Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / İngiliz – Yahudi Medeni̇yeti̇ni̇n Ana Merkezi: LONDRA, Baş Mihrakı: ‘FARMASONLUK’

İngiliz – Yahudi Medeni̇yeti̇ni̇n Ana Merkezi: LONDRA, Baş Mihrakı: ‘FARMASONLUK’

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

ÇAĞDAŞ KÜRESELLEŞTİRİLEN İNGİLİZ-YAHUDÎ MEDENİYETİNİN ANA MERKEZİ: LONDRA BAŞ MİHRAKI: ‘Farmasonluk’ (‘Serbest Yapı Ustalığı’) ve ÖNCÜ ETKİNLİKLERİ: iktisât ile Sanayi

Prof. Dr. Ş. Teoman DURALI 

(…) 

1300’lerin başlarında vukûu bulmuş kovuşturmalardan Tapınakcılar, darmadağınık durumda Avrupanın çeşitli yörelerine göçüp türlü etkinliklerle geçimlerini temîn ederlerken; İskoçya’ya sığınmış olanlar, alışılmış sanatlardan taş, yapı ve duvar işciliği ve ustalığına devâm etmişlerdir. İspanya’da yaklaşık bin yıl sürmüş İslâm döneminin ardından Müslümanlarla birlikte Yahudîler de ülkeden çıkarılmış yahut din değiştirmeğe icbâr olunmuşlardır. 

1492’de Ispanyadan, 1495de de Portekizden sürülmüş olan Yahudîlerin bir kısmı, Felemenk ülkesine ilticâ etmiş; oradan da zamanla İngiltere adasına göçmüştür. Ortaçağ boyunca Hıristıyanlarca hor görülmüş, kovuşturulup kırıma uğramış Yahudîlere ticâret dışında bütün iş güç kapıları kapalı tutulmuştur. Batı ile Doğu Avrupalı Yahudîler, Avrupada mal değiştokuşuyla meşğûlken, gerek Müslüman Ispanyadaki gerekse öteki İslâm ülkelerinde yaşayan dindaşları, Müslümanlığın yaygın bulunduğu bölgelerin yanı sıra, Hırıstıyan toplumlarıyla dahî ticârî ilişkiler kurmuşlardır. Bu yoldan zamanla başta mal olmak üzre, para bakımından da servet sâhibi olmuşlardır.

Onbeşinci yüzyılın sonları ile Onaltıncı yüzyıl başlarında zanaat ile ticârette Avrupa’nın en önde gelen ülkeleri hâline gelen Felemenk ile İngiltereye göçüp yerleşen bir kısım Ispanyol ile Portekiz Yahudîsi, yanlarında getirdikleri mal, para ile hünerlerini bahsolunan ülkelerde yatırıma ve uygulamaya rahatca aktarabilecekleri ortamlar bulmuşlardır. Öncelikle de İngiltere’de karşılaştıkları iki toplulukla tarihî ortaklığa girmişlerdir: Bunlardan biri, Kıta Avrupasından İngiliz adasına sığınmış Tapınakcılar; öbürüsüyse, daha Onüçüncü yüzyılda cereyân etmiş sürtüşmelerden hânedâna karşı siyâsî ile iktisâdî cihetlerden güçlenerek çıkmış olan toprak zâdegânıdır.

Hükümdâr ile toprak zâdegânı arasında uzun sürmüş olan çekişme iki taraftan birinin lehinde sonuçlanmayınca, Runnymede düzlüğünde 15 haziran 1215de elli üç maddelik Yüce Ahit (OrL Magna Carta), hükümdâr ile zâdegân temsilcileri arasında akdolunmuştur. Zamanla anayasa mesâbesine erişen bahse konu metnin aslı, o gün bu gündür, British Museumda muhafaza edilegelinmiştir. Bir Haklar Belgesi (Bill of Rights) olan bu ahitnâme, Yeniçağ Avrupasının siyâsî kurumlaşmasında hayatî önem taşır. 

İşte, bu üç farklı öbek, Onyedinci yüzyılın sonlarına doğru ‘buluşarak’ kelimenin tam anlamıyla bir ‘akıl izdivâcı’, daha doğrusu, ‘menfaat izdivâcı’ kuracaktır ―her ne kadar, ‘izdivâç’, çiftler arasında olursa da! Sözü edilen üç unsurun yerleştiği mahal, başka bir deyişle, ‘merkez üs’sü İngiliz adasının ticârette önde gelen şehirleridir. Bunların başındaysa, Londra gelir. Toprakla uğraşmağı bırakıp şehre yerleşen, böylelikle de Yakınçağ tarihinde yeni bir toplum– iktisât sınıfını teşkîl edecek olan ‘Kentsoyluluğ’un, gündeme sokulmasında temel etken olacak bu zâdegân takımı, mal – mal ile mal – para mübâdeleleri sonucunda biriken sermâyeyle ‘Sanayi’ devriminin başını çekmiştir.

Bu arada, 1400lerin ikinci yarısından itibâren Akdeniz havzası ile Batı Asyanın önemli bir kesimine dayanışmacı–toplumcu merkezî devlet denetimine ağırlık tanıyan103

103Başka bir deyişle, geniş çaplı gayrımenkul mülk edinme ile fâize dayalı serâzât ticâret yollu servet birikimine fırsat tanımayan.

