Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Bediüzzaman ve Risaleler Hakkında Ne Dediler? / İhsan Kasım Salihi’den Hatıralar / Salih OKUR

İhsan Kasım Salihi’den Hatıralar / Salih OKUR

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Muhterem İhsan Kasım es Salihi beyefendiyi evinde ziyaret edip, sitemiz için bir söyleşi gerçekleştirdik. Hatıralarından “bir nebze” alma imkânı oldu.

İhsan Kasım Bey, Risale-i Nur külliyatını selis ve akıcı bir şekilde Arapçaya çeviren Kerkük Türkmenlerinden bir âlimimiz. Bir samimiyet, mahviyet ve ihlas abidesi..Kendisinden bahsetmekten çok sıkılıyor. Hizmet eksenli bakış açısına sahip bir dava adamı olarak hep “hizmet hizmet” diyor. Gerek eserlerin çevirisinde, gerek İslam dünyasındaki ulemaya ulaşmasında büyük pay sahibi olmasına karşı kendisini “hafa turabında” gizliyor. Buna rağmen bizi kırmadı ve bir kısım hatıralarını anlattı.

Irak’ta risalelerin yayılmaya başlaması 1950’li yıllarının başına dayanıyor. Fedakâr bir İslam hâdimi olan Ahmed Ramazan‘ın hizmet için bu ülkeye gitmesi ilk çekirdek olmuş. Ona da en büyük destek Irak’ın büyük âlimi Emced Zehavi hazretlerinden gelmiş.

Emced Zehavi ki, kendisine Hanefi fıkhındaki derinliğinden ötürü “Irak İmamı” denmiştir. Bu büyük âlim medrese eğitimini Osmanlı İstanbul’unda aldığı için Bediüzzaman’ı yakından tanımaktadır. Merhum Ali Ulvi Kurucu, Hatıralarında bu hususta şunları söylemektedir; “İstanbul’da tahsilde bulunurken Mehmed Akif ve Naim beylerle, Bediüzzaman’la görüşüp konuştuğunu söylemişti. Merhum Bediüzzaman hazretleri hakkında kanatlarını sormuştum. Şunları söyledi; “Bediüzzaman bir deha idi. Dışarıdan kendi halinde bir derviş gibi, öyle görünürdü. Ancak kendisiyle görüşünce kıymetini anlardınız.

O, hepimizi geçti. Bak, bu hükümet darbesi(1963 Irak Askeri darbesi) oldu, ben kaçtım geldim. Belki hayatımı kurtarırım da dönüşte bir işe yararım dedim. Hapse atacaklar, zaten hasta bir adamım, hapse filan dayanamam. Onların ne suallerine cevap verecek ne de işkenceye dayanacak bir halim var.

Fakat Bediüzzaman hepimizi geçti. Faaliyetlerini takip ediyorum. Irakta sevenleri var. Siracunnur ve Zülfikar diye iki eserini getirdiler, okudum. E, o yüksek fıtrattan bu hizmetler beklenirdi. Asıl hoşuma giden tarafı, felaketlerden sonra ümidini kaybetmemesi, cihada devam etmesiydi. Türk milletine yaptığı bu hizmet unutulmaz.”

İhsan Kasım Bey işte bu iki büyük insan vesilesi ile 1950’lerin başında tanıdığı nur risalelerini yavaş yavaş tercümeye başlamış ve hizmet bu günlere gelmiş. Kendisine bir kere daha teşekkür ediyor, sıhhat ve afiyet diliyorum. Salih Okur

Ebul Hasan en Nedvi’nin Üstad hakkında tebliği

Afganistan’da bir ehl-i hizmet, risalelerin Farsça lisanına tercüme edilmesi için uğraşıyor. Çevrenin tanınmış âlimlerine kısım kısım paylaştırmış. Onlar tercümeye başlamadan önce okumuşlar. İstişare için toplandıklarında onlardan çeşitli itirazlar gelmiş. Bunun üzerine o zat demiş ki; “O zaman, ben İslam âleminden büyük zatların Bediüzzaman hakkında görüşünü alıp size göstereyim.” Ona diyorlar ki; “öyle yapma, Ebu’l Hasan en Nedvi’ye sor. O, Said Nursi hakkında ne derse biz hepimiz onun dediğini kabul ederiz.

