İhsan Kasım Salihi, sayın yazarın kitabının ikinci bahsi Nur Talebeleriyle Buluşma adını taşıyor. Bediüzzaman konusunda önemli bir biyografi olan Sayın Necmettin Şahiner’in Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi kitabını alır. Bu kitap yine müthiş bir merak ve araştırma hevesine sahip Necmettin Şahiner’in nasıl merakının peşinde gidip Bediüzzaman’ın yaşadığı coğrafyadaki mukaddes yolculuğunun anlatımıdır.
Bediüzzaman her insana himmet etmez, Şule Yüksel olağanüstü teveccühü yüzünden bir dava adamı olarak anadoluyu hallaç gibi dolaşır, Hekimoğlu hir gittiği yerde nurun pervanesi olan kişilerin arkasından ve ikliminden istifade eder, bu yüzden o da büyük bir himaye görür, eserleri ile Anadolu’yu aydınlatanlar sınıfına girer. Bahadıroğlu tarihin perspektifinden bir anadolu insanına ne lazımsa koşturur, çay eksperliğinden birden bire tarihi yeni nesillere heyecanını yansıtarak verir, o da yine Bediüzzaman’ın olağan üstü hahişlere olan ilgisinden ileri gelir taşa elini vursa sanki Mimar Sinan’ın eline geçmiş bir mimari nesneye dönüşür yerini alır. Kırkıncı Hoca onun güneşinin pervanesi olur insanları bir büyük cazibenin içine çeker. Merakı ve ne için yaşadığını bilmeyem adamlara Bediüzzaman himmet etmez, gider gelir, kırk yıl kendini götürecek bir hamulesi olursa o da iyi. Salihi’de büyük bir merak ve okuma ve araştırma hevesi olan olaganüstü bir kişiliktir, sanki birileri Bediüzzaman’a “işte bak bu senin davana hizmet eder” der gaybi araştırır gibi getirir onları onun
Önüne koyar.
Diyarbakır Bediüzzaman’ın ikliminin önemli duraklarından biridir, Salihi orada Sayı Mehmet Coşkunsel’i dinler. Ondan Mucizat-ı Ahmediye Risalesindeki Cenab-ı Nebi’nin yed-i mubareğinin tafsilini okur.
Resulullahın Mübarek Eli, bu parça altın ve elmasla yazılsa liyakatı var.
Avucunda küçük taşların zikiry ve tesbih etmesi, “vemaremeyte izremeyte” sırrıyal aynı avucunda küçücük taş ve toprak düşmana top ve gülle hükmünde onları inhizama sevk etmesi “venşekkal kamer nassı ile aynı avucunun parmağıyla kameri iki parça etmesi ve aynı el çeşme gibi on parmağından suyun akması ve bur orduya içirmesi ve aynı el, hastalara ve yaralılara şifa olması, elbette o mubarek el, ne kadar harika bir mücize-i kudret-i ilahiye olduğunu gösterir. Güya ahbab içinde o elin avucu küçük bir zikirhane-i Sübhanidir ki içine taş ve toprak girse gülle ve bomba olur. Ve yaralılar ve hastalara karşı küçücük bir eczahane-i Rahmanidir ki hangi derde temas etse derman olur, ve celal ile kalktığı vakit, kameri parçalayıp Kab-ı Kavseyn şeklini verir ve cemal ile döndüğü vakit ab-ı kevser akıtan on musluklu bir çeşme-i rahmet hükmüne girer.
Acaba böyle bir zatın bikr tek eli böyle acip mucizata mazhar ve medar olsa o zatın Halık-ı Kainat yanında ne kadar makbul olduğu ve davasında ne kadar sadık bulunduğu ve o el ile biat edenler ne kadar bahtiyar olacakları, bedahet derecesinde anlaşılmaz mı?
Onun cazibesine takıldığı bir insan da Mehmet Fırıncı’dır, fırıncılıktan birden bire en büyük niam-ı ilahi olan ve insanın gayesini anlatan metinleri pişirip önlerine koyan niam-ı cennet dağıtan insanın cazibesidir, o da olağan üstü bir kişiliktir, Bediüzzaman kime bakarsa onun cevherini ve nerede istihdam edileceğini görür, ona, eserlerin basımı görevini verir, bu emre karşı şaşkındır çünkü konunun tamamen biganesidir, ama koşar koşturur.
