Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / İlim ve Sanat Hayatında Konakların Rolü

İlim ve Sanat Hayatında Konakların Rolü

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Dr. Şemsettin ŞEKER 

Cümlenin malumu olduğu üzere kültür; bir muhitte doğar, büyür, gelişir ve oradan yayılır. Genelde sanat, özelde edebiyat sahasıyla ilgilenenler bilirler ki şahıs ve eser; devir ve muhitten bağımsız değerlendirilemez. Malumdur ki insanın ahlâkî, fikrî, siyasî temayülleri ile sanat zevkinin oluşmasında çevresinin önemli katkıları vardır. Bugün bile böyledir: Okunan –okunacak olan eserlerin, dinlenilen müziklerin, uğraşılan meşgalelerin belirlenmesinde– oluşmasında dâhil olunan çevrenin etkisi büyüktür. Osmanlı asırlarında ilim ve sanat hayatı şekillendiren muhitler arasında saray başta olmak üzere tekkeler, medreseler, camiler, kahvehaneler ile yalı ve konakları zikredebiliriz. Buralarda akdedilen şiir ve mûsikî meclisleri, eser mütalaaları, muhtelif ilimlere dair gerçekleştirilen sohbetler devrin ilim ve sanat hayatının ufkunu – mahiyetini tayin etmiştir. Bu muhitler arasında etki ve tesirinin devamlılığı açısından saray, tekke ve medresenin yanında konak, yalı veya köşklerin -daha umumî bir tabirle söyleyecek olursak evlerin- ayrı bir ehemmiyeti vardır.

Siyaset, ilim ve şiirde zirve şahsiyetlerin konak yahut yalıları devrin siyasî, ilmî, edebî ufkunu tayin eden yerler arasındadır. İlimde, sanatta ve memuriyet hayatında hâmî – mahmî ilişkisinin devam ettiği asırlarda kişinin intisap ettiği edebî ve fikrî gelişiminin yanında ilim, sanat veya memuriyet hayatındaki derecesini de belirleyecek evsaftadır. Kaynaklarda bezm-i edeb, daire, cemiyet, encümen, muhit, mahfilgibi kelimelerle de karşılanan bu meclislerde şiir, mûsikî, hat, kitap, tarih, hukuk gibi ilmî – bediî bahisler konuşulur; istidad ve iktidar sahibi kimselerin yazacağı mevzulara karar verilir; şairlerin iştihar edecekleri mahlaslar burada verilirdi. Konaklara devam eden şairler tarafından “dâriyye” adı verilen kasîdeler tanzîm olunup padişah, sadrazam, şeyhülislâm, vükelâ ve ricâle takdim edir. Piyesler, Karagöz oyunları ve meddahların icrâ ettikleri sanatlar evvela buralarda sahneye çıkar, sonra cemiyet hayatına mal olur. Bir nevi muhitin ilgisi buralarda esere dönüşür. İlim ve sanat ehli bir araya geldikleri bu gibi yerlerde yeni anlayış ve fikirlerle temas kurarlar.