Müslüman Osmanlı Türklerinin hâkim olması sonucunda, bölgenin önde gelen milletlerinden, henüz 1300lerin başlarında İç ile Doğu Asyaya kara ile denizden vâsıl olabilmiş İtalyanlar, ardından da Ispanyollar ile Portekizliler, kendilerini Asyanın zenginliklerine ulaştıracak yeni yolları keşfetmeğe koyulmuşlardır. Bu bağlamda, açık denizlere çıkma alışkanlıklarından ötürü, başta Portekizliler olmak üzre, Ispanyollar ve, özellikle, onların hizmetine giren İtalyan denizciler, uçsuz bucaksız ummanlara yelken basmağı denemiş, bunda da son derece başarılı olmuşlardır. 1400lerin sonları ile 1500lerin başlarına varıldığında, gerek tekne inşâa sanayiinde gerekse gemicilik hünerinde (Fr&İng navigation) kaydedilmiş kayda değer gelişmeler sâyesinde ve eşsiz cesâret örnekleri gösterilerek yeryüzünün bellibaşlı büyük denizlerinin katedilmesiyle o çağa değin104

104Dokuzuncu ile Onuncu yüzyıllarda Iskandinav Germenleri olan Vikingler dışında.

Avrupalının tanımadığı Amerika kıtası 1492den itibâren keşfolunup Afrikanın batısında, güneyi ile güney doğusunda, Arabistanın güneyinde, Hint kıyıları ile Malay, yânî Doğu Hind aralında (takımadalarında) üsler kurulmuştur. 1500lerin ortalarına vardığımızda, Avrupanın Katolik Portekizi, Ispanyası ile İtalyası, az sonra da Fransası, Protestanlaşan Felemengi105

105Felemenkliler, 1568de Ispanyol hâkimiyetine başkaldırırlar. Sonuçta Felemengin Flander bölgesi, İspanyol hâkimiyetinden kurtulamazken, 1648 Westphalia antlaşmasıyla Hollanda bağımsız olur. İki kesim 1815’de birleşmekle birlikte, bu durum, uzun sürmeyip 1830da Felemenk, yeniden bölünür. İngiliz-Yahudî ittifâkının fikri ve gayretiyle Napoleon savaşının ardından Flander kesimi Fransızca konuşan Wallonlarla birleştirilerek Belçika oluşturulmuş; böylelikle en dişli rakîp, Felemenk, sâfdışı kılınmıştır. 1300lerde Antwerpen yahut Leeuwen misâli, Kuzey batı Avrupanın en önde gelen sanat ile ticâret merkezlerini barındırmanın ardısıra dûçâr kaldığı uzun süreli Ispanyol idâresinde daha ziyâde tarım ülkesi özelliklerini göstermeğe meyleden Flander, Katolik kalırken, Hollanda Protestanlaşıp serbest mal ticâretinden ―Merkantilismden― 1600lerin ilk yarısından itibâren mâlî sermâye ―Sermâyeciliğe, bunun da uzantısı olarak Sömürgecilik ile İmperyalisme― geçmiştir. Hollanda, Ondördüncü yüzyıldan Onyedincinin sonuna değin denize dökülen irikıyım ırmak ağızlarına dev boyutlarda setler örüp ülkeyi baştan başa kateden ırmakların mecrâlarını dahî değiştirerek topraklarını genişletip tarımca daha bir verimli kılmak, gemi inşâa sanayiinde ve kendi mamulü gemilerle Baltığın doğu kıyıları ile Kuzey Batı Avrupa ve uzak Asya sahilleri arasında deniz ticâret ağı kurmak suretiyle temâyüz etmiştir. Flanderin sanat ile ticâret merkezleri, Onyedinci yüzyıl boyunca, artık, Rotterdam ile Amsterdam gibi Hollanda şehirlerine kaymıştır. Baltığın doğu kıyılarından yüklenilen tahıl, kereste, yün ile deri; Asyanın güneyi ile doğusundan taşınılan baharat, çay, çinî, ipek ile pamuk dokumalar neviinden mallar, Ispanyol gümüşü ile altınına karşı koz olarak kullanılmışlardır. Altın, gümüş ile keresteden yoksun bulunan İslâm âlemineyse bu çeşit nesneler ihrâc olunmuşlardır. 1600lerin ikinci yarısında filiz vermeğe başlayan mâlî sermâye inkişâfına gümüş ile altının esas ihdâs olunması, bir de, sömürge edinme zorunluluğunun başgöstermesi, bu yeni yolun yolcusu iki amansız rakîbi, İngiltere ile Hollandayı, kaçınılmazcasına karşı karşıya getirmiştir. 1652de patlak verip aralıklarla 1674e değin sürmüş İngiliz – Felemenk savaşları sonucunda Felemenk, iyiden iyiye çaptan düşerek hayatî önem taşıyan birçok sömürgesini İngilizlere kaptırmıştır:
Amerika’da New York ve çevresi; Güney Afrika’da Kap şehri, Transvaal, Oranje Vrijstaat…; Asya’da Seylan, Malaka, Singapur, Hint, Çin ile Japonyada çeşitli yerleşim birimleri; Abel Janszoon Tasman’ın 1600’lerin ilk yarısında keşfettiği Avusturalya, Yeni Zelanda (Fel Nieuw Zeeland: ‘Yeni deniz ülkesi’) ile
Tasmanya (Felemenk denizci-kâşif Abel Janszoon Tasman’dan)