Koşan elbet varır düşen kalkar
Kara taştan su damla tamla akar
Birikir sonra bir büyük göl olur
Arayan Hakkı en sonunda bulur
Sonra bir büyük temessüm sembolü olur, ruhları harekete geçirir, ondan etkilenir Kasım Salihi. Yazar ondan bir Bediüzzaman kerameti ister, keramet gibi muvakkat bir rüzgar istemek Anadolu’da yaygındır, insanlar keramet hastasıdır. Mehmet Fırıncı ona kerameti anlatır. “Benim gibi henüz ortaokul eğitimini bile tamamlamamış bir kişiye gösterdiği keramet sizin gibi bir şahsa refakatçi kılmasıdır” der. Salihi Nur talebelerinin özelliklerinden hem etkilenir hem de etkiler, artık islam coğrafyasında aldığı emir mucibince bir Bediüzzaman seyyahı gib dolaşır. Bu etkilenmelerin sevkiyle külliyatı alır ve Irak’a getirir. Ciddi bir şekilde okumaya başlar. Defalarca okur zihni nurlara karşı açılır, okumak ve mütalaadan büyük zevk alır, hem etkilenir hem ruhu şekillenir bir dava adamının hazırlık dönemidir. Artık o bir Bediüzzaman hayranıdır. Okur ve etrafına anlatır.
Hayretine giden bir durumu anlatır. “Arapça bilmedikleri hatta Arap harflerini bile bilmedikleri halde amellerinde ve davranışlarında yansıyan bu derin imanı nereden buluyorlar? Bu özelliklerin sırrı şüphesiz devamlı okuyup aralarında mütalaa ettikleri Risale-i Nur’da gizliydi.” Bu bin yıl İslam’ın bayraktarı olan millete Allah’ın ihsanıdır, Anadolu toprağından Bediüzzaman ve Risaleler tulu etmişse o toprağan kutsiyeti ile ilgilidir.
Salihi, Risalelerin Arapçaya tercüme edilmesini kendine aksal gaye yapmıştır, Fırıncı Abiye ısrarla bu teşebbüsün gerçekleştirilmesini söyler, o da tercüme edenlerin sadece bir tercüman görevini yapacaklarını ama eserlere hayran olan ve onun okyanusunda bir kişinin tercümeyi yapması yolunda telkinlerde bulunur, bu onun ruhunde terceme edilmesinin itici ifadeleridir. Artık kendini aday olarak hazırlamaya başlar.
Risalelerin cazibesi bulunduğu bölgede evini bir güneş haline getirir, herkes ona koşar o da gelenlere eserleri okur, her gün okuyan artar, müntesipler çoğalır. Okumadan okumaya fark var, Üstad Süleyman El Kabili onun okumasından o kadar etkilenir ki, bizim elimizde de aynı kitap var ama aynı etsi yok, bu da enteresan bir tesbittir. Demek okumasını bilmek lazım.
Siyasetin gevezeliklerinden medyanın hilelerinden uzak bir şekilde yaşamayan Nurlardan gerektiği gibi etkilenemez, siyasetin sohbetini bile gereksiz görmek bunun içindir, çünkü insan ruhunun rayiha-ı kudsisi siyaset ve dedikoduları ile gider. Hatta radyodan savaş haberlerini dinlerken gece rüyasında Hz Ali tarafından ikaz edilir, o da bu ikazı maalmemnuniye uygular.
Tercüme egsersizlerine başlar Allah onu hazırlamak istemiştir, elçi olarak gönderilen bir sahabe gitti ülkenin dilini bilmez, sabahleyin şakır şakır konuşmaya başlar, onun gibi bir şey Salihi’nin tercüme rahlesindeki durumu.
Salihi güzellik mertebelerini düşünerken bir rüya görür, enteresan bir rüyadır, bir estetik deneyimdir.ihsan-ı ilahidir, ona güzeli anlatır.