Memleketin ihsandan, sazdan ve sözden hoşlanan maruf zenginleri, hânelerinin kapısını her sınıftan halka açarlar, tabir-i maruf ile bunlara “kapusu açık hânedânından” denilir. Bunlar cedlerin kalan mirasla “servet ü sâmân” sahibi olan kimselerdir. Her konağın kendine mahsus bir kütüphanesi ve kitapçı efendisi (hâfız-ı kütüb) bulunur. Hâfız-ı kütübler konakların birinci dereceden daimî muvazzaflarındandır. Önemli eserleri satın alır veya istinsah ettirir, araştırma yapar. Bir yerde konaktaki ilim ve sanat hayatının belirleyicisi odur. Bunların kıymetli kısmı ekseriya İlmiye ricâlindendir. Kişinin ilgisine göre tesis edilen bu kütüphaneler ilme verilen kıymeti gösterir. Devrinin önemli ilim adamlarından Hoca Hayret Efendi’nin “Bir âdemin ilmine, yahud cehline, terekesinden çıkacak kitablar şehadet eder” sözünü burada zikretme fayda vardır. İbnülemin, bu sözün kitabın çokluğuna değil, ilmî kıymetine dikkat çekmek için ifade olunduğunu belirtir. Bu kütüphaneleri nefis ve nadir eserlerle tezyîn etmek adettendir. Teclîd ve tezhip meraklısı olan rical, “musavver kaplar, münakkaş yazma kitaplar müzeyyen ve müzehheb meşâhir-i hattâtîn yazılarıyla tahrir olunmuş Mushâf-ı Şerîfve elvâh-ı nefîseye sahiptirler. Konaklara hemen her gün bir hattat devam eder. Kurʽân-ı KerîmBuhâri-i ŞerîfŞifâ-i Şerîf gibi mühim eserlerden birkaç sayfa kendilerine yazdırılarak hâneler bereketlendirilir.[1] Buralarda akdedilen meclislerde bu gibi eserlerin “elvan ve dekâyıkına” müteallik mübahaselerde bulunulur. İran’ın minyatür, İstanbul’un şemse, Edirne’nin usulî kaplarına çok rağbet edilir. İslâmî ilimler genellikle naklî bilimler olduğu için, bilginin olduğu gibi korunması ve daha sonraki kuşaklara bozulmadan aktarılması önemlidir. Bunun en sağlam yolu da kitapların eski âlimlerin yazdığı şekliyle aynen hıfz ve istinsah edilmesidir. Harf inkilâbına kadar hat sanatı eski itibarını, ehemmiyetini kalemler, resmî yazışmalar ve özellikle konak sahiplerinin himayesiyle devam ettirmiştir. Ulemâ ve vüzerâ tarafından Mushâf-ı Şerîfler, Şifâ-i Şerifler, hilyeler, muhtelif camilere, köşklere meşk ettirilen âyet-i Celîleler vasıtasıyla; diğer bir deyişle nadir ve nefis eserlerin istinsah edilmesi bu sanatın devamı için fevkalâde ehemmiyeti hâizdir. İslâm âleminde resme rağbet edilmemesi hüsni hattın millî bir resim ittihaz edilmesini, dolayısıyla millî sanatlarımızın en güzellerinden biri addedilmesini beraberinde getirmiş, terakkisine pek çok çalışılmıştır. Halkı teşvik etmek için Türk hükümdar ve şehzâdelerinin, mülkî ve ilmî ricalin hüsni hatta rağbet buyurmaları, okuryazar kesiminin pek çoğunun bir başka meslek ihtiyar etmeyerek bu sanatı medâr-ı maişet addetmelerine vesile olmuştur.[2] Diyebiliriz ki millî sanatların bu şubelerinin muhafazasında ve sonraki nesillere intikâlinde konak ve yalılar mühim bir fonksiyon icra etmişlerdir. Bu manada her bir yalı ve konağın sanat evi hüviyetini hâiz olduğunu söyleyebiliriz.

Konakların bir diğer hususiyeti de camiler, medrese ve mektepler haricinde eğitim hayatının feyizli bir devresini de ihtiva etmesidir. Geniş bir nüfusu da ihtiva eden konak ve yalılarda verilen eğitim şahısların ilmî, fikrî, edebî şahsiyetlerinin oluşması için fevkalâde önemli bir basamak hüviyetindedir. Biraz imkânı olanlar çocuklarını mektep yahut medreseye göndermeyip devrin ilim ve irfanıyla iştihar eden zatlarından ders almalarını sağlamışlardır. Lisan, edebiyat, mûsikî, hat, tezhip gibi konularda hususî muallimlik yapan hocalar[3] hâne sahibinin çocukları ile sâir mensuplarına ilim ve hüner öğretip, sanat meşk ettirmişlerdir.[4] Özellikle Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz devirlerinde her büyük konak “dârü’l-fünûn-ı millîden” bir şube hükmündedir.[5] Çocukluk ve mektep hatıraları okunduğu vakit görülür ki bu senelerde yaşadıkları ve okudukları, dimağlarına ve zihniyetlerine yön vermiş, müelliflerin evvela yetişme tarzına, daha sonraları da eserlerine yansımıştır. Özellikle 19. asırda konak ve köşklerdeki hususî kütüphanelerde okunan eserler;

