Ana Sayfa / Yazarlar / Iğdır Valiliğinin Tensibi ile Iğdır’da Yapılan Akif ve Safahatı Anma Toplantısı (İstiklal Marşı’nın metin tahlili)

Iğdır Valiliğinin Tensibi ile Iğdır’da Yapılan Akif ve Safahatı Anma Toplantısı (İstiklal Marşı’nın metin tahlili)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Iğdır Valiliğinin tensibi ile Iğdır’da yapılan Akif ve Safahatı anma toplantısı. 

8 Mart 2022’de bu konuşma Iğdır’da devlet-i Aliyenin bir makanında icra edilmiştir. Sekiz Mart 2022 saat 14 30

Anmaya katılan Rical-i Devlet ve halkımıza teşekkürler.

İstiklal Marşı’nın metin tahlili

Bir Gece 

Ondört asır evvel, yne böyle bir geceydi,

Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!

Lakin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler,

Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi!

Neden görecekler, göremezlerdi tabii;

Bir kere, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi,

Bir kerede, mamure-I dünya, o zamanlar,

Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.

Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;

Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!

Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin.

Salgındı, bugün şarkı yıkan, tefrika derdi.

Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz,

Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!

Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma’sum,

Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!

Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı dirildi;

Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi geberdi!

Alemlere rahmetti evet şer-i mübini,

Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi.

Dünya neye sahipse, O’nun vergisidir hep;

Medyun ona cemiyyet-i, medyun O’na ferdi.

Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet

Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.

 Bu şir peygamberimizin hayatı ve mücadelesinin portresidir. Kısa bir şiirde harika olağanüstü bir görsel ve fikri bir tasarımdır. Akif’in davası da peygamberin davasıdır. O da milletini ikaz etmek ve uyarmak için nebevi bir vazife icra etmiştir. Anadoluyu karış karış gezmiş anlatmış ağlamış ikna etmiş milleti mili mücadeleye hazıramıştır, hepimiz bu hürriyet ve rahatı bu gibi insanlara borçluyuz, üstümüzdeki bayrak altımızdaki toprak, bize bu adamlara  saygıyı emrediyor.

1.Kıta

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Marş yazılırken henüz savaştaydık, bu yüzden Akif orduya hitab ediyor, sonra da millete hitap ediyor. Korkma kelimesi bizim dini ve tarihi kültürümüzde önemli bir yere sahip. Peygamberimiz (asm) Hz. Ebubekir ile mağarada gizlendiklerinde Kureyş mağaranın önüne gelir, örümcekler kalın bir perde örmüşlerdir, güvercinler de üzerinde yuva yapmıştır. İçeri girmek isterlerse de birisi bak şu ağa Muhammed doğmadan önce örülmüştür, hem şu kuşlara bak, ne kadar eminler. Mağarada Hz. Ebubekir endişelenir, Peygamberimiz (asm) innallaha maana, korkma Allah bizimle beraberdir, der. Ve oradan kurtulurlar. Hz. Ali vahiy menşeli duası olan Celcelutiyesinde, dolaylı olarak kendisine “latehaf” korkma denir ve o da hayatı boyu korkma nedir bilmez. Bunun örnekleri çok. Akif bu tarihi hadiselere de gönderme yaparak ordumuzu ve halkımızı korkmaya gerek yok Allah bizimle demiştir. Evet tarih boyunca daima iyilik yapmış iyilerden yana olmuş, cihana ilmi ve fazileti öğretmiş bir milletiz, bu yüzden kötü bir muamele ile karşılaşmak eşyanın tabiatına aykırıdır.

Allah, Hz. Musa’ya “Ya Musa latehaf” Ya Musa Korkma, diye hitab eder, firavunla olan mücadelesinde. Akif dini benden kat kat üstün bilen bir adam, bu korkma hitabını söylerden bu kelimenin nerelerde kullanıldığını biliyordu. İstiklal Marşı yıllardır açıklanır, bu sahanın duayenleri bir gün bu dini ve milli metni bu tarihi realitelere göre izah etmediler. Din ve millet aynı metinde bunlar ayrı şeyler değil. Sanki ayrı şeymiş gibi milleti biri savunur biri dini, yok böyle şey bunlar ayrı olduğu için bu ayrılıklar doğru.

