Ana Sayfa / Yazarlar / İbda, İhtira ve İnşa 

İbda, İhtira ve İnşa 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İbda ihtira ve inşa

İbda, misilsiz modelsiz bir şekilde yoktan var etme demektir. Bir sanatçının orjinalli olmayan bir eser ortaya çıkarması benzerlerinin olmasından dolayı ilgi çkmez. Bütün büyük eserler ibdadır. Sanatkarane ibda benzersiz ve örneksiz bir sanat eserinin sanattan anlayan sanatı seven yani sanatperver bir sanatçının elinden çıkması ortaya koyduğu eser sanatperverane ibdadır. Benzersiz bir eser, ait olduğu alanında ölçülerine uyması ama hepsinden farklı olması, yaptığını benzersiz yapmakla birlikte sanatın ideal ve orijinal kurallarını en iyi şekilde kullanması gerekir. Mikelanj ın Musa heykeli sanatperverane ibdadır. Sanatın kurallarına uyması daha ötesi benzersiz olması sanatperverane yapılmış kategorisine sokar. Mimar Sinan’ın Selimiye’si ibdadır. Kendisi de “ustalık eserim” demiş. O eseri doksanlı yaşlarda bitirmiş, demek ki sanatının en olgun zamanında en büyük eserini vermiştir. Selimiye ve Mimar Sinan büyük bir millet olduğumuzun en açık delilidir.

Allah’ın bütün yaptıkları yarattıkları sanatperverane ibdadır. Bir elma başka hiçbir elmaya benzemez. Yaratılış tekrar etmez aynısını  yaratmaz. Muhayyilesi ve tasarım gücü zengin, olağanüstü olmayan sanatperverane ibda yapamaz.

Bediüzzaman yaratılış konusunun bütün şubelerini eserlerinde kullanır. Aşağıda ibda ve ihtirayı anlatır. Örneksiz yaratmaktır. Diğerleri inşa yani mevcut maddelerden yeni şeyler yapmak. Bütün varlık ibda ve ihtiradır. 

Mevcudat iki vecihle icad ediliyor. Biri ibdâ’ ve ihtirâ’ tabir edilen hiçten icaddır. Diğeri, inşa ve terkip tabir edilen, mevcut olan anâsır ve eşyadan toplamak suretiyle ona vücut vermektir. Eğer cilve-i ferdiyete ve sırr-ı ehadiyete göre olsa, hadsiz derece bir suhulet, belki vücub derecesinde bir kolaylık olur. Eğer ferdiyete verilmezse, hadsiz derece müşkül ve gayr-ı mâkul, belki imtinâ derecesinde bir suûbet olacak. Halbuki, kâinattaki mevcudat, nihayet derecede külfetsiz olarak ve suhuletle ve kolaylıkla, gayet mükemmel bir surette yaratılır.

Aşağıdaki metinde ise daha açık ve örnekleri çok ibdaı anlatır. Yoktan var etmek ibdanın gereğidir. Çünkü birden aniden taklitsiz ve orijinal yapmak yaratmatır.

Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var:
Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım herşeyi de hiçten icad edip eline veriyor.
Diğeri inşa ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.
Evet, Kadîr-i Mutlakın iki tarzda, hem ibdâ’, hem inşa suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek en kolay, en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin envâ-ı zîhayat mahlûkatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten icad eden bir kudrete karşı “Yoğu var edemez” diyen adam, yok olmalı!

Aşağıda ise âlemin yaratılması icad insanın yaratılması ile ibdadır.

Öyle bir Allah’a hamd, medih ve senâlar ederiz ki, şu âlem-i kebir Onun icadıdır. Ve insan denilen şu küçük âlem de Onun ibdâıdır. Biri inşâsı, diğeri binâsıdır. Biri san’atı, diğeri sıbgasıdır. Biri nakşı, diğeri ziynetidir. Biri rahmeti, diğeri nimetidir. Biri kudreti, diğeri hikmetidir. Biri azameti, diğeri rububiyetidir. Biri mahlûku, diğeri masnûudur. Biri mülkü, diğeri memlûküdür. Biri mescidi, diğeri abdidir. Evet, bütün bu şeyler, eczasıyla beraber Allah’ın mülkü ve malı olduğu, i’câzvâri sikke ve mühürleriyle sâbittir

Bu metinde de âlem mescid şeklinde ibda edilmiştir, insan ise o mescidde secde eden sâcid olarak ibda edilmiştir.