  1. Geleneği temsil eden eserler
  2. Yeni devre ruh veren müelliflerin eserleri
  3. Batılı müelliflerin eserleri

olmak üzere üç farklı zihniyete mahsustur. Evlerde okunan, diğer bir deyişle halk irfanının tesisinde rolü bulunan eserler arasında “MuhammediyeMesnevîMevlîd-i ŞerîfKısâs-ı Enbiyalar, Bostan ve Gülistan, Divanlar, Kerbelâ mersiyeleri, Mızraklı İlmihâl, Âşık Garip, Hz Ali Cenkleri, Battalnâme, Bin Bir Gece Masalları, Yunus Emre ilahileri” dikkati çeker. Asrın son çeyreğine kadar yaygın olarak okunan bu eserlerin yerini önce Namık Kemâl, Ziya Paşa, Ahmed Midhat ve Abdülhak Hamid gibi yeni bir edebiyat, düşünce telâkkisiyle yazanlar almış, asrın sonlarına doğru ise Batılı müelliflerin yazdıklarının yavaş yavaş evlerde yerini almaya başladığını görürüz.

Kitap meraklıları ile onların oluşturdukları hususî kütüphanelerin ilim ve edebiyat tarihimizde müstesna bir yeri vardır. Hastalık derecesinde kitap düşkünü olan zatlar ve hâneleri eser kaleme alanların karşılaştıkları müşkilleri çözmek için müracaat ettikleri yerler arasındadır. Zamanın “ârif-i kâmil”i olan ve Cevdet Paşa’nın “millet-i İslâmiye içinde yerine konmaz âdemlerden biri” şeklinde tavsîf ettiği[6] Şeyhülislâm Arif Hikmet’in hânesinde 12 bin kitap vardır. Bunlardan üç binin kadarını Medine’de inşa ettirdiği kütüphaneye göndermiş, kalan kısmını da götürmek üzere hazırlık yaparken vefatı vuku bulmuştur. Cevdet Paşa Encümen-i Dâniş’çe kendisine havâle olunan Tarih’inin yazımı sırasında Efendi’nin dillere destan kütüphanesinden pek ziyade istifade etmiştir.[7] Edebiyat, felsefe ve matematiğe dair ilimlerde verdiği derslerle meşhur Kethüdâzâde Arif Efendi’nin[8] her ilme mahsus kırk sandık dolusu nefis yazma kitaplarının büyük kısmını vefatından sonra Şeyhülislâm Ârif Hikmet Efendi satın alarak Medîne-i Münevvere’de tesis ettiği kütüphanesine göndermiştir. Bu devirde kütüphanesiyle meşhur ricalden biri de Yusuf Kamil Paşa’dır. “Dârü’l-Hikme” olarak nitelendirilen Vezneciler’deki konağında devrin ricali tefsîr-i şerîf okurlar. Bu mecliste Mustafa Fâzıl Paşa okuyucu, Cevdet ve Şîrvânîzâde Rüşdü Paşalar gibi ulemâ kökenli vezirler mukarrir, Âlî ve Fuad Paşalar ile birkısım zevât dinleyici sıfatıyla bulunmuşlardır. Konağın sahibi ise bu mecliste mümeyyizlik vazîfesini îfâ eylemiştir.[9] Buraya devam edenler tarafından Paşa’ya takdim edilen kasîdeler birkaç cildi dolduracak hacimdedir. Konağın kütüphanecisi meşhur Elhac Mehmed Zeki Efendi’dir (1821-1881). Burada kendisine tahsis olunan maaş mukâbilinde daire mensuplarına Mesnevî okutur ve Paşa’nın istediği kitapları istinsah eder. Kütüphanesiyle meşhur bir diğer rical de Ahmet Vefik Paşa’dır. Ömer Faruk Akün’ün de bahsettiği üzere onun kütüphanesi, doğu ve batının bilhassa tarih ve edebiyat sahasındaki külliyatları ve en muteber kitapları yanında, elde edilmesi güç Çağatayca eserleri, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi gibi yazma eserleri barındırmaktadır. Bu muazzam kütüphanenin bulunduğu köşkü (Rumelihisarı’ndadır), payitahta ayak basan Batılı âlim ve sanatkârların hem kitaplardan hem de sahibinin ilminden, sohbetinden istifade etmek için uğradıkları bir ziyaretgâh hükmündedir. Paşa’nın vefatından sonra borçlarını ödeyebilmek için kitapların birkısmı satılmış, geri kalanları da ölümünden iki sene sonra basılı bir kataloğu yapılarak satışa sunulmuştur. Buradaki kitaplar, Rıza Paşa gibi kitap meraklılarından Prag Üniversitesi’ne kadar çeşitli yerlere dağılmış bulunmaktadır.[10] Eserlerin bir kısmı ise devrin hükümeti tarafından satın alınarak Dârülfünûn Kütüphânesi’ne konulmuştur.[11] Ahmed Vefik Paşa’nın bu kitapları sadece kütüphanesini tezyîn etmekle kalmamış, efkâr-ı umûmiyenin istifadesine de sunulmuştur. Diğer bir deyişle paşa, “eski müelliflerin tarih ve edebiyat sahasındaki neşir imkânına kavuşamamış mühim eserlerinin basımını sağlamak suretiyle kültür ve fikir hayatımıza” katkı sağlamıştır.[12] Paşa’nın 45-50 senede elde ettiği bu kitapların bir kısmını şerh, tenkit ve tashih ettiğini de torunu söylüyor.