Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Seçme Yazılar / İfsad edici değil islah edici sanat / İsmail Erdoğan

İfsad edici değil islah edici sanat / İsmail Erdoğan

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Sanatın anlam kaybını derinlemesine yaşamış bir milletin çocuğu olarak, ıslah edici sanat üzerine yazı yazmak zor olacak ama denemekten ne çıkar?

Benim neslim, benden önceki nesil hatta ondan önceki nesil meşum bir gerçeklik olarak sanat üzerinden operasyona maruz kaldılar. İyi niyetli olmayan bu operasyon, kadim medeniyet birikimine sahip bir milleti değer yitimine uğratmak ve onlara yeni(devşirme) değerler empoze etmek üzerineydi. Batı Emperyalizmi karşısında alternatif güç olarak duran Osmanlı ve bekası Türkiye’nin tehdit olmasını önlemenin yegane yolu buydu. Böylesine büyük geçmişe sahip bir milleti, ancak kültür-sanat üzerinden zayıflatabilir, hatta kendine düşman kılabilirdiniz.

Bunun için yapılacak ilk iş, onlara kim olduklarını ve neler başardıklarını unutturmaktı. Bilim, felsefe, siyaset, iktisat, kültür-sanat gibi sahalarda dünyaya neler kattıklarını, bunları yapmanın bilgisini ve miras olarak bırakmanın tecrübesini hafızalarından kazımaktı. Yaptılar.

İkinci iş, onlara yeni bir kimlik vermek ve onları kimlik bunalımına sokmaktı. Hayat boşluk kabul etmeyeceği için hafızası boşaltılan ve kimliğine yabancılaşan millete yeni bir kimlik vermek gerekiyordu. Öyle bir kimlik olmalıydı ki bu, dünyaya bakışlarını, eşyayı okuma biçimlerini değiştirecek, bir daha asla geriye dönemeyeceklerdi. Onu da yaptılar.

Hemen her alanda başarılı oldukları bu operasyonun en başarılı olduğu saha sanat sahasıydı. Sanatı dinamik bir oluş ve tekamül basamaklarını tırmanmanın imkanı olarak gören bir millete mimesisin aptallaştırıcı sarhoşluğunu dayadılar bu operasyonla. Bu sarhoşlukla taklitten öteye gidemedi sanatçılar. Başka türlüsünü unuttukları için, zamanla debelendikleri çukuru sevmeye, hatta kutsamaya başladılar. Kutsadılar ama bundan da vaz geçtiler. Batı’nın mimesisten vazgeçmesiyle mimesisi bırakmaya çalışan devşirme sanatçılar, “toplumcu gerçekçi” sanat kavramsallaştırmasıyla Marksist öğretiye tutularak devrimci sanatçılar oldular. Marksist olmalarına rağmen dibine kadar kapitalist bir hayat yaşayan sanatçıların liberalizme kurban olmaları kaçınılmazdı ve hepsi zamanla liberal oldular. Dilde Marksist hayatta liberal oldular. Ama liberalizmden anladıkları sadece bedenin sınırsız özgülüğü ve insanın doymak bilmeyen iştihasının pazarlanmasıydı. Nefsin palazlanmasına hizmet eden, arada bir haksızlıklara itiraz eden, an gelip Türkçü olan, zaman zaman da Müslüman olan bir sanatçı tipiyle, sanatla ilgili hiçbir anlayışa tümüyle yaslanmayan, ne idüğü belirsiz bir sanat anlayışının kurbanı olarak sanat yaptılar.

Hal böyleyken, üzerine bir de Pop Art, Minimalist ya da Kavramsal sanat devşirilince iyice zıvanadan çıktılar. Sanat sanat olmaktan tamamen çıkarak günlük gel-gitlerin nesnesine dönüştü. Günle var olmanın, dünü olmadığı için yarını olmamanın performansına dönüştü sanat.

Özetle kendini kaybetmenin paranoyasıyla tutkudan tutkuya savruldu sanatçılar. Hala da savrulmaktalar.