Birinci dörtlükte Akif millete olan güveni anlatır, bu şafaklarda yüzen al sancak yine yüzecektir. Hatta ülkede bir tek yanan, tüten ocak bile kalsa o tek insan o bayrağı dalgalandıracak iradeye ve güce sahiptir. Bu millete olan güvendir. O kadar maziden gelen bir sahiplik kelimesi ile hitab eder ki, o benim milletimin yıldızıdır parlayacak. Tekrar iki defa o benimdir, o benimdir, burada üç kere benimdir demesi güçlülüğü ifade ediyor, milletin gücünü ifade ediyor. “Milletimidir ancak” derken burada ancak kelimesi tahsis yani yalnız bize aittir demektir.

2.Kıta

Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal!

Hilalin bir endişesi vardır, Akif onun endişesinin yersiz olduğunu ona hatırlatır. Onun çatık, şiddetli ve celalli durmasını istemiyor. Çünkü Hakk’a yani Allah’a tapan bir milletin istiklal yani bağımsızlık hakkıdır. Haktan başka şeylere tapan milletler, sapıtan toplumlar eninde sonunda imkanlarını ve hürriyetlerini kaybederler. Türk milleti kahraman bir millettir, kahraman her yaptığı insanlık tarihine ancak kahramanlık olarak geçen milletlere verilebilen bir payedir. Dünyada bütün büyük işler ister tarihi, ister fenni ve dini, büyük adamlar, kahramanlar tarafından yapılmıştır. Türkün mayasında sıradan işler yoktur, hepsi kahramanlıktır, bin yıl İslamın bayraktarlığını yapmıştır, ümmeti İslamiyenin önünde gitmiş onlara bayraktarlık etmiş yön göstermiştir, bunun göreceli tarafı yoktur. Türk milleti daima mazlumların sığınağı olmuştur, musibete düşen toplumlara kucağını açmıştır, bunlar çok uzun bahislerdir. Son dönemde birkaç densizin Türkle Türklükle alakası olmayan icraatlarından dolayı bin yıllık şerefli mazisi olan bir millet kirletilemez. Bu topraklarda yaşayan insanların hep birlikteliği vardır, mazide kazanılan bütün başarılan ve kahramanlıklar bu topraklardaki insanlara aittir, kim kendini bunun dışında görürse o hastadır, yanlı yoldadır. Velhasıl Hakka yani Allah’a tapan bütün milletlerin hakkı istiklaldir, tapınılan şeylerin çoğalması insanı şaşırtır, tek ilah, tek vatan, tek gaye.

3.Kıta

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Türk milleti öncesi tayin edilemeyen bir zamandan beri hür yaşamıştır, milleti adına söyler “hür yaşadım” yani dili geçmiş zaman şimdiye kadar hür yaşadım demektir. Sonra hür yaşarım diyor, yani sürekli şimdiki zaman ne maziye ne geleceğe intikal etmeyen bir geniş boyutlu zamanda yaşayacağım demektir, yaşamaktayım demektir. Olmayacak şeylere tevessül eden insanlar çılgındır, çünkü çılgının mantığı yoktur, hesabi değildir. Bize ancak çılgınlar saldırabilir, aklı başında insan bunu yapamaz, çılgında aklı başında olmadığı için yaptığı şaşkınlık vericidir, çünkü çılgındır. Böyle bir çılgın da yok, dağları yırtan, enginlere sığmayan bir milleti nasıl dizginleyebilir bu çılgın benzerleri.

4.Kıta

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?

Çelik beşerin kendi icad ettiği bir savunma zırhıdır, bizim Türk milletinin ise zırhı imanıdır. Çeliğin terkibi izah edilebilir, ama imanın insana kazandırdığı gücün izahı aklı beşerin anlama sınırlarının ötesindedir, çünkü biri demire sığınıyor, diğeri ise bütün kainatın sahibinin kudreti mutlakasına, ilmine, dayanmaktadır. Bu yüzden çok az kuvvetle tarihte büyük güçleri Müslümanlar ve Türkler yıkmıştır. Bir elektrik bir şehrin bütün aydınlatılma, sanayi fabrikaları daha nice işleri yapacak bir kudrete sahiptir, suyun türevidir. O suya o gücü veren Allah’tır. Yarattığı şeylere bu kadar mukavemet veren Allah kulunun kalbine ve bedenine iman ile inikas ederse o gücün izahı  yaşanır, ama izahı yapılamaz.