[13] Zamanının âlim ricalinden olan Sadrazam Said Paşa’nın hânesinde nefis ve nadir eserleri ihtiva eden bir de kütüphanesi vardır. İbnülemin, Said Paşa’nın avukatı tarafından kendisine gönderilen basma listede muhtelif ilimlere dair çeşitli lisanlarda yazılmış 1077 adet kitap ve mecmuanın -merhumun müsellem olan ilim ve faziletine göre ümid edilenden azdır- varlığından söz eder.[14] Bu eserlerden nüshası nadir bazılarını İbnülemin daha sonra satın almıştır. Kitap meraklısı bir zat olan Maliye Nâzırlarından Nazif Paşa, resmî vazifeleri hâricinde konağında mütalâada bulunur. Zamanın bazı büyükleri ve kitapseverleri gibi o da nüshası nadir, hat ve tezhibi güzel kitabları satın alır, bunların iyi bir şekilde muhafazasına itina eyler. Vefatından sonra Paşa’nın bütün hayatı boyunca topladığı bu eserleri ailesi zaruret yüzünden satmak mecburiyetinde kalmıştır. Ali Emirî Efendi tarafından satın alınan bu kitaplar arasında sonradan Maarif Nazaretince bastırılmış olan Divanı Lügati’t-Türk isimli kıymetine paha piçilmez abidevî bir eserin de merhumun metrükâtı arasında zuhur etmesi kütüphanesinin önemine delâlet eyler. Ali Emirî Efendi bir zamanlar neşrettiği Tarih ve Edebiyat isimli mecmuasında Millet Kütübhanesi’nin kuruluşunu hikâye ederken dünyada yegâne olan bu nüshanın verese tarafından geçim sıkıntısı yüzünden satıldığını hikâye eylemiştir. Ders Vekîli ve Dârüşşafaka muallimlerinden Amasyalı Hoca Hâlis Efendi (1843-1913) de kütüphanesiyle iştihar eden zatlar arasındadır. Ömrünün sonuna kadar ilimle meşgul olan Hoca Halis Efendi, hafızasının kuvveti ve Arap edebiyatındaki vukufuyla meşhurdur. Kütüphanesinde her dilden, her fenden binlerce eser vardır. Çağdaşları, onun büyük sarığının yarım asırlık kemâlinin tantanalı tâcı; hitâbetinin ise geçmiş asırların ilmî ve mânevî intibâlarını câmi bir hazine olduğu hususunda hemfikirdir. Aynı isme bir diğeri ise kötü şöhretiyle meşhur Hazine-i Hassa Muhasebecisi Hâlis Efendi’dir. Kitap meraklısı (bibliyofili) olan Hâlis Efendi’nin diğer erbâb-ı kitaptan farkı sahaflardan topladığı nadir ve nefis eserleri saklayıp büyük paralara ecnebilere satmasıdır. Büyük kitâbiyat âlimleri Ali Emirî Efendi ile İbnülemin eserlerinde doğrudan ve dolaylı olarak Hâlis Efendi’nin bu tarafını tenkit ederler. Bulunduğu her yeri tabiî bir edebî- fikrî mahfil hâline getiren İbnülemin’in[15] haftanın belirli günlerinde ilim, mûsikî ve edebiyat meclisleri akdettiği Beyazıt’ta Mercan’daki konağı da Osmanlı kitap kültürünün bütün safhalarının görüleceği yerler arasındadır. Süleyman Nazif’in söylediği vechile vaktiyle bazı maruf zatlar tarafından “Darü’l-Kemâl”[16] nâmı verilen konakta cuma ve pazar günleri[17] ulemâ ve üdebadan, şuara ve mûsikî erbabından pek çok kimsenin iştirakiyle ilmî, edebî sohbetler yapılır. Mühürdar Mehmet Emin Paşa Sokağı’ndaki konağı; Yusuf Kamil Paşa ve babası Mehmed Emin Paşa’dan kalma bir alışkanlıkla kadim Türk geleneğine uygun olarak bu asrın son yıllarından İbnülemin’in vefatına kadar elli yılı aşkın süre bir edebî ve fikrî mahfil işlevi görmüştür.[18] Onun konağı, kültürümüzün bütün meselelerinin, değerlerinin konuşulduğu ve yaşatıldığı; ilim, siyaset ve sanat muhitlerinden seçkin simaların her hafta uzun geceler etrafında buluştuğu bir yerdir.[19] Bugün büyük bir kısmı İÜ Nadir Eserler Kütüphanesi’nde bulunan bu kütüphanenin en belirgin hususiyeti Türk kültür ve edebiyatının hemen bütün merhaleleri hakkında, özellikle de Türk şiirinin değişik devirleri açısından, zengin bir kaynak teşkil eden nadir ve nefis eserleri ihtiva etmesidir. Yakın tarihimizin ihmal edilmiş, üzerinde çalışma yapılmamış mühim şahsiyetleriyle alakalı çalışmalar için asıl kaynak vazifesini görecek şiir, münşeat, cönk vs. mecmuaları, matbû eselerinin müsveddeleri ile neşir sahasına çıkmamış eser ve husûsî evrâkları bu kütüphanenin kıymetini gösterecek evsaftadır. Bu kütüphane, bütünüyle “muhafaza” hissinin harekete geçirdiği, “memleketin ilim ve marifet”ine katkıda bulunarak eslâfın ve ahlâfın hayır dualarına mazhar olma arzusunun ve eserlerinde sık sık dile getirdiği “Hayru’n-nâs men yenfa’u’n-nâs” [İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır] düsturunun harekete geçirdiği bitmek tükenmek bilmez bir azmin ve sabrın meyveleridir.[20]