Benim durumdan haberim yok. Baktım bir gün bir faks geldi. Faksta soruyor; Acaba Ebu’l Hasan en Nedvi, Üstad hakkında bir şey söylemiş midir?” Ben de cevap yazdım “Ebu’l Hasan en Nedvi, Üstad hakkında tebliğ yazmıştır.” Hemen o tebliğin tamamını fakslayıp gönderdim. Sonuçta oradaki ulema da Nedvi’nin dediklerini tasdik etmişler ve böylece Farsça tercümeler başlamış oldu.

“Allah Sizin İmanınızı Zayi Etmez”

Ebu’l Hasan en Nedvi, doksanlı yıllarda İstanbul’a gelmişti. Vefa’da bir vakfın konferans salonunda bir konuşma yaptı. Orada dedi ki; “İnanın ki, ben ne zaman şu ayeti okusam sizi düşünürüm; “Allah sizin imanınızı boşa çıkarmaz.” Asil bir ecdadın torunlarısınız. Allah, onların bu dine yaptıkları hizmetlerini, imanlarını, cihadlarını boşa çıkarmaz. Bana “delilin nedir” diyeceksiniz. Kehf suresinde Cenab-ı Hak Hz. Musa ile Hz Hızır’ın meşhur yolculuğunu anlatıyor. Orada Hz. Hızır, Musa Aleyhisselam’a bir şehirde bir duvarı tamir etme hikmetini anlatırken diyor ki “Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı; babaları ise salih bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar.”(Kehf Suresi: 82)

İşte sizin babalarınız, ecdatlarınız salih insanlardı. Allah, bir salih zatın yetimleri için iki büyük kulunu göndersin de, sizin dedelerinizin hatırı için sizin kurtarıcınızı göndermesin mi? Olur mu böyle şey? Olmaz.”

Orada bir de demişti ki; Hind Müslümanlarında öyle bir Osmanlı sevdası vardı ki, annelerin çocuklarına okudukları ninnilerin konusu Osmanlıydı.” Hatta o ninnilerden birini orada Urduca okumuştu.

Nedvi İle Görüşmem

Bu konferans biter bitmez yanına gittim. “Sizinle özel bir görüşme yapmak istiyorum” dedim. Dedi; “Ben filan oteldeyim, saat sekizde oraya gelebilirsin.” Gittim, gördüm ki kendisi hasta, uzanmış. Başında hizmetkârları vardı. Elini öptüm, gel dedi. Arapça olarak hazırladığım üstadın hayatını kendisine hediye ettim. Ona baktı, baktı; “Ni’mel hediye Ni’mel hediye Ni’mel hediye(Ne güzel hediye…) dedikten sonra şunları söyledi; “Ben tedavi için buradan İngiltere’ye gidiyorum. Orada birkaç konferans vereceğim. İnşallah bu kitaptan da istifade ederim.”

Risalelerin Irak’ta ilk basımı

Irak’ta ilk olarak eserleri bastırıyoruz. Bir matbaaya gittik. Mısırlı bir çocuk orada çalışıyordu. O çocuk orada yatıp kalkıyordu, oranın sahibi, her şeyi idi. Bir bina da değil aslında. Binanın bir köşesi. Her tarafta örümcek ağları..Paramız ancak orda bastırmaya yetiyordu. Onunla anlaştık.

Kapağını başka yerde yaptırdık. Aslında paramız hiç yoktu. Gerçi çok imkân vardı. Çevremizdeki dostlar burs diye, hibe diye para vermek istediler, biz kabul etmedik, o kapıyı açmadık.

Hatta benim kalbimden önce şöyle geçiyordu, zekât parası toplayıp bastıralım. Birkaç âlime sordum. “Olmaz” dediler, “zekât parası kitab basımına verilmez.”

Bunun üzerine kendi maaşımdan, çocuklarım kumbaradaki paralarından borç alarak baskı masrafını denkleştirdim. Sonra eserler basıldığında çocuklarıma borcumu ödedim.

Faslı bir âlimin eserlerle tanışması

Abdülkadir İdrisi Faslı bir âlim. Yaşlı birisi..Üstada hayran dersem az söylemiş olurum. Bu zatın eserleri tanıması da enteresan. Bu adam birkaç sene evvel Türkiye’ye bir ziyarete gelmiş. Çemberlitaş’ta Mina otelinde kalmış. Orada bir Milli Eğitim Bakanlığının şubesi var. Orada bir işi varmış, orayı arıyor. Derken Envar Yayınevinin önünden geçiyor. Oradan da aynı sırada bir genç çıkıyor. Gence adresi soruyor. Onu da biraz Arapçası varmış,onu istediği yere götürüyor. Sonra bu genç ona Arapça bir risale hediye ediyor.