ile İngilteresi, başta Amerika’dan taşınan altın ile gümüşle ve öteki denizaşırı ülkelerden yüklenilip getirilen mallarla müdhiş bir servete garkolacaklardır. Portekiz ile İspanya bahsi geçen ham servetle ne yapacaklarını şaşırıp bunu çarçur ederlerken, Felemenk, özellikle de 1500lerin sonlarında İngiltere, onu mâlî sermâyeye dönüştürmenin, böylelikle de zenginliğe zenginlik katmanın yollarını keşfedeceklerdir.

İngiliz iç savaşı sonunda kraliyete vucut veren asilzâde ile toprak zâdegânı sınıfları Ortaçağ boyunca birbirlerine baskın çıkma yarışından üstünlük elde edemeden çıkınca, uzlaşmağa varmak zorunda kalmışlardır. Asilzâdeler, toprak zâdegânının denetimi altında ülkeyi yönetmeğe devâm ederlerken, ikinciler de, soylu olamayan kesimle birlikte git gide ticârete yönelmişlerdir. Buradan da, Ruhbân zümresi dışarıda bırakılmak suretiyle, geniş bir toplumsal uzlaşmağa erişilmiştir. Sonuçta, dinî-ruhanî ve dahî asilzâde olmayan, bununla birlikte, ülke idâresinde ağırlığını gittikce daha fazla duyuran ve mal – mal, bilâhare de mal – para mütekâbilliğine dayalı bir ticâret etkinliğini yürütecek ve kentsoylu, orta sınıf denilecek bir toplumsal yapılanma ortaya çıkmıştır. Atadan evlâda intikâl ettirilen durağan servet ile el emeği ve göz nuruna dahî dayanmayan bu yeni müteşebbis zengin zümre, devingen servet birikimine yol açmıştır. İşte bu devingen servet birikimi, bir yandan dinî-ruhânî olmayan bir dünya – toplum anlayışını berâberinde getirirken, öte taraftan da iş hacmini alabildiğine büyütmüştür. Sonunda, köle, yarı-köle, her neyse, varolan emek gücü, yaratılan iş hacmını dolduramaz, yoğunluğunuysa taşıyamaz hâle gelmiştir. Batı Avrupanın, 1300’lerin sonlarında İslâm medeniyetinden devraldığı fen becerisi, böylelikle 1600’lerin ikinci yarısından itibâren öncelikle İngilterede başgösteren mücbir ihtiyâçlar çerçevesinde ‘sanayi’e yol açmıştır.

Bundan böyle artık, âtıl kalmağı medenî olmanın fazîletinden sayıp varlığın derinliklerine nüfuz etmeği de hayat gâyesi bilen ‘Hakîm’in ‘Hikmet âlemi’ sona erer; onun boş bıraktığı mahali, maddenin yüzeyine çakılarak durmadan genişleme istidâdını gösteren habire hareket hâlindeki ‘tüccâr – mühendis dünyası’ alır olmuştur. ‘Hikmet âlemi’nin heyetiumûmîsini tersîmleyen ‘Eski dünya’nın ‘Klasik çağı’dır. Bu çağın kapsadığı bellibaşlı dev medeniyetler, tarihteki zuhûrları sırasıyla, Mesopotamya, Çin, Hint, İran, Egenin Yunanı, İbrânî, Hırıstıyan Avrupa ve nihâyet İslâmdır. Eski dünyanın Klasik çağının yerini alansa, Londra – Vaşington ekseni üzerine inşâa olunmuş Yeni dünya düzenidir. 

Nisbeten kısa sürelerde büyük miktarda mâlî değer taşıyan malların, yalınkat beden gücü gereksinilmeksizin ortaya çıkartılması anlamına gelen ‘sanayi’, özge bir deyişle, fabrikalaşma, geçmişteki bütün öteki üretim araçları ile tarzlarından bambaşka bir olaydır. Burada ‘hammadde’ denilen işlenmemiş malzemeden mamul maddenin çıkarılması işini üstlenen cıhâzlara ‘makine’; birden fazla makineyi barındıran yapılara da ‘fabrika’ denmiştir. Sanayi, şu hâlde, Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetinin mekanik biliminde temellenen felsefe-bilim sisteminden türetilmiş Maddeci–Mekanisist dünya tasavvuru çerçevesinde oluşturulmuş yöntemler kullanılarak mekanik araçlarla maddî yapıların ortaya koyulmasıdır. Bu yolla ortaya koyulanlara mamul madde denir. Mamul maddeyse, hammaddenin, fabrika denilen mahalde bulunan makinelerin işleminden geçirilmesiyle meydana getirilir.

Makineleri çalıştıran kişiye ‘işci’, onun ortaya koyduğu güceyse ‘emek’ denir. Başka bir deyişle, insanın makine çalıştırma gücü, emektir. İnsanın kol gücü ve el mahâretiyle makine çalıştırma edimi ve bunun toplum ile siyâset düzlemindeki yansımasıysa ‘emekcilik’tir.