Konaklar, ikbal ile idbar arasındaki yerlerdir. Vükelâ ve ulemanın kudemâsının hâneleri, bir diğer deyişle daireleri, devletin istikametini belirleyecek derecede etkili yerler arasındadır. Üst kademe memuriyetlere getirilenler, genellikle aynı daire mensuplarıdır. Ayrıca ricâl-i devletin husumetlerinden doğan politik dedikodular hep buralarda neş’et eder. Devlet erkânı arasında birtakım sürtüşmeleri, dargınlıkların esbabını yalı ve konaklar üzerinden rahatlıkla müşahede edebiliriz. Devletin kaderini ilgilendiren kararların bir kısmının konaklarda konuşulup alınması buraları tabiî bir siyasî mahfil hâline getirmiştir. Her konak zamanın sosyal ve siyasî hadiselerinden bir şekilde etkilenmiştir. Özellikle Halet Efendi yalısı ile Pertev, Akif, Hüsrev, Mustafa Reşid, Mütercim Rüşdü, Yusuf Kamil, Midhat ve Hüseyin Avni Paşaların konakları fikir ve sanatın yanında siyasî bir mahfil olarak da düşünülebilir. Buralar 1810-1877 arasında toplumu derinden etkileyen hadiselerin yaşandığı mekânlar olmaları hasebiyle önemli yerlerdir. Özellikle Mehmed Said Hâlet Efendi (1760-1823) şahsiyeti, ilmi, siyaseti, kıyâseti ve kendine mahsus hâlleriyle bir devri dolduran zatlardan biridir. XIX. asrın başlarında devlet idaresindeki etkisiyle, tarihimizin özellikle 1811-1822 yılları, biraz da Hâlet Efendi’yle özdeşleştirilmiştir. Tarz-ı siyasetiyle sarayı, askeriyeyi, mülkiyeyi ve tasavvufî çevreleri neredeyse tek başına avucunun içine almıştır. Devrinin hemen hemen bütün kibarını, ulemâsını etrafına toplayan Hâlet Efendi’nin Beşiktaş’ta bulunan yalısı, Küplüce’deki sâhilhânesi, Süleymaniye ve Vezneciler’deki konakları; kibarın, ricalin, zurefânın toplanma yerleri arasındadır. Dairesinde bulunmak ikbâle ulaşma yollarından biridir. II. Mahmud devri ricalinden Kırım asıllı Mehmed Said Pertev Paşa’nın dairesi, Tanzimat sonrası ricalin kısm-ı azamını yetiştirmesi hasebiyle önemi hâizdir. Kabiliyetli, ehil kimseleri daima koruyup kollayan Pertev Paşa, Tanzîmat sonrasının mümtaz şahsiyetlerinin büyük bir kısmını himâye etmiştir. Bu zatlar arasında en çok dikkat çekeni Reşid Paşa’dır. Konağa devam eden şairler arasında Vakʽanüvis Esad Efendi, Şânizâde Atâullah Efendi, Âkif Paşa, Esad Muhlis Paşa, Şeyhülislâm Ârif Hikmet, Mehmed Arif Beyzâde Said, Şeyh Mehmed Emin Zâik Efendi, bir ara idamdan kurtardığı şair Lebib Efendi gibi devrin önemli kimseleri dikkat çeker. Pertev Paşa dairesininde yetişenler uzun süre umûr-ı devlete, ilim ve edebiyat âlemine hâkim olmuşlardır. II. Mahmud’la başlayıp Tanzîmat’la devam eden yeni uygulamaların Mülkiye ve İlmiye’deki yürütücüleri, yani Mustafa Reşid Paşa ile Şeyhülislâm Ârif Hikmet Beyefendi