Bütün bunlarla asli özelliğini yitiren sanat ve asıl misyonundan uzaklaşan sanatçılar, ıslah edici olmaktan çıkıp ifsad edici bir mahiyete büründüler. Sokaktaki adamın tabiriyle sanat/sanatçılar yozlaştıran bir metamorfoz aracına dönüştü. Sanatın yüklendiği ifsad edici misyondan sakınmak isteyen insanlar sanattan uzak durdular, çocuklarını da uzak tuttular. Bu vesileyle sanat yozlaşmayı temsil eden ve bu anlamıyla babadan oğula miras olarak bırakılan kötücül bir şey oldu.

Bu anlayış hala devam ediyor. Değişmiş gibi görünse de bilinç altında bir yerlerde sanatın tehlikeli bir uğraş olduğuna dair güçlü dürtüler söz konusu.

Haklı mı insanlar? Maruz kalınan duruma bakarsak evet.

Böyle mi devam etmeli bu durum? Kadim geçmişimize ve sanatın şahikalarında seyretmemize bakarsak hayır.

O zaman ne yapacağız?

Önce sanatın ne’liğini ve işlevini tartışmaya açacağız. Eğer olacaksa, sonrasında bir şeyler olacak.

Mesela işe, sanatın bir ifsad sebebi olmadığı, bilakis ihya ve ıslah vasıtası olduğunu anlatarak başlayabiliriz. Bize operasyon çekenlere ters bir operasyonla cevap verebiliriz. Olan sanattan, olması gerekene doğru yollar, kanallar açabiliriz.

Buna hakkımız var. Yeteneğimiz de. Çünkü bizim için sanat her zaman sonsuz güzelliğin taçlandığı yolculuk olmuş, bu yola girenleri de, aklen, ruhen ve bedenen doyurmuştur. Sanatla uğraşanlar, her şeyden önce kendini/haddini bilmenin alfabesini öğrenerek, yolculukları boyunca bunu akıllarından çıkarmamışlardır. Kendini bilerek, gayrisine yabancı olmamaları, sanatkârı, varlığın bütün boyutlarıyla kardeşçesine yaşayan, kendisi başta olmak üzere hiçbir şeyi fesada uğratmayan kişiye dönüştürmüştür. Yani sanat bir bozgun, sanatkâr da bir bozguncu değildir.

Nedim dahil, hiçbir divan şairimiz müfsit değildir. Mimar Sinan başta olmak üzere, eşyanın hakikat terbiyesiyle yetişmiş hiçbir mimarımız bozguncu değildir. Topografyaya saygılı, malzemeye duyarlı ve gelenekler karşısında hassas, mütevazi birer sanatkârdırlar hepsi. Türk Müziğinin İcracısından bestekarına hiçbirisi insanları yoldan çıkarmamıştır. Hiçbir nakkaş, müzehhib ya da ebruzen insanı kendine yabancılaştıracak bir serüvene ve dünyaya taparcasına meyletmeye davet etmemiştir. Halk ozanlarımız ise baştan sona Hakk’a, hakikate davet emişlerdir insanlarımızı.

Sanatın tabiatında var olan budur. İnsana sanat yapma gücü veren Allah, sanatı bunun için yaratmıştır. Sanat insanı güzelleştirmek için vardır. Sadece güzelleştirmek değil, hakikate ayarlı bir uyanıklıkla nefes almak için vardır. Ama sanatın tabiatı değişmiştir. Modern Batı Uygarlığı sanatın tabiatını başkalaşıma uğratarak dönüştürmüş, eşyaya uyumu ve insanı imar eden halinden insanı tarumar eden ve eşyayla kavgalı bir boyuta düşürmüştür. Sanat uzun zamandır, insanı kendisiyle barıştıran değil, trajik bir ikilemin içine davet ederek insanı çatıştıran bir işlev görmektedir.

Bu işlevin ifsadı doğurması kaçınılmazdı ve kaçınılmaz olandan kaçamazsınız. Biz de kaçamadık. Fesada uğradık.

Fesattan oluşan bu fasit daireden çıkmak için, sanata asli kimliğini geri vermek zorundayız. âli ve ıslah eden kimliğini.

Yoksa? Yoksası yoktur.

Diriliş Postası

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İkinci aşamada başkan Görmez cemaatlerle yüz yüze görüşecek

Cemaatlerle buluşmada ikinci aşama: Görmez yüz yüze görüşecek Diyanet İşleri Başkanlığı’nın FETÖ’nün 15 Temmuz’daki darbe …

Kapat