Mamul maddenin üretilmesiyçin elzem olan hammaddenin temîn edildiği tabîî– siyâsî bölgeye ‘sömürge’ (Fr colonie) adı verilir. Mamul maddenin, para karşılığında elden çıkarıldığı mahale de ‘pazar’ (Fr marché) denir. Çoğu kere sömürge ile pazar, aynı yörede buluşmuştur. Bunun temîniyçin genellikle silâhlı devlet kuvvetleri yahut gayrıresmî106

106Şirketlere ait Hindistana ve Malayanın bazı illerine İngiliz tâcı hesâbına el koyan Doğu Hint Şirketi —East India Company, kuruluş tarihi: 1600, kısaltılmış adı: EIC— yahut Güney ile Güney doğu Asya’da Felemenklerin ticârî İmperyalismini yürürlüğe sokan Birleşik İmtiyâz almış Doğu Hint Şirketi —Vereenigde Geoctroyeerde Oost-Indische Compagnie, kısaltılmış hâli: VOC, kuruluş: 1602— gibi.

birlikler işe koşulmuşlardır.107

(1)1498’den itibâren Güney, Güney doğu ile Doğu Asya kıyılarının bâzı kesimleri ile adalarından birçoğu Portekizli denizci kâşif savaşcıların fethine konu oldu. Mal – para mübâdelesine dayalı ticâret ile dinyayma etkinlikleriyle temâyüz eden Portekizlilerin anayurdu, 1580de Ispanyanın hâkimiyetine girdikten sonra, Güney Afrikadaki, Güney Arabistan ile Asyadaki sömürgeleri de teker teker ilkin Felemenklilerin, bilâhare de İngilizlerin ellerine geçmişlerdir. Günümüzde İndonesya (Yunancada indos[Hint]–nēsos[ada]-~ia[ülke]: ‘Hind-adalar-ülkesi’) diye anılan Doğu Hind adaları (İng East Indies; Fel Oostindische eilandengroep), Portekiz idâresinin devâm ettiği Doğu Timor dışında, tümüyle Felemenklilerde kalmıştır.

(2)Devlet eliyle yürütülen faaliyetlerden ziyâde Felemenkliler, ilk zamanlar, tarihte ‘Wilde Vaarten’ diye tanınan bireysel girişimlerde bulunarak uzak denizlere yelken açmış; git gide şirket esasına dayanarak iş görmeğe yönelmişlerdir. 1600lerin ikinci yarısında Doğu Asya ticâretini tekellerine geçirmenin yanısıra, Avrupada olağanüstü değer ve itibâr gören baharatı dahî Doğu Hint adalarından taşımağa koyulmuşlardır. Felemengin Altın Çağı diye nitelenen Onyedinci ile Onsekizinci yüzyıllarda Amsterdam, Asya – Avrupa ticâretinin sıklet merkezi hâline gelmiştir. Ticâret ile mâlî sermâye – fen – denizaşırı topraklara açılma üçgeni çerçevesinde tavsîf olunan dönemde Felemenk, coğrafya ile nufus boyutlarını şaşkınlık yaratacak kertede aşarak sayılı kudretli ve zengin devletlerden biri olma konumuna erişmiştir. Bu durum, İngiliz – Felemenk savaşlarına değin sürecekti. 1652de kopacak fırtına, tarihte ilk yalınkat ticârî çekişmelerin savaş hâlini almasının ifâdesidir. Mâlî sermâyecilik ile buna koşut gelişen sanayileşmenin bu iki dev öncüsünün amansız çatışmaları 1667 Breda antlaşmasıyla sona ermiş; İngilizler, Felemenklilerin yanısıra Fransızlar ile Ispanyollardan dahî mebzûl miktarda denizaşırı toprak kapmıştır. Sonuçta sömürge–pazar niteliğini gösteren yapılanmağa gitmişlerdir. Nisbeten boş bulduklarımıntıkalaraysa, anayurttan muhacir taşıyarak yerleştirmişlerdir: Kuzey Amerika ―geleceğin A.B.D. ile Kanada―, Avusturalya, Tasmanya, Yeni Zelanda, Güney Afrika…
―bkz: J.M.Roberts: “The Penguin History of the World”, 633. – 637.syflr;
ayrıca bkz: Nicholas Tarling: “The Cambridge History of Southeast Asia”, I.cilt, 355. – 361.syflr.