İdraki maali bu küçük akla gerekmez – Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez

Onun afakını çelik zırhlı duvar sarmışsa bizim ise iman dolu serhaddimiz, kalemiz var. Sen ulu bir milletsin, o köpek mizaçlı batı köpek gibi, ayı gibi, ulusun senin imanını boğamaz. O uluyan tek dişi kalmış medeniyet canavarı böyle bir imanı bozamaz. Bütün dişleri dökülmüş, insanlık tarihindeki rolü ortaya çıkmış, Avrupayı kan gölü haline getirmiş, haçlı ruhu ile gittiği yerleri yakıp yıkmış bir insanlık götürememiş bu tek dişi kalmış canavar bizi boğamaz.

Buraya kadar batı blokunun gücünü ve bizim gücümüzü tahlil etti ve bizim niteliklerimizi ortaya koydu.

5.Kıta

Arkadaş! Yurdumu alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Şimdi hitap ülkenin insanına, gencinedir. Ona sorumluluk yükler. Yurduma alçakları uğratmaması gerektiğini ihtar eder, batının hayasız akınına karşı göğsünü yani imanını siper etmesi gerektiğini söyler. Eğer böyle yaparsa Hakk’ın yani Allah’ın ona vadettiği saadet günleri doğacaktır, belki yarın belki yarından da yakın. Vatanlarını koruyanlar Hakk’ın yani Allah’ın vadettiği saadete çok yakın zamanda kavuşacaklardır. Tarihimiz  bu konuda büyük örneklerle doludur.

6.Kıta

Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Yine ülke insanına gençliğine hitap devam eder. Sorumlu yaşamasını salık verir, Anadolu toprağı şehit kanları ile kemikleri ile doludur, ecdadının kanı ve kemiklerinin tezyin ettiği toprağı üzerindeki insanlar sorumsuzca dolaşamaz. Kabirlerin üstünde kötü şeyler yapılmaz, onları rencide eden tutumlardan ve hallerden insan kaçınır. Hatta başka dinden de olsa kabir çiğnemek uygun görülmemiştir. O toprakların altında binlerce kefensiz insan yatmaktadır, insan onları nazara alarak bu topraklarda dolaşmalı ve yaşamalıdır. Eğer böyle onların ruhundan ve kendilerini feda ettikleri hakikatten ve vatandan uzak bir ruh ile yaşanırsa onların lanetine neden olur, bizim kazandığımız hürriyeti ve rahatı onların kanları ile elde ettiği bir gerçektir, biz de onların ruhlarına ve kutsal hatıralarına saygı göstermeliyiz. Bizim aramızdaki değer ölçüleri sonradan icad edilmiş mahiyetleri şaibeli şeylerdir, ama atalarımız yek vücud ve yek gaye uğruna öldüler, biz birbirimize düşersek onları üzer ve lanetlerine layık oluruz. Bu vatanı bizden öncekiler öldüler ve kimseye vermeyip bize bıraktılar bizim de üzerimize hakdır ki o toprakları korumak, üstelik cenneti kazanan ve cennet olan toprakları korumalıyız. Bize dünyaları da verseler bizim dünyamız ecdadımızın yaşadığı hatıralarımızın kaynağı olan bu topraklardır, onu dünyalara değişmeyiz. Biz ancak bayrağımızın dalgalandığı ve ecdadımızın kemiklerinin altında olduğu bizim toprağımızda mutlu olabiliriz.

7.Kıta

Kim bu cennet vatanının uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsında Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Akif bir ruhun tercümanı oluyor, bu vatan cennettir, çünkü cennet bu vatanda kazanılıyor, burasını cennet yapan bütün atalarımızın mezarları, hatıraları, milletimizin zaferleri, kendi tabiatımızdır, onlara ruhen bağlıyız. Çok yönlü psikolojik, tarihi ve dini gerekçelerle bağlı olduğumuz toprak bizim cennet vatanımızdır, bu yüzden o vatana ruhunu feda etmeyen olamaz, etmeyen ruhen vatanla bağlantı kuramayan nadanlardır. Bu bağlantıyı kuramayanlar hainlerdir. Kendinin ve binlerce yıl bu topraklarda yaşayan atalarının ruhundan kopmaktır. Bir insan değil bir ucubedir.