Ertesi sene aynı adam aynı otele tekrar geliyor. Bu sefer bir vazife icabı değil, hanımıyla beraber turist olarak geliyor. Envar Yayınevine gidiyor; “Bu kitabın mütercimi İhsan Kasım’ı bana bulun” diyor. Kader-i ilahi o adresi gösteren kardeşimiz de orada.

O da bana telefon açıyor, durumu anlatıyor. “Hay hay” dedim, “Rüstem paşadaki vakıf merkezine gelsin.” Geldi, oturduk. Yemek yedik. Sordu..sordu..sordu..Kitaplardan bir takım aldı, gitti.

Daha sonra Al Âlem Gazetesinde bir yazı yazmış.. Cemaat-ı nur nedir, nasıl bir harekettir. Güzel, müspet bir yazı..Sonra ben Fas’a gittiğimde onu ziyaret ettim. Çok sevindi. Dedi ki; “yeni bir yazı kaleme alacağım. Yazacağım yazı bir itizar, üstaddan bir özür dileme. “Ya üstadım, benim saçım ağardı..Ömrümü başıboş, bu kitaplar içinde geçirdim. Sen neredeydin?”

“Şimdi her gün sabah namazında başlamak üzere Risale-i Nur’la meşgulüm” diyor.

Sonra bir yazı daha kaleme aldı. Biliyorsunuz, Mucizat-ı Ahmediyye Risalesinin başında kısa bir ihtar var. Biz onu okur, geçeriz. Üstad orada ne diyor; “Şu risalede çok ehâdis-i şerife nakletmişim. Yanımda kütüb-ü hadisiye bulunmuyor. Yazdığım hadislerin lâfzında yanlışım varsa, ya tashih edilsin veyahut “hadis-i bilmânâdır” denilsin. Çünkü kavl-i râcih odur ki, “Nakl-i hadis-i bilmânâ caizdir.” Yani, hadisin yalnız mânâsını alıp, lâfzını kendi zikreder. Madem öyledir; lâfzında yanlışım varsa, hadis-i bilmânâ nazarıyla bakılsın.”

İdrisi diyor ki; “Bu nasıl bir söz Allah aşkına. Öyle bir söz görmemişim. Bunun tasviri yok. Bu neye delildir? Bu adamın fetanetine, bu adamın tevazuuna, bu adamın Allahça olduğuna delildir.”

Said Ramazan el Buti ve Risale-i Nur

Said Ramazan el Buti bir defasında Türkiye’ye geldiğinde birisi ona bizim tercümeleri sordu. Dedi ki; “Yutribu’l Arap ve yurzı Türk” (Arab’ı coşturur, Türk’ü de razı eder.)

-Said Ramazan Arap dünyasında üstad hakkında ilk eser kaleme alan kişi değil mi?

-Evet, onun eseri de faydalı olmuştu. O ilk olarak risalelerin Arap dünyasında yayılması hususunda umumi olarak bir ilk hazırlık verdi. Broşürden biraz daha büyüktü. Daha sonra kendisinin “Mine’l Fikri ve’l Kalb” adıyla bir kitabı çıktı. Orada makalelerini toplamıştı. O broşürü orada tekrar neşretti. O sıralar Suriye İhvan’ın başında olan Mustafa Sıbai Hadarat’ül İslam adıyla bir dergi çıkarırdı. Said Ramazan el Buti’nin eserini orada bir kere daha neşretti. Böylece daha geniş bir kesime yayılmış oldu.

Muhammed Mahmud Savvaf ve Risaleler

Muhammed Mahmud Savvaf Irak’ta Emced Zehavi ile devamlı beraberdi. Onun talebesi sayılırdı. Ahmed Ramazan ağabey de onlarla beraberdi. Savvaf vesilesi ile ihvandan çok kimseler risaleleri tanıdı. Çünkü o Irak İhvan-ı Müslimin Cemiyetinin başıydı.

