Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Risale ve Bediüzzaman Üzerine / “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.”

“İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Hulûsi YAHYAGİL Ağabey’in Risale-i Nur’da geçen yukarıdaki cümleyi îzah sadedinde bir mektubu.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ٭

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ٭

Aziz Kardeşim!

Mektubunuzu aldım. Sıhhat ve afiyetinizden memnun ve hayır duanızdan mesrur oldum. Havfullah ile inleyen kalbinizin hariçteki tereşşuhatı demek olan, gözyaşlarınızdan dolayı da sizi tebşir ederim. Allah korkusundan ağlayan göze, ebedî âlemin azap memuru olan cehennemin ateşi tesir etmez. Bu kardeşinizden mühim bir sual soruyorsunuz. Yalnız, sualde kelimelerin aslından biraz fark var. Sözün aslı şöyledir, “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.” Teslimiyet tevhid’den sonra geliyor. Bunun izahı için hususi dükkânımda acz ve fakrdan başka bir şey bulamadım. Yalnız sizin saffet ve ihlasınızı şefi’ tutarak Nurlu derslerin metninden ve şifahane-i Rabbânî olan Kur’an’ın hazinesinden, fakir kalbime gelen manaları gayet kısa yazacağım. Bu dersin esası

اَسْتَع۪يذُ بِااللّٰهِ

لَقَدْ خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ ف۪ٓى اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ{٤}ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِل۪ينَۙ{٥} اِلاَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ٭ صَدَقَ اللّٰهُ العَظ۪يمُ٭

İlâ âhir il ayet. 

Âyât-ı Beyyinatın tefsirinden; imanın hem nur, hem kuvvet olduğuna işaretle, hakiki imanı elde eden adamın kâinata meydan okuyabileceği ve imanın kuvvetine göre hâdiselerin ağırlıklarını Kadir-i Mutlak’ın yed-i kudretine emanet edip, rahatla dünyadan göçüp, berzahta istirahat edip, saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabileceği, eğer tevekkül etmezse; dünyanın ağırlıklarının uçmaya değil, belki esfel-i sâfilîne çekeceğini beyandan sonra, zikri geçen nuranî vecizeyi yani: “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.” düsturunu vaz’ edip yanlış anlaşılmamak için de; Tevekkül bütün bütün esbabı reddetmek değilbelki dest-i Kudretin bir perdesi gözü ile o esbabı düşünerek teşebbüs etmek” de fiilî bir dua olduğunu ders vermektedir. Şimdi maksada gelelim.

1- İman ettim, inandım, kabul ettim, demek kâfi değil. İman başta tevhidi yani (Lâ İlâhe İllâllah) olarak mü’minun bih’a iman, yani; Her şeyden evvel Allah’a imanı, tevhidi ister. Evet, tevhidsiz iman yalnız bir sözdür ki hiçbir kıymet ve mana ifade etmez.

2- Başta (Lâ İlâhe İllallah) tevhid olarak imanın şartlarına inanmakta kâfi değildir. Esfel-i sâfilîne sükûttan kurtulmak için imandan sonra âmal-i sâliha lazımdır. Bu da İslamiyetin erkânından olan feraiz-i İlahiyenin ifasını iktiza eder. Bu da, teslim kelimesi ile ifade edilmiştir. Şu halde tevhid teslimi iktiza eder.

3- Tevekkül; İman, tevhid ve İslamiyetten sonra geliyor. Malumdur ki; insana tekâlif-i İlâhîye akıl ve büluğdan sonra teveccüh eder. Ne sabî ve ne mecnun mükellef değillerdir. Tekâlif-i İlahiyeyi îfâ kolay değildir. Kulluk vazifesini yerine getirmek iktidarımızla mümkün değildir. Ubudiyetin en yüksek mertebesine yükselen Habîb-i Rabb-ül Âlemîn, ibâdullahın hislerine tercüman olmuş ve Kemâl-i şefkatinden ümmetine