Öyle ki Anadolu toprağında o kadar mukaddes cihatlar olmuşki hakikaten belli metrekareye büyük oranda kan düşmüştür, toprağı sıksan o şehitler fışkıracaktır. Şehit mukaddestir, onun toprağı da aynı değerdedir. Akif yine hem kendi hem de milleti adına vatanın önemini vurgular o toprak bizim canımızdan her türlü sevgilimizden daha önemlidir, can ve cananımız onun varlığı ile kaimdir, canımız onun tabiatı ile ayakta, cananımız da öyle, onları alsın ama Hüda bizi vatandan mahrum etmesin.

8.Kıta

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

Akif kendisi milleti adına Allah’a dua eder, ricada bulunur. Bu vatan bizim mabedimizdir, çünkü İslam dininde toprak mesciddir, her yerinde secde edilebilir, secdenin tahsisi belli yere inhisarı şart değildir. Ordularımız savaş sırasında her yerde secde etmiştir, hatta savaş meydanlarında cemaatle namazı bile terk etmemiştir bizim atalarımız. Bu yüzden bu topyekün mabed olan vatanımıza yabancıların elinin değmemesini rica eder Allah’tan. Bu dua kabul olmuş, bir süre sonra savaş kazanılmış ve zafer ilan edilmiştir.

Metnin beyin cümlelerinden biri Bu ezanların şehadetlerinin dinin temeli olmasıdır. Ezanda iki yerde şehadet kelimesi geçer, Eşhedüenlailahe illallah, eşhedü enla Muhammeden Resululullah. Kainat kendisi Allah’ın varlığına şahittir, ben der onun eseriyim, eserin sanatçısı olur. Nasıl Picasso’nun eseri onun şahidi ise kainatta Allah’ın varlığının şahididir, ve bağırır, ben Allah’a şahidim ey ezanı dinleyen ve duyanlar. Sonra Peygamber varlığın esrarını ve Allah’ı anlatan bir büyük öğretmendir, o da Allah’ın varlığına şahittir, hem de öğretici şahit. Bu iki ifade her ezanda dört defa tekrar edilir. Allah ve Muhammed ikisi dinin temelidir ve Allah onları ezanla insanlara ilan eder, dinin temeli bunlardır der. Bunlar semadan eksilirse vatan da olmaz çünkü Allah’ın dini ezan ve namaz üzerine kuruludur. Namaz da zaten Peygamberimizin ifadesi ile dinin direğidir. Ezan ve namaz dinin temelidir. Akif bunu anlatır, Mehmet Kaplan din ve devlet birbirinden ayrılmaz,  birini yıkan ötekini yıkar der. Bu yüzden dinin temeli olan ezanın ebedi yurdumun üstünde inlemesi gerektiğini Akif söyler.

9.Kıta

O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

İstiklal Marşı estetik bir vaka örgüsüne dayanır. Baştan sona birbirini tamamlayan ve gittikçe gelişen bir yapısı vardır. Dokuzuncu kıtada şair artık mutludur, çünkü sorumlu bir gençlik ve ülke insanları, atalarına karşı kalben bağlı, dinine ve ezanına saygılı ve gereklerine uyan, vatanını hiçbir süfli ve maddi değerle değiştirmeyen bir nesil orta yerdedir, idealdir. Bu mutluluğu yukarıdaki mısralarla ifade eder. Secde memnuniyetin ifadesidir ve Allah’a karşı yapılır,  bu secde gönülden yapılan ve bin ile ifade edilen birçoklukla ortaya konur. Memnuniyetin ve teşekkürün sonucudur. Secdeyi şehidi temsilen mezar taşı yapar, vücudunun her cerihasından kanlı yaşı boşanır, memnuniyetten yerden mücerred naşı fışkırır, yükselerek arşa değer başı. Yeniden dirilmiştir, yaşadığı toprakların mensupları gerekeni yapıp, sorumluluklarını yerine getirirse elbette şehit de buna karşılık olarak bütün şehitlik belirtilerini terkedip memnuniyetten başı arşa vurur. İman o kadar apokaliptik ki davranılması imkansız gibi. Eğer bu yapıcı gelişmeler olmazda insanlar behimi ve beşeri yaşar değerleri kulaklarını ve ayaklarını kaparlarsa o zaman toprağın altındaki şehitler de memnun olmaz.