(3)İlahiyattan kopmuş felsefe-bilim sistematiğinde temellenerek teşkilâtlanmış ve gücünü sanayiden almış Sömürgeci–İmperyalist Kuzey batı Avrupa, hemen hiçbir ciddî direnmeyle karşılaşmadan dünyanın dörtbir yanını üç yüz yıl gibi kısa sayılması lâzım gelen sürede zapdederek sömürgeleştirmiştir. Bu müdhiş fecîi girişim, zirvesine 1890’lar ile1920’ler arasında erişecektir. Tek kayda değer karşı koyma, İslâm medeniyeti ile davâsının sancağını taşıyan Osmanlı Türkünden gelmiştir. Henüz 1500’lerin başlarında, Arabistanın güneyindeki Aden ile Hadramutu, Hindistanın batısında kimi şehirleri, Sumatra adasının kuzeyindeki Açe ile Malaya yarımadasının batısındaki Malakayı kuşatan Portekizlilere karşı çıkan Osmanlı Türkünü görüyoruz. Osmanlı Sultanı, aralarında topcunun, top dökümcüsünün, istihkâmcı ile mühendisin de bulunduğu beş yüz neferlik bir Türk deniz birliğini bol miktarda mühimmatla birlikte Açe hükümdârının yardımına göndermiştir. Bahsi geçen askerî birlik, 1566 yahut 1567de Portekizlilere karşı savaşıp onları defetmiş olmanın yanısıra, Açeli Müslümanlara top dökme ile ateşli silâhları kullanma hünerini dahî kazandırmıştır. 1585 tarihli bir Portekiz belgesi, tunç dökümü Türk topları ile çeşitli çaptaki tüfenklerden, deniz erleri ve tahkîmât ile muhasara sanatında sivrilmiş mühendislerden bahsetmektedir
―bkz: Nicholas Tarling: A.g.e, 383.&384.syflr.

(4)Açenin başşehri Bendeaçenin Merkez camiinde, şükrân ifâdesi kabîlinden, Osmanlı Türkünün azîz ruhuna hâlâ yılda iki defâ mevlid okutulduğu bu satırların yazarına ocak 1993de yöreyi ziyâreti
sırasında anlatılmıştı.

(5)East Indıa Companyden kısa süre önce, Sir Edward Osborne, Lord Burghley ve Sir Francis Walsigham’la birlikte Kraliçe I.Elizabeth’den aldığı (1533 – 1603) ruhsat ve destekle III.Murad’ın (1546 – 1595) saltanat devri sırasında 1581de Türkiye Tüccârlar Şirketini (The Company of Turkey Merchants) kurmuştur. Osmanlı topraklarında ticâretten pay kapabilmek maksadıyla Venediklilerle, Fransızlar ve
Felemenklerle kıyasıya rekaabete girişen İngilizler, adı anılan şirketle Anadolu ile Batı Asyada Köprübaşı tutmuşlardır. 1800’lerin ortalarına geldiğimizde etkinliklerinin, en üst seviyeye vardığını göreceğiz
—bkz: Lord Kinross: “The Ottoman Centuries…”, 320.-325.syflr.

Bundan böyle, en az masrafla en büyük kazancı elde etmek ―kâr― ana hedeftir. Taş, toprak, maden, ağaç, insan, istisnâsız her şey, maddî ve manevî bütün birimler ile değerler, az önce bahsettiğimiz gâyeye yönelik araçlardır. Gâyeye ulaşmak çabasında olan birey hâliyle beşerdir. Başka bir anlatışla, Allah tebliğinde bildirilmiş tekmîl değerleri temelden red ve inkâr edip kendisini bunlardan bağımsız ilân eden ve yeni yükselen medeniyette baş rolü oynayan bireylilik durumundaki beşerdir. Bundan önceki108 bütün medeniyetlerde esâs, câmia (Fr communauté) iken, burada merkeze kayan tek başına oluşuyla bireydir. O, artık dünyanın odağı durumundadır. Maddî-mâlî menfaatine erişmek amacıyla ona bütün araçlar, gereçler ile yollar mubahtır. Tek başına altından kalkamayacağı güçlükleri yenmek için başka bireylerle mukavele yahut ittifâk akdedebilir. Bu yeni medeniyetin en önde gelen fikir babalarından Thomas Hobbes, toplumun (Fr société) bireyler arasında akdedilmiş mukavelelerden vucut bulduğunu öne sürmüştür. “Herkesin herkesle savaş” durumunda bulunduğu bir dünyada “beşer beşerin kurdudur”. Mukavele veya ittifâk akdları, bu sürekli mücâdele ile rekâbet ortamındaki süreli ‘ateşkes’lerdir. ‘Dikduran’ ―artık, ‘başıboş’ anlamında― ‘serbest beşer, kibirlidir ve dünyaya menfaatleri açısından yukarıdan bakar. Mukaveleler veya ittifâklar, işler ikmâl olunur olunmaz sona ererler. Bu, ailenin esâsı olan evlilikten tutunuz da, toplumun en üst ve karmaşık teşkilâtlanışını ifâde eden Devlet yapılanışına dek uzanan bir durumdur. Mukavele veya ittifâk süreleri geçici barış zamanlarıdır. İşte, Friedrich Nietzsche’den (1844 – 1900) ‘Yeni beşer’in tasvîr ve tavsîfi:

“Ecce Homo” (“İşte Beşer”):
“Elbette! Biliyorum aslımı esasımı:
Aynen alev, yanmağa doymayan,
Yana yana kendini bitiren.

