Ana Sayfa / Yazarlar / “İbadet dilimiz Türkçe olsun ki..”

“İbadet dilimiz Türkçe olsun ki..”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“Biz Türk milletindeniz, Arapça bilmiyoruz; bu yüzden Kur’an’ın lafızlarını Türkçeye tercüme edelim, yani ibadet dilimiz Türkçe olsun ki ibadetlerimizi rahatla yapalım…”
diyenlere Üstadımız şöyle cevap vermektedir;

“Mühim bir suâl: Bazı ehl-i tahkik derler ki:
“Elfâz-ı Kur’âniye ve zikriye ve sair tesbihlerin her biri müteaddit cihetlerle
insanın letâif-i mâneviyesini –irşâd ile- tenvir eder,
mânevî gıda verir.
“Mânâları bilinmezse, yalnız lâfız ifade etmiyor, kâfi gelmiyor.
Lâfız bir libastır; değiştirilse,
her taife kendi lisanıyla o mânâlara elfaz giydirse, daha nâfi olmaz mı?..”
Elcevap:
Elfâz-ı Kur’âniye ve tesbihât-ı Nebeviyenin lâfızları câmid libas değil,
cesedin hayattar cildi gibidir;
belki -belli ki,- mürur-u zamanla cilt olmuştur. Libas değiştirilir; fakat cilt değişse vücuda zarardır.
Belki namazda ve ezandaki gibi elfâz-ı mübarekeler,
mânâ-yı örfîlerine alem ve nam olmuşlar.
Alem ve isim ise değiştirilmez!..” (26.Mektub, 4.Mebhas)

“Hem Sübhânallah diyen, hangi milletten olursa olsun,
Cenâb-ı Hakkı takdis ettiğini anlar.
İşte bu kadar kâfi gelmez mi?..” (26.Mektub, 4.Mebhas)

“Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim bir hâleti çok defa tetkik ettim,
gördüm ki, o hâlet hakikattir.
O hâlet şudur ki:
Sûre-i İhlâsı Arefe Gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum.
Gördüm ki, bendeki mânevî duyguların bir kısmı, birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur.
Ve kuvve-i müfekkire gibi bir kısım dahi, bir zaman mânâ tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur.
Ve kalb gibi bir kısım, mânevî bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini alır,
o da sükût eder.
Ve hâkezâ, git gide, o tekrarda yalnız bir kısım letâif kalır ki,
pek geç usanıyor; devam eder,
daha mânâya ve tetkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor.
Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi ona zarar vermiyor.
Lâfız ve lâfz-ı müşebbi’ olduğu bir meâl-i icmâlî ile
ve isim ve alem bulundukları mânâ-yı örfî onlara kâfi geliyor.
Eğer mânâyı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir.
Ve o devam eden lâtifeler, taabllüme ve tefehhüme muhtaç değiller;
belki tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler!..
Ve o cilt hükmündeki lâfızları onlara kâfi geliyor ve mânâ vazifesini görüyorlar.
Ve bilhassa o Arabî lâfızlar ile,
kelâmullah ve tekellüm-i İlâhî olduğunu tahattur etmekle, daimî bir feyze medardır.

İşte, kendim tecrübe ettiğim şu hâlet gösteriyor ki,
ezan gibi ve namazın tesbihâtı gibi ve her vakit tekrar edilen
Fâtiha ve Sûre-i İhlâs gibi hakaikleri başka lisanla ifade etmek çok zararlıdır!..
Çünkü, membaı daimî olan elfâz-ı İlâhiye ve Nebeviye kaybolduktan sonra,
o daimî letâifin daimî hisseleri de kaybolur.”
“….Halbuki günde yüz defa tekrar eder!..
O yüz defa, aklın hisse-i taallümünden başka, lâfızdan ve lâfza sirayet eden ve imtizaç eden meâl-i icmâlî,
çok nurlara ve feyizlere medardır…” (26.Mektub, 4.Mebhas)

“Ey şikemperver nefsim!..
Acaba, hergün hergün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu?..
Madem vermiyor; çünkü ihtiyaç tekerrür ettiğinden usanç değil, belki telezzüz ediyorsun.
Öyleyse, hane-i cismimde senin arkadaşların olan
kalbimin gıdası,
ruhumun âb-ı hayatı
ve lâtife-i Rabbâniyemin havâ-yı nesîmini cezb ve celb eden
namaz dahi seni usandırmamak gerektir!…”(21.Söz)

“Hem her harfin lâakal on sevabı zayi olması;
ve huzur-u daimî bütün namazda herkes için devam etmediğinden,
gaflet içinde, tercüme vasıtasıyla insanların tabirâtı ruha zulmet vermesi gibi zararlar olur.
Evet, nasıl İmam-i Âzam demiş: “LÂİLÂHEİLLALLAH’ TEVHİDE ALEM VE İSİMDİR!..”
Biz de deriz:
Kelimât-ı tesbihiye ve zikriyenin,
hususan ezanda ve namazda olanların ekseriyet-i mutlakası,
alem ve isim hükmüne geçmişler!..” (26.Mektub, 4.Mebhas)