10.Kıta

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!

Memnuniyet hilale uzanmış. Dökülen kanlar helal edilmiş, ırk başarmış ve kanları helal olmuştur. Millete ve ırka çöküş ve kaybediş yoktur. Ve Hür yaşamış bayrağın hakkı hürriyettir, hakka tapan milletin de hakkıdır, istiklal. Bağımsız yaşamak.

Türk edebiyatının Türk milletini yansıtan büyük şiirler milletin bütün özelliklerini taşır, din, millet, milliyet, estetik, birlik, vahdet, ortak yaşama, tarih, cesaret, başarı, ölüm ve şehitlik vb. Bunların bir bütünlük içinde izahı gerekir. Tarih-din–millet–sanat bir bütünlük içinde verilmelidir, yoksa bugünkü kültür dejenerasyonu, kimlik bunalımı ortaya çıkar. Tarihçi edebiyatı bilmez, din adamı edebiyatı bilmez, edebiyatçı dini bilmez. Halbuki tarihin içinde yüzde on edebiyat, edebiyatın içinde yüzde on tarih, yani hakim ağırlıkların yanında birbirine kapılar açan bir eğitim nesli daha etkili ve dengeli yapar.

Akif bunları bir arada anlatmış ve dokuyu eklektik değil estetik olarak ifade etmiştir. 

Kurtuluş savaşının sıcak günlerinde henüz savaş devam etmekte ve zafer görünürde ümhemdir, milletin askerin ruhunu yüceltmek ve iradesini kuvvetlendirmek için bu marş Akif tarafından kaleme alınmıştır. Para verileceği için kabul etmez, Hamdullah Suphi’nin ricası ile marşı yazar. 12 Murt 1921’de marş mecliste kabul edilir alkışlarla tehalük edici. Mustafa Kemal de marşı etkileyici bulur. Akif marş kabul edilirsen utancından dışarı çıkmıştır, tıpkı zaferden dönen Yavuz Sultan Selim geceden karaya girer, efendim size ihtifaller hazırlamıştık denir, o da “Ya bana da bir gurur gelirse der” böyle yüksek bir insaniyetin sonucudur büyük hükümdar.

Şiir tarih demektir Akif savaştaki bir millete azim direnç düşünce ve sorumluluk vermek için şiir yazmıştır. Şiirde en önemli öğe dindir, istiklal ancak hakka tapanların hakkıdır, bir millet Allah’tan başka mabudlar edinirse istiklalini de kaybeder, bizi istiklal savaşına iten harici nedenler, siyasi sebeblerin yanında bir de milletteki bozulma ve dejenerasyon vardır, Bediüzzaman savaşların nedeni namaza ve ezana koymayan insanların savaşta koşmakla o borcu bir nebze ödediğini ifade eder. Bütün peygamberler tarihi insanlardaki ahlaki ve dini bozulmalardan dolayı facialar barındırır. Ama biz onları hikayeler olarak algılarız, en saçma kelimelerden biri kurandan hikayeler gibi cümleler, onlardan ders almak yok ki. Dinin en büyük ibadeti namaza çağrı var çünkü ezan dinin temelidir, Akif şiirin dili ile namaza ezana dikkati çeker. Bir marş musikisi ile bu koca muazzam metin sair kısımları anlaşılmadan iki dörtlüğü okunur gider. Bediüzzaman Mustafa Kemal’e “İslam’da imandan sonra namazdır, namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur” der Akif de yine aynı yolda ezanların dinin temeli dolayısıyla namazın dinin temeli olduğunu söyler. Peygamberi Zişan da esselatü imadüddin der, yani namaz dinin direğidir. Akif, Bediüzzaman ve hepsinden öte Resulullah namaza dikkat ederler.