Neyi tutarsam, ışığa kesiveriyor;

Neyi bırakırsam, kömürleşiyor.
Ben, muhakkak ki, alevim!”113

113“Ecce Homo”:
“Ja, ich weiβ, wocher ich stamme! Licht wird alles, was ich fasse,
Ungesättigt gleich der Flamme Kohle alles, was ich lasse:
Glühe und verzehr ich mich. Flamme bin ich sicherlich!”(56.s)

“Yeni Denizlere” açılan ‘Yeni beşer’in durumuna gelince:
“Gitmek istiyorum oraya;
Güvendikce güveniyorum kendime ve kavrayışıma.
Deniz uzanıp gidiyor alabildiğine;
Cenevizli gemim almış başını gidiyor mâvîliklere.
Her şey, yeni, git gide daha da yeni gözüküyor bana.
Yatmış zaman ile mekân öğle uykusuna.
Yalnızca gözün ―koskoca
Bakıyor bana ―sonsuzluk!”114

114 “Nach neuen Meeren”:
“Dorthin ―will ich; und ich traue Alles glänzt mir neu und neuer,
Mir forthan und meinem Griff Mittag schläft auf Raum und Zeit―:
Offen liegt das Meer, ins Blaue Nur dein Auge ―ungeheuer
Treibt mein Genueser Schiff. Blickt mich an, Unendlichkeit!”
―”Die fröhliche Wissenschaft/ aus dem Nachlaβ 1871-1888”, 385.s;
ayrıca: “Das deutsche Gedicht”, 269.&270.syflr.

Bu ‘nevzuhur’ ‘tragique insan’ın ilişkilerinde gördüğümüz hercâîliği, avâmî söyleyişle, “öküz öldü, ortaklık bitti” atasözüyle de özetleyebiliriz. Buna karşılık, ‘eski’ ‘inanmış insan’ınkilerini de yine Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’den bir mısrayla dile getirelim: “Canın canıma karışmıştır; seni inciten her şey, beni de incitir.”115 Atasözümüz, confédératif, Faydacı ilişkileri ele verirken, Mevlânâ’nın mısraı bize ‘içten bütünlüklü’116 olanları yansıtmaktadır.

Confédératif, Faydacı (Fr Utilitariste) ilişkilerden doğan ittifâkların esası, daha önce bahsi geçen ‘menfaat izdivâcı’dır.117 Böylesi ‘izdivâç’lardan tarihte yepyeni bir sayfa açacak boyuttakiniyse, ‘İngiliz-Yahudî İttifâkı’

İngiliz-Yahudî ittifâkının tarihte muhtemelen ilk ve somut senedi, David Earl Llyod George’un (1863 – 1945) savaş hükûmetinde dışişleri bakanı olan Arthur James Earl Balfour’un (1848 – 1930) çabaları sonucunda 2 kasım 1917de ilân olunan Balfour Bildirisidir. Adı anılan bildiriyle Israil kavmine İngiliz idâresindeki Filistinde Yahudî millî vatanı armağan olunmuştur. Nihâyet, Bağımsız Israil devletinin kuruluşu otuz yıl sonra, 1947de gerçekleştirilmiştir. 
—bkz: Robert John: “Balfour Bildirisinin Ardından”, 82.- 121. syflr; ayrıca bkz: “Oxford Dictionary of World History”, 53.s.

olarak adlandırıyoruz. Söz konusu ‘ittifâk’, çenber çenber, daire daire yükselen yahut genişleyen çeşitli alt birimlerin veyahut ortaklıkların meydana getirdikleri bir karma yapıdır. Birbirlerine karşıtmış gibi gözüken siyâsî, fikrî, iktisâdî hareketler ile akımların, aslında belirli bir çekirdek ‘teşkilât’tan, ‘kuruluş’tan türeyip yönlendirildikleri ilk ‘bakışlar’da göze çarpmaz.

Sözünü ettiğimiz, bilindik anlamda ‘resmen’, ‘şeklen’ ve ‘ismen’ bir ‘teşkilât’ değildir. ‘Teşkilât’ın çağrıştırdığı ‘aklîlik’le iş gören ve ‘gözlerden ırak’ bir ‘nüve topluluk’tur. İngiliz-Yahudî dünyasının İngiltere – A.B.D. merkez ekseninin iktisâdî– siyâsî–askerî–istihbârî meşrûu ile gayrımeşrûu, kanunî ile kanundışı, tekellerden, Farmasonluktan tutunuz da Mafiayaya dek uzanan cümle güç odaklarının iplerini doğrudan doğruya yahut dolaylı olarak, son tahlilde, ellerinde tutan ‘hânedân’ boyutunda, Mellon, Carnegy, Rothschild, Rockefeller, Guggenheim, Van Duyn, Duke, McDonal, Disney gibi, kentsoylu on üç ailenin, sözü edilen ‘nüve topluluğ’un iskeletini oluşturduğu ‘rivâyet’ olunur. Bu hânedân mesâbesindeki ailelerin önde gelen bireylerinden teşekkül etmiş, adına da Aydınlanmışlar (L Illuminati) yahut Âkil Adamlar Dünya Encümeni denmiş bu ‘nüve topluluk’, başta İngiltere – A.B.D. ekseni olmak üzre, insanlık ile onun yurdu sayılan yeryüzünün ‘kader’ini çizip belirleyen kararların ya arkasındadır ya da bunlar onun bilgisi dâhilinde alınırlar.