çevresi, Pertev Paşa’nın hususî dairesinde yetişen şahsiyetler olmaları itibariyle dikkat çekicidir. Konağında devlet adamı yetiştiren bir diğer devletlu da “adât-ı frengâne ve etvâr-ı lâubâliyânenin mürevvici hatta müessisi” olarak takdim edilen Hüsrev Paşa’dır. Hüsrev Paşa, kölelerini ve sair kimsesiz çocukları konağında eğiterek büyük memuriyetlerde istihdamlarına delâlet etmiştir. Kaptanıderya Damat Gürcü Halil Rifat Paşa, Koca Hakkı Paşa, Sadrazam Gürcü Reşit Paşa, Tophane Müşiri Vasıf Paşa, Müşir Çerkez Sadullah Paşa, Müşir Çerkez Abdi Paşa, Sadrazam Edhem Paşa, Gözlüklü Reşit Paşa, Zaptiye Müşiri Hayrettin Paşa, Ferik Haydar Paşa, İskender Paşa, Selim Paşa, Ferhat Paşa, Liva Hüseyin Paşa ve Hattat Abdülfettah Efendi gibi zatlar hep Hüsrev Paşa’nın dairesinde yetişmişlerdir. Siyaset ve edebiyatta Âlî, Fuad, Mahmud Nedim, Rüşdü, Memduh ve Cevdet Paşalar başta olmak üzere Üsküdarlı Hakkı, Hafız Müşfik, Şair Âli, Ziya Paşa, Kâzım Paşa, Namık Kemâl gibi birbirinden kıymetli şahısları teşvik ve himaye edip devlete kazandıran Mustaf Reşid Paşa’nın dairesi de aynı devrin en mühim siyaset, edebiyat mahfilleri arasındadır. Reşid Paşa’dan sonra her sınıftan insanı himaye eden Yusuf Kamil Paşa’dır. Kıymet-şinas olan Paşa, kimde istiʽdât ve liyâkat görse “lisanen ve ihsânen” himaye eder, her suretle teşvik ve tergîb edermiş. Mustafa Reşid Paşa’nın vefatından sonra Şinasi’yi, Kemâl ve Ziya’yı himâye etmiştir. Yusuf Kâmil Paşa’nın bu hususiyetleri devrin edebiyat mahfillerinde de akis bulmuştur. Leskofçalı Galib, Hersekli Ârif Hikmet, Nâmık Kemâl, Ayaşlı Hayri, Recâizâde Mahmud Ekrem gibi zamanının mühim şairleri de yazdıkları kasîdelerle Paşa’yı methetmişler, onun kemâlini, ihsan ve atiyelerini hususen belirtmişlerdir. Midhat Paşa’nın Beyazıt’ta, Tavşantaşı Mahallesi’nde Soğanlı Camii’nin yanındaki konağı zamanın mühim bir edebiyat hususen de siyaset mahfillerinden bir diğeridir. Midhat Paşa’nın konağı ihtilâl, hürriyet ve Kanûn-ı Esâsî hazırlıkları ve tartışmaları eşliğinde, parlamenter rejimi getirmek isteyenlerin uğrak yerlerindendir. Hatta denilebilir ki devlet idaresinde nüfuz ve kuvvetin Rüşdü, Avni paşalar ile kendisinin elinde toplanmasının ve cumhuriyet, meşrûtiyet fikirlerinin kuvveden fiile çıkartılma faaliyetlerinin âdeta ana karargâhı hükmündedir. Zamanının en alafranga konaklarından birisidir. Sultan Abdülaziz’in son zamanları ile V. Murad ve Sultan Abdülhamid’in cülûsunun ilk senelerinde yeni fikirlere sahip olanların ekserisinin buluşma yeri olan bu konak hakikâten son devrin en mühim meselelerinin konuşulduğu mekânlardan biridir. Osmanlı nüfus ve nüfuzunu temsil eden pek çok kimse buradadır.