Bir şiir de Bülbül şiiridir, o da bir tarihtir. Akif önemli tarihi vakaları şiirlerle tarihe mal eder. Bursa işgal edilmiştir, Akif bu büyük tarihi şehrin işgaline bigane kalmaz. Onu yazdığında “bütün dünyaya küskündür” etraftan uğultular haykırışlar duyar.

Karamsar ve melankolik bir günde, milletin ağlayışını ve Bursa’nın işgalinin trajedisini bülbülün ağlayışlarına bağlar, sonra Bülbül’ün ağlaması gerekmediğini asıl suçlunun kendisi olduğunu anlatır, “Matem senin hakkın değil matem benim hakkım sus ey bülbül” der. O vatanı. Bir milletin haşmetli mazisini bülbüle hitap ederek anlatır.

Eşin var aşiyanın var baharın var ki beklerdin 

Kıyametler koparmak neydi ey bülbül nedir derdin?

O zümrüd tahta kondun bir semavi saltanat kurdun 

Cihanın yurdu hep ciğnense çiğnenmez senin yurduni

Hayır matem senin hakkın değil matem benim hakkım sus ey bülbül

Hayalimden geçerken şimdi fikrim hercü merc oldu Selahittini Eyyübilerin Fatihlerin yurdu

Teselliden nasibim yok hazan ağlar baharımda

Bugün hanümansız bir serseriyim öz diyarımda

Ne hüsrandır ki yarkın ben vefasız kansız evladı 

Serapa Garba çiğnetstim de haki ecdadı

Ezan sussun semalardan silinsin yadı Mevlanın

Çökük bir kubbe kalsın  mabedinden Yıldırım Han’ın 

Şenaatlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın

Sürünsün şimdi milyonlarca mevasız kalan dindaş 

Dolaşsın sonra İslâm’ın haremgahında namahrem eli 

Benim hakkım sus ey bülbül senin hakkın değil matem

Akif kendini dolayısıyla milleti suçlar çünkü işgalin sebebi milletin suçudur, vatanını korumayamıştır, bu şimdi de bizim başımıza gelebilir anlam geniştir.

Akif’in hayatı ve şiirleri düşünülen ve düşündürülen levhalardan oluşur, bir milletin romanıdır.  

Akif yine bizim tarihimizde bir büyük dönüm noktası olan Çanakkale savaşlarını bir şiirinde resmetmiştir. Savaşı bu şiir hafızalarda yaşatmıştır, sanat edebiyat kısmen ebediyettir. Bizim sebebler tahtında Çanakkalede başarılı olmamız imkansız. Ama Allah bin yıl İslam’ın bayraktarlığını yapan bir milleti batını savletinden korumuştur.

Şiirin başında bize saldıran güçleri tasvir eder.

Çanakkale Şehitlerine – Mehmet Akif Ersoy

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı! ”
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. (1)
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, (2)
Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlâhî o metîn istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme” dedi.
Âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, (3)
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, (4)
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy

(1) İlk baskılarda:…kum gibi, mahşer mi, hakîkat mahşer.
(2) İlk baskılarda:…duruyor karşında,
(3) İlk baskıda: Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
(4) İlk baskılarda: Ebr-i nîsânı açık…

Çanakkale Şehitlerine – Mehmet Akif Ersoy

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı! ”
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. (1)
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, (2)
Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlâhî o metîn istihkâm.

Baştan itibaren otuzu aşkın mısralar savaşı ve batının insafsızlığını  bir milleti tarihten silmek için ne kadar zalimane teknik güçle koşup geldğini anlatır. Ama göğüsteki imanı alamayacak bir yoğunlaşmadır . Kat kat imana karşı yapılan ir sonuç vermez, cünkü o metin iman denen sığınağı yayan tesis eden Allahtır. 

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer;

İnsana imanın kazandırdğı gücü beşerin teknik vasıtaları yenemez. Tarihte bunun örneği çoktur.

