Ana Sayfa / Yazarlar / İktisat ve Bediüzzaman – 2

İktisat ve Bediüzzaman – 2

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İktisad risalesinin dördüncü nüktesi yine iktisadın önemini anlatır. Bediüzzaman burada Burdur yıllarından konuyla ilgili bir hatırasını anlatır, bahsin sonunda da yine iktisad konusunda bir örnek verir konuyu taayyün ettirir.

“İktisat eden, maişetçe aile belâsını çekmez” meâlindeki لاَ يَعُولُ مَنِ اقْتَصَدَ hadis-i şerifi sırrıyla, “iktisat eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez.”

Evet, iktisat kat’î bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar kat’î deliller var ki, had ve hesaba gelmez. Ezcümle, ben kendi şahsımda gördüğüm ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zatların şehadetleriyle diyorum ki:

Bediüzzaman Burdur hayatı sırasında iktisadın haysiyetini nasıl koruduğunu, yüz suyunu döktürmediğini anlatır. 

“İktisat vasıtasıyla bazan bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler. Hattâ dokuz sene (şimdi otuz sene) evvel benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için, zekâtlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar.

O zengin reislere dedim: “Gerçi param pek azdır. Fakat iktisadım var, kanaate alışmışım. Ben sizden daha zenginim.” Mükerrer ve musırrâne tekliflerini reddettim.

Câ-yı dikkattir ki, iki sene sonra, bana zekâtlarını teklif edenlerin bir kısmı, iktisatsızlık yüzünden borçlandılar. Lillâhilhamd, onlardan yedi sene sonra, o az para, iktisat bereketiyle bana kâfi geldi, benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hâcete mecbur etmedi. Hayatımın bir düsturu olan “nâstan istiğnâ” mesleğini bozmadı.”

Burdur hayatında Şeyh Said hadisesinden Bediüzzaman’a bir zulüm dokunmamıştır. Ancak hizmeti düşünüp düşünmeme noktasında tavrının ona bazı huzursuzluklar verdiğini anlatır. Aslolan hizmeti diniyedir. Bediüzzaman hiçbir zaman yönetimle sürtüşme gibi bir tavra girmemiştir, tarihimizdeki hiçbir değişikliğe sebeb olamayan bir sürü Donkişotları iyi bilir, bu yüzden ihtiyatlıdır. Hayatı nezih bir hayattır.O yıllardan hatıralar anlatır.

“Şeyh Said hâdisâtı zamanında vesveseli hükûmet, hiçbir cihette bana ilişmedi ve ilişemedi. Vakta ki neme lâzım dedim, kendi nefsimi düşündüm, âhiretimi kurtarmak için Erek Dağı’nda harabe mağara gibi bir yere çekildim. O vakit sebepsiz beni aldılar, nefyettiler; Burdur’a getirildim.

Bediüzzaman yine hizmete devam etmiş, kimseden, devrin hassasiyetinden etkilenmemiştir. Çünkü henüz devlet yeni bir sistem getirmiştir, sürgünlere çok dikkat edilir, ama Bediüzzaman hiç etkilenmemiştir. Fevzi Paşa Burdur’a gelmiş, Bediüzzaman’ın ona şikayet edilmesi üzerine “ona ilişmeyiniz hürmet ediniz demiştir.”

“Orada yine hizmet-i Kur’âniyede bulunduğum miktarca -o vakit menfilere çok dikkat ediliyordu; her akşam ispat-ı vücut etmekle mükellef oldukları halde- ben ve hâlis talebelerim müstesna kaldık. Ben hiçbir vakit ispat-ı vücuda gitmedim, hükûmeti tanımadım. Oranın valisi, oraya gelen Fevzi Paşa’ya şikâyet etmiş. Fevzi Paşa demiş, “Ona ilişmeyiniz, hürmet ediniz.” Bu sözü ona söylettiren, hikmet-i Kur’âniyenin kudsiyetidir. Ne vakit nefsimi kurtarmak, yalnız âhiretimi düşünmek fikri bana galebe etti, hizmet-i Kur’âniyede muvakkat fütur geldi; aksi maksadımla tokat yedim”

Fevzi Paşa devletin aktif bir uzvudur, Bediüzzaman’ı tanır, çünkü İstanbul’dan Ankara’ya geldiğinde meclisle münasebetleri olmuş, bir yıla yakın süre içinde onun tavrı çok konuşulmuştur, yeni dönemin, özellikle Milli Mücadele eşhasıyla. Ama onların kanaatleri Paşa’nın bu sözünden çıkmaktadır, o hürmet edilmesi gereken bir âlimdir, menfi bir tavrı ve tutumu olmamıştır, o günden bu güne kadar da durum aynıdır. Hükümetin mensuplarını yakinen tanıdığını söyler. Ama bazı menfi kişiler yüzünden takibata alınmıştır, onlar da zulmün ötesinde onun tavrını hizmeti imaniyesini değiştirmemiş, orada Nur’un İlk Kapısı isimli eserini kaleme almıştır, gerçekten bu eser onun yeni dönemin yeni bir din anlatımının ipuçlarını taşır.