Sultan II. Abdülhamid devrine kadar tesirini bir şekilde sürdüren konaklar, bu devirde yerini büyük oranda mektepler ve matbuata bırakmıştır. Konaklardaki ilmî, edebî, fikrî meclislerin inhitatında devrin siyasi havasının yanında sosyal ve iktisadî hayatın değişmesi de etkili olmuştur.

Dipnotlar

[1] Balcızâde Tahir Harimî, Tarihi Medeniyette Kütüphaneler, Vilayet Matbaası, Balıkesir 1931, s. 529-530.

[2] İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Hattatlar, MEB, İstanbul 1955, s. 3.

[3] Mehmet Zeki Pakalın, Mâliye Teşkilâtı Tarihi IV, Maliye Bakanlığı, Ankara 1978, s. 35.

[4] Balıkhâne Nazırı Ali Rıza Bey, Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı, haz. Ali Şükrü Çoruk, Kitabevi, İstanbul 2001, s. 20.

[5] Abdurrahman Âdil, “Yeni Osmanlılar Tarihi ve İnkılâbât-ı Fikriye Münâkaşaları”, Hâdisât-ı Hukukiye ve Târihiye, cüz 3, 15 Mayıs 1341.

[6] Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir II, haz. Cavit Baysun, TTK, Ankara 1986, s. 73.

[7] Ahmet Cevdet Paşa, Tarih II, Dersaâdet 1309 s. 102.

[8] Muallim Naci, Osmanlı Şairleri, (Haz. Cemal Kurnaz), MEB Yay., İstanbul 1995, s. 172.

[9] İbnülemin Mahmud Kemâl, Kemâlü’l-Kâmil, İÜ Nadir Eserler Kütüphanesi İbnülemin kısmı, T3341, v. 115/a-b.

[10] Bkz. Ömer Faruk Akün, “Ahmet Vefik Paşa”, DİA, c. II, İstanbul 1989, s. 150-151.

[11] İbnülemin Mahmud Kemâl, Evkâf-ı Hümayun Nezareti’nin Târih-i Teşkilâtı ve Nuzzarin Terceme-i Hâli, Evkâf-ı İslâmiye Matbaası, Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliye 1335, s. 114.

[12] İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar, İstanbul, 1940-1953, s. 704-705.

[13] Mehmed Cemaleddin, Osmanlı Tarih ve Müverrihleri (Ayîne-i Zurefâ), haz. Mehmet Arslan, Kitabevi, İstanbul 2003s. 127.