Bundan sonraki kısımlar Mehmetçeğin anlatımıdır. Ona övgüdür, o askerin kanı Tevhidi kurtarmıştır.O kadar büyüktürki gökten ecdad geçmiş saferlerin kahramanları inip onun anlını öpseler layıktır. Çünkü Çanakkale son çaredir eğir hainlerm düşnanlar başarılı olsa bizim için iyi şeyler olmayacak. Peygamberimiz Çanakkalede savaşı manen destekler bunu veliler görmüşlerdir. Çünkü nesil Akif’in portresini çizdiği Asım’ın neslidir. Nesildir gerçek. Bedir savaşı ile Çanakkale fonksiyon ve rolleri itibariyle karşılaştırılabilir. İkisi Badir de kaybedilse islamıanacak Allah’ı anacak kimse kalmayacak Cenabı Nebi secdeye kapanır ve bu şekilde yalvarır, söz alına başını kaldırır, Cenabı Ebubekir buna şahittir. Onu istiab edecek mezar yoktur, tarihe bile gömsen yetmez, onu alacak bir kabir yoktur. O tarihin akışını değiştirmiştir, hercümerc etmiştir. Batının bütün hainlikleri bu savaşla bitmiştir. Ona makber gerekmez, makberi yerine onu peygamber kucağını açmış beklemektedir.Batı Osmanının Türklerin önemini bilriği için onara yükleniz,başka millete böyle bir savaşla  

Yüklenmemiştir. Nereye vuracağını bilir batı. Askeri anlattığı ve övdüğü apokaliptik mısralar çok derinliklidir.

Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme” dedi.
Âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy

Şiir bir savaşı düşmanın tahşidatını tasvirle geçer, bir yönden savaş şiiridir. Akif’in muhayyilesinin ve tasarım gücünün harikalığını yerindeliğini, canlılığını konusuyla nasıl istiğraka kapıldığını, bütünleştiğini kullandığı kelimelerin ve tasvirlerin yerindeliğini ve estetik derinliğini anlatır.

Akif bir eleştirmendir. Safahat bir milletin uyanması için eleştiriler yumağıdır.En büyük eleştirisi islamın yanlış anlaşılması mizaçlara göre şekillenmesidir, bir diğeri tenbelliktir, kadının hırpalanmasıdır, evlilik kurumunun tenkididir. Akif büyük bir adamdır ama onu birçok şey gibi miletimize anlatamamışızdır. Everest tepesine uzaklardan bakmaktır. Akif hazretleri haketmediği bir yanlızlığa itilmiş, Mısır’a gitmek zorunda kalmış, ölmek için gelmiş ve bizhazirede kim olduğu bilinmeden gidecekken “Bu Akif“ sadasıyla millet uyanmış koca ve kahraman Akif omuzlar üstünde kabri pürnuruna götürülmüştür.

Akif’in Safahat isimli eseri bir roman ismidir, bir milletin son yüzyıldaki macerasının romarııdır. Safha bölüm epizot demektir, roman da epizotlardan oluşur. Bu kitabın bir romanı yazılmadı, Aki teoride göklerde ama uygumada nerededir o ayrı bir konu. 

Safahat’ın bölümleri 

Birinci Safahat daha çok manzum hikayelerden oluşan eleştirilerdir. İkinci Safaat Süleymaniye Kürsüsünde ismini taşır, Akif Camiden konuşur, sadece namaz için gidilen o mekan bir milletin herşeyinin konuşulacağı ve haledileceği bir yerdir ama uygulama o değil. Üçüncü Safahat Hakkın Sesleri ‘dir.Dördüncü Safahat Fatih Kürsüsünde adını taşır iki büyük camiiden millete hitap eder, sosyolojik dini ve toplumsal eleştiriler yumağıdır. Beşinci bölümün adı Hatıralardır.Altıncı bölüm Akif’in kahramanı Asım’ın adını taşır. Yedinci  Gölgeler isimlidir. Eser 1911 ile 33 arasında yazılmıştır.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İman-ı Tahkikî, Keşfiyat, Zevkler ve Kerametlerin Çok Fevkindedir

İMAN-I TAHKİKİ, KEŞFİYAT, ZEVKLER VE KERAMETLERİN ÇOK FEVKİNDEDİR!.. Deniliyor ki:  "Madem Risale-i Nur hem kerametlidir,  …

Kapat