Latinceden alınmış ‘Illuminati’ sözü, ‘Aydınlanmışlar’ yahut ‘Işığı taşıyanlar’ demektir. Bu teşkilâtın kurucusu (1776da) ve ad koyucusu, bazı iddialar uyarınca Katolikliğe dönmüş Yahudî asıllı aileden gelmiş, bidâyette Cizvit olmuş, bilâhare tarîkatı ve hattâ dini terketmiş, Hırıstıyanlığa, hükümdârlık ile çağının aile düzeni anlayışına karşı çıkmış bulunan Alman filosofu ve din bilgini Adam Weishaupttur (6 Şubat 1748, Ingolstadt/ Bavyera – 18 kasım 1830, Gotha).
‘Illuminati’nin ülküleri, o devrin Alman toplumunun zihniyetine son derece ters düşmüşoldularından, 1784’te yasaklanmışlardır. Fransada, az sonra da İngiltere ile A.B.D.de kök salmış,
İhtilâlikebîr’e fikirce öncülük ve önderlik etmiştir. Illuminati, öncelikle Rothschild ailesinin mâlî desteğine mazhâr olmuş, Ondukuzuncu yüzyılın ortalarında Farmasonluğun aslî locası hâline gelmiştir. 

Bir çeşit ‘Dünya merkez kurulu’ niteliğini taşıyan ‘nüve topluluğ’un gözetiminde yer yer ve zaman zaman, Bilderberg121

121İlk defa Hollandanın Oosterbeek şehrindeki Bilderberg hotelinin toplantı salonunda Felemenk şehzâdesi Bernhard’ın (1911 -) öncülüğünde 1954te düzenlenen Bilderberg toplantıları, her yıl farklı bir Avrupa – Kuzey Amerika şehrinde yer alır. Avrupa ile Kuzey Amerikadan dâvet olunan yüz kadar önde gelen siyâset ile iktisâd adamı hayatî önem taşıyan milletlerarası ile millî – mahalî sorunları üç gün boyunca kesin gizlilik kuralına uyarak tartışır, kararlara varırlar. 

ile Davos türünden, ‘Dünya danışma meclisleri’ toplanır. Buralarda dâvet olunmuş ‘ehlivukûf sır ortakları’ yeryüzünün siyâsî, iktisâdî ve güvenlik meselelerini ele alıp tartışır, görünüşte bağlayıcı olmayan hükümlere varırlar. Tavsîye niteliğini taşıyan görünüşte bağlayıcı olmayan hükümleri, Dünya Bankası, IMF, UNESCO, NATO cinsinden milletlerarası kuruluşlar ile tabaa–devletlerin siyâsî kadroları ‘vicâhî’ye çevirirler.122

Şimdi tekrar Tapınakcıların serencâmına dönelim: Onlardan bâzıları, bağlı bulunmaları gereken kuruluştan bağımsız hâlde, özge bir anlatışla, loncaya bağlı kalmaksızın sanatlarını icrâ etmiş olduklarından, ‘mesleğini serbestce yürüten’ anlamında, kendilerini ‘Serbest Duvarcılar’ nâmıyla nitelemişlerdir. İşte, İngiliz-Yahudî İttifâkının temel kurucu ve yönlendirici teşkilâtı, inşâât ustalığını vurgulayan unvânla tanınmış olan ‘Serbest Yapı Ustalığı’ anlamındaki ‘Farmasonluk’tur (Fr Francmaçonnerie).
Farmasonların kurduğu meslek birliklerinden dördü, Londrada 24 haziran 1717de birleşmiştir. Bu birleşme sonucunda ortaya çıkan ‘Büyük Londra Locası’ (İng Grand Lodge of London), ‘Teşkilâtıesâsîye Düstûru’nu (İng Grand Chart yahut Constitution) Iskoç rahip James Anderson başkanlığındaki heyetin çalışmalarıyla telîf etmiştir. Örf, âdet, âdâbımuâşeret kuralları ile remizlerini seleflerinden devralan Farmasonlar, bunları benimseyen meslek erbâbı yanında, sahasında sivrilmiş, öncelikle de varlıklı makam mevki sâhibi kimseleri saflarına kabul eder olmuşlardır.

Farmasonlar, kendilerine tarihî öncü olarak Hz Süleyman’ın mabedini inşâ etmiş olan Hiram Ustayı almışlardır. Ulu Usta ise, Âlemin Yaradanı Tanrıdır. Evren, Onun mimarî şaheseridir (İng Royal Art). Daha önce de belirttiğimiz üzre, örfleri, âdetleri, âdâbımuâşeret kuralları, silsileimerâtipleri, remizleri, âyîn ile merâsim usulleri, kısmen Ahdiatîkten, kısmen Kadîm Kilise (Fr Eglise archaïque) ile Hırıstıyanlıktan sapmış (Fr Hérétique) mezheplerden, kısmen de İngiliz gelenek ile göreneklerinden neşet etmişlerdir. Söz konusu usuller, eğretilemeler yoluyla esrârengiz ve peçeli tarzda izhâr ve ifâde edilir. Evrenin mimarî yapısının ise, insanlık âleminde ahlâk kılığına bürünmüş olduğu kanısındadırlar.