[14] İbnülemin, Son Sadrıazamlar, s.1253.

[15] İbnülemin’in muhtelif meclislerdeki hâlleri ve bunların menkıbeleri için bkz. Hüseyin Vassaf, Bir Eski Zaman Efendisi İbnülemin Mahmud Kemâl, haz. Fatih M. Şeker – İsmail Kara, Dergâh Yayınları, İstanbul 2009, s. 252 vd.

[16] Süleyman Nazif, Servet-i Fünûn, nr. 90-1564, 5 Ağustos 1925.

[17] İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, İstanbul 1930-1942, s. 959. Bir ara İbnülemin’in konağına devam ederek müstefîd olan Mehmed Zeki Pakalın, daha sonraları aleyhinde bulunmuştur, konağın ve sahibinin hususiyetiyle alakalı şunları yazar:

“Öteden beri tanıdığı, tanımadığı âdemler, nezdine gelir yahut tezkire yazar hatta sokakda yakalar, soracağını sorar, müşârun ileyh sorulan meseleyi bilirse derhal cevabını verir ve muhatabının –tanımadığı zât ise– hüviyetini öğrenmeğe de lüzum görmez. Bilmediği bir şey sorulsa “bilmiyorum. Fakat filân kitaba müracaat edilse aranılan bulunur zannederim” der.

Kable’l-işgal kitaphânesinde pek mühim kitaplar, pek mühim evrak-ı kadîme –bugün emsâli mefkûd– eski gazete kolleksiyonları mevcut olduğundan ulemâ ve üdebâdan bazı zevât müracaatla müstefîd olurlardı. İkametgâhı dâru’l-ilm hükmünde olduğundan müdâvimlerden bazı zevât “Dâru’l-Kemâl” tesmiye etmişlerdi; birbirlerine “Mahmud Kemâl Bey’in hânesine gidiyor muyuz” makamında “Dâru’l-Kemâl’e gidiyor muyuz” diye sorarlardı. Ulemâdan, üdebâdan, şuarâdan, hattâtînden, erbâb-ı sanatdan, erbâb-ı mûsikîden el-hâsıl meslek-i muhtelife mensuplarından her fert aradığını Dârul’l-Kemâl’de bulur, istifade ederdi.”

Hüseyin Vassaf, Kemâlü’l-Kemâl, s. 148.

[18] Hüseyin Vassaf, a.g.e., s. 168.

[19] Ağabeyim Fatih M. Şeker, konağın devirleri ve nesilleri etkileyen bir mahfil olmasının arkasında Nakşî geleneğin de önemli bir etken olduğunu söyler: “ İbnülemin’in dârü’l-kemâldiye isimlendirilen konağı sohbet meclislerinin kurulduğu bir yerdir. Erbabının dergâhı olan konağın mürşidi İbnülemin’dir. Kendisini Nakşîlikte idrak eden İbnülemin intisap ettiği tarikatte ve gelenekte olduğu gibi hayatında sohbete merkezi bir yer verir.” ; Fatih MŞeker, “İbnülemin İçin Bir Entelektüel Portre Denemesi: Osmanlı ile Cumhuriyet Arasında Sahih Bir Köprü”, Kemâlü’l-Kemâl içinde, Haz. Fatih M. Şeker-İsmail Kara, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2009, s. 18.

[20] Bkz. Metin Toker, “İstanbul’un Harab Bir Konağındaki Hazine”, Cumhuriyet, 08.10.1949, s.14. Yakın dostu Hüseyin Vassaf’ın kütüphane hakkındaki değerlendirmeleri için bkz. Hüseyin Vassaf, Bir Eski Zaman Efendisi, s. 152-153. İbnülemin’in konağındaki hat koleksiyonunu değerlendiren bir yazı için bkz. Ali Alparslan, “İbnülemin Mahmud Kemâl İnal’ın Kısa Hayatı ve Hat Koleksiyonu”, Müteferrika, Yaz 2000, nr. 17.

1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi 26. Sayı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Her Şey Yavaşça Akıyor Ebediyete

Dr. Mustafa ULUSOY Dehirler boyunca yaşanan nice dert toza toprağa karışmış da, bir seninki mi …

Kapat