مَا عَبَدْ نَاكَ حَقَّ عِبَادَتِكَ يَا مَعْبُودُ

denilmek lazım geldiğini manen ders vermiştir. Hulâsa; zaaf ve aczin müntehasında iken semâvat, arz ve dağların yüklenemediği emaneti kabul eden insan, Kavî ve Kadîr-i Mutlaka tevekkül etmek, ondan bu mükellefiyeti edâya medet ve inayet niyaz eylemek zaruretindedir. Yoksa iktidar-ı cüz’îsine güvenirse fahre ve gurura düşerek sukût eder. Teslimiyet, tevhid ve imana, medet ve inayet yetişmezse, tehlikeye girerler. Demek teslim tevekkülü iktiza ediyor, tevekkülsüz olamıyor ve bunlarla iman hakikî oluyor.

4- Tevekkülün saadet-i dareyni iktiza ettirdiği; imanı, zikredildiği gibi tekemmül eden insan, hilkatin hikmetini anlar. Vazifem ubudiyettir, itaattir, Rahmet-i İlahiyeye itimattır, der. Kendisinde ve âlemde ve her şeyde, her yerde Hâlikın Esma-i Hüsna’sının tecellisini görür, anlar, bu fani ömürde saadet-i ebediyeyi düşünür. Ahkâm-ı Kur’aniyeye, Sünenat-ı Peygamberîye ittiba ederek meşru dairede ubudiyet vazifesini yapar. Yani; bu fani ömür dakikalarını rıza-i İlahiyeye sarf ederek, bu manevî münbit arza, bâkî çekirdekleri diker. Lâ yetenâhî hâsılat alacağına, nihayetsiz Kerem ve Rahmet-i İlahiyeye imanı ile inanır. Böylece farîze-i ömrünü bitirir. Elbette ve elbette böyle bir zat, hem bu dünyada hem ebedî âlemde mes’uddur ve saadet-i ebediyeye mazhar olacaktır. Cenab-ı Hak bizleri de bu hayırlılardan eylesin. Âmin.

5- Sizin, teslimiyet kelimesindeki maksadınızı da azıcık anlıyorum. Bunu yine İslamiyet’in erkânı ile tarif edeceğim. Ubudiyetin hulâsası namazdır. Namaza girmek için hadesten ve necasetten pâk olmak ister. Nitekim 

مِفْتَاحُ الْجَنَّةِ الصَّلَاةُ ، وَمِفْتَاحُ الصَّلَاةِ الطُّهُور

صَدَقَ رَسُولُ اللّٰهِ

Hadîs-i Şerifi bu esası izah eder. Namaz, Rabbin yani; mekândan münezzeh, her yerde hazır, nazır bildiği Hâlıkın huzurunda, abdin kavlî ve fiilî bir ibadetidir. Demek İslamiyet veya teslimiyet, Rabbin huzuruna çıkmaya, mükâleme ve hitab ve İltifat-ı Rabbaniyeye mazhariyettir ki  الصلاة معراج المؤمن  buyrulmuştur. Demek İslamlığın en câmi rüknü olan hakikî namazda bu hassa var. Uyanık her ruh, münevver her kalb, selim her akıl sahibi, İman ve İslamiyet’ten aldığı feyze göre bu zevki namazında bulur.