Abdülgani, bir gün bu imza sırasında karakolun bahçesinde çimlerin üzerinde yatan bir kişi görür. Sürgüne gönderilenlerden biri olabileceği düşüncesine kapılır, karakoldakilere sormak, onunla ilgilenmek ne mümkün. Hemen, ‘Onunla ne konuştun, nereden tanıyorsun?’ sorgusuna başlarlarmış. Fakat Abdülgani’nin medenî cesareti son derece iyi, babası Hamdin Beyden hukuk bilgisine sahiptir. İçi cızlar, bu yerde yatan kişi ile konuşmak, kim olduğunu öğrenmek ister. Görevli polis memuruna sorar, ancak ters cevap alır. Karakolun amirine gider, münasip bir lisanla isteğini anlatır. Amir toleranslı davranır, bu kişinin bu sabah geldiğini ve adının Said olduğunu söyler, ancak daha fazla bilgi veremez. Çimlerin üzerinde yatan zâtın yanına gider. Üstad, gözleri kapalı bir şekilde yatmaktadır. Israrlı sorgular neticesinde yerinden doğrulur, bu defa kendisi karşı sualler sormaya başlar. Abdülgani cevaplar: Savurlu olduğunu, Hamdin Beyin oğlu olduğunu ve Burdur’da sürgünde olduğunu anlatır. Sonra Üstad, kendisinin Molla Said olduğunu söyler, Burdur’a yeni geldiğini ve kalacak yerinin de olmadığını belirtir. Abdülgani bu zata ısınmıştır. O da Abdülgani’yi sevmiştir. Sohbet ilerledikçe sohbete karakol görevlileri de katılır. Abdülgani, Molla Said’e isterse kendileriyle beraber aynı evde kalabileceğini söyler. Karakola da ricada bulunur. İstenildiğinde hazır bulundurma taahhüdü karşılığında Abdülgani ile birlikte eve gitmesine izin verilir ve birlikte yola koyulurlar. Bediüzzaman Abdülgani Aras’la iki katlı bir evde kalır.

Bediüzzaman kendi rahatı, selameti için devlete ve adamlarına müdahane etmemiş, izzeti ilmiyesini korumuştur. Son dönem tarihimizde çok insan menfaatleri için fikirlerinden vazgeçmiş, bir kenara konmuşlardır. Onun bu sözü birçok olayı içine alan şumüllü ve cami bir tavrı gösterir.

“Evet, iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir. Bu zamanda isrâfâta medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazan haysiyet, namus rüşvet alınıyor.
Evet, iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir. Bu zamanda isrâfâta medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazan haysiyet, namus rüşvet alınıyor.”
Bediüzzaman kendi tavrına tarihten örnek verir.

Bir zaman ‘Mehmet Akif ve Eleştiri’ ve ‘Mehmet Akif  ve Psikanalizim’ diye iki bildiri sunmuştum Burdur’da Uluslararası Mehmet Akif Sempozyumu’na, bir de Bediüzzaman’ın Burdur’da yazdığı Nur’un İlk Kapısı eseri ile ilgili bilgi vermiştim bu sempozyumda.

Bediüzzaman İktisat Risalesi’nin bu bölümünün sonunda bir olay anlatır konuyu teyid için:

İktisat, sebeb-i izzet ve kemal olduğuna delâlet eden bir vakıa:

Bir zaman, dünyaca sehâvetle meşhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş, cesedine batıyor, kanatıyor. Hâtem ona dedi:

“Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın.”

O muktesit ihtiyar demiş ki: “Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam.”

Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar: “Sen kendinden daha civanmert, aziz kimi bulmuşsun?”

Demiş: “İşte o sahrâda rast geldiğim o muktesit ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm.”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Sadece Pozitivist–Fizikalist–İdeolojik Bilim (Scientism) değil; ‘normâl’ Bilim de, Tanrı’ya inanmaz!

Bilim, Tanrı’ya neden inanmaz?! - 2 Fakat yanlış anlaşılma olmasın: Burada, Tanrı’ya inanmadığını söylediğimiz ve …

Kapat