Gördüğüm ve yorumlayamadığım bir rüya:
“Ben yerde Hz Ömer Ra divanda oturuyor. Ben ben onun yüzüne bakıyorum ve tarifi mümkün olmayan bir güzellik görüyorum ve kendi kendime diyorum ki “Eğer Hz Ömer Ra bu güzellikte ise acaba Efendimiz Resulullahın güzelliği nasıldır?” O güne kadar hiç kimsenin Hz Ömer’in ra güzelliğini vasfettiğini duymamış ve bu konuyla ilgili hiçbir kitaptan hiçbir şey okumamıştım. Ancak ilahi güzellik hakkında Risale-i Nur’dan Dördüncü Şua’yı okuduğumda güzelliği nasıl hissettiğimi ve türlerinin ne olduğunu o zaman öğrendim.
(Bu Ayet-i Hasbiye benim hayran olduğum bir bahistir, Kant, Hgel, schopenhavar, hatta Marks bütün batının büyük estetik ve sanat felsefesi filozoflarını tahkik ettim, hiç kimse buradaki kadar güzellik sınıflarını estetik kategorilerini anlatamaz, bunların karşılaştırması bir kitap olur, ama bizimkiler okumadıkları için hakikatı anlamak imkansızlaşıyor. Tarih okumadan ne osmanlı tarihi ne cumhuriyet tarihi anlaşılır, ondan bundan kulak doluncusu bilgilerle sanat felsefe estetik din ve diğer konular konuşulamaz en iyisi “Bizimkilerle en iyi Risale okunur” diyen Alaaddin Abiye katılmamak elde değil. Kuyumcuda terazi yok, altından anlamıyor vay haline o pazarın.
Sayın Salihi Ayet-i Hasbiye’den bir kısım almış, bir telakki mücevheri bu kısım ben de aldım”
Üstad Said Nursi diyor ki:
Malumdur ki herşeyin hüsnü kendine göredir, hem binler tarzda bulunur ve nevilerin ihtilafı gibi güzellikleri de ayrı ayrıdır. Mesela gözle hissedilen bir güzellik kulakla hissedilen bir hüsün bir olmaması ve akılla fehmedilen bir hüsn-i akli, ağızla zevkedilen bir hüsn-i taam bir olmadığı gibi kalb, ruh ve sair zahiri ve batıni duyguların istihsan ettikleri ve güzel hissettikleri güzellikler, onların ihtilafı gibi muhteliftir. Mesela imanın güzelliği ve hakikatın güzelliği ve nurun hüsnü ve çiçeğin hüsnü ve ruhun cemali ve suretin cemali ve şefkatin güzelliği ve adaletin güzelliği gibi. Cemil-i Zülcelal’in nihayet derecede güzel olan Esma-ı Hüsnasının güzellikleri dahi ayrı ayrı olduğundan mevcudatta bulunan hüsünler ayrı ayrı düşmüş”
Ey Kant gel bak burda dört beş değil kaç tane estetik kategori var, Allah Anadolu’dan bir büyük insan çıkarmış ama ömüne bir sürü engeller koymuş hakikatın güzelliği o engelleri aşar ama hakikat zevki olmayınca, suni dikenlere takılır insanlar.
Defineye mâlik viraneler var…
Devam edecek Himmet UÇ
- On Dokuzuncu Söz Üzerine - 26 Eylül 2023
- Bir Gece Şiiri - 22 Eylül 2023
- Bülbül Şiiri / Mehmet Akif ERSOY - 11 Eylül 2023
- Hizmet Rehberinden – 2 - 3 Eylül 2023
- Malazgirt Savaşı ve Türk – Kürt Kardeşliği - 26 Ağustos 2023
- Hizmet Rehberinden - 24 Ağustos 2023
- Hikmet-i Amme, Umumî Hikmet - 17 Ağustos 2023
- Güzellik ve Peygamber - 13 Ağustos 2023
- Güzel ve Estetik Yorumlar - 11 Ağustos 2023
- Bakmak, Görmek ve Göstermek - 9 Ağustos 2023