Mülk umumen Ona aittir. Zira şu büyük âlem, tıpkı bu küçük âlem gibidir; her ikisi de Onun kudretinin masnuu ve kaderinin mektubudur.
Şu büyük âlemi ibdâ ederek onu bir mescid hâline getirmiş, bu küçük âlemi icad ederek onu da bir sâcid kılmıştır.
Şunu bir mülk şeklinde inşa etmiş, bunu da bir memlük olarak icad etmiştir.
Şundaki san’atı bir kitap olarak tezahür etmiş, bundaki sıbğası ise hitap çiçekleri suretinde açmıştır.
Şunda kudretiyle haşmetini gösterir; bunda ise rahmetiyle nimetlerini tanzim eder.
Şundaki haşmeti Onun vâhidiyetine şehadet eder; bundaki nimetleri ise Onun ehadiyetini ilân eder.
Şu büyük âlemin küll ve eczalarında Onun sikkesi okunduğu gibi, bu küçük âlemin cisim ve âzâlarında da Onun hâtemi vardır.

Bu metinde koca baharın onun ibdaı olduğunu söylüyor. Her bahar kendisinden önce ve sonrakilere benzemez.Bütün üyeleri toplu ve tek tek baharın ibdadır. Allahın muhayyilesi denmez ama sonsuz bir tasarım dünyası var. Tekrarlamıyor. 

Bütün eşya bir tek Zâta verilse, bu kâinatın icadı ve tedbiri, bir ağaç kadar kolay; ve bir ağacın halkı ve inşası, bir meyve kadar suhuletli; ve bir baharın ibdâı ve idaresi, bir çiçek kadar âsân; ve hadsiz efradı bulunan bir nevin terbiyesi ve tedbiri, bir fert kadar müşkülâtsız olur.

Bu metinde Allah’ın ibda ve ihtiraının insanın yapmasından farklı olduğunu anlatıyor. İnsan terkib eder icad edemez. Her büyük sanat eseri ibda iseğildire de yine de Allah’ın ibdaı gibi değildir.

Bu metinde Allah’ın ihtiraı yaratması ile insanın farkını anlatır. İnsan terkib edebilir ibdaı yoktur. Benzersiz orijinal bir eser verirse de yine ilahi ibdaya yaklaşamaz.

Delil-i ihtirâî i’tâ-i vücuddur. İ’tâ-i vücud ise, idam-ı mevcudun refikidir. Halbuki, adem-i sırftan vücudu ve vücud-u mahzdan adem-i sırfı aklımız tasavvur edemiyor.” Cevaben derim:
Halbuki abdin elinden bir zerreyi imate veyahut icad etmek gelmez. Belki yalnız umur-u itibariye ve terkibiyede bir san’at ve kisbi vardır. Evet, bu kıyas aldatıcıdır; insan kendini ondan kurtaramıyor.

Bu metinde beşer çalışarak yaptığı sanat eserindeki inşadan Allah’ın eşsiz örneksiz yapmasını ibdaını anlar. Kendi aczini kıyastan ortaya koyar.

Daire-i mülkünde mevhum rubûbiyetiyle, daire-i mümkinâtta Hàlıkının rubûbiyetini anlar. Ve zâhirî mâlikiyetiyle, Hàlıkının hakiki mâlikiyetini fehmeder ve “Bu hâneye mâlik olduğum gibi, Hàlık da şu kâinatın mâlikidir” der. Ve cüzî ilmiyle Onun ilmini fehmeder. Ve kisbî sanatçığıyla O Sâni-i Zülcelâlin ibdâ-i sanatını anlar. Meselâ, “Ben şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim; öyle de, şu dünya hânesini birisi yapmış ve tanzim etmiş” der. Ve hâkezâ, bütün sıfât ve şuûnât-ı İlâhiyeyi bir derece bildirecek, gösterecek binler esrarlı ahvâl ve sıfât ve hissiyât, enede münderiçtir.
Demek ene, ayna-misâl ve vâhid-i kıyasî ve âlet-i inkişaf ve mânâ-i harfî gibi, mânâsı kendinde olmayan ve başkasının mânâsını gösteren, vücud-u insaniyetin kalın ipinden şuurlu bir tel ve mahiyet-i beşeriyenin hullesinden ince bir ip ve şahsiyet-i âdemiyetin kitabından bir elif’tir ki, o elifin iki “yüzü” var.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Anneden Ve Topraktan Yoksun Büyüyen Çocuklar

Anneden Ve Topraktan Yoksun Büyüyen Çocuklar Ali Çankırılı Çocuğun fiziksel ve ruhsal yönden sağlıklı büyümesinin olmazsa …

Kapat