üstünlüğünü isbata yönelik eserleri bulma amacıyla arkeoloji uzmanları yetiştiriyor, çalışmaları yapıyor, yaptırıyor. Bu bakış açısı yüzünden bölgemizde arkeoloji çalışmaları, define hırsızlarının öncülüğünde, rehberliğinde ilerliyor, bulunan eserler ise gene onların ellerinde heba edilip gidiyor. Bu açıdan, 800 yıldır üzerinde medeniyetler kurup yaşattığımız hinterlend da, hem kendi kültür izlerimizi, hem geçmiş kültürlerin izlerini araştırıp bulacak, değerlendirecek bilim insanları yetiştirecek bölümler;

Bu şehrin sahip olduğu mimari zenginlik yokolma tehlikesiyle karşı karşıya ne yazıkki. Bir taraftan tarihi dokuya uymayan, hatta bozan yeni yapılaşmalar, diğer taraftan o mimari, estetik eserleri oluşturan kültürün ve o kültürün varisi insanların çekilip gitmesiyle adeta ruhu çekilmiş insan gibi ruhu çekilmiş mahalleler, haneler, konaklar yaşatılamıyor, yaşatılmaya çalışılanlar ise adeta “mumya” gibi ruhsuz, cansız, sürdürülmesi imkansız restorasyon çabalarıyla, geri dönüşü mümkün olmayan bir yokoluş sürecine girmiş bulunuyorlar. Bu açıdan Kastamonu, “müze şehir” olmaktan öte “mumya şehir” oluyor. Bu çarpıklıkları giderecek, tarih, estetik, teknik donanımı tam mimar ve inşaat mühendisleri, şehircilik uzmanları yetiştirecek bölümler;

Yaşadığı ekonomik geri kalmışlık süreci bu şehri bir göç şehri şehrine dönüştürmüştür. İnsan göçü, beyin göçü, kültür göçü.. Yaşanan göçler, şehrin kültür hayatını kısırlaştırmış ancak taşındığı alanlarda yeni filizler de verdirmemiştir. Yüzyılların birikimleri yokolma tehlikesiyle karşı karşıyadır ve pek çok değer zaten yokolmuş durumdadır. Halk kültürü, masallar, örfler, adetler, yemekler, sıra geceleri, saz ve söz kültürü, ilim ve irfan birikimi…gibi değerleri araştırıp muhafaza edecek, ileriki nesillere aktaracak insanların yetiştirildiği bölümler;

Ciddi bir kütüphane.. kurumlar arası görüşme ve anlaşmalar yapılarak halen hizmet veren ancak yeteri kadar istifade edilemeyen halk Kütüphanesini de bünyesinde barındıracak bir kütüphane. Ki köylere varıncaya kadar çatı aralarında, samanlıklarda hatta toprak altına gömülmüş eski kitaplar toparlanabilse kıymetli bir kütüphane teşkil edilebilir. Buna, sahaflara düşmüş bu toprakların kokusu sinmiş kitapların da eklenebildiği düşünülürse eşsiz bir hazineye sahip olunmuş olabilir kanaatimdeyim.

Vakıflar bölge müdürlüğüne ait “Vakıf Müze”si de dahil edilerek bir tarih, medeniyet müzesi;

Geçmiş zamanlarda yaşamış ve halen hayatta olan ilim- irfan, bilim- sanat hatta siyaset insanlarının adlarının yaşatıldığı bölümler kürsüler… Mesela, yeni açılan İlahiyat Fakültesinde Kastamonu’da sekiz yıl yaşamış, en büyük İslam alimlerinden Bediüzzaman Said Nursi adına bir Tefsir Kürsüsü, Şeyh Şaban-ı Veli Hz. adına Tasavvuf kürsüsü, binasına varis olunan Abdurrahman Paşa adına bir bölüm, bir kürsü, Kastamonu’nun en parlak ilim-irfan merkezi olduğu dönemlerde bu coğrafyaya hükmetmiş alim sultan İsmail Bey adına.. Taşköprülüzade, Fethullah Şirvani.. adlarına bölümler…

Elbette gönül çook şeyler istiyor. Her isteği elde etmek mümkün değil, biliyorum. Ancak istemeden elde etmek de mümkün değil, bunu da biliyorum. Hiç olmazsa dua yerine geçsin, birileri, “inşallah” desin diye gönlümden geçeni yazıya dökmeden edemedim. Ben bu coğrafyanın, bu kültürün, tarihin bir parçası olmaktan gurur duyan insanlardanım. Memleketimizin ışığı biraz daha parlak yanarsa bundan en çok gurur duyanlardan biri de ben olurum.

Son zamanlarda ümitlendirici gelişmelere de şahit olduğumuz üniversitemizin kuruluşunun altıncı yılı münasebetiyle, Abdurrahmanpaşa’nın yaktığı ışık biraz daha parlasın ki 130 yıl sonra O’nun yaktığı ışıktan utanmak zorunda kalmayalım diye gönlümden geçeni kaleme döktüm. O merhumun ve bu coğrafya ya emek veren, ışığına katkı veren herkese rahmet, minnet ve şükranlarımla..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Haber Tadında MANİFESTO / Yunus MÜREBBİ

K Ü R S Ü Yunus MÜREBBİ HABER TADINDA MANİFESTO 7 Nisan Cumartesi günü İstanbul’daydık… …

Kapat