6- Ehl-i tarîkın teslimiyeti, benim kásır anlayışıma göre; hayat yolculuğunda, emaneti kabzetmek zamanına kadar, bir aktab silsilesine bağlı ve kendi hükmünce ehil ve mürşid kabul ettiği bir zata teslim olmak yani; cüz’î iradesini, o zatın evamir ve irşadatına zorla itaat ettirmek, bununla rıza ve likãya mazhar olunacağını kabul etmektir. Bu hareketi ile o mürid; iman, tevhid, teslim ve tevekkül esaslarına riayetkâr olmakla beraber, başta şeytan ve nefs-i emmare olarak, nihayetsiz şerlere ve şerlilere dayanmak için kendisini mühlikelerden koruyacağını yakinen anladığı bir mürşide bağlanmak ve başta kalb, manevi cihazlarını talim edildiği gibi işleterek, vartalara düşmemek için mürşidinin irşadat ve ikazatı dâhilinde itimad ile yürümek ve nurani bir kafileye rızasıyla katılmak demektir. Mürşid ehil, mürid sabûr ve teslimiyeti sarsılmaz olmak şarttır. Sûreten mürşid olup, o nuranî kafileye katılmayan sahtekârlar, hem dâll ve hem mudill olurlar. (Asrımızda maalesef bunlar pek çoktur. O halde mürid, bağlanacağı zatı tecrübe etmeli ki, Dimyat’a pirince gideyim derken, evdeki bulgurdan olmasın. Tercübe; ahkâm-ı şer’iyye ve desâtir-i Nebeviyye ile olur.) Şer’-i Şerife muhalif, sünnete zıt hareketleri olanlara mürşid denilmez. Belki müfsid ve mudill denilir. Mürşid bulamayan Peygamberin bu kudsî emrine ittiba eder.

مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّت۪ى فَلَهُ اَجْرِ مِاَتِ شَه۪يدٍ ٭اَوْكَمَا قَالَ‌ صَدَقَ رَسُولُ اللّٰهِ

Şahısların iradesi, mutlak mevzubahistir. Çünkü mesuliyete merci o cüz’î iradedir. Kusurlar cüz’î iradeye ve nefse, iyilikler مَااَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ sırrınca kader-i İlahiyeye aittir. Ezel, zannedildiği gibi mebdede muhayyel bir uç değil. Belki maziyi, hâli, istikbali içine alan bir tabirdir. İlm-i ezelî her şeyi muhîttir, hiçbir şey ondan hariç olamaz. Fakat İlm-i ezelî fertler hakkında ne takdir etmiştir, bunu Enbiya dahi bilmez. (Bildirilmiş olanlar müstesna) Yukarıda zikredildiği gibi, biz kuluz, mükellefiz. Tekâlif-i İlahiye malumdur, şer’î hudud muayyendir. Emirler ve nehiyler tasrih edilmiştir. Tekâlif-i İlahiyeyi, emirleri ve nehiyleri imtisal ederek kulluk borcumuzu ifa edeceğiz.

Rabbimizin zatını, O’nun ezelî ilmini düşünmek, lâ teşbih on gramlık terazi ile bütün mevcudatı bir kefesine alıp tartabilecek kadar nihayetsiz vüs’atteki teraziyi müvazeneye kalkışmaktan daha garib olur. Mesele çok derin, izah çok zaman ister. Acz, fakr ve noksandan başka sermayesi olmayan kardeşinizin kalbine gelip, kaleminden harf, kelime, cümleler olarak satırlarda ve sahifelerde görülebilen yazılar, ihlâsınızla HAZİNE-İ İLÂHİYE OLAN KUR’AN’IN HAKİKATLİ TEFSİRİNDEN TECELLÎLERDİR, dersem hata etmemiş olurum. İfadedeki düşüklük manadaki noksanlık, izahtaki eksiklik bana aittir. Sizin sualinize bir nebze cevab vermiş isem, bundan dolayı Allah’a nihayetsiz hamd ve şükürler eder, başta siz kardeşim olmak üzere, muhitinizdeki bütün Hakka âşık, sıdka müştak kardeşlere gerek ben ve gerekse buradaki alâkadar kardeşler namına nihayetsiz selam ve dualar eder, hayır duanızı niyaz ederim.

El Bâki,  El hubbufillah, Hulûsî

hulusiyahyagil.com

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Manevî Hayata Hizmetleri

Üstad Said Nursi’nin Manevi Hayata hizmetleri   Bedîüzzaman Hazretleri hayatını ‘eski Said’ ve ‘yeni Said’ …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
“Benim Şefik’im İçmez!”

Muğla Milaslı Şefik isimli cinayet işlemiş bir mahkum, cezasını çekmek üzere Eskişehir cezaevinde yatmaktadır. Deyim …

Kapat