Bütün ömrünü İslâmiyetle geçiren ve kafasını binler mâlâyâniyatla dolduran adamlar,
bir iki haftada,
hayat-ı ebediyesinin anahtarı olan,
şu kelimât-ı mübarekenin meâl-i icmâlîsini öğrenmemesine
-nasıl mazur olabilirler?..
-nasıl Müslüman olurlar?..
-nasıl ‘akıllı adam’ denilirler?..
Ve öyle heriflerin tembelliklerinin hatırı için o nur menbalarının mahfazalarını bozmak kâr-ı akıl değildir!..” (26.Mektub, 4.Mebhas)

Hitap eden hatibin, ne kadar alim ve arif olursa olsun,
hangi dilde vaz ederse etsin,
hitaba mevzu olan sözünün mahiyeti,
hatibin akıl, ilim ve irfanın kemalatı nisbetindedir!..

Kainatta insandan başka hatip olan ‘mahluk’ yoktur,
İnsanların cümlesi de, acze, fakra, nisyana ve faniyete mahkumdur!..

Halbuki Hitab eden,
Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın yed-i kudretinde olan,
İlim ve İradesinde Ezel’i ve Ebed’i VAHİD-İ EHÂD olan,
Zat-ı Zü’l-Celâl, Cemâl, ve Kemâl sıfatlara sahip Azze ve Celle ise,
Bütün Esma-i Hüsna’nın tecellilerine MÜESSİR ise,
Ve kemâl-i liyakatla “Kelâmullah” ünvanına sahip,
‘Arş-ı Âzam’dan, İsm-i Âzam’dan, her ismin mertebe-i âzamı’ndan’ gelmiş bir KUR’AN ise,
Böyle bir Allah Kelâm’’ının hakiki anlamda;
meâl, mana, tevsir v.s. gibi tercüme edilmesi mümkün olmadığı gibi,
Farklı dillerde ibadet ve zikir maksadıyle okunması ,
vird edilmesi de mümkün değildir!..

Üstadımızın ifadesiyle;
“Elhasıl,
lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabînin câmiiyeti
ve elfâz-ı Kur’âniyenin i’câzı öyle bir tarzdadır ki, kabil-i tercüme değildir,
belki – muhakkak ki mümkün değildir, yani- “muhaldir!..”
…ve muvakkat ifade etseler de, daimî, ulvî, kudsî ifade edemezler!..” (26.Mektub, 4.Mebhas)

“lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabînin câmiiyeti…” derken;
Meselâ:
Şu, (اَلْحَمْدُ ِلله)bir cümle-i Kur’an’iyedir!..
‘Ne kadar hamd ve medih varsa , kimden gelse, kime karşı da olsa, ezelden ebede kadar hastır ve lâyıktır O Zât-ı Vâcibü’l-Vücud’a ki. ALLAH denilir!..’

• Saniyen; الله سبحان ::: Sübhânallâh
• “Cenâb-ı Hakk’ı, Celâl’ine karşı kavlen ve fiilen Sübhânallah deyip takdis etmek
Yani;
‘Rabbini bütün nekaisten pak ve müberra ve ehl-i dalâletin efkâr-ı batılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarra olduğunu, tesbih ile, Sübhanallah ile ilân etsin.’ (9.Söz)
Ve hâkeza diğerleri kıyas edilsin!..

“Tercüme dedikleri şeyler ise, gayet muhtasar ve nâkıs bir meâldir!..
Böyle meâl nerede;
hayattar,
çok cihetlerle teşa’ub etmiş âyâtın hakikî mânâları nerede!..” (26.Mektub, 4.Mebhas)

“çok cihetlerle teşa’ub etmiş âyâtın hakikî mânâları” derken;
“Kur’ân’ın altı ciheti nuranîdir, sıdk ve hakkaniyetini gösterir.
“Evet,
-altında hüccet ve burhan direkleri,
-üstünde sikke-i i’caz lem’aları,
-önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn hediyeleri,
-arkasında nokta-i istinadı vahy-i semâvî hakikatleri,
-sağında hadsiz ukul-ü müstakîmenin delillerle tasdikleri,
-solunda selim kalblerin ve temiz vicdanların ciddî itminanları
-ve samimî incizapları ve teslimleri,
Kur’ân’ın fevkalâde hârika, metin ve hücum edilmez bir kal’a-i semaviye-i arziye olduğunu
ispat…” (25.Söz) edilmesinin çok örneklerden bir örneğinde olduğu gibi!..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Sani Beg Divanı

Şimdiye kadar şuara tezkirelerinde bazı şiirlerine rastlanan, ancak divanına ulaşılamayan Sani Beg'in eserini altı yıl …

Kapat