O zamanlar Irak’ta “Es Sicil” adlı günlük bir gazete çıkardı. Bu gazetede başyazar parça parça risaleleri neşrederdi. Es Sicil İhvan’ın gazetesi gibiydi. Sonra Ed-difa gazetesi çıktı. Orada İsa Abdülkadir‘in Risale-i Nur talebeleri ile İhvan-ı Müslimin arasındaki farkları anlatan bir yazısı çıkmıştı. Lahikalara da alınmış. İsa Abdülkadir aslen Türk,Trabzonlu..Ama çok uzun zamandır Irak’taydı. Ahmed Ramazan ile beraberdi. Ahmed Ramazan bunlara beraber Risale-i Nur’dan küçük broşürler bastırırdı. Mesela Emirdağ Lahikasında var, üstaddan soruyorlar. “Ayet-i kerime ve hadis-i şerifler evlenmeye teşvik ediyor. Sonra “la ruhbaniyete fi’l İslam(İslam’da ruhbanlık yoktur) var. Siz ne diyorsunuz? Üstad da cevap veriyor. İşte o soruyu soran o küçük broşürde vardı. Emirdağ Lahikasında sadece cevap var, soru yok.. Ben Arapçasında hem soruyu, hem de cevabı koydum.

Irak’ta İhvan’ın Dar-ül Nezir adlı bir yayınevi vardı. Hasan el Benna‘nın kitaplarını basarlardı. Kitabın aralarında boşluklar olur. Oralara da üstaddan vecizeler koyuyorlardı.

Mahmud Savvaf hayattayken Arapça Sözler çıkmıştı, ona hediye ettim. Zeytinburnu’nda bir evi vardı. Afganistan’da yeni dönmüştü. O zaman Burhaneddin Rabbani ile Gülbeddin Hikmetyar’ın aralarında bir problem vardı. Onları barıştırıp gelmişlerdi. Hediyeyi görünce çok sevindi. Üstad’ı “büyük mücahiddir” diye övdü..

Muhammed Ali Sabuni ve Eserler

Muhammed Ali Sabuni ile bir meclisteydik. Biz arkadaşlarla sohbet ediyoruz. O ise eline Lem’alar’ı almış, mütalaa ediyor. Kapattı, dedi ki; “Yahu bu ilham değildir de nedir?”

“Hocam nereyi okuyorsun” dedik.

Hastalar Risalesini dedi.

Sabuni, bir sempozyumda üstatla alakalı daha enteresan bir şey demişti. Ayağa kalktı dedi ki, “Bu Said Nursi’nin ilmi neredendir? Dünyanın her yerinden bu kadar profesörler toplanmış. Bu kadar ilim adamı bir araya gelmiş. Bu zatın ilmi neredendir? Doğru dürüst bir okul okumamış. Doğru dürüst bir hocası, bir diploması yok. Ya bu ilim buna nereden gelmiş. Bu kadar insan ondan ilim alıyor, bu nasıl oluyor? Sonra kendisi ayet-i kerimeyi okudu; “Vettakullahe ve yuallimeküm” “Siz Allah’tan korkarsanız, takva sahibi olursanız, o size öğretir. İşte bu zatın hocası, diploması, okulu budur.”

Prof. Dr. Ammar Djidel’in Enteresan Kitabı

Cezayir Algries Üniversitesinden Prof. Dr. Ammar Djidel masterını Mustafa Sabri Efendi ve M.Zahid Kevseri hakkında yapmış aslen Cezayirli bir zat. Onun yeni bir kitabı var, basılacak. Üstad ile Sabri ve Zahid Efendilerinin görüşlerini karşılaştırıyor.

Orada diyor ki; İslam âlemi bir yıkılış dönemi yaşadı. Ulema onun tekrar eski haline dönmesi hususunda çeşitli projeler sundu. Mustafa Sabri çözümü siyasette gördü. M. Zahid Kevseri ise problemin mezhepsizlikten doğduğunu savundu. Eğer Hanefi mezhebi hâkim olursa tekrar bir diriliş olabileceğini söyledi. Amma Said Nursi bildi ki, hastalık iman hastalığıdır. Milletin hastalığı zaaf-ı diyanettir. Onu tedavi ile toplum sıhhatli bir bünyeye kavuşur. Ve bundan dolayı o tüm mesaisini imanı takviye ve tahkime yöneltti.

cevaplar.org

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

“Ne Hürriyeti, Ne Hürriyeti!”

MUS­TA­FA CHİT TÜRK­ME­NOĞ­LU AĞABEY ANLATIYOR   ACİP BİR İS­TİH­DAM HA­Dİ­SE­Sİ: NE HÜRRİYETİ! (…)   “Mat­baa …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Hangi baharat, hangi hastalığa iyi gelir?

Halk Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. Oğuz Özyaral, baharatların toz olarak alınmaması uyarısında bulundu ve baharatların …

Kapat