Cihânşumûl ve beynelmilelci oldukları iddiasını güden Farmasonlar, birbirleriyle “kardeşlik” ―“birâderlik”― bağıyla ilintilenmiş olduklarını öne sürerler. İmdi, Tektanrılı-Vahiy dinlerinden Yahudîlik ile Hırıstıyanlıktan gelen nazarî ve tatbikî unsurların yanında, İslâm inancı ile medeniyetinde, özellikle de Onbirinci ile Onikinci yüzyılların Bâtınî Müslüman cemâatlardan Haşaşîn teşkilâtında ortaya çıkmış pek çok iytikâdî, fikrî ve amelî hususu, Tapınakcılık gibi Farmasonluk da dağarına katmıştır.

Farmasonluk, yukarıda hikâye olunan geçmişin, gerçekten, tabîî-uzvî verisimidir? Bu soruya müsbet cevap vermemizi sağlayacak sapasağlam kanıtlardan yoksunuz. Ne var ki, toplumlar, benimsedikleri ‘ülkü’ler doğrultusunda kendilerine ‘geçmiş’ler inşâa ederler. Nitekim, Albert Gallatin Mackey, “Farmasonluğun Tarihi/ Efsânevî Menşeleri” başlıklı kitabında, belirlememizi Farmasonluğa dahî uygularken şöyle diyor: “Voltaire’in, ‘İsveçli XII. Karlın Hayatı’nda bildirdiği, ‘tarih, inanılmaz türden hikâyelere dayanır’ önermesi olanca gücüyle, bilginlerçin zamanla aksiyom değerini kazanmıştır. Bahsi geçen aksiyom, tarih eleştiriciliğinin git gide kuralı şeklinde benimsenmiştir. Kolay inanır olmak, bugünlerde, felsefeye aykırı düşmek anlamına geliyor. Günümüzde bilginler, nitekim, matematik kesinliği hâvî kanıtlamalar taşıyan bir tarihi ancak kabule şâyân görüyorlar.”

Farmasonluk, haddizâtında Batı medeniyetleri câmiasının tüm manevî ile zanaate ilişkin değerleri bünyesinde derlemiş olduğu kanâatı ile iddiasını taşır. Nitekim, geçmişini de, Batı medeniyetleri câmiasınınkisiyle çakıştırmağa çalışır. İşte, taşıdığı bütün o son derece karmaşık gelenekler ile dışarıdan bakanlara esrârlı görünen intisâp törenlerinin esbâbımûcibi, geçmişe sâdıklık ve onun ihyâsındandır.126

126Farmasonluğun remizlerine, intisâp törenlerine ve gerek sahih gerekse efsânelere bulanmış geçmişi hakkında mufassal bilgilerçin, Tamer Tayan’ın “Hamtaşın Evrimi” ile yine Tamer Tayan’ın “Çift BaşlıKartal/ Anadoludan Skoç Ritine” bkz; ayrıca bkz: Arthur Edward Waite: “A New Encyclopædia of Freemasonry”; ayrıca bkz: Albert Gallatin Mackey: A.g.e.

Bahsi geçen geleneksel kurallar arasında, bütün kadîm bâtınî tarîkatların barındırdıkları, sır saklama kaidesi baş orunu tutar. Bu, hem müntesiplerin sıkı eğitimine127

127Zirâ sır saklamak, becerilebilecek en zor işlerden sayılmalıdır.

hem de kurumu dışarıdan gelen bozucu etkilere karşı diri ve tâze tutmağa yarar. Tabîî, zamanla siyâsî oyunların tertîbinde de önemli yeri olmuştur. Hazırlıklarınızı nice gizli tutabilirseniz, oynunuzu akîm kılmak da o denli zorlaşır. Bugün bile, gerek dünyanın tümünü gerekse tek tek ülkeleri düzenleyenleri, kişiler esâsında, tanımıyoruz. Zâten Farmasonluğun, teşkilât düzleminde, insanlığa nizâm verdiğini belgeleyecek açık ve doğrudan delîllerden yoksunuz. Nihâyet yapabildiğimiz tek iş, karînelerden hareketle el yordamıyla yürümektir. Teşkilâtın muazzam gücü de buradan gelmektedir. Ülke özeli ile dünya genelinde kamuoyunun gözetimi ile denetiminden, böylelikle, masûndur.

Farmasonluk, belirli bir şeriâttan bağımsız, dindışı bir mahfil olarak temâyüz etmiştir. Bu yüzden de, Onsekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibâren başta Katolik Kilisesi olmak üzre, teşkilâtlı yahut gayrıresmî biçimdeki dinî çevrelerce hasım olarak görülmüştür. Nitekim Papa XII. Clemens, 28 nisan 1738de “In Eminenti” ‘fetva’sıyla, Katolik Kilisesi tarafından dinsiz ve putperest ilân edilen Farmasonluğu yasaklamıştır. Clemens yine, sözü edilen fetvayla Masonluğu benimseyen Katoliklerin aforoz edileceğini bildirmiştir.128

(…)

Kaynak: Teoman Duralı, Çağdaş Küresel Medeniyet

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Tere otu ve tere tohumunun faydaları ve yan etkileri nelerdir?

Tere otu, yaprakları tek başına veya salata olarak yenebilen ve vücutta yağ yakımını hızlandıran